| Konu: | Millî Eğitim Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarı ve Teklifleri münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 24 |
| Tarih: | 22.11.2016 |
MHP GRUBU ADINA ZÜHAL TOPCU (Ankara) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 405 sıra sayılı Millî Eğitim Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Tasarısı üzerine Milliyetçi Hareket Partisi adına söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Evet, birkaç gündür tartıştığımız konulara baktığımızda, gerçekten bizlere yazıklar olsun diyoruz, çünkü "çocuk" ve "istismar" kelimelerinin yan yana kullanıldığı bir gündemle veya taciz olaylarıyla sürekli olarak burayı meşgul ettik. Onun için, artık diyoruz ki lütfen bunları bırakalım.
Değerler eğitiminden bahsederken, bir toplumu, daha doğrusu toplumları birbirine kenetleyen, bütünleştiren değerlerden bahsederken ve bütün dünyadaki ülkelerin eğitim sistemlerinde...
Sayın Başkan, lütfen arkadaşları ikaz eder misiniz, sussunlar.
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, istirham ediyorum, sükûnete davet ediyorum, hatip kürsüde konuşuyor, lütfen.
ZÜHAL TOPCU (Devamla) - Acaba duydular mı sizi?
BAŞKAN - Siz buyurun, devam edin.
ZÜHAL TOPCU (Devamla) - Bütün dünya değerler eğitimi üzerinden konuşurken, bir bakıyoruz ki bizde hâlâ bunun yalnızca laf üzerinde kaldığı, eyleme geçemediğini görebiliyoruz. Eylem ve söylem bütünlüğü vardır. Gördük ki AKP iktidarı süresince hiçbir zaman eylemlerin ve söylemlerin birbiri üzerine örtüşmediğine hep birlikte şahitlik ettik. Çok laf söylendi burada, hâlâ da söyleniyor ama görüyoruz ki bu söylenen lafların hiçbiri eyleme geçmiyor, uygulanabilir hâle gelmiyor. Çünkü istatistiki verilere baktığımızda, bu söylenen lafların ne kadar yerine geldiğine, gerçekleştiğine yönelik olarak baktığımızda, inanın, sıfır kilometre yol alındığına şahitlik ediyoruz.
İşte, "çocuk istismarı" dedik, istatistiksel rakamlarına baktığımızda, yüzde 400'lere, 500'lere varan artışlar olduğunu görebiliyoruz. İşte, gençlikte, yine, çocuklardaki uyuşturucu kullanımından tutun da yanlış davranışlara yönelik olarak yine bunların da, rakamların geometrik artışla yükseldiğini görebiliyoruz. Bunları devletin kurumlarının istatistiklerinden elde edebiliyoruz. Gençliğin rakamlarına baktığımızda, gençliğin bir vizyon sahibi olmadığına hep birlikte şahitlik ediyoruz. Gençliğin umudu kalmadı, gençlik nefes alamıyor, insanlar nefes alamıyor artık.
Bakın, burada söylenenler herhangi bir siyasi rant kaygısından öte, gerçekten, anne olarak, hoca olarak, bu ülkenin bir vatandaşı olarak söylenen sözler. Kadın cinayetlerine geldiğimizde, aynı şekilde yine artışların katedildiğni görebiliyoruz. Demin dedik ki gençlere herhangi bir umut vadedilmiyor. Şu anda işsizlik oranlarının yüzde 20'leri geçtiğini biliyoruz. Yine, gençler arasında ve aileler arasındaki intihar vakalarına baktığımızda, bunların da yüksek rakamlara, meblağlara eriştiğini söyleyebiliyoruz.
Şimdi, "değerler eğitimi" dedik ama kimin değerleri, bu değerleri kim öğretecek, nasıl öğretilecek, hangi değerlerden bahsediyoruz, bunların artık çok net olarak görülmesi lazım. "Sorun" diyoruz ama birçok sorun var. Bu sorunların çok iyi tespit edilmesi lazım ki -herhangi bir siyasi kaygıdan da uzak- ondan sonra çözümünün çok daha iyi oturtulması lazım.
OECD raporlarına baktığımızda, özellikle ülkemizde 15 ile 29 yaş arasındaki gençliğin yüzde 30'unun -bakın, az buz da değil- üçte 1'inin okumuyor; ne okuyor ne çalışıyor ne de herhangi bir yerde bulunmadığına dair resmî kayıtlarının olduğunu da söyleyebiliriz. Bütün bunlar arasında bir bakıyoruz ki Millî Eğitim Bakanlığının temel sistemindeki yasa değişikliğine yönelik olarak teklifi geliyor. Gerçekten, bu ülkenin o kadar çok acil, hemen yapılması gereken işleri varken bir bakıyoruz ki şu anda gündeme gelen konulara, inanın, dikkate değmeyecek şekilde konular olduğunu görebiliyoruz.
Şimdi, bakıyoruz, Millî Eğitimdeki müsteşar yardımcılığı; 5 olsa ne olur, 9 olsa ne olur, 7 olsa ne olur, 10 olsa ne olur? İçi doldurulmadıktan sonra, gerçekten eyleme dönüşmedikten sonra bunların hiçbir anlamının olmadığını da göreceğiz. Yalnızca, mesela bu yapılan değişikliklerin sürekli olarak kafamızı meşgul eden bir yanı var hangi siyasi kaygılarla bu değişiklik yapılıyor diye.
Şimdi, siz Bakanlık maarif müfettişliği konusunda değişikliğe gidiyorsunuz. Acaba keyfî idari kadroya hesap soracak kimseleri ortadan kaldırmak için mi yapılıyor bunlar, kafamızı meşgul ediyor. Gerçekten çalışan bir sistem var iken bunlar özellikle kadroya, müfettişlik kadrolarına yenilerini istihdam etmek ve öbürlerini de, çalışan kesimi de eritmek için yapılan gayretler mi diye sormadan edemiyoruz. Çünkü, yapılanlara baktığımızda hakikaten denetim sisteminin çalışmadığını görüyoruz, çünkü okullarda taciz vakalarına rastlıyoruz, şiddet vakalarına rastlıyoruz ve bu müfettişler gidip rapor hazırladığında gereken cevabın, gereken cezanın verilmediğini de hepimiz biliyoruz.
Şimdi, eğitim sistemine baktığımızda eğitimin lokomotifi öğretmenlerdir ama Millî Eğitimdeki öğretmenlik sistemiyle bile oynandı bu ülkede; öğretmenlik alımları heyecan kapısı, umut kapısı hâline getirildi, rant kapısı hâline getirildi. Özellikle siyasi iktidara rant sağlamak için "sözleşmeli öğretmenlik" diye bir kadro ihdas edildi. Öğretmenin sözleşmelisi olmaz. Bizler geleceğimizi emanet ediyoruz, bizler çocuklarımızı emanet ediyoruz ama siz tutuyorsunuz, özellikle öğretmenleri sözleşmeli istihdam ediyorsunuz. Bir de bunun yanında özellikle mesleğe kabul edilirken sözlü mülakat sınavıyla, ne yapıyorsunuz, mesleğe kabul ediyorsunuz ve bu sözlü sınavları kimin yaptığı, nasıl seçildiği, hangi soruların sorulduğu da basına yansıdığı kadarıyla gerçekten lime lime dökülüyor, elle tutulur yanı kalmadı bunların ve kimlerin alındığı, özellikle bu mülakat sınavlarını yapanların arka planlarının kimler olduğunun açıklanması lazım, detaylandırılması lazım. Her ne kadar objektif olarak kabul edilse de, çalınıp çırpıldığından bahsedilse de -o da iktidarın zafiyeti sonucunda ortaya çıkan soru çalmalardır ki- onları bir kenara bırakıp objektif olarak değerlendirdiğinizde, yine bu KPSS'yle alımların mülakatla yapılan sınavlardan çok daha sağduyulu ve objektif olduğundan da, ne yapabiliyoruz aslında, bahsedebiliyoruz. Şimdi, burada, özellikle mülakatın getirilmesinin arkasında yatan sebeplerin araştırılması lazım.
Şu anda -daha önce, geçen hafta, bütçede de Sayın Bakanla bunları paylaştık- özellikle sözleşmeli olarak alınan öğretmenler veya stajyerliği kalkacak olan öğretmenlere psikolojik baskılar yapıldığı yönünde, özellikle yandaş sendikaya üye olmadıkları takdirde stajyerliklerinin kalkmayacağı yönünde fısıltı gazetesinin yazdığı böyle haberler dolaşıyor. Psikolojik baskı altına alınmış durumdalar. Şimdi, böyle bir psikolojik baskı altında o öğretmenden ne kadar verim beklersiniz siz? Bunları da sizin vicdanınıza bırakıyoruz.
Ayrıyeten, sınavda sorulan sorular dedik ya, her tarafa kamera yerleştirirken, bütün sınav merkezlerinde kameralarla içeriye alınıp dışarı giderken de kameralarla salıverilirken acaba neden öğretmen alımlarındaki mülakat sistemlerine kamera yerleştirmiyorsunuz? Kim, hangi soruyu soruyor, aday nasıl cevap veriyor, elimizde net veriler olarak ne yapabiliriz? Kafalarda oluşan bu istifhamları da giderme yönünden belki çok daha manidar sonuçlar elde edilebilir.
Öğretmenin performansından bahsediliyor, on dakika içinde... Mülakat sınavı tabii ki iyidir ama on dakikada bir öğretmenin hem konuşmasını hem alan hâkimiyetini hem konuyu açıklamasını hem sınıf hâkimiyetini hem sınıf yönetimini ölçebilmeniz için gerçekten mucize yaratmanız lazım, Süpermen olmanız lazım hem ölçen tarafından hem de ölçülen tarafından. Ama bakıyoruz ki sorulan soruların gerçekten garabet olarak ifade edebileceğimiz cümlelerden oluştuğunu da burada ben paylaşmak istiyorum.
Tekrar diyoruz ki lütfen bu öğretmenlerin umutlarını yitirtmeyin. Bu öğretmenlik mesleğinin kariyer mesleği olması lazım, öğretmenlerin ideal oluşturabilmesi lazım, yükselme alanlarının, yollarının bunlara verilmesi lazım. Ama bakıyoruz ki yalnızca gençlik bir an önce mesleğe girme yolunda, nasıl girerlerse girsinler ama bir an önce girme yolunda. Nasıl müdür olunur, nasıl ilçe millî eğitim müdürü olunur veya millî eğitim müdür yardımcısı olunur, bunları bile hesap edemeyecek durumda, yalnızca bir an önce öğretmenliğe kapağı atma durumunda. Daha sonra, mesleğe girdikten sonra da özellikle on dört yılda oluşan siyasi atmosfer zaten hareket alanlarını daraltmaktadır. Onu da buradan özellikle vurgulamak istiyoruz. Çünkü öğretmenlik mesleği "devlet terbiyesi" dediğimiz kavramla örtüşen bir kavram. Devletin bütün kılcal damarlarını besleyen değerlerin bu öğretmenler tarafından alınması, aynı zamanda da öğrencilere aktarılması gerekirken devlet terbiyesi kavramının yerine "siyasal terbiye" olarak ifade edebileceğimiz, "veriler" olarak ifade edebileceğimiz değerlerin alındığını, "yandaşlık" kavramıyla doldurulan değerlerin böyle işlerlik kazandığını görebiliyoruz.
Yine, bugün yayımlanan TÜRK EĞİTİM-SEN'in Öğretmenler Günü dolayısıyla yaptığı bir çalışmada öğretmenlerimizin hâli de gözler önüne serilmektedir. 24 Kasım, biliyorsunuz Öğretmenler Günü ama öğretmenleri bir günde anmak gerçekten ne kadar anlamlı, burada ben sizlerle paylaşmak istiyorum. İnanın, eğitimin lokomotifi öğretmenler. Eğer öğretmenlerimizi biz tam teçhizatlı yetiştirmezsek ve bunları gerçekten bütün sosyal ve ekonomik imkânlarla donatmazsak inanın ülkenin geleceğinden bahsedebilmemiz de biraz zor olacaktır. Ankete katılan öğretmenlerin yüzde 83'ünün bakkallarına borcu var, bakkalların önünden geçemiyorlar. Öğretmenlerin yüzde 28'i bankalardan yapılandırma istemiş. Öğretmenlerin yüzde 13'ü icra takibine yakalanmış ve yüzde 65'i market alışverişi yaparken kalitelerinden önce fiyatlarına bakıyormuş. Yine, öğretmenlerin yüzde 96'sı 1 kilogram kıymanın hepsini bir anda kullanmıyor. Yine, öğretmenlerin yüzde 30'a yakını ek iş yapıyor. Öğretmenlerin yüzde 73'ü tatil bütçesini ayıramıyor, bir yıl çalıştıktan sonra tatiline bile gidemiyor. Emekliliği hak eden öğretmenler ekonomik zorluklardan dolayı emekli olamıyorlar. Yine, yüzde 92'si yaptıkları, icra ettikleri mesleğin artık saygınlığının da kalmadığını düşünüyor yani kendi mesleklerine kendi saygıları bile kalmamış. Şimdi, yine öğretmenlerden yüzde 81'i alım güçlerinin daha önceki yıllara göre çok düştüğünü kendileri söylüyorlar. Yine, bu öğretmenlerimizin öğretmenin sözleşmeli olmaması gerektiği yönünde genel bir kanaati var. Yine, öğretmenlerin yüzde 83-84'ü performans değerlendirmesinin objektif yapılmayacağı yönünde kanaat belirtmişler. Yine, yüzde 91'i iş güvencelerinin tehdit altında olduğundan bahsediyor. Yani bakıldığında, bir sürü sorunla beraber mücadele eden, aynı zamanda sınıfa girip öğrencilerini en iyi şekilde yetiştirme sevdası içinde olan öğretmenlerimizin hâlinin değerlendirilmesini de size bırakıyoruz. Bir de bunların yanında yani bu meslekte çalışanların yanında, mesleğe girmeden önce bir stres yumağı ile topuyla beraber mesleğe başlatmak da ne kadar anlamlı bilmiyoruz.
Yine diğer eğitim kurumlarımızın önemli derecelerinden bir tanesi de üniversiteler olmaktadır. Üniversiteler, eğitim mesleği açısından baktığımızda bütün mesleklere eleman yetiştiren ana kurumlar olarak, artık derinlemesine bilgi aktaracak kurumlar olarak, önem arz ederken... AKP iktidarının da en çok övündüğü konulardan bir tanesi "2002'de 76 üniversite varken şu anda, işte neredeyse 190'a yaklaştık." şeklindeki ifadeleri. Tabii ki biz buna katılıyoruz ama her zaman şunun altını da koyu kalemlerle çizmek gerekir ki: Nicel olarak sayıları artırmak bir yerde önemliyken bunların içini doldurmak çok daha önemlidir. Demin de dediğimiz gibi, istediğiniz kadar üniversite açın, her ile üniversite açılsın ama sizler belirli bir kaliteyi tutturamadıktan sonra, gerçekten çağın gerektirdiği, küresel rekabetçi dünyanın gerektirdiği kalifiye insan gücünü yetiştiremedikten sonra, yalnızca o insanları dört yıl boyunca oyalamanın ötesine geçemeyeceğiniz bir eğitim vermiş oluyorsunuz. İşte, uluslararası endekslere bakıldığında acaba patent sayımız nedir? Atıf yapılan makale sayımız nedir? Kütüphanedeki kitap sayılarımız nedir? Bütün üniversitelerdeki kitap sayısı acaba Amerika'daki bir üniversitenin kütüphanesinde bulunan kitap sayısı kadar mı? Bunlar aslında koskoca Türkiye Cumhuriyeti devleti için gerçekten üzüntü verici durumlar olarak karşımızda duruyor.
Evet, her yıl kaynak artıyor. Bu yıl en fazla kaynak ayrılan bakanlık da Millî Eğitim Bakanlığı ama yatırımların düştüğünü görebiliyoruz. Öğrenci başına harcamaların diğer ülkelerle mukayese edildiğinde -yine onlara göre, mukayeseli olarak- yine çok daha az olduğunu görebiliyoruz. AR-GE çıktılarımız neler? Bunları önümüze koyup hesaplamamız lazım. Gelişmişlik düzeyimiz ne? İnovasyon çalışmalarımız nasıl gidiyor? Uluslararası endekslere göre baktığımızda ve bu üniversite sıralamalarında Türkiye'den ilk 100'de, ilk 500'de, ilk 1.000'de kaç tane üniversitemiz var? Bunları da işte bu aralarda düşünmemiz lazım.
Esas olarak bunların düşünülmesi gerekirken bir bakıyoruz ki üniversitelerde, rektör seçimlerinde, altı ay, bir yıl çalışıp rektörlük mücadelesi yapıp 1'inci sıraya seçimlerde oturan arkadaşlarımızın değil de 5'inci sırada kazanan adayların atandığını görebiliyoruz. Neyse ki artık ülkeyi de KHK'larla yönettiğimiz için son çıkartılan kararla artık üniversite rektörlerinin de atamayla geldiğini, seçim sistemlerinin de kaldırıldığını görebiliyoruz. İşte, dün değil, evveli gün galiba, gazetelerde ilana çıkıldı; 19 üniversiteye yeni rektör aranıyor. Peki, birçok uluslararası üniversitelere baktığımızda onlarda da rektör araması ilanla yapılıyor ama belli kriterler var. Rektörler aranırken "Şu, şu, şu kriterleri göstermeniz, sahip olmanız gerekiyor." derken bizdekine baktığımızda gerçekten çok az bir... Şunu hemen okumak istiyorum, bizdeki ilanda diyor ki: "Profesör olarak en az üç yıl görev yapmış olması, 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu hükümlerine göre devlet memuru olarak istihdam edilebilmek için engel hâlin bulunmaması ve 67 yaşın tamamlanmaması." Bu kadar, rektör atamak için. Ama, arkadan baktığınızda "Neden bu rektörlüğe talip?" yani bir vizyon ortaya koyması lazım, "Yeni kaynakları nasıl yaratacak?", "AR-GE sistemini nasıl çalıştıracak?", "Verimliliği nasıl artıracak?" ve "Mevcut kaynakları nasıl yönetecek?" "Öğretim üyesi ve öğrencileri almada herhangi bir kalite standardı var mı?" bunları yapmamız gerekirken biz hâlâ nicel verilerle "Şu kadar üniversite yaptık." deyip ve yalnızca kaygının "Atanan rektörlerin de bizden olması." Artık diyoruz ki bu ülke bizim, ona göre, aynı gemideyiz, Allah korusun.
Teşekkür ediyorum hepinize. (MHP sıralarından alkışlar)