| Konu: | HDP Grubu önerisi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 3 |
| Tarih: | 05.10.2016 |
AHMET YILDIRIM (Muş) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 25 Temmuz 2016 tarihli, 668 sayılı Kanun Hükmünde Kararname'ye dayanarak yaklaşık on gündür gündemimizi meşgul eden, bazı radyo ve televizyonların hukuktan, yasalardan, Anayasa'dan yoksun, hatta onlara aykırı bir biçimde kapatılmasıyla ilgili olarak partimizin vermiş olduğu önerge lehinde söz almış bulunmaktayım. Bütün Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.
Evet, 668 sayılı Kanun Hükmünde Kararname'den söz ettik ama burada daha önce Radyo Televizyon Üst Kurulu üyeliği yapmış biri olarak ifade edeyim ki, Türkiye'de anayasal kurullardan biri Radyo Televizyon Üst Kuruludur ve Anayasa 133'e göre RTÜK'ün gerek müteşekkiliyeti gerekse göreceği iş ve işlemlerle ilgili çok açık tanımlama yapılmış, buna bağlı olarak 6112 sayılı Yasa çıkarılmıştır. Bu yasaya göre, Türkiye'de yayın yapacak olan görsel ve işitsel yayın organlarının tamamı RTÜK tarafından lisanslandırılır ve bunlar yayın hayatı boyunca RTÜK dışında herhangi bir kurum, kuruluş, mevki tarafından müeyyideyle karşılaşamazlar, herhangi bir şekilde kapatılmaları söz konusu olamaz. Bakın, çok açık bir şekilde Anayasa hükmünden söz etmekteyim. Yani 668 sayılı Kanun Hükmünde Kararname'ye dayanarak bu radyo ve televizyonların kapatılması çok açık bir Anayasa'ya aykırılık teşkil etmektedir. Bu, ya değilse, kanun hükmünde değil, Anayasa hükmünde bir kararname gibi oluyor.
Geçen hafta Meclis resepsiyonunda, bir muhabirin sorusuna cevaben, RTÜK'ten de sorumlu Başbakan Yardımcısı Sayın Kurtulmuş ibretlik bir cevap veriyor. Neymiş? "Kapatılan radyo ve televizyonlarla ilgili olarak raporları RTÜK'ten isteyeceğiz. Gerekirse tekrar durumlarını değerlendireceğiz." Sayın Bakan, birileri size Anayasa'yı veya yasayı yanlış anlatmış çünkü önce rapor istenir, işlem yapılır; daha sonra tasarrufta bulunulur. Siz önce kapatıyorsunuz, daha sonra "Rapora bakalım." diyorsunuz. Ben dört buçuk yıllık görev sürem boyunca böyle bir ibretlik kararın altına imza atılmış herhangi bir RTÜK kararıyla karşılaşmadım.
Bakın, burada lisanslama, bir televizyon veya radyonun kuruluşunun yetkisi de anayasal olarak RTÜK'tedir; onun kınama, uyarı, idari para cezası ya da lisans iptali yetkisi de RTÜK'tedir. Bu, Anayasa'nın amir hükmüdür. Bu sebeple, kanun hükmünde kararname çok açık bir biçimde, ayan beyan Anayasa'ya aykırıdır.
Bir diğer husus: Özellikle ifade etmek isterim ki, şu saatlerde, şu dakikalarda IMC TV yine korsanvari bir biçimde polis tarafından basılmış, dün yayını durdurulan IMC TV'nin mallarına el konularak bu malların TRT'ye götürüleceği şu dakikalarda beyan edilmiştir. Ya, Allah aşkına, şimdi soruyorum: Bu devlet bir haydut devleti midir, burada hukuk yok mu; yasalara, anayasalara aykırı olmak bir iktidarın aldığı oyla göz ardı edilebilir mi? Bu nasıl bir gasp ve ganimet kültürüdür ki yasa, Anayasa, yargı kararı olmaksızın bir televizyonun, bir yayın organının mallarına el konuluyor, gasbediliyor, ganimet kültürüyle alınıp başka bir yere veriliyor. Ama şunu çok iyi biliyoruz, bunu muhtemelen iktidar yetkilileri de biliyordur: İç hukukta olmasa bile uluslararası hukukta mahkûm edilecek bu kararların altına imza atmak ancak bir garabet olabilir. Ve ifade edelim ki er geç bu kararlar mahkûm edilecek ve açılan davalarda bu kararın altına imza atan siyasi iktidarın mensuplarına rücu edilmek üzere bu mallar ve nakdî, ayni bütün varlıklar tekrar iade edilecektir sahiplerine.
Değerli milletvekilleri, bakın, herkes kendine göre demokrat. 15 Temmuz gecesi televizyonları, CNN TÜRK'ü ve TRT'yi basanlar ile son iki gündür radyo ve televizyonları basan haydut anlayışın arasında hiçbir fark yoktur. Çünkü darbecilerin fiilleriyle iş ve işlem gören bir siyasi iktidar gerçekliğiyle karşı karşıyayız. 15 Temmuz gecesi de televizyonlar basıldı, son iki gündür de televizyonlar basılıyor. Ama 15 Temmuz darbecilerinden artı bir yanınız var; onlar mallara el koymadılar, sadece yayın durdurmak istediler, bir talan kültürüyle oradaki malları dağıtıp yerle bir etmediler veya dün özellikle Özgür Radyoda olduğu üzere bir kadın televizyon çalışanı saçından sürüklenerek götürülüp gözaltına alınmadı.
Evet, siz yeni Türkiye'den böyle gurur duyabilirsiniz, sizin gurur duyduğunuz Türkiye'nin demokrasi kalibresi ve anlayışı bu olabilir. Ama ben ifade etmek isterim ki, bakın, değerli milletvekilleri, dün Balyoz ve Ergenekon gibi davalarda haksız bir şekilde tutuklanan gazeteciler vardı ve iktidar mensupları ne diyordu, "Onlar gazetecilikten tutuklanmadılar, bilmediğiniz durumlar var." diye o gazetecilerin tutuklanmasını meşru görüyordu. Bugün yine aynı gerekçe. Neymiş? Gazetecilik veya yayıncılık faaliyetlerinden ötürü değilmiş. Baskıcı devletler her dönem için demokrasi mücadelesi verenleri terörize etmelidirler ki kendi faşizan yöntemlerine meşruiyet alanı sağlayabilsinler. Ve bugün sessiz kalanlar veya destek verenler bu ülkenin karanlık geleceği için katkıda bulunduklarını unutmamalıdırlar. Ve bugünlerde kapatılan TV kanalları ifade ve basın özgürlüğünü çok fazla aşan bir gerçekliğe tekabül etmektedir, o da şudur: Kürt'e dair ne varsa bir saldırı altındadır. Bakın, Kürt'e dair ne varsa iktidarın saldırısı altındadır. Belediyesi hedeftir, dernek ve sendikaları hedeftir, TV ve radyoları hedeftir, öğretmeni ve öğrencisi hedeftir, Kürt'ün vekili de asili de hedeftir, yaşlısı da bebesi de hedeftir. Son bir yılda bu iktidar döneminde bunların hepsine şahit olduk ama şunu ifade edeyim: Eğer bir Türkiye aydını olarak kendini addeden, bir Türkiye sevdalısı olarak kendini addeden siyasetçi kim varsa işe vurgunun yapıldığı yerden başlamalıdır.
Bu anlamda, ben özellikle Fransız aydın Sartre'dan bir alıntıyla konuşmama devam etmek istiyorum. Sartre saldırı altında olan Cezayir işgaline ve saldırılarına, o dönemki Fransız faşizmine dönük şunu söylüyor: "Başta hiçbir şey bilmiyordunuz, buna inanmaya razıyım. Sonra şüphe duymaya başladınız ve artık biliyorsunuz ama gene de suskun kalıyorsunuz. Sekiz yıllık bir suskunluk artık zarar verir, hem de boş yere zarar verir. İşkencenin kör edici parlaklığı gökyüzünün en yüksek noktasında tüm ülkeyi aydınlatıyor. Bu parlak ışık altında tek bir kahkaha bile artık samimi çıkmıyor. Öfke ve korkuyu maskelemek için boyanmamış tek bir yüz, tiksintimizi ve suç ortaklığımızı ele vermeyen tek bir hareket yok artık. Bugün nerede iki Fransız buluşsa aralarında ölü bir beden var. Bir mi dedim? Fransa vaktiyle bu ülkenin adıydı ama bugünden itibaren, 1961 itibarıyla Fransa bir ülke adı değil, bir psikonevroz hastalığının adıdır." Aynı şeyi Türkiye için söylüyorum. "Yeni Türkiye" safsatası altında bir ülke özlemini bu kitlelere yutturmaya çalışanlar aslında Türkiye'yi bir ülke ismi olmaktan çıkarıp bir psikonevroz hastalığı ismine dönüştürmeye çalışıyorlar.
Buradan hareketle, değerli milletvekilleri, bakın, Kürt'ün kapatılan televizyonlarıyla ilgili... Govend TV, halay yasak; Zarok TV, çocuğuna çizgi film yasak; müzik kanalı yasak, haberi yasak. Gerçeklerden bu kadar korkan, bakın, çocuğun çizgi film önünde duyacağı hazdan bu kadar korkan bir ülke rejiminin, medya veya basın özgürlüğü bir yana, ülke olma kimliğini giderek kaybettiğini ve toplumsal muhalif bütün kesimleri hedef hâline getirdiğini unutmayalım.
Yine unutmayalım ki bugün Kürt'ün dışında sessiz kalanlar, Nazi zulmü altında sıranın en son geldiği rahibin kaderinden kurtulamayacağını bilmelidir. Sıra birilerine geldiğinde artık onlara destek verecek, onun feryadını duyacak kimse kalmayabilir.
Bütün Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim.