GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: 2017 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2015 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesabı ilk görüşmesi münasebetiyle
Yasama Yılı:2
Birleşim:31
Tarih:05.12.2016

HDP GRUBU ADINA AHMET YILDIRIM (Muş) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Öncelikle, yaşamış olduğunuz sağlık sorunlarından ötürü geçmiş olsun diyorum, acil şifalar diliyorum size.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ben de ölüm, gözyaşı, acı, üzüntü, ekonomik problemlerin arttığı ve olağan dışı koşulların hâkim olduğu bir yılı geride bırakırken, siyasi ve ekonomik gidişatı maalesef belirsiz gelecek bir yılın merkezî yönetim bütçesinin görüşmelerine başlıyoruz.

Burada, 2017 bütçesinin erkek egemen sisteme karşı kadın eksenli, talan kültürüne karşı ekolojik temelli, zengine karşı yoksulu, sermayeye karşı emekçiyi koruyan bir bütçe olması temennisiyle bütün halkımıza hayırlı ve uğurlu olmasını diliyorum.

Şüphesiz, ülkelerin ekonomileri ve hazırlanan bütçeleri söz konusu ülkelerin ve o ülkeyi yönetenlerin ideolojik, sınıfsal, idari, siyasi karakterleri ile dünya tahayyüllerini yansıtırlar. OHAL uygulamalarının hüküm sürdüğü, milletvekili dokunulmazlıklarının Meclis tarafından Anayasa'ya aykırı bir şeklide gasbedildiği, milyonlarca insanın iradesi olan milletvekillerini, parti başkan ve yöneticilerini, belediye başkanlarını deyim yerindeyse rehin alarak ve deyim yerindeyse bir sömürge hukukuyla problemleri derinleştiren bir zamanda ve yerde merkezî yönetim bütçesi üzerine konuşuyoruz.

Son bir yılda şehirlerin yok edildiği, göç eden insanların yüz binlerle anıldığı, insanların kaldığı çadırlara bile tahammül edilmeyip çadırların yıkılıp yakıldığı; faili meçhullerin, katledilen insan bedenlerinin sokaklarda bekletildiği; buzdolaplarında cenazelerin saklandığı; morglardan annelere, babalara, ailelere 5-6 kilogramlık kemiklerin torbalar içerisinde "Alın, evladınız bu." diyerek verildiği bir ortamda bütçeden ne kadar söz edilebilirse biz de o kadar söz edeceğiz. Kadın istismar ve cinayetlerinin, iş cinayetlerinin hüküm sürdüğü; insanların maden ocağının yanında eşlerinin, çocuklarının, babalarının cenazelerinin çıkarılmasını hâlâ bugün bile beklediği; çocuklarımızın yurtlarda yanması haberlerine bile maalesef yayın yasaklarının getirildiği bir ülkede bütçeden söz etmemiz ne kadar gerçekçiyse biz de o kadar gerçekçi yaklaşacağız.

Bütçeler her zaman iktidar ve ülkeyi yönetenler için egemenlik aracı olagelmiştir. Egemenlik, dünya üzerinde neredeyse bütün devletlerin en büyük ortak vizyonudur. Ancak, vatandaşlara karşı devlet egemenliğinin nasıl tesis edileceği ise devletleri birbirinden ayrıştıran karakterlerdir.

Değerli milletvekilleri, Türkiye'de maalesef bütçeler her geçen yıl sınıflar, cinsiyetler, etnisiteler, dinler, mezhepler ve bölgeler arasındaki eşitsizliği ve uçurumu biraz daha derinleştirmiş, Türkiye'nin demografik zenginliği biraz daha görmezden gelinerek hazırlanmıştır. Tek millet, tek dil, tek inanç, tek mezhep ve tek tek diye giden, farklılaşmayan, ülkenin zenginliğini aynılaştırmayı savunan bir hâl almıştır. 2017 bütçesi de yine yoksulu, emeği, kadını, çevreyi görmeyen, demokratikleşmeyi önemsemeyen bir bütçe anlayışıyla hazırlanmıştır. Üstelik ekonomik kriz hayatımızın her noktasına, bütün hücrelerimize sirayet etmişken kriz yokmuş gibi davranmaya devam edilerek bir bütçe hazırlanmıştır.

Değerli milletvekilleri, her siyasetçi, az önce Sayın Maliye Bakanımızın da burada yaptığı konuşmada olduğu üzere, açığa çıkmış olan rakamları kendine göre kullanarak ekonomik yorumlar ve gelecek tahayyülleri yapabilirler ancak iktidar koltuklarında oturarak bakarsanız her şeyi tozpembe gösterip böyle, az önce Maliye Bakanının da yaptığı gibi, iyimser bir sunum yapabilirsiniz. Oysa bakış açımızı daraltan ve özellikle ülkedeki renkliliği görmezden gelmemize sebep olan o gözlükleri çıkarırsak halkın inim inim inlediği bir hazin gerçeklikle çok kolay karşılaşabilirsiniz Sayın Bakan. Buradan hareketle ben de rakamlar üzerinden hem de resmî rakamlar üzerinden bazı değerlendirmelerde bulunarak 2017 Merkezî Yönetim Bütçesi üzerine konuşmamı sürdüreceğim.

Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; ülkenin ekonomisi öyle bir noktaya gelmiş bulunuyor ki bir noktaya ilaç olarak, merhem olarak kullandığımız bir adım ve uygulama maalesef bir başka noktaya zehir olup yüzümüze çarpıyor. Ekonominin yanlış yönetildiğini gösteren küçük ama çarpıcı kanıtlardan biri, bütçenin son üç dört yılda her geçen sene daha fazla açık verdiği gerçekliğidir. Son üç senenin bütçe açığı rakamlarına bakacak olursak söylediklerimiz herhâlde biraz daha somutlaşır. 2013'te hazırlanmış olan merkezî yönetim bütçesi 18 milyar TL açık vermiştir. Bu rakam 2014'te 23 milyar TL olmuştur ve kesin hesap incelemesini Plan Bütçe Komisyonunda bir ay önce incelediğimiz 2015 bütçesinde ise 30,5 milyar TL'ye çıkmıştır. Son üç yılda hazırlanmış olan merkezî yönetim bütçelerinin tamamında maalesef giderek artan bütçe açıklarıyla karşılaşmaktayız. Bütçe açığı, 2016 Eylülden Ekime bir ayda, Sayın Bakan, yüzde 19,9 arttı. Yine, geçen yılın ekim ayına göre -aynı ayları bir yıl önceye göre kıyasladığımızda- bütçe açığının yüzde 101,4 arttığını görürüz.

Bu artışı incelediğimizde, her geçen yıl özellikle bütçe açıklarının artmasının bizim açımızdan sebepleri bellidir ve şöyle sıralayabiliriz: Kürt coğrafyasını ve şehirlerini, orada yaşayanların neredeyse tamamını hedef almaya çalışan bir çatışma ve savaş konsepti. Bir diğeri, halk iradesini hedef alan, dokunulmazlıkları Anayasa'ya aykırı bir şekilde kaldırarak maalesef siyasi bir kaosa kendi elimizle zemin sunmamız, tam bir despotizme tekabül eden ve iktidar dışındaki herkesi önce karşıtlaştırmayı, sonra ise terörist görmeyi evla görmüş bir iktidar anlayışı ve OHAL rejimi. Bir diğeri, siyasi iradenin ve milyonlarca insanın seçme hakkının gasbedilmesi ve seçilmişlerin ise rehin tutulması. İktidarın ve sarayın cumhuriyet tarihinin en müsrif ekonomik yaklaşımı ve harcamalarıysa bu açıkların bir başka temel sebebidir bize göre.

Ülke ekonomisinin bu kadar olumsuz seyretmesi ve her geçen gün daha kötüye gitmesinin -açık söyleyeyim- ekonomiden sorumlu Hükûmet üyeleri veya Maliye bürokratlarının yönetim biçimiyle asla ilgisi yoktur. Sayın Bakan, siz ne kadar titiz davranırsanız davranın, bu bütçeyi ne kadar hassas hazırlarsanız hazırlayın ve harcama kalemlerini ne kadar iyi kurgularsanız kurgulayın, bu bütçenin açık vermesini ve ekonomik gidişatın daha kötü seyretmesini asla kurtaramazsınız çünkü Türkiye'nin içinde bulunduğu ya da sürüklendiği iç-dış siyasal süreç ve yönetim biçimiyle alakalı bir durum ekonomiyi direkt etkilemektedir. Mevcut ülke gerçekliği ve ilişkilenimleri çerçevesinde ekonomiyi şu yeryüzünde kimlere teslim ederseniz edin bu siyasi atmosfer, çatışmalı ortam ve savaş kültüründen etkilenmiş bir ekonominin başarılı olma şansı yoktur. Bu hazin durum kaçınılmazdır.

Yine, bu işten kurtulmanın çok basit bir yolu vardır, o da "Yurtta savaş, cihanda savaş" politikasına son vermektir. Bu ülkenin kurucu iradesinin ve önderinin söylemlerini diline pelesenk etmiş olanların kuruluş ruhu ve felsefesinden ne kadar koptuğunu, uzaklaştığını, barış iradesini ayaklar altına aldığını, içte ve dışta siyasi kaosu kişisel ve zümresel hırs, iktidar, makamlar adına nasıl feda ettiğini hepimiz ibretle izlemekteyiz.

Bu anlamda, savaş politikalarına son vererek sadece ekonomimizi kurtarmış olmayız, ekonomimizle birlikte canımızı, malımızı, ahlakımızı, vicdanımızı, toplumsal erdem ve insanlığımızı da birlikte kurtarmış oluruz.

Bu yönüyle, bize göre, son birkaç yılda seyreden ekonominin kötüye doğru gidişatının son bir buçuk yıldaki savaş politikalarından bağımsız asla değerlendirilemeyeceği, hatta bu olumsuz gidişatın da temel sebebinin bu olduğunu ifade etmek isterim.

Şunu ifade edelim: Kürt meselesi yüz yıllık bir meseledir ve toplumsal yaradır. Eninde sonunda bu yüz yıllık toplumsal yaranın kapanacağı, akan kanın ve genç ölümlerinin biteceği yer bellidir. Şunu ifade edelim: Daha ne kadar devam ederse etsin bu savaş, toplumu ve Türkiye'yi oluşturan halkların vicdanında mahkûm olmuş bir savaştır. Bu yönüyle de ne kadar devam ederse etsin bu savaşın biteceği yer sözdür, diyalogdur, konuşmadır, masadır, ferasettir. Kesin olan tek şey bizim açımızdan budur. Kesin olan bu gerçeğin üzerine her geçen güne, yaşanan her ölüme, akan her bir damla kana, dökülen her bir damla gözyaşına -açık söyleyelim- yazıktır, günahtır, haramdır. Bu yönüyle, öbür türlü, hiçbir şekilde savaş söylemlerinin ve tehditkâr dilin kullanılmasının kuru tehditler ve hamasetin ötesinde hiçbir şeye tekabül etmediğini belirtelim.

Bugüne kadar otuz yıllık, toplumun vicdanında mahkûm olmuş bu savaşta 50 bin canımızı kaybettik. Bu, otuz yıl daha sürse bile, Allah muhafaza bu can kaybı 150 bine çıksa bile ve bütün tekniği kullansanız bile, bütün özel harp yöntemlerini kullansanız bile bu savaşın biteceği yer masadır, sözdür, diyalogdur, vicdandır, akıldır, izandır, ahlaktır, erdemdir. Başkaca bir yolu yoktur. Öbür türlü, her geçen gün kaybettiğimiz bizden bir parça can olacaktır. Bizim için bunun dışında hiçbir şeyin anlamı olmadığını, tamamıyla bir hamasete tekabül ettiğini ifade edelim. Yine belirtelim ki bu ülke gerçekliğinde, örgütler, partiler, liderler, siyasetçiler gelir geçer, biter ama bitmeyen şey inançlar ve halklar olacaktır, onların toplumsal vicdanı olacaktır diyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; son otuz yılda bu çatışma ve savaşa harcanan para 400 milyar dolardır. Bu ifade geçen yıl şubat ayında bizzat Cumhurbaşkanı tarafından, bu yıl ise Hükûmet sözcüsü Sayın Kurtulmuş tarafından ifade edildi. Bu otuz yıllık savaşın, çatışmanın, cana, mala, vicdanlara ve ahlakın, toplumsal erdemin erozyonuna sebep olan bu savaşın maliyeti 400 milyar dolardır. Şunu söyleyelim ve bu iktidarın çok sevdiği projelerle ilişkilendirelim bu rakamları: Bu rakamlar; 87 tane Atatürk Barajı, 100 tane üçüncü boğaz köprüsü, 70 tane Marmaray'a eş değer bir bütçedir. Tabii, biz, hiçbir zaman savaşın tahribatını ekonomik parametreler üzerinden konuşmayı doğru bulmadık çünkü yaşamını yitiren, yaralanan, yerinden yurdundan edilen, senelerini tutsak olarak cezaevlerinde, zindanlarda ve işkencelerde geçiren insanların yanında bu rakamların hiçbir değeri yoktur bizim için.

Değerli milletvekili arkadaşlarım, dış politikadaki sığlık, ekonomiyi yanlış yönetme, kendi vatandaşıyla savaşır hâle gelmenin etkilemediği hiçbir alan ve sektör kalmamıştır. Ne savaş sadece savaşın taraflarını vuruyor ne de ekonomi sadece ekonomiyi ilgilendiren kurumları vuruyor. Dış gelir gider bu ülke açısından bellidir. Bu ülke dışarıya döviz kazanmak üzere bilgisayar satmıyor, bilişim ürünleri satmıyor; uçak, silah, tıbbi cihazlar ve ileri teknoloji ürünleri satmıyor. Bu ülkenin döviz kaynakları ağırlıklı olarak turizmdir ve tarım ürünleridir. Bunun da son bir buçuk yılda özellikle açığa çıkarılmış, siparişle açığa çıkarılmış bu savaş neticesinde nasıl vurgun yediğini birazdan göstereceğim tablolardan da çok net görebiliriz.

Bu tablo, değerli milletvekili arkadaşlarım, ülkenin AKP iktidara geldikten sonraki turist sayılarını göstermektedir. 2015'e kadar artarak devam eden ve ülkeye ciddi döviz geliri kazandıran şu grafik 2016 yılında pik bir düşüş yaşamıştır. Aynı dönemler esas alınmak suretiyle 2015 yılında ülkeye gelen turist sayısı 36,4 milyon kişiyken 2016 yılında aynı dönemde 25,9 milyon kişiye düşmüştür.

Yine, değerli milletvekilleri -döviz kaybımız açısından ifade edelim- eğer turizm gelirlerinin derdine derman olacak politikalar üretemiyorsak, yine aynı şekilde şunu söyleyelim ki çiftçiyi desteklemekten ziyade yatırımlarımızı savaşa ve çatışmalara dönük güvenlik konsepti üzerine kurgulamışsak bu ülkenin geleceğinin bu politikalarla çok fazla olmadığını ifade etmek isterim.

Ekonomideki krize dair hiç kimsenin ne olduğunu tam anlamadığı bir süreci yaşıyoruz. Kafalar o kadar karışık ki Hükûmetin ekonomiden sorumlu bakanlarının bile birbirleriyle çelişen söylemlerine her geçen gün tanıklık etmekteyiz. Bir bakan çıkıp "Ekonomik kriz ciddiye alınmalıdır, ciddidir." diye söylüyor, bir sonraki gün bir başka bakan "Sorun yok." diyor. Merkez Bankası faiz artırıyor, Cumhurbaşkanının "Faizi indirmekten başka çaremiz yok." demesiyle birlikte, Cumhurbaşkanının açıklamasıyla dövizde gün içinde büyük bir fırlamaya neden oluyor.

Mali disiplinsizlik had safhadadır. AKP iktidarının en fazla kullandığı kavram "mali disiplin" kavramıdır. Çok basit bir örnek üzerinden verelim. Bakın, emekçinin alın terinden kesilen İşsizlik Fonu'yla alakalı olarak, 1 milyar TL, eski para birimimizle 1 katrilyon TL'nin Sayıştay verilerine göre ne olduğu belli değildir. Bu, tüyü bitmemiş yetimin hakkını yemektir. Sayıştay verilerine göre İşsizlik Fonu'nun 1 milyar TL'sinin, yani eski parayla 1 katrilyon lirasının kaydına rastlanamamaktadır.

Her geçen gün yeni bir vergi düzenlemesiyle karşılaşıyoruz. Ülkede AKP iktidarı döneminde giderek artan vergi cezası sayısı 46'ya çıkmış, 22 çeşit harç, 20 çeşit fon ve katılım payı, 211 çeşit vergi türü vardır. 2016 bütçe görüşmelerinde vergi muafiyeti 36 milyar TL olarak öngörülmüştü fakat 2017 için öngörülen vergi muafiyeti 102 milyar TL'dir, 3 kat artmıştır. Yani Bakanlık neredeyse geçen senenin 3 katı oranında vergiden vazgeçtiğini ifade ediyor. Bu durumun, savaş denkleminin büyüdüğüne, döviz kurunun sürekli rekor tazelediğine, sermayedarların ise bu vergi aflarıyla ağzına bir parmak bal çalmaya tekabül ettiğini belirtelim.

2015 yılında toplam vergi geliri 407 milyar TL'dir; bunun 135 milyar TL'si KDV, 96 milyar TL'si ise ÖTV'dir. KDV ve ÖTV dendiği anda sabit gelirli yoksul halk kesimlerinden elde edilen vergidir; bu da yüzde 55'e tekabül etmektedir. Oysa servet bölüşümünde, gelir dağılımında böyle bir orana rastlayamamaktayız. Son on yılda, Sayın Bakan az önce, burada çıkarılan vergi aflarıyla ilgili... Ki AKP iktidarı döneminde 4 vergi affı çıkmış, son on yılda, ifade edelim, ne kadar anlamsız, gerçeklikten ve yaşamın realitesinden kopuk bir vergi affı olduğunu da rakamlarla görelim: Bakın, on yılda getirilen vergi aflarında başvuru ortalama yüzde 78 iken tahsilat sadece yüzde 13'tür. İnsanların, yaşamını zor sürdürdüğü bu ortamda, üzülerek ifade edelim ki kendi borçlarını ödeyebilme şansı yoktur. Maliye Bakanı, ÖTV'nin özellikle otomotivlerle ilgili artırımına dair, 40 bin TL'nin altında olan arabaları ÖTV'nin etkilemediğini söylüyor. Biz de Sayın Bakana sorarız: Sizin aracınızın 4 tekerleğinin maliyeti acaba ne kadardır? Herhâlde, makam aracınızın 4 tekerleğinin toplam maliyeti 40 bin TL'nin üzerindedir. 40 bin TL'nin altında sıfır araç, acaba ülkede alınan araçların yüzde kaçına tekabül ediyor? Yoksa, burada sözü edilen, hamalların kullandığı çekçek arabası mıdır; ya değilse, at arabası mıdır? "40 bin TL'nin altındaki sıfır araçlara ÖTV'den etkilenmeme" diye ifade ediliyor.

Yine, Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanı ise literatüre geçecek cinsten bir söylemde bulunuyor. Bakan, "ÖTV zammı Türkiye'yi etkilemeyecek." diyor. Acaba, söz konusu, yüzde 16'ya yakın arttırılan ÖTV bu buzullardaki Eskimolar için mi çıkarıldı? Bakan neye göre "ÖTV Türkiye'yi etkilemeyecek, toplumu etkilemeyecek." diye ifade edebiliyor?

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; birkaç sözüm de... Özellikle rakamlara dair bazı konuşmalarımı Ekonomi Bakanlığı, Hazine Müsteşarlığı ve ekonomi kurumlarıyla ilgili bölümlerde yapacağım. Ancak Sayın Başkana bütün Meclisin huzurunda, muhalefet partilerinin sıralarının doluya yakın olduğu, iktidar partisi sıralarının ise neredeyse boş olduğu bir ortamda ifade edeyim: Sayın Başkan, bir ayı aşkın bir süredir şu Parlamentonun 3'üncü partisinin 2 eş başkanının tutuklu olduğundan haberiniz var mı veya bir ayı aşkın bir süredir sizin bu konuyla ilgili bir demeç vermemeniz haberinizin olmadığıyla alakalı mı; ya değilse, sizin bu Meclisin tamamının Başkanı değil de sadece iktidar partisinin Başkanı olmanızla mı alakalı bir durumdur? Düşünün, şu yasama organının 10 üyesi bir ayı aşkın süredir tutuklu ve Sayın Başkanın bir tane demeci yok. Burada yasama faaliyetini koruyan, yasama organı üyelerini koruyan bir tavrınız yok Sayın Başkan.

Yine, onun ötesine geçerek ifade edeyim: Bakın, bu, bütün Parlamentonun, 10 arkadaşımızın tutuklu olması bu Parlamentonun ve özellikle onlara ilişkin geliştirilen uygulamalar ise Sayın Başkanın ayıbıdır.

Sayın Başkan, söyleyelim o zaman: Eş genel başkanlarımız ve vekillerimiz hâlâ bu yasama organının üyesi mi, değil mi; hâlâ dokunulmazlıkları var mı, yok mu? Sadece fezleke düzenlenmiş dosyalarla alakalı dokunulmazlığın kaldırılmasının ötesinde benden ve sizden farklı bir olumsuz yetki kırpması var da bizim mi haberimiz yok.

Size örnek veriyorum Sayın Başkan, bakın, utanmamız gereken bir örnek veriyorum: Eş genel başkanlarımız ve milletvekillerimiz şu Başkanlık Divanına soru önergesi verebilir mi, veremez mi; kanun teklifi verebilir mi, veremez mi? Eş genel başkanımız bir kanun teklifi ve soru önergesini posta aracılığıyla Meclis Başkanlığına gönderiyor, kendisine iade ediliyor. Acaba siz yetkinizi cezaevi müdürleriyle paylaştınız da bizim haberimiz mi yok? Siz cezaevi müdürlerini kendinize eş başkan atadınız da şu Parlamentonun haberi mi yok? Bir yasama faaliyeti cezaevi mektup okuma kurulu tarafından nasıl engellenebilir! Bundan ben utanıyorum. Acaba Parlamentonun diğer üyeleri ne hissediyor, hepimizin Başkanı olarak siz ne hissediyorsunuz? Nasıl olabilir böyle bir şey! Veya şu Parlamentoda okunmak üzere, grup toplantısında okunmak üzere gönderdiği mektubun yüzde 70'i nasıl silinebilir? Kim aldı onların dokunulmazlığını elinden? Ya değilse, 20 Mayıs günü burada Anayasa'ya ve uluslararası sözleşmelere aykırı bir şekilde kaldırılan dokunulmazlık değildi de, düşürülen milletvekilliğiydi de bizim mi haberimiz yok? Soru önergesi bir milletvekili nasıl veremez? Cezaevi müdürü nasıl engeller? Mektup okuma kurulu cezaevinde nasıl inceleyebilir? Bu, bu Parlamentonun ve başta da sizin ayıbınızdır diye düşünüyorum Sayın Başkan.

Bir diğer husus: Millî iradeyi diline pelesenk edenler, bakın, şu anda cezaevinde rehin tutulan 10 arkadaşımızın kendi seçim bölgelerinde seçildiği seçim itibarıyla aldıkları oy oranını okuyayım. Hakkâri'den seçilen değerli Selma Irmak, Nihat Akdoğan ve Abdullah Zeydan yüzde 84,9 oy aldılar. Hakkâri'yi sildik mi biz haritadan Sayın Başkan? Başka milletvekili yok. Şırnak'tan seçilen ve tutuklu olan, rehin alınan Leyla Birlik ve Ferhat Encu yüzde 83,9 oy alarak seçildiler. Diyarbakır'dan seçilen sevgili Grup Başkan Vekilimiz İdris Baluken ve Plan ve Bütçe Komisyonu üyemiz Nursel Aydoğan yüzde 77,7 oy aldılar Diyarbakır'dan. Sevgili Eş Genel Başkanımız Figen Yüksekdağ Van'dan yüzde 73,6 oy alarak seçildi. Siz şimdi Hakkâri'yi, Şırnak'ı, Diyarbakır'ı, Van'ı haritadan sildiniz de şu Parlamentoda temsiliyetlerini öldürdünüz de bizim mi haberimiz yok? Bu arkadaşlarımız soru önergesi veremiyor, kanun teklif edemiyor, utanç verici bir şeydir ve diğer partilerden istendiği anda onları ziyaret edebilen milletvekilleri varken bir tek kendi partilerinin milletvekilleri onları ziyaret edemiyor Sayın Başkan. Eğer bugünden itibaren bu konuya müdahale etmezseniz... Tek kişilik hücrede esaret altında tutuluyorlar, tek kişilik cezaevi koşulları bir işkenceye tekabül etmektedir ki uluslararası sözleşmeler böyle tarif ediyor. Şu Parlamentonun 10 milletvekili işkence altındadır, tecrittedir, bir ayı aşkın süredir tek kişilik hücrede tutuluyorlar, aileleriyle görüşmeleri sınırlandırılıyor. Mektuplar Meclise yazılamıyor. Mektup okuma kurulu sizin yerinizi almış, haberiniz yok Sayın Başkan.

Değerli milletvekilleri, bunu, bu uygulamayı geliştirenin asla tarafsız ve adil bir yargı olduğuna inanmıyoruz. Söyleyelim, biz bu işe bir yargılama olarak bakmıyoruz, hukuk ve adil yargılama demeyeceğiz, güç siyasetiyle intikam alma diyeceğiz ve onların cezaevinde tutulmasına tutuklama değil, rehin alma politikası dedik, demeye devam edeceğiz. Bizi buna alıştırmaya çalışıyorsanız yanılıyorsunuz. Ya 59'umuzu da cezaevine atacaksınız ya da bu Parlamentonun üyeleri serbest bırakılacaklar. Bunun ötesi HDP'nin değil, bunun ötesi yargının değil, bunun ötesi bu Parlamentonun ayıbıdır. İfade etmek isterim: Siyasetçinin muhatabı yargı değildir, halktır halk.

İdris Baluken'in neden tutuklandığını biliyor musunuz Sayın Başkan? Sadece, 2011 ve 2012'de Bingöl'de yapmış olduğu konuşmalar, bu kadar. Savcının sorduğu başka bir soru yok. Bir siyasetçi konuşmayacak da ne yapacak? Eş Genel Başkanımız Selahattin Demirtaş'ın propaganda yapma suçundan tutuklu olduğunu biliyor musunuz Sayın Başkan? Bir siyasetçi siyasi propaganda yapmayacak da ne yapacak? Eğer bunu terör örgütü propagandası diye söylüyorsanız -bakın, geçen gün söyledim, tekrar söylüyorum- iktidara ve saraya göre, kendileri dışında kalan herkes terörist. Doksan yıllık Cumhuriyet gazetesi terörist, yazarları terörist, İcra Kurulu Başkanı terörist. Bu bir safsata, bu bir şehir değil saray efsanesidir. Ve alışmayacağız biz buna, bedeli ne olursa olsun alışmayacağız. Arkamızda milyonlar var ve onların iradesiyle biz buradayız. Siz seçimle geldiniz de, Eş Genel Başkanımızın dediği üzere, biz KPSS sınavı kazanarak mı geldik buraya? Halk beni gönderdi, halk alabilir. Başkaca her türlü uygulama bizim için despotizmdir, vesayetçi, tekçi anlayıştır, faşizmdir. Bizi teröristlikle suçlayanlar önce uygulamalarının ne kadar Hitler dönemine tekabül ettiğine baksınlar.

Günlerdir çamur medyasında, arkadaşlarımızın tutuklanmasıyla ilgili, arabasında terör örgütü üyesi taşımadan, silah taşımadan söz ediyorlar. Geçen gün söyledim, tekrar söylüyorum ve yaygınlaştırarak söylüyorum: Bir vekilimizle ilgili, bir polis fezlekesi, savcılık ifadesi veya düzenlemesi veya bir hâkimlikten bir belge getirin biz bütün grup olarak istifa edeceğiz. Yalan, yalan, yalan. Bu, Goebbels'in çok çakma bir hâlinin bu ülkede uygulanmasıdır. Hitler'in propaganda bakanı "40 defa yalan söyle, mutlaka 41'inciden sonra toplum tarafından gerçek olarak algılanır." diye söyler. Ve söz konusu durumun -Anayasa'mızla, yasalarla- taraf olduğumuz uluslararası sözleşmelere aykırı olduğunu ve bir hukuk garabeti olduğunu ifade edelim.

Bir diğer hususu daha belirteyim: Ölçüyü iktidar koydu ve her iktidar kendi koyduğu ölçüler üzerinden bir muameleyle karşılaşır. Bakın, Pinochet giderken kendi çıkarmış olduğu ceza kanunuyla yargılandı, Hüsnü Mübarek kendi çıkarmış olduğu faşist ceza kanunuyla yargılandı. Saddam giderken ne söylemişti? Hâkim yargılamaya başlıyor, Saddam'a soruyor: "Yargılamaya başlayacağız, bir talebiniz var mı?" Diyor ki: "Adil yargılanmak istiyorum." Hâkim, mahkeme başkanı "Benim yapacağım bir şey yok. Sizin çıkarmış olduğunuz ceza kanunları üzerinden sizi yargılayacağız." diyor.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Bir dakika ekliyorum Sayın Hatip.

AHMET YILDIRIM (Devamla) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

AKP iktidarı 2001'de bir siyasi ve ekonomik krizle geldi ama kendisinin bugün açığa çıkarmış olduğu yanlış politikaların ürünü olan bugünkü siyasi ve ekonomik kriz cumhuriyet tarihinin en büyük siyasi ve ekonomik krizidir. Bu temelde de şunu ifade edelim ki, ekonomik krizle gelenler ekonomik krizle giderler ama bizim karşı çıktığımız husus, faturasını 80 milyon insan ödememelidir. Bu yönüyle, bir an önce bu savaş sarmalından, bu siyasi krizden ve ekonomik krizden kurtuluşun yolunu hep birlikte açığa çıkarmak durumundayız. İçte ve dışta tarihimizin en büyük krizini yaşıyoruz. Bu krizi yaşamak mücbir sebeplere dayanmıyordu, hırs ve ihtiraslar bu ülkeyi bu hâle getirdi. Oysa, bu ülkenin geleceği, huzuru kişi, zümre ve partilerden evladır. Halkımızın da özgürlüğü her şeyden, her birimizin siyasi geleceğinden daha evladır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

AHMET YILDIRIM (Devamla) - Eğer bu ülkeyi seviyorsak, halkımızın özgürlüğü ve mutluluğunu, Türkiye'nin birliğini ve dirliğini istiyorsak bir an önce bu savaş politikalarına son vermemiz gerekiyor. Hiçbirimizin çocuğu El Bab'ta operasyonda değildir, hiçbirimizin çocuğu sınır ötesi operasyona gitmemiş.

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Hatip.

AHMET YILDIRIM (Devamla) - Şu 550 milletvekilinden birinin birinci dereceden yakın akrabalığı olan, operasyonda canını, hayatını ortaya koyan bir kişi gösteremezsiniz. Bu yönüyle de ben bu savaşın artık kirli, miadını doldurmuş bir savaş olduğunu ve bu bütçenin de onun iz düşümünde hazırlanmış bir savaş bütçesi olduğunu düşünüyorum.

Bütün Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum.