GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Millî Eğitim Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarı ve Teklifleri münasebetiyle
Yasama Yılı:2
Birleşim:28
Tarih:29.11.2016

KADİR KOÇDEMİR (Bursa) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sözlerimin başında hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Bu görüşmekte olduğumuz maddeler, iktidarın hukuka karşı tavrını ve yasama faaliyetini nasıl yaptığını gösteren ibretlik maddelerdir.

Bilindiği gibi, Anayasa Mahkemesi yükseköğretimle ilgili disiplin suçlarını düzenleyen hükümleri, Anayasa'nın 2'nci, 38'inci, 128'inci ve 130'uncu maddelerine aykırı bularak iptal etmişti. Ne zaman iptal etmişti? 2015 yılında iptal etmişti ve dedi ki: "Bu iptal kararım Resmî Gazete'de yayınlandıktan sonra, dokuz ay içinde yasal düzenleme yapılması gerekir. Eğer dokuz ay içinde yasal düzenleme yapılmazsa, iptal edilen maddelerin yerine disiplinle ilgili suç olarak tarif edilen fiiller kanunla belirlenmediği için yükseköğretimde disiplin hükümleri uygulanamaz."

Bu Anayasa Mahkemesinin kararı Resmî Gazete'de ne zaman yayınlandı? 7 Nisan 2015'te yayınlandı. Dokuz ay koyduğumuzda iptal kararı ne zaman yürürlüğe girdi? 7 Ocak 2016'da yürürlüğe girdi.

Peki, iktidar partisi ve iktidar, bu disiplin hükümleriyle ilgili maddeyi düzenleyip ne zaman Meclise sevk etti? Mart ayının 21'inde sevk etti.

Arkadaşlar, bu karar verildiği vakit açılmış bulunanlar dâhil Türkiye'de iki üç yıldır yükseköğretimde disiplin suçlarına karşı ceza verilememektedir. Çünkü, hukuk devletinin belli ilkeleri vardır. Ceza ancak kanunla belirlenir, ceza ve benzeri müeyyidelerin ancak kanunla belirlenmesi gerekir. Yine "Cezanın sorumluluğu şahsidir, genel müsadere kararı verilemez." diye Anayasa'nın ilgili maddesinde bağlayıcı hüküm var.

Peki, biz nasıl yapıyoruz? 15 Temmuzdan sonra, Allah'ın lütfu olan darbeden sonra, milletimize büyük müjde olarak bildirilen OHAL daha başlamadan biz belli hükümleri verdik. Yükseköğretimde kalarak söylemek istiyorum. İlk yapılan iş -her ne sebeple olursa olsun, dünyanın neresinde çalışırsa çalışsın- bütün akademisyenlerin Türkiye'ye çağrılması oldu, bütün akademisyenlerin ve yine öğretim üyelerinin tamamı için yurt dışına çıkış yasağı konuldu. Eğer üniversitede olmak, suçla ilişkilendirilme bakımından özel bir sebep teşkil etmiyorsa o zaman bütün Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarına da yurt dışına çıkış yasağı ve yurt dışında bulunan bütün vatandaşların derhâl ülkeye gelmesi kararı da aynı mantıkla verilebilirdi. Bir insan üniversite kadrosunda diye, yurt dışında filanca bursla, falanca akademik programla, filanca akademik değişim programıyla olması sebebiyle, eğer yurt içine çağırabiliyor isek o zaman niye bunu bütün insanlara teşmil etmiyoruz? İşte böyle bir kafa yükseköğrenime hâkimdir. Ki yükseköğrenim, sözün özgürlüğünün, sözün hürriyetinin en son haddi olması gereken bir yerdir, insanların fikir ve kanaat bakımından sadece bulunduğu ana bilim dalına -sosyolojiyse sosyolojiye- oradaki bilim disiplininden başka herhangi bir şeye tabi olmaması gereken alandır. Ama burayı yöneten kafanın ilk aklına gelen, yurt dışındaki bütün akademisyenleri Türkiye'ye çağırıp belli bir rektör döneminde mesleğe giren herkesi ihraç etmektir ve bu Anayasa Mahkemesi kararını da... Türkiye'yi iki üç yıl hukuksuz bırakarak işlenen disiplin suçlarına -Danıştayın bu konuda çok sayıda kararı var- ceza verilememesi sonucunu doğurmaktadır. O zaman biz, bize verilen yetkiyi ve yasama görevini hukuka uygun olarak yerine getiremiyoruz demektir. Bu madde bunun çok açık bir örneğidir. Bundan sonra tekrarının az olması dileğiyle hepinize saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)