| Konu: | 669 Sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması ve Milli Savunma Üniversitesi Kurulması ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Hükmünde Kararname (1/751) ve İçtüzük'ün 128'inci Maddesine Göre Doğrudan Gündeme Alınmasına İlişkin Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı Tezkeresi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 18 |
| Tarih: | 09.11.2016 |
CHP GRUBU ADINA MUSTAFA HÜSNÜ BOZKURT (Konya) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. Bilinen yasa gücünde kararnameyle ilgili söz aldım, grubumuzun görüşlerini aktaracağım.
Tabii, 15 Temmuz, sizin söylediğiniz gibi klasik bir askerî darbe değil. 15 Temmuz, o gece saat 23.00 sularında Başbakan Sayın Binali Yıldırım'ın dediği gibi, ordu içinde küçük bir grubun isyan hareketi, ordu içinde küçük bir grubun kalkışması. Bunu daha sonra "darbe" olarak tanımlamayı Sayın Cumhurbaşkanınız uygun gördü çünkü Allah'ın lütfu olmalıydı ve başkanlık yolunun kapısını açmalıydı.
Şimdi, biz 15 Temmuzdan beri, dört aydır bu darbenin liderini hâlâ bilmiyoruz. "Adil Öksüz" diye bir adamın adını ortaya attınız, nerede olduğu meçhul. Şimdi bir "Kemal Baymaz" mı, "Batmaz" mı ne, bir şey çıktı; o da meçhul. Bu hareketten sonra, 20 Temmuz günü olağanüstü hâl ilan ettiniz, ondan beri de ülkeyi kanun hükmünde kararnamelerle yönetiyorsunuz. Bugün de onlardan birini görüşüyoruz.
Sevgili milletvekilleri, bu görüştüğümüz yasa gücünde kararname ordumuzu yeniden düzenliyor. Hangi orduyu? İki bin yıllık yazılı geleneği olan orduyu düzenliyor. Yani, sınırlarını İngiliz emperyalizminin çizdiği herhangi bir Orta Doğu devletinin ordusunu değil, dört bin yıllık geleneği olan ve iki bin yüz yıllık yazılı tarihi olan Türk ordusunu yeniden düzenliyorsunuz. Ne yaptınız? Genelkurmayı Cumhurbaşkanlığına, Yüksek Askerî Şûrayı Başbakana, kuvvet komutanlıkları Millî Savunma Bakanlığına, Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığı İçişleri Bakanına, okulları Millî Eğitim Bakanına, hastaneleri -yok edilmiş, askerî tababeti yok- Sağlık Bakanlığına ve yargısı da Adalet Bakanlığına... Yediye böldünüz orduyu, hiçbir komuta bütünlüğü bırakmadınız ve bu ordu şimdi Suriye'de savaşıyor. "Musul'da hem harekâtın içinde hem masada olacağız." diyorsunuz.
Bu ordunun üniforması arkadaşlar -o üniformayı yirmi yıl giymiş bir eski asker olarak söylüyorum- rastgele bir üniforma değildir; hatırlatmak isterim bu Mecliste şu anda bulunan, bulunmayan bütün milletvekillerine ve Sayın Cumhurbaşkanı dâhil bütün yetkililere, o ordunun üniforması Yarbay Reşat Bey'in üniformasıdır. Kimdir? 1922 Ağustosunda Çiğiltepe'yi söz verdiği saatte alamadığı için tabancasını şakağına dayayıp çeken Yarbay Reşat Çiğiltepe'nin üniformasıdır o üniforma. O üniforma Mohaç'tan geliyor, Malazgirt'ten geliyor. O üniformada Sakarya'nın, İnönü'nün, Dumlupınar'ın tozu, kanı, teri var. O üniforma Mareşal Çakmak'ın, o üniforma İsmet Paşa'nın, o üniforma Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün üniformasıdır. (CHP sıralarından alkışlar) Bakın ne yaptınız o üniformaya arkadaşlar, bakın. Türk ordusunun generallerine potansiyel terörist muamelesi yaptınız, Anıtkabir'in kapısında astsubaylara dedektörle paşa arattınız. O paşalar kim biliyor musunuz? "Size taarruz etmeyi değil, ölmeyi emrediyorum." diyen ve kurşunun üzerine koşarak giden Türk ordusunun paşaları.
Şimdi, başkumandanlık ya da başkomutanlık söylemekle olmuyor arkadaşlar, tamam? "Başkumandan" dediğin, "başkomutan" dediğin adam ordunun paşasına güvenmiyorsa, geçmiş olsun. Böyle bir ordu olmaz.
Bakın, Mustafa Kemal Paşa -benim, "Atatürk" demememin sebebi, Mustafa Kemal Paşa o tarihte Atatürk olmadı henüz de ondan yoksa söylemekten çekinmiyorum- 27 Temmuz 1920 akşamı Afyonkarahisar'a gelir, 31 Temmuz 1920'de Afyonkarahisar'da subaylarla bir toplantı yapar, der ki: "Efendiler, dünyada hayat için, insanca yaşamak için istiklal lazımdır. İstiklal sahibi olmak için haizikuvvet olmak, bunun mevcudiyetini ispat etmek ve kuvvet bulundurmak lazımdır. Kuvvet ordudur. Ordunun menbaıhayatı ve sadakati, istiklali takdir eden milletin, kuvvetin lüzumuna olan imanıvicdanisidir." Arkadaşlar, siz milletin imanıvicdanisini yani vicdanındaki imanı zedelediniz subaylarını bu duruma düşürerek.
Sevgili kardeşlerim, ne diyor bakın Mustafa Kemal: "İngilizler milletimizi istiklalden mahrum etmek için, pek tabii olarak, evvela onu ordudan mahrum etme çarelerine tevessül ettiler. Bunun için ordumuzun zabitanını tezyif ettiler, zelil ettiler."
Sevgili kardeşlerim, diyor ki Mustafa Kemal: "Ordu arkadaşlar, ancak zabitan heyeti sayesinde ordudur. O hâlde, zabitanımız, düşmanlarımız tarafından yıkılmak istenilen ordumuzu mutlaka ve behemahâl koruyacaktır."
Bakın, son olarak, şöyle bitiriyor Mustafa Kemal: "Hayatında bir an olsa bile zabitlik etmiş, zabitlik izzetinefsini, şerefini duymuş, ölümü kabul etmiş bir insan hayatta kaldığı müddetçe düşmanın reva gördüğü bu muameleye katlanamaz."
Yazık ki bu muameleyi bize, bizim ordumuza düşman değil bu ülkeyi yönetenler reva gördü. Bunu mutlaka kayda geçirmek istiyorum ve hiç doğru bulmadığımı söylüyorum.
Sevgili kardeşlerim, bu kararnamelerle yeni rejim inşa etmeye çalışıyorsunuz. Derdiniz FETÖ falan değil. Eğer derdiniz FETÖ olsaydı ilk olarak o FETÖ'ye vücut veren siyaset erbabından işe başlardınız, siyaset esnafından işe başlardınız, siyasetçi kılığıyla gezen hainlerden işe başlardınız. Oradan başlamadınız. (CHP sıralarından alkışlar) Oradan başlamadınız sevgili arkadaşlar. Nereden başladınız? Meşru, yasal bir sendikaya üye olmuş gariban öğretmenden. 672'yle, Bozkır'ın Üçpınar köyündeki öğretmeni kaldırıp attınız. Niye? FETÖ'cü diye. Güzel, iyi, peki. Askerî öğrencileri attınız. 1773 yılında kurulmuş Deniz Lisesini kapattınız. Sizin şu çok öykündüğünüz Osmanlı'nın II. Mahmut Dönemi'nde, 1827'de açtığı ve bu topraklarda bilimsel, laik eğitimi ilk başlatan kurum olan GATA'ya saldırdınız arkadaşlar. Yapmayın ya! Bu, bir cinayettir. Dünyanın hiçbir ordusu yoktur ki kendi askerî hekimlik teşkilatı olmasın, kendi yargısı olmasın, kendi okulları olmasın. Bu olmaz, doğru değil, yapmayın.
Bakın, öyle bir rejim inşa etmeye çalışıyorsunuz ki kendi ağzınızla, Sayın Cumhurbaşkanımızın ağzıyla 16 Ağustos günü diyorsunuz ki: "Bunlarla menzilimiz aynıydı, aynı menzile yürüyorduk." Ne o menzil? 1923'ten beri laik cumhuriyeti yok etmek isteyen, Türkiye'de ve bu topraklarda, bu bölgede ne kadar şeriatçı, gerici, yobaz, dinci cemaat, tarikat adı altında örgütlenme varsa hepsiyle müttefiksiniz, hepsiyle ittifak hâlindesiniz. Bu, kabul edilemez arkadaşlar. (CHP sıralarından alkışlar)
Laik cumhuriyeti, referansı İslam olan bir din devletine döndürme eğilimi kabul edilebilir bir eylem değildir. Bunu sağlayabilmek için sevgili kardeşlerim, değerli arkadaşlar; herkesi ötekileştiriyorsunuz, herkes düşmanınız sizin. Kimse yok; bakın, bölgede bir tek dostumuz yok, dünyada bir tek dostumuz yok. Herkese hakaret ediyorsunuz; Irak Başbakanı'nı aşağılıyorsunuz, Suriye Devlet Başkanını aşağılıyorsunuz, Avrupa Birliğini aşağılıyorsunuz; herkesi aşağılıyorsunuz, herkes sizin düşmanınız.
Bir tek Allah'ın yalnızca sizin olduğuna inanıyorsunuz. Yazmışsınız Konya'da bütün minibüslerin arka camlarına: "Ne yapsalar boş, göklerden gelen bir karar vardır."
AHMET HAMDİ ÇAMLI (İstanbul) - Elhamdülillah! Elhamdülillah!
MUSTAFA HÜSNÜ BOZKURT (Devamla) - Arkadaşlar, o göklerdeki karar sahibi hepimizin kulu olduğu Allah. (CHP sıralarından alkışlar) Herkes o Allah'ın kulu. Hiç kimsenin öyle bir üstünlüğü, ünsiyeti yok. Ama siz Yüce Allah'ın katına mı çıktınız da aldığı kararların hepsinin kendiniz için olduğunu düşünüyorsunuz?
Yazarlara düşmansınız, karikatüristlere bile düşmansınız, CHP'lilere zaten düşmansınız, bilim insanlarına düşmansınız, akademisyenlere düşmansınız; hep Allah sizin yanınızda, herkese düşmansınız.
Amma sevgili arkadaşlar, Allah'ın yanında olduğunuzu düşünürken yaptığınız şeylere bir bakın Allah aşkına, dönün bir bakın! Kırk günlük bebeği anasından ayırıyorsunuz, Allah sizin yanınızda(!). Hiçbir günahı olmayan bir öğretmeni eşiyle beraber ihraç ediyorsunuz, Allah sizin yanınızda(!) Akademisyen, 30 yaşında, nisan ayında doçent olmuş bir kızcağızı kapının önüne koyuyorsunuz, Allah sizin yanınızda(!) Boğaz Köprüsü'nde linç edilen, paramparça edilen o çocukların yani Hava Harp Okulu öğrencilerinin hesabını sormuyorsunuz, Allah sizin yanınızda(!) Yalova'dan çıkarılıp, getirilip Boğaz Köprüsü'ne konulan askerî öğrencileri dört aydır cezaevinde tutuyorsunuz, Allah sizin yanınızda(!) Yargıçları atıyorsunuz, savcıları atıyorsunuz, hep Allah sizin yanınızda amma zinhar siyaset erbabına gelmiyorsunuz, bir türlü gelemiyorsunuz. Neden, neden arkadaşlar? Bu kadar iş olurken hiç siyaset dahli olmadan bunlar olabilir mi, yapılabilir mi?
Bakın, sevgili arkadaşlar, yuvaları dağıttınız ya! Evlatlar ana babalarını, anne babalar evlatlarını "Başıma bir iş gelir." korkusuyla gidip ziyaret edemez oldu. Bütün bunları yapıyorsunuz; söylediğiniz, yazdığınız her şey ortada, dolaşıyor yani siz şunların tarihe kaydolmadığını, unutulduğunu falan zannediyorsunuz, diyorsunuz ki: "Öcalan'ın mesajları bizim de düşüncemizdir." Efendim "Bana 'Serok Ahmet' diyorlar." 2010 yılında diyorsunuz ki: "Bizim PKK'yla görüştüğümüzü söyleyen şerefsizdir." Tamam. 2012'de diyorsunuz ki: "Görüşme emrini ben verdim, derdi olan bana söylesin." Hep bu arada Allah sizin yanınızda ha, ne yapsanız onaylıyor, hep böyle kabul içinde.
Sevgili kardeşlerim, bakın, bu siyasetin inanın ki sonu yok. Tarihi şu kafasında fesle dolaşan adamdan öğrenmeyi bırakıp biraz kitaplardan okusanız göreceksiniz. Ocak 1933, Alman sağının iki lideri Von Papen ile Hitler anlaşıyor, Hitler 31 Ocak günü iktidar oluyor. 28 Şubat günü Alman Meclisi Reichstag yakılıyor. Hitler fırlıyor, diyor ki: "Bunu sosyalistler yaktı." Bir yetki yasası çıkarıyor, Almanya'yı tümüyle teslim alıyor ve ondan sonra sosyalistlerden başlayarak Yahudilerden çıkıyor, kim varsa içeri atıyor. Ne oluyor? Aradan topu topu -1933-1945- on iki, on üç sene geçtikten sonra bir sonla karşı karşıya kalıyor ama o arada dünya ve Almanlar büyük acılar çekiyor. 1945 yılında savaşın sonuna doğru Nazi generali sığınakta Führer'i ziyaret ediyor. "Führer'im, siviller ölüyor, artık teslim olalım." diyor. Führer'in, Hitler'in cevabı ibretlik arkadaşlar, diyor ki: "Ne teslim olması? Bu onların tercihiydi, onlar bize oy verdi, tabii ölecekler." (CHP sıralarından alkışlar)
Arkadaşlar, faşizmin kandan, intikamdan, nefretten, kinden başka bir şey ektiği ve ölümden ve acıdan ve kardeş düşmanlığından başka bir şey biçtiği görülmemiştir. Tarih bu kadar önümüzdeyken, Almanya'nın, Hitler'in Adalet Bakanı Frank'a özenip Türk yargıçları yargıda karar verirken "Reis ne diyor?" diye ona bakar benzeri uygulamalardan lütfen kaçının. Bu kürsüden size söylemiştim: Kadıyı satın aldığın gün adalet ölür, adalet öldüğü gün devlet yıkılır. Yapmayın bunu.
Bakın, bu kararnamelerinizin hiçbirinde hukuk yok. Evet, anayasal; doğru. Evet, Anayasa'ya göre OHAL gereğince söylüyorsun; doğru. Yasal ama adil değil, adaletli değil. 1 milyona yakın mağdur yarattınız; bir gün çıkıyorsunuz, diyorsunuz ki "At izini it izine karıştırdınız." Bir gün çıkıp diyorsunuz ki "Mağdur falan yok, mağdur olan millet." Tabii ki mağdur olan millet, biz de tam onu söylüyoruz. Bu kadar mağdur insanla devam edemezsiniz; yapmayın, yapmayın. Bir an önce yeni bir kararname çıkarın, şu suçsuz insanları görevlerine döndürün, etmeyin.
Bakın, tekrar söylüyorum yani üzüntüyle söylüyorum, gerçekten üzüntüyle söylüyorum: Şu Meclise geldiğimizden beri yaptığımız en istikrarlı iş şehit cenazesine koşturmak ama onu bile böldünüz arkadaşlar ya. Bu nasıl bir vicdandır kardeşim? PKK'yla doğuda mücadele ederken şehit olana 80 bin lira, 15 Temmuz şehidimize -onun da sayısı belli değil ha; 251, 253, 256, en son 241'de karar kıldınız- 300 küsur bin lira. Ne bu? Allah aşkına biri çıksın söylesin, şehitler nasıl farklı olabilir? Burada da Allah yanınızda ha(!) Maşallah, öyle bir Allah tanımı yapıyorsunuz ki...
Bakın, beni dinlemiyorsunuz, Kemal Kılıçdaroğlu'nu zaten dinlemiyorsunuz; biz düşmanız ya. "Bu Mecliste kimse olmasın." Olur, hepimizi atın, 550 AKP milletvekiliyle gelin. Bana söyleyin, bir vicdan sahibi çıksın söylesin: Bundan farklı ne yapacaksınız? Ciddi söylüyorum, neyi isteyip de yapamıyorsunuz arkadaşlar? Bütün derdiniz -tekrar söylüyorum- bu rejimi değiştirmek, bunu yapmayın. Bu cumhuriyetin kubbesi Atatürk ve laikliktir, oynamayın kilit taşıyla. (CHP sıralarından alkışlar) Yıkacaksınız o kubbeyi, kalacağız hep beraber altında. Yapmayın bakın, inanın ki yapmayın! Bunu yapanlar tarih boyunca hiç umur görmediler, yapmayın!
Beni dinlemiyorsunuz, belki bunları dinlersiniz:
"O ihtişâmı elinden niçin bıraktın da,
Bugün yatıp duruyorsun ayaklar altında?
"Kadermiş!" Öyle mi? Hâşâ, bu söz değil doğru;
Belânı istedin, Allah da verdi... Doğrusu bu.
Talep nasılsa, tabîî, netîce öyle çıkar,
Meşiyyetin sana zulmetmek ihtimâli mi var?
"Çalış!" dedikçe Şerîat, çalışmadın, durdun,
Onun hesâbına birçok hurâfe uydurdun!
Sonunda bir de "tevekkül" sokuşturup araya,
Zavallı dini çevirdin onunla maskaraya!
Bırak çalışmayı, emret oturduğun yerden,
Yorulma, öyle ya, Mevlâ ecîr-i hâsın iken!
Yazıp sabahleyin evden çıkarken işlerini;
Birer birer oku tekmîl edince defterini;
Bütün o işleri Rabbim görür: Vazîfesidir...
Yükün hafifledi... Sen şimdi doğru kahveye gir!
Çoluk çocuk sürünürmüş sonunda aç kalarak...
Hudâ vekîl-i umûrun değil mi? Keyfine bak!
O'nun hazîne-i in'âmı kendi veznendir!
Havâle et ne kadar masrafın olursa... Verir!
Silâhı kullanan Allah, hudûdu bekleyen O;
Levâzımın bitivermiş, değil mi? Ekleyen O!
Çıkıp kumandası altında ordu ordu melek;
Senin hesâbına küffârı hâk-sâr edecek!
Başın sıkıldı mı, kâfî senin o nazlı sesin:
"Yetiş!" de, kendisi gelsin, ya Hızr'ı göndersin!
Çoluk çocuk O'na âid: Lalan, bacın, dadın O;
Vekîl-i harcın O; kâhyan, müdîr-i veznen O;
Alış seninse de, mes'ûl olan verişten O;
Ya sen nesin? Mütevekkil! Yutulmaz artık bu!
Biraz da saygı gerektir... Ne saygısızlık bu?
Hudâ'yı kendine kul yaptı, kendi oldu Hudâ;
Utanmadan da "tevekkül" diyor bu cür'ete... Ha?"
Ben demiyorum, Mehmet Akif Ersoy diyor. Hani çok öykünüyorsunuz ya.
Evet, sevgili kardeşlerim, sonunda, bakın, Birinci Dünya Savaşı'nda Osmanlı Genelkurmayı Alman Genelkurmayına ihale edilmişti. Falkenhaynlar, işte Von Goltz paşalar, bilmem neler, Liman von Sandersler cirit atıyordu. Şimdi de, bak, Genelkurmaya bir Amerikan irtibat subayı geldi. Ve şimdi, aynı Genelkurmay, bizi, yarın Anıtkabir'e "ordu-millet" buluşmasına çağırıyor. Teşekkür ediyorum o Genelkurmay Başkanına. Ama, Sayın Genelkurmay Başkanına hatırlatıyorum, ona bu emri verdirenlere hatırlatıyorum: Biz her daim Anıtkabir'deyiz, ev sahibi biziz, hepinizi Anıtkabir'e bekleriz.
Saygıyla. (CHP sıralarından alkışlar)