GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Millî Eğitim Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarı ve Teklifleri münasebetiyle
Yasama Yılı:2
Birleşim:27
Tarih:25.11.2016

AYHAN BİLGEN (Kars) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye üniversitelerinin galiba övünç kaynağı, Hitler Almanyası'ndan kaçan akademisyenlerin Türkiye üniversitelerine gelmesi ise utanç resmi de bugün üniversitelerden yüzlerce, binlerce akademisyenin imza attıkları bildiri dolayısıyla, paylaştıkları sosyal medya mesajı dolayısıyla, katıldıkları toplantı dolayısıyla veya hiç gerekçe görülmeden, sadece bir zanla, bir tahminle üniversitelerden atılmasıdır.

Tabii, bu tablonun ötesinde bir de kurumsal tablo var, o da rektörlerin üniversite kadrosu tarafından seçilemeyeceğine karar verip rektör atamasının Cumhurbaşkanına bırakılması. Bu aslında Türkiye'nin kendi üniversitelerine güvenmediğinin tescilidir, ilanıdır ve bir devlet, bir hükûmet kendi üniversitelerine güvenmiyorsa o üniversitelerin uluslararası itibarı, saygınlığı da bunun daha ilerisinde, daha ötesinde olmayacaktır.

Değerli milletvekilleri, biraz önce burada CHP grup başkan vekilinin paylaştığı Başbakan yardımcısına ait mesajla ilgili kendisi birtakım açıklamalar yaptı yine sosyal medya üzerinden, yaptığı açıklamalar üzerinden bir şey söylemeyeceğim ama birkaç gün önce de bir başka bakanın "Olağanüstü hâli ben de istemiyorum kardeşim." şeklindeki sözleri yine basına yansımıştı. Bu ifadeleri, "Olağanüstü hâli ben de istemiyorum." ifadesini Yüksel Caddesi'nde İnsan Hakları Anıtı önünde birisi pankart olarak asınca gaz sıkılıyor, gözaltına alınıyor ya da işte üniversite önünde basın açıklaması yapılmaya kalkıldığında bu ifadelerle başka işlemler yaptırılıyor, öğrenciyse muhtemelen sınavına giremiyor, okuldan kaydı siliniyor. Gandi'nin güzel bir sözü var, aslında şiddetin her tarafı sardığı, kuşattığı bu dönemde galiba hepimiz için iyi bir mesajı var: "Nefreti yaymak kolaydır ama sevgiyi yaymak zordur, vicdansız olmak anlıktır ama yürekli olmak sonsuzluktur." diyor.

Değerli arkadaşlar, içerisinde bulunduğumuz siyasal atmosfer 12 Eylüle belki toplumsal açıdan benziyor ama siyasal karakteri açısından 27 Mayısa çok benziyor. Sonucunun oraya varmamasını temenni ederiz ama 27 Mayıs öncesinde iktidar partisinin, elinde çoğunluğu bulunan partinin muhalefete nasıl davrandığına, üniversitelere nasıl davrandığına, gazetecilere nasıl davrandığına dair yazılmış onlarca kitap vardır, okuduğunuzda bunun hiçbir siyasal güçle meşru görülmeyecek davranışlar olduğunu görürsünüz. Tersi de vardır, 27 Mayıstan sonra da muhalefetin iktidar partisine, Demokrat Partiye nasıl davrandığına dair bir sürü eleştiri yapılmıştır ama bir kere olan olmuştur. Kimin ne kadar suçu vardır, çoğunluğu olanın ne kadar sorumluluğu vardır, muhalefet ne kadar demokratik muhalefet yapmıştır ama iş işten geçmiştir. Türkiye demokrasi tarihine bir kara leke olarak 27 Mayıs sonuç itibarıyla darbe geleneğinin başlangıcı olarak geçmiştir. Dolayısıyla, siyaset kurumunun görevini yapması aslında bir ülkenin geleceğinin en kritik noktasıdır. Bakın, önce yabancı ajanslara düşüyor, sonra ancak Türkçe haber servislerine düşüyor. Muhtemelen yarın yine El Bab yolunda yaralanan askerlerle ilgili şu anda yabancı ajanslarda olan bazı haberler Türkiye haber yayın organlarına da yansıyacak. Şimdi, burada en azından hadi biz karşıydık tezkereye ama iki parti "Ülkenin çıkarları bunu gerektiriyor." diye, iki muhalefet partisi "Devletin çıkarları bunu gerektiriyor." diye tezkereye evet oyu vermiştir. Şimdi, burada birinin kalkıp bu asker ölümleriyle ilgili, yaralanmalarla ilgili, bu işin nereye gittiğiyle ilgili, bu saldırıları kimin yaptığıyla ilgili, yeni müttefikin bundaki payıyla ilgili bir açıklama yapmak gerekmiyor mu? Yani bu kaos böyle sürüp devam edecek, cenazeler gelecek, yaralı asker haberlerini okuyacağız ama Suriye'de ne olup bittiğiyle ilgili hiçbir şey öğrenme imkânımız olmayacak.

Değerli arkadaşlar, bu tablo Orta Doğu'nun ve Türkiye'nin içerisinde bulunduğu tablo... Birçoğunuzun çok yakından tanıdığı, bazılarının belki arkadaşı olan bir yazarın -ismini burada söylemeyeyim- sözünü bana hatırlatıyor. Diyor ki: "Eğer bir coğrafyada kan ve gözyaşı varsa orada İncil'siz Hristiyanlık, Tevrat'sız Musevilik ve Kur'an'sız İslam kalmıştır." Bugün ensar muhacir hukukunun kapıya bırakma biçiminde bir fiilî tabloyla karşı karşıya bulunması bunu göstermeye yetiyor.

Herkesi saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum.