| Konu: | 2017 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2015 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesabı 1'inci Tur görüşmeleri münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 32 |
| Tarih: | 06.12.2016 |
MHP GRUBU ADINA OKTAY ÖZTÜRK (Mersin) - Büyük Türk milleti, Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Anayasa Mahkemesi, Yargıtay ve Danıştay bütçeleri hakkında Milliyetçi Hareket Partisinin görüş ve önerilerini arz etmek üzere söz almış bulunmaktayım. Bu vesileyle hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Gönül isterdi ki bu kürsüden demokrasi ile hukuk devleti ilkelerinin pratiğe dökülmesi adına yargı erkinin ne kadar önemli bir kurum olduğunu ve bu pratiğin en temel sağlayıcı organları olan Anayasa Mahkemesi, Yargıtay ve Danıştayın bütçelerinin somut çözüm önerilerimizde yapısal yenilikler getirilmesi adına harcanması gibi konuları konuşalım; demokrasi fikriyle gelişen, egemenliğin kayıtsız şartsız milletçe kullanılması ilkesi ve bu ilkenin anayasalardaki doğal sonucu olan egemenliğin millet adına üstünlük değil, denge esasına göre yetkili organlarca kullanılması ve bu organlar arasında yargı erkinin hukuk devleti ilkesi de dâhil demokrasi ve insan hak ve özgürlükleri bakımından sağlanacak istikrarın ve dengenin neredeyse en önemli erki olduğunu, bunun da teminatının Anayasa'nın üstünlüğü ve yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığıyla sağlanabileceğini söyleyelim. Bu doğrultuda, hem devletin hukukla bağlılığını düzenleyen hem de en temel norm olarak ortaya koyan Anayasa'ya uygun bir devlet ve idare yapısının teminatı Anayasa Mahkemesidir diyebilelim.
Öyle ki, bir ülkedeki hem siyasal hem hukuki temel nizamın belgesi elbette ki Anayasa'dır. Devlet ve idarenin bağlı olacağı tüm hukuk normları da bu temel belgeye uygun olmak zorundadır. Anayasa ve kanunlar arasındaki bu uyum ve uygunluğun yanında, bir de devlet ve idare organlarının bu hukuk normlarına uygun davranması ve hukuka bağlı kalması şartı vardır. Bu hukuka bağlılık aynı zamanda bireyin temel hak ve özgürlüklerinin de korunması ve güvence altına alınması anlamını taşır. İşte hem Anayasa ile alt normların hem de devlet organlarının hukuka uygun ve bağlı olmasının en aktif, en temel sağlayıcı organı Anayasa Mahkemesidir. Ancak, bunları konuşabilmenin her geçen gün biraz daha uzağındayız.
Nitekim, ülke pratiğimize baktığımızda, Anayasa Mahkemesinin bu rolünün tam anlamıyla sağlanamadığını bugüne kadar fırsat bulduğumuz her kürsüde dile getirdik. Her dönem ülke gündeminin çokça şahit olduğu siyasal iktidar ile Anayasa Mahkemesinin verdiği kararlar üzerinden yaşanan gerilimin ülkeye hiçbir fayda getirmediğini haykırdık. Öte yandan, yargı erkinin de bazı çevrelerce "yargısal aktivizm" diye adlandırdığı eylem tarzıyla Anayasa'nın kendisine çizdiği sınırı aştığını, bu anlamda, yargının siyasallaşması kadar yargıcın da siyasallaşmasının tehlikesine işaret etmeye devam ettik, herkes için temel nizam ve sınırın Anayasa olduğunu hep hatırlattık.
Yine, Eylül 2012'de yürürlüğe koyulan Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru hakkının bireyin hak ve özgürlüklerinin korunması bakımından önemli bir mekanizma olması beklenirken yargı-siyaset gerilimine eklenen yeni bir sebep olmasına şahit olduk. Bu ve benzeri gerilimlerin yersizliğine ve sonuçlarının ülke ve millet adına ağır sonuçlar doğuracağına hep dikkat çektik.
Bugün geldiğimiz noktada, yargı ve özelde Anayasa Mahkemesiyle ilgili bu ve evvelden söylediklerimiz hâlen geçerli olmakla birlikte, 15 Temmuz darbe girişiminden sonra artık soruşturma makamlarımızın "terör örgütü" olarak nitelediği bir yapının yargı içerisinde bu derece yapılanıp ülkenin demokrasisine ve hukuk sistemine zarar verdiğini herkesin anlaması gerekir. Biz, 2010 HSYK değişiklikleri dâhil, bu konudaki ve diğer tüm alanlardaki uyarılarımızı ve mücadelemiz noktasında bir siyasi parti olarak üzerimize düşen sorumluluğun gereğini yapmanın huzuru içerisindeyiz ancak Türk milliyetçiliği fikrinin temsilcisi, çizgisi belli bir siyasi parti olarak da ülkemizin içine düştüğü bu kara tablodan da bir o kadar rahatsız durumdayız. Artık bu aşamadan sonra birinci önceliğin, "FETÖ" olarak dillendirilen bu kirli yapılanmanın, ucu kime uzanırsa uzansın, yargı içerisindeki son ferdine kadar yok edilmesi gerektiğine inanıyoruz. Yargı organı içerisinde terörist olduğu iddia edilen kişiler hâkim sıfatıyla bir an dahi olsa bulunmamalı. Devlet böyle bir çelişkiyi barındıramaz. Hele hele de mülkün temeli olan adaletin tecelligâhı yargı organları da böyle bir çelişkiyle ayakta kalamaz. Bu devletin varlığı ve devamı için, masumlara dokunulmadan, yine hukuk çerçevesinde bu yapılanmayla mücadele edilmelidir. Bu noktada, muhatabı gerçekten bu kirli yapı olan her türlü mücadele ve girişimin destekçisi olduğumuzu ifade etmek isterim. Bir taraftan da bu noktaya nasıl geldik herkes düşünmeli ve sorumluluğunun gereğini yerine getirmelidir. Böylesi bir mücadele öncelikli olmakla birlikte, Anayasa Mahkemesinin anayasal sistemimiz içerisindeki rolünün hakkıyla yerine getirilmesi adına temel tespit ve önerilerimizi bir kere daha dile getirmekte fayda görmekteyiz.
Daha önce de ifade ettiğimiz gibi, dünya üzerinde başka sistemler olmakla birlikte, ülkemizde 1961 yılından beri Anayasa'nın üstünlüğü ilkesinin ve hukuk devleti ilkesinin en temel sağlayıcı yargı organı Anayasa Mahkemesidir. Eğer hukuk devleti ilkesinden bahsedebileceksek, bir kere, devlet ve idarenin bağlı olacağı hukukun ne olduğunun ortaya konulmuş olması gerekir. Herkesçe malum olunacağı üzere, bunun en temel belgesi Anayasa'dır. İşte devlet ve idarenin hem bu temel belge olan Anayasa'ya hem de Anayasa'ya uygun olması gereken kanun ve diğer alt normlara uygun hareket etmesi ve bağlı kalması gerekmektedir. Bu uygunluk silsilesinin birbiri arasındaki uygunluğu ile en genel anlamda hukuka uygunluğunu denetleyecek yargı organı tabii ki Anayasa Mahkemesidir.
Evet, anayasalar hukuki belge oldukları kadar devletin siyasal ve idari yapısıyla ilgili de temel bağlayıcı hükümler içerir. Çoğu zaman da Anayasa Mahkemesinin vermiş olduğu kararlar siyasi ve idari yapıyı ilgilendirir. İşte bu noktada ülkemiz pratiğinin çokça alışık olduğu siyaset-yargı çekişmesi de ortaya çıkmaktadır. Siyaset kurumunun özellikle de temsilcilerinin Anayasa Mahkemesi kararlarını baskı kuracak veya kamuoyu önünde yargıyı itibarsızlaştıracak derecede eleştirdiğini görmekteyiz. Bu yaklaşım da devlet idaresinin barındıramayacağı bir çelişkidir. Siyaset kurumları kendi işini yapacak, bunu yaparken de hukuka bağlı kalacak; bundan hariç bir yetkisi de yoktur. Anayasa Mahkemesi de yapacağı denetimde yani vereceği yargısal kararlarda hukuka uygunluktan başka bir ilkeye bağlı olmayacaktır. Devlet yapısı içerisinde her kişi ve kurumun kendisine Anayasa'nın çizdiği sınırı bilmesi ve buna uygun hareket etmesi kadar, diğer kurumlar için öngördüğü konumu ve çizdiği sınırları da bilmesi ve buna uygun hareket etmesi gerekmektedir.
Konuşmamızın diğer konu başlıkları Yargıtay ve Danıştay bakımından da yargının geneliyle ilgili söylediklerimiz aynen geçerlidir. Yargı toplumun vicdanı, adaletse mülkün temelidir. Bir toplumda adalet inancı ne kadar yaygınsa ve adaletin sağlandığı duygusu ne kadar hâkimse o toplumun hayatı o kadar kaliteli ve sıhhatli, onu sağlayan devlet o kadar güçlü ve dirayetli olmaktadır. Bir dönem, adalet sağladığını söyleyerek mağdur edenlerin sonradan mağdur durumuna düşerek "adalet" diye bağrışması yargının nasıl siyasi bir obje hâline getirildiğinin yakın, çarpıcı bir örneğidir. Milliyetçi Hareket Partisi olarak, bu sürecin hangi dönemde olursa olsun, mağdur edilenlerin kimliklerinin farklı olması yargının tarafsızlığı ve bağımsızlığının gerektiğini savunmamıza olan yaklaşımımızı değiştirmedi, değiştirmeyecektir. Yargının tarafsızlığı ve bağımsızlığı, o veya bu grup, ideoloji veya kişi için eğilip bükülmeden herkesin vicdanın ortak malı olarak sahiplenilecek en temel varlığımızdır. Aksi hâlde, ne yaşanacak bir ülke ne o ülkenin sunacağı huzurlu bir yaşam ne de birlikte yaşama ülküsüne inanmış onurlu bireylerden bahsedebiliriz.
Yargıtay üyelerinin seçiminde gerekli hassasiyet gösterilmediği için, mutlaka subjektif bir mensubiyetlik arandığı için, biz 2010 HSYK seçimlerinden itibaren yargının alaşağı edildiğini görmekteyiz. Öylesine alaşağı edildi ki karar verirken vicdanları -galiba verilen karardan rahatsızlık duydukları için- bu insanları terk ettiler. Milliyetçi Hareket Partisi olarak çok yakın zamanda bunu en acı şekliyle ve hukuk adına üzülerek seyrettik.
Malumlarınızdır, sulh hukuk mahkemesi Milliyetçi Hareket Partisi üzerinde bir karar verince karar 18. Yargıtay Hukuk Dairesine geldi. Maalesef, yargıdaki yapılanmayı gördüğümüz için buradan adil bir karar çıkmayacağını işaret ettik. Belli vasıtalarla da uyarmamıza rağmen, Yargıtay Başsavcılığı kararın Anayasa Mahkemesine gitmesi gerektiğini yazıyor, 18. Hukuk Dairesine gönderiyor. Ancak bu yazının hukuk dairesine geleceğini hesaba katarak o günlerde 18. Hukuk Dairesinin bütün hâkimleri sanki izin almış, daireyi terk etmişler, kimse bu yazıya muhatap olmuyor. Sonra da kararı verdikleri vakit ekliyorlar oraya: "Anayasa Mahkemesine gidileceğini bilseydik biz bekletici unsur yapardık." Hâlbuki biliyorlardı, almamak için de kaçtılar. Milliyetçi Hareket Partisi hakkında karar veren bu hâkimlerin birisi kaçak, birisi de şu anda içeride. Şimdi buradan bu 18. Hukuk Daire Başkanına sesleniyorum: Verdiğin adalet seni rahatlatıyor mu? Yastığa başını koyduğun vakit rahat uyuyabiliyor musun? Neredeyse elli yıllık bir çınarı budamaya kalkıştın ve sen de bunda alet oldun. Böyle bir hukuk olur mu? Bu şekliyle adalet sağlanır mı? Eğer bir memlekette adalet bu kadar ayaklara düşmüş ise, bu memlekette adalet hatır gönül adına tecelli ediyor ise bu memleketten hayır beklemek mümkün olur mu? Biz "18. Hukuk Dairesi Başkanı bu hâliyle nasıl Daire Başkanı oldu?" diye düşünürken bir de bakıyoruz ki 2 tescilli FETÖ'cüyü 5 kişilik heyete seçerken bir bedel ödüyor çünkü bunlar vasıtasıyla 18. Hukuk Dairesinin Başkanı olmuş.
Değerli kardeşlerim, saygıdeğer milletvekilleri; bunun gibi aşağıda da adaletsizlikler hüküm sürmektedir. Bir zamanlar birisi söylemişti "Hâkimler vicdanları ile cüzdanları arasına sıkışmıştır." diye. Şimdi, hâkimler bir yerde vicdanları ile Hükûmet arasına sıkışmış vaziyetteler, bir yerde de vicdanları ile polisler arasına sıkışmış vaziyetteler.
Karadeniz'in bir ilinde bir iş adamı için bir karar veriliyor, FETÖ'cü diye içeriye alınıyor. Sulh hukuk mahkemesi serbest bırakıyor "Böyle bir iddia yok, sübuta ermemiş." diye. Aradan zaman geçiyor, bir daha alınıyor ve bu 5 defa tekrar ediyor. Şimdi, bu kararı veren sulh hukuk mahkemesi hâkimi bu sefer ağır ceza reisi olarak atanıyor, aynı dava ağır ceza reisi olarak önüne geliyor, bu sefer tutuklamaya karar veriyor. El altından bu soruşturulduğu vakit, "Böyle bir vicdan olur mu?" diye soruşturulduğu vakit "Ben de biliyorum suçsuz olduğunu ama bunu bırakırsak polisler bu sefer bize diyecekler ki: 'Biz tutuyoruz, hâkimler serbest bırakıyor.'" Böyle bir korkuyla adalet tecelli eder mi? Böyle bir korkuyla bu hâkimler gerçekten adil olabilirler mi? Yetkililere buradan sesleniyoruz, biraz önce söylediğim gibi, bir zamanlar mağdur edenler bugün mağdur vaziyettedirler. Bu duruma düşmemek için adaletin bihakkın tecelli etmesi noktasında önünde ne engel var ise bunu kaldırmak gerekir. İnsanlar huzursuz, kurunun yanında bir sürü yaşı da yakıyoruz. Karar almışsınız, hacca müracaat ediyor adam, para yatıracak, 5 tane banka veriyorsunuz, bu bankaların içerisinde Bank Asya da var ve masraf almadığı için götürüp buraya yatırıyor ama şimdi onu yargılıyorsunuz "Bank Asyaya niye para yatırdın?" diye. Devlet memura beş kuruşluk zam yaptığı vakit bayram ediyor. E, en yüksek faizi burası veriyor, götürmüş, yatırmış, faizini almış. Bank Asyacılıkla veya FETÖ'cülükle, şununla, bununla bir alakası yok; şimdi, bunları tutukluyorsunuz. Eğer buradaki ayrımı bihakkın yapmazsanız inanın ki FETÖ'yle mücadelede FETÖ'ye adam kazandırmanın ötesinde hiçbir sonuca ulaşamazsınız. Onun için buradan bütün yetkilileri uyarıyoruz. Ki bir taraftan da amirler, müdürler; kaşını gözünü beğenmediği, kendisinden olmadığına inandığı adamlara iftira atarak "FETÖ'cü" diye açığa aldırıyor, ihracına sebebiyet veriyor. Bu haksızlığın, bu adaletsizliğin bir an önce giderilmesini diliyor ve hepinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)