GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: 2017 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2015 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesabı 1'inci Tur görüşmeleri münasebetiyle
Yasama Yılı:2
Birleşim:32
Tarih:06.12.2016

MHP GRUBU ADINA MEHMET GÜNAL (Antalya) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Sayın Başkanın süreyle ilgili de söylediği gibi, Sayın Kaya'nın yerine de ben konuşacağım için -sonraki kurumlar da var- dolayısıyla her zamanki gibi dosyalarımızla çıktık çünkü konular derin. Birbirinden çok farklı gibi görünmekle beraber bir de tevafuk gibi de aslında söyleyebiliriz. Bugün içinde yaşadığımız sorunların üç değişik boyutunu içeriyor benim üzerinde konuşacağım kurumlar.

Birincisi: Diyanet İşleri Başkanlığı bütçesi, ki işin manevi boyutunu, bugün içinde yaşadığımız, hepimizin tartıştığı 15 Temmuz darbe kalkışmasının arka planında yatan birtakım nedenleri ilgilendiriyor. Öbür taraftan, yaşadığımız ekonomik ve sosyal sorunların temeli olan denetimsizlik, şeffaf olamama, hesap verememe gibi birtakım hususları, içinde bulunduğumuz bu Gazi Meclisin, yüce Meclisin en önemli hakkı olan bütçe hakkının kullanılmasıyla ilgili, daha doğrusu kullanılamamasıyla ilgili Sayıştayın yapmış olduğu çalışmaları içeriyor. Öbür taraftan da bütün bunların sonucunda Türkiye Cumhuriyeti'nin bütün varlıklarını temsil eden Hazine -adı üzerinde- Müsteşarlığımızın bütçesiyle ilgili konuşacağım için çok farklı gibi görünse de aslında tamamen bugünkü sorunların farklı boyutlarını içeren kurumlar olarak görüyorum.

Öncelikle Diyanet İşleri Başkanlığımızın bütçesi üzerinde bazı düşüncelerimi paylaşmak istiyorum, sonrasında da diğer hususlarla ilgili kısa kısa sizlerle kanaatimi paylaşacağım.

Değerli arkadaşlar, din olgusu hepimizi yakından ilgilendiren, farklı şekillerde yorumlanan, tartışılan bir olgudur ama buradaki amaç insanın ahlakileşmesi, ahlaki olgunluğunu tamamlamasıdır ve bunun için din vardır yani dinin hedefi insandır. Bu anlayışla baktığımız zaman dinin doğru anlaşılması, doğru anlatılması çok önemli bir husustur. Sistemli bir eğitim yoluyla da din eğitiminin doğru bir şekilde yapılması sağlanamadığı zaman işte din ile siyasetin, din ile ticaretin, din ile diğer alanların birbirine karışması muhtemel hâle geliyor. Maalesef, bugün bu sorunları yaşıyoruz. Türkiye'de bu konuda dinle ilgili eğitimi örgün din eğitimi olarak ve öğretimi, eğitimi yürüten Millî Eğitim Bakanlığı ile bunun dışında yine, yaygın din eğitim ve öğretimini yürüten Diyanet İşleri Başkanlığı yerine getiriyor. Bu kapsamda da din eğitimiyle ilgili Diyanet İşleri Başkanının çok önemli olduğunu baştan vurgulayarak sözlerime başlamak istiyorum.

Bunu Diyanet İşleri Başkanlığının bütçesinde de, geçtiğimiz dönemlerde Diyanet İşleri Başkanlığının bir kanunu, teşkilat kanunu görüşülürken de defalarca dile getirdim. Başkanlığımızın yetkilileri burada. Bakanlar sık sık değişiyor ama başkanlarımız, başkan yardımcılarımız, Din İşleri Yüksek Kurulu üyeleri burada; bunları yakından biliyorlar.

Değerli arkadaşlar, bu kurumun önemine binaen -Osmanlı'da da yine önemli bir kurum olarak devam etmiş ama- cumhuriyetin kurulmasından sonra, Atatürk, Diyanet İşleri Başkanlığını kurdururken -ki bu Başkanlık, Genelkurmay Başkanlığıyla aynı kanun içerisinde düzenlenmiş, enteresan bir şeydir- Diyanet İşleri Başkanının maaşının da statüsünün de Genelkurmayın bir tık üzerine getirilmesi için 5 lira fazladan maaş verilmesini öngörmüş, protokolde de Cumhurbaşkanından sonra birinci sırada gelmiş uzunca yıllar. Bir süre değişikliklere uğramışsa da yeniden 61 Anayasası'ndan sonra, 82 Anayasası'ndan sonra farklı statülere kavuşmuş yani çok önemli bir yere koyduğu bellidir. 1961 Anayasası'nda yine 154'üncü maddede de kanunla düzenlenen bir görev verildiğini ve kurumun statüsünün korunduğunu görüyoruz. Kısacası, burada, 1982 Anayasası'nda da yine devam ediyor: "Diyanet İşleri Başkanlığı, laiklik ilkesi doğrultusunda, bütün siyasi görüş ve düşünüşlerin dışında kalarak ve milletçe dayanışma ve bütünleşmeyi amaç edinerek özel kanununda gösterilen görevleri yerine getirir." deniliyor yani "Milletçe bütünleşmenin bir aracıdır. Bu dayanışmayı sağlamanın da bir aracı olması gerekir." diyor. Dolayısıyla bunu sağlayabilmek için her türlü siyasi görüş ve düşüncenin üzerinde kalması gereken bir kurumdur. Birtakım konularda fedakârlık ve yardımlaşma gibi dinimizin yüce prensiplerini de birlik, beraberlik ruhunu da halkımıza benimsetmesi gereken bir kurumdur çünkü İslam'ın güzel ahlakı içerisinde vatandaşlarımızın mutlu olmalarını, dinî ve millî sorumluluk duygusu içerisinde çalışmalarını sürdürmelerini, insani ve manevi değerlere, millî ülkülere bağlı kalmalarını sağlamak, yurt içinde ve yurt dışında yoğun bir disiplin içerisinde etkin ve yaygın bir din hizmeti sunmak da bu kurumun saymış olduğumuz temel görevleri arasındadır.

Bunları söyledikten sonra, tabii, "Peki, ne kadar bunları yerine getirebiliyor?" diye baktığımız zaman, maalesef, bugün yaşadığımız ortamda tam olarak fonksiyonlarını yerine getiremediğini görüyoruz. Tabii hemen 15 Temmuzun arkasında burada Sayın Başkan bir çalışma yapmış ve Olağanüstü Din Şûrası'nda Dini İstismar Hareketi Raporu gibi birtakım şeyleri paylaşmış ama bu sadece testi kırıldıktan sonraki kısmıyla ilgili olanlardır. Yani birkaç tane ana şûra kararlarından başlıkları söylersem siz ne dediğimi o zaman daha iyi anlayacaksınız.

3'üncü maddesi: "FETÖ/PDY açık bir din istismarı hareketidir." demiş. "İslam'da davet Allah'a ve Hazreti Peygamber'in yoluna yapılır. Allah adı kullanılarak çeşitli kişilere, yapılara ve hiziplere yönelik davet 'din ve Allah' diyerek insanları aldatmaktır ve dine yapılmış en büyük haksızlıktır." doğru.

7'nci maddesi: "FETÖ/PDY İslam ümmetinin vahdetini parçalayan bir tefrika hareketidir." diyor. Tespitler doğru.

12'nci maddesi: "FETÖ/PDY dinlerarası diyalog adına din mühendisliği yapan ve kelimei tevhidi parçalayan bir harekettir." diyor. Doğru.

Yani açıkçası burada önemli bir şey söylemiş tespitinde: "Kamuoyunun ilgi ve desteğini sağlamak, medeniyetler çatışması tezine karşı duyarlılık üretme adına "dinlerarası diyalog" ve "ılımlı İslam" diyerek şaibeli girişimler başlatmış..." Ben de tam bu noktada karşı çıkıyorum değerli arkadaşlar. "...pek çok sırlı ve gizemli ilişkiyle uluslararası dünyada Müslümanların aleyhine..." diyor. Tam da bu dünyada son dönemde yaşanan gelişmelere baktığımız zaman "medeniyetler çatışması tezine karşı" diye söylediği "diyalog, ılımlı İslam" sözüne -Sayın Başkan Yardımcılarımız oradaydılar kendilerine söyledim- Adalet ve Kalkınma Partisi olarak Büyük Ortadoğu Projesi'nin bir uzantısı olan "ılımlı İslam" kandırmacasına eğer aldanmamış olsaydık, bugün Diyanet İşleri Başkanlığının da tespit ettiği gibi, bunların, farklı unsurların bize dayattığı bir yapı olduğunu eğer o zaman anlasaydık buna ihtiyacımız yoktu. Onun için önümüzde yılların imbiğinden süzülerek gelmiş bir Türk İslam medeniyeti varken Türk Müslümanlığı varken, Buhara'dan, Semerkant'tan gelen, Yesi'den gelen, İmam Mâtürîdî'den Yesevi'ye, Hacı Bektaş'a, Yunus Emrelere gelen bir kültürümüz varken, bunun dayandığı büyük bir Türk İslam medeniyeti varken, ılımlı İslam'ın peşine gidersek, sonucunda buraya düşeriz. Onun için, bunları bir çözüm önerisi olarak söylüyorum. Durum tespitleri güzel ama halkımıza o dini Atatürk'ün koyduğu ilkeler çerçevesinde, o günün şartlarında, Elmalılı Ahmet Hamdi'ye yaptırdığı tefsirde "İtikaden Maturidi olsun." diyecek kadar bu işin farkında olan Atatürk'ün koymuş olduğu yere Diyanet İşleri Başkanlığını koyabilseydik bugün FETÖ hareketinin inançlı insanlarımız arasında, bugün kullanıldıklarını fark eden insanlarımız arasında bu kadar yer tutması mümkün olmayacaktı. Bugün tutmuş durumdalar maalesef ve bunu sorgularken de Diyanet İşleri Başkanlığına çok büyük bir görev düştüğünü yeniden hatırlatmak istiyorum değerli arkadaşlarım.

Arkadaşlarımız geldiler. 15 Temmuz gecesi birçok arkadaşımız buradaydı, ben de geldiğimiz andan itibaren kürsüde diğer arkadaşlarımla beraberdim. Sonrasında, TRT'den röportaj için geldiler, dediler ki: "Hocam, sizin için buradan çıkarmamız gereken en önemli ders ne?" Ben de kendilerine dedim ki: En önemli ders ve sorumluluk Diyanet İşleri Başkanlığımıza düşüyor. Neden? Neden acaba? Eğer söylediğimiz anlamda dini gerçekten anlatabilseydik hurafelerden, dogmalardan uzaklaştırarak, yıllarca subaylık eğitimi almış, strateji, taktik görmüş, kurmaylık düzeyine gelmiş subaylarımızın, paşalarımızın bir vaizin peşine gitmesi mümkün olur muydu? Veya yıllarca bilim tahsil etmiş, profesörlük düzeyine gelmiş, dekanlık, rektörlük görevlerinde bulunmuş akademisyenlerimizin bir talimatla bu hâle gelmesi, eğer gerçekten din eğitimini vermiş olsaydık böyle kandırılmaları mümkün olur muydu? Demek ki aksayan bir şeyler var. Onun için, sonuç olarak diyorum ki: "Diyanet İşleri Başkanlığı bu yapısını gözden geçirmelidir. İş olduktan sonra din şûrasıyla FETÖ'ye "terör örgütü" demek yetmez, onların yuvalanmalarına bakmak lazım.

Diyanet İşleri Başkanlığı, son olarak, siyaset üstü kalmalıdır. Bir devlet kurumu olarak, toplumu bilinçlendirme kurulu olarak, Türkiye merkezli yeni bir medeniyetin ihyası için manevi değerlere, küreselleşme karşısında, sosyal boyutu olan millî değerlerin yanı sıra, manevi değerlerin yanı sıra, insani değerlere önem veren yeni bir neslin gelişmesi ve 2023 lider ülke vizyonumuza ve 2053 uzun erimli vizyonumuza erişebilmek için böyle bir çalışmaya ihtiyacımız var. Bunun için de siyaset üstü kalmalıdır.

Son olarak, "Siyaset üstü kalsın." derken de, sendikalar arasında, çalışanlar arasında ayrım yapmamalıdır. Cuma hutbelerinde okunan ayette Allahuteala bize adaletle iş görmemizi, kötülükten kaçınmamızı emrediyor. Onun için, başta, her hafta bunu dinleyen, okuyan görevli arkadaşlarımız olmak üzere, kendi personelleri arasında da "Bu TÜRK DİYANET VAKIF SEN'lidir." veya "BEM-BİR-SEN'lidir." diye bakmadan, ayrım yapmadan yapmamız lazım. Çok fazla şikâyetler geliyor. Zaman zaman Sayın Başkana, sayın bakanlara iletiyoruz ama kurumun personeli arasında da adaletli olmak gerektiğini söylüyor, Diyanet bütçesi hayırlı olsun diyorum. Çünkü arkasından Sayıştay bütçesi ve Hazineyle ilgili de bir şeyler söylemem lazım.

Şimdi, tabii, asıl bizim Meclis olarak en önemli hakkımız, değerli arkadaşlar, şu anda bütçe hakkını kullanmak. Şu anda görüşmüş olduğumuz bütçe hakkının da en önemli aracı Sayıştay Başkanlığı. Ama öyle görüyorum ki ve üzülüyorum, değerli arkadaşlar, sıralara bakıyorum -maalesef bu bütçe hakkımızı kullanmak- Sayıştay bütçesi bugün görüşülüyor olmasına rağmen arkadaşlarım maalesef fazla ilgi göstermiyorlar. Demek ki Sayıştayın etkisiz olması da, bize raporları göndermemesi de hepimiz tarafından kabul ediliyor. Zaten biz de önemsiyoruz ki onlar da bizi önemsemiyor diye düşünüyorum. Niye öyle söylüyorum? Çünkü bizim en temel hakkımız, değerli arkadaşlar, bütçe hakkıdır. Sayıştay, Anayasa'daki tanımıyla, Türkiye'de demokratik ve şeffaf devlet niteliklerinin en önemli kurumudur, bizim de bütçe hakkımızı aracılığıyla kullandığımız bir kurumdur. Demokratik yönetimin en önemli ilkesi de yönetenlerin her türlü eylem ve işlemlerinin denetime açık olmasıdır. Yani, denetim ve demokrasi ayrılmaz bir ikilidir. Bizim de demokrasinin tecelligâhı olan, millet iradesinin tecelligâhı olan yüce Meclis içerisinde bu hakkımızı kullanmamız gerekiyor.

Bu kapsamda, geçmişte birtakım "reform" adı altında Sayıştay Kanunu'nda bazı değişiklikler yapılarak maalesef etkisizleştirildi ve gelen raporlar bize benim "Raporları Kuşa Çevirme Kurulu" dediğim Rapor Değerlendirme Kurulu tarafından maalesef kuşa çevrilerek gönderildi, bir kısmı gönderilmedi. Birazdan bunları anlatacağım ama Sayıştayın görevi, bu denetimleri yaptıktan sonra, bunları adına denetim yapmış olduğu yüce Meclise göndermektir değerli arkadaşlar.

Sayıştay, kamu kurum ve kuruluşlarını denetlediği için değil, Türkiye Büyük Millet Meclisinin bütçe hakkını kullanması amacıyla denetim yaptığı için bizim açımızdan önemlidir. Sadece denetlemesi değil ama bizim adımıza denetlemesi ve raporunu bize sunması gerektiği için önemlidir. Burada da biz bu yetkimizi, kullanmamız gereken raporlar bize gelmediği için maalesef denetim yetkimizi yapamıyoruz ve Sayıştay yapılan birtakım çalışmalarla, torba kanunlarla etkisizleştirilerek zaten denetim yapamaz hâle getirilmişti ama sonrasında daha vahim bir şekilde, şimdi o gelen raporlar da bütçe hakkımızın gasbıyla beraber ortadan kalkmış bulunuyor.

Şimdi, bir de 5018 sayılı Kanunu'muz var hiç uymadığımız, kanun hazırlarken de "torba kanun" dediğimiz artık galatımeşhur kanunları, garabetleri yaparken de herhangi bir usule ilişkin tartışma yaşarken de hiçbir şekilde uymadığımız 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu var. Burada kamu kurumlarının yöneticilerinin hesap verme sorumluluğunu yerine getiren iç denetim ve TBMM adına yürütülen dış denetim, yani Sayıştay denetimi olmak üzere iki adet mekanizma var bütün bu kurumlarla ilgili bu şeffaflığı sağlamak üzere. Bu denetim faaliyetlerinden dış denetim faaliyetinin çerçevesi de 5018 sayılı Kanun'da çizilmiş ve "Uygunluk denetimi yanında kamu idarelerinin mali rapor ve tablolarının ilgili kurumun mali durumu ve faaliyetlerinin güvenilirliği yanında kaynakların etkin ve verimli kullanılıp kullanılmadığı da Sayıştayın dış denetim faaliyetleri içerisinde yer almaktadır." diyor.

Bakın, şimdi size geçtiğimiz dönemlerden birkaç hatırlatma yapayım: 2012 yılında -kanunda 2010 yılında yeni revizeler olduğu için oradan geriye gitmeden söylüyorum, hep tantanaların başladığı dönemdir- toplam 358 raporun 146'sını Meclise göndermiş; KİT performans denetim raporlarıyla birlikte 455 rapor düzenlemiş. 2013 yılında toplam 400 raporun 157'sini Meclise göndermiş; KİT raporları ve performans denetim raporlarıyla beraber 455 rapor. 2014 yılında 482; KİT raporları ve performansla beraber 698 rapor düzenlemiş.

Şimdi, 8 Eylül 2016 tarihinde Meclise Genel Uygunluk Bildirimi, Dış Denetim Genel Değerlendirme Raporu, Faaliyet Genel Değerlendirme Raporu, bununla beraber mali istatistikler ve ajanslarla ilgili raporları sunmuş. Buna göre, 211 adet kamu idaresine ilişkin Sayıştay raporunu sunmuş; 45'i genel bütçeli, 147'si özel bütçeli, 2'si Sosyal Güvenlik Kurumu, 9'u düzenleyici, denetleyici kurum ve 5018'e tabi olmayan 8 tane kurum.

Değerli arkadaşlar, bunların içerisinde hem geçen yıl hem bu yıl, maalesef, KİT denetim raporları, yayınlanması gereken raporlar, web sitesinde de yayınlanması gereken raporlar yayınlanmıyor. KİT Komisyonuna arkadaşlarımız gelip bilgi veriyorlar. Bize 1 tane... Sadece Hazinenin -şimdi, birazdan oraya geçiş yapacağım- kamu işletmeleri raporu var; bunlarda da 1 sayfa -yani şuradan bakıyoruz- 1,5 sayfa, 2 sayfa örnek. En büyük kurumlar sadece bir bilanço göstergesiyle toplanıp bir rapor hâline getirilmiş. Burada bir denetim yok, genel bir rapor var.

Şimdi, bu kamu işletmeleri genel raporunun dışında da herhangi bir şey, maalesef, bize gelmemiş. 47 tane KİT'e ait rapor yok. Sayıştay bunların 43'üncü maddesine dayanarak bunları açıklamıyor ama hemen arkasında 44'üncü madde var, raporların yasaklı durumlar hariç kamuoyuna duyurulacağı da 44'üncü maddede yer alıyor; maalesef maddenin bir tarafını okuyup bir tarafını okumayınca böyle oluyor.

Daha vahimi var. Neyse, hadi onları yine bir şekilde KİT'te, geliyorlar, anlatıyorlar. Kısmen raporlar var, istersek zorla bir kısmını buluyoruz ama mahallî idarelerle ilgili raporlar... Bizim Kesin Hesap Kanunu'na ilişkin muhalefet şerhimizde ayrıntısı var, isteyen arkadaşlarımız bakabilir ama bir iki cümle ondan da bahsedeyim.

Mahallî idarelerle ilgili raporlar TBMM'ye hiç gelmiyor değerli arkadaşlar. Eğer kanunun 38'inci maddesine bakarsanız Dış Denetim Genel Değerlendirme Raporuyla ilgili: "Dış Denetim Genel Değerlendirme Raporu ile Kurulca görüş bildirilen kamu idarelerine ilişkin denetim raporları Sayıştay Başkanlığınca genel uygunluk bildirimi ile birlikte Türkiye Büyük Millet Meclisine sunulur." Yani bunun içerisinde yer alan bütün denetlenen kurumların raporlarını sunmanız lazım. Burada da aynen kamu işletmeleri raporu gibi Mahallî İdareler Genel Müdürlüğünün hazırladığı genel raporun dışında herhangi bir şey yapmıyor. Sayıştay Başkanlığı İçişleri Bakanlığının hazırladığı raporu alıyor, bunun içinden bir özetleme yapıyor, bize bunu sunuyor.

Şimdi, değerli arkadaşlar, bunu yaparken nasıl yapıyorlar? Orada da çok böyle zekice çalışma yapan arkadaşlarımız var. Kanundaki şeyi yönetmelikle aşmaya çalışıyor, böyle bir garabet var. Kısaca orayı da sizin dikkatinize sunayım.

Değerli arkadaşlar, Sayıştay Denetim Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik'in 2'nci maddesi var; burada, (6)'ncı fıkrada sadece TBMM'ye değil, ilgili mahallî idarelerin meclislerine bilgi verileceğini söylüyor. Bakın, kanun diyor ki: "Türkiye Büyük Millet Meclisine bilgi verilir." Yönetmelik diyor ki: "Belediyelerin belediye meclislerine gönderince işiniz biter." Şöyle diyor: "Rapor Değerlendirme Kurulunca merkezi yönetim kapsamındaki kamu idareleri ile sosyal güvenlik kurumlarına ilişkin görüş verilen denetim raporları Dış Denetim Genel Değerlendirme Raporu ile birlikte Türkiye Büyük Millet Meclisine sunulur ve bilgi ve gereği için kamu idarelerine gönderilir. Kurulca görüş verilen -eklemişler burayı- mahalli idarelere ait denetim raporları ilgili mahalli idarelerin meclislerine bilgi ve gereği için gönderilir." Yani, Türkçesi, mahallî idarelerin raporları TBMM'ye sunulmadan, kaçırılarak ilgili belediye meclislerine ve il özel idarelerine veriliyor.

Ne diyor şimdi? Değerli arkadaşlar, 2015 yılında yürütülen denetimler sonucunda şöyle bir ibare yazmışlar rapora da: "İl özel idareleri, büyükşehir belediyeleri, büyükşehir bağlı idaresi, il belediyeleri yüzde 100 oranında denetlenmiş -yani tamamı- ilçe belediyeleri yüzde 71, kalkınma ajansları yüzde 100." Yani ilçe belediyeleri hariç bütün kurumlar denetlenmiş. 185 belediye ve 51 il özel idaresini incelemişler. Şimdi buraya dikkatinizi çekiyorum: 51 belediye ve 17 il özel idaresi için olumlu yani 51+17; 68, toplam 185'te 68 olumlu görüş var. Tekrar dönüyoruz, devam ediyoruz; 127 belediye ve 34 il özel idaresi için şartlı denetim görüşü yani "Eksiklikler var, bunları onaylamıyoruz ama şu, şu, şu eksikliklerin giderilmesi gerekir." diye, 6 belediye için olumsuz denetim görüşü yani ibra edilmemiş, denetleme sonucu bize sunulmadığı gibi kendileri de uygun görmemişler ve son olarak 1 belediye için ise görüş bildirmekten kaçınılmış.

Şimdi ben soruyorum: Değerli Sayıştay Başkanı, bunlar hangi belediyeler? Neden bunlar bize Meclis olarak bildirilmiyor? En azından hangileriyle ilgili ne gibi bir olumsuz kanaat vardı ki... Görüş bildirmekten kaçınmak en ağır şeydir arkadaşlar. Yani şartlı olanı yine anlayabilirsiniz ama görüş bildirmekten Sayıştayın kaçınması demek "İler tutar bir tarafı yok, ben buna hiçbir şey diyemem." demektir. Onun için burada genel uygunluk bildirimine baktığımız zaman yine aynı şeyler var.

Birkaç hususa daha değinmek istiyorum. Bizim bütçe hakkımız elimizden alınıyor dedim. Değerli arkadaşlar, genel uygunluk bildirimi içerisinde ödenekler, yedek ödenekler bölümleri var, ödenek üstü gider var, bütçe gideri var. Şimdi birkaç cümleyle hemen onu sizin dikkatinize sunayım, zamanım azalıyor. Örneğin, genel uygunluk bildirimi içerisinde ödenek aktarmayla ilgili bu görmüş olduğunuz... Arkadaşlarımız hiç görmüyorlardır, bir baksınlar. Yani bize de geliyor ama iktidara geliyor mu gelmiyor mu bilmiyorum, sadece bundan bakabiliyoruz. Bunun içerisinde ödenek aktarma ve ekleme kısmı var, her konuda bununla ilgili Bakana aktarma, döndürme yetkisi veriyoruz ama acil durumlar için verilen bu yetki... Bunun içerisinde rakamlar var, isterseniz bakarsınız, ek 1'de. Değerli arkadaşlar, bu tabloyu incelediğimiz zaman "Gerçekleştirilen ödenek aktarma, düşme ve ekleme işlemleri ile genel bütçeli idarelerin toplam ödenek tutarında bir değişim olmamakla birlikte, bu işlemlerle eklenen ve düşülen ödenek tutarının kamu idarelerinin yıl sonu ödenek toplamlarına oranının yüzde 4,79'dan yüzde 108,85'ine -yanlış duymadınız- kadar değişiklik gösterdiği, ortalama değişim oranının ise yüzde 29,55 olduğu..." Yani toplamda baktığınız zaman kamu idarelerinin toplam bütçelerinde yüzde 30'u kadar aktarma, döndürme yapılmış ve 2015 yılında eklenen, düşülen ödeneğin toplamını ise toplam ödenek oranı en yüksek olan ilk 15 kurum almış. İlk 15 kurum için yüzde 63'ü geçmiş. Bakın, yani ilk 15 kurumda biz -sizin anlayacağınız dille söylüyorum arkadaşlar- Meclis olarak, Plan ve Bütçe Komisyonu olarak 100 lira ödenek vermişiz, biz demişiz ki -bizim verdiğimizin dışında- "Bunun 63 lirasını şuraya harcayın.", o kaldırmış başka yere harcamış, başka yerlere harcamış. Şimdi, burada harcamanın doğru yere gittiği veya makbuzların, faturaların doğru olduğu ayrı bir şey, bizim verdiğimiz amaçla o proje için ödeneğin kullanıp kullanılmadığı ayrı bir şeydir. Yani bütçe hakkınızın denetlenmesi engellenmiş oluyor. Dolayısıyla, burada bunu dikkatinize sunuyorum. Neden böyle söylüyoruz? Yani ödenek üstü şeylere bakıyorsunuz 35,2 milyar. Bütçenin yüzde 7,26'sına tekabül ediyor. Verdiğimiz 100 liranın 7,26'sı kadar, bütün bütçenin tamamının yüzde 7,26'sı maalesef gitmiş. Peki, niye söylüyorum, normal olması gereken ne? Limit koymuşuz, yedek ödenek limiti yüzde 2, kanun koyucu yani aşılabilecek oranı da vermiş. Bu kaç? Yüzde 7,3. Dolayısıyla, bizim bütçe hakkımız gidiyor.

Tabii, ödenek üstü giderlere baktığımız zaman da aktarma, döndürmenin dışında 31,2 milyar yine toplam ödenek üstü miktar var. Bunun 20 milyara yakını Millî Eğitim Bakanlığına ait. Oradan bir torba yapıyor Bakan, oradan oraya, oradan oraya aktarıyor. Maalesef, bütçe hakkımız elimizden gidiyor.

Son olarak, burada, değerli arkadaşlar, Hazineye geçmeden önce yine Hazineyi de ilgilendiren bütçe hakkımızla ilgili başka bir şey var: Sağlık Bakanlığı bütçesi geldi, arkadaşlarımız baktılar, Bakanın sunumunun ilk başında var; bir döner sermaye garabetimiz var. Sayıştayın bütün raporlarında döner sermaye işletmeleriyle ilgili eleştiriler var. Kabaca 32 milyar lira bütçesi var Sağlık Bakanlığının, 32 milyara yakın da -31 milyar küsur- döner sermaye işletmesi var. Yani, öyle bir şey olmuş ki bizim bütçe hakkımız diye bir şey kalmamış. Bütün kurumlarda döner sermayeler ayrı bir beylik gibi. Ve yapılan harcamalarla ilgili eleştiriler var. Ya, doktorlara daha fazla verelim ama kuruma daha fazla döner sermaye verelim diye harcama olmayan şeyleri harcama gösterip şişiriyor muyuz? Nereye gidiyor? Buradan kim nereye harcama yapıyor? Yani, denetim dışına çıkmış 32 milyarlık bir şeyden bahsediyoruz. Dolayısıyla, bu döner sermaye meselesinin de Maliye Bakanlığı tarafından bir an önce çözümlenmesi ve gerekli yasal düzenlemelerin yapılması gerekiyor. Hâlâ ortada gidiyor, Sayıştaya verdikleri cevaplarda "Yaptık.", "Yapıyoruz.", "Çalışıyoruz." deniyor. Bunu söylemişken şehir hastaneleriyle ilgili garabet var. Hazine bütçesinden konuşuyoruz. Hazine garanti veriyor. Sayın Cumhurbaşkanı "Herkes dövizini bozdursun." diyor. Efendim, BİST bozdurmuş, şu bozdurmuş. Peki, ne yapacağız, yükümlülükleri nasıl yapacağız? Köprü taahhütleri, yol taahhütleri... Şehir hastanesinde hasta garantisi veriyoruz, doluluk oranını garanti ediyoruz, bunlar da dolar üzerinden. Nasıl değiştireceğiz? Herkesi, tamam, söylüyoruz ama önümüzdeki yirmi-yirmi beş yıl sürede bunlara milyarlarca dolar ödeme taahhüdünde bulunduk, üstüne üstlük hasta garantisi verdik. Bunlar ne olacak? Asıl bunlara bakmamız lazım. Hazinenin üstlendiği garantileri de ciddi şekilde gözden geçirerek daha etkin alanlara yönlendirmemiz lazım. Efendim, "Bakan istiyor." Ya, doğru mu? Değil. Sayın Bakan burada. Kalkınma Bakanıyla konuştuk. On yıldır bekleyen kamu-özel ortaklığı kanun tasarısı taslağı var, birisi alıp getiremedi. Sağlık Bakanlığı ayrı yapıyor, Turizm Bakanlığı ayrı yapıyor, Özelleştirme İdaresi ayrı yapıyor. Böyle bir şey olur mu? Aynı döner sermaye işletmesi gibi. Bunların hepsini zapturapt altına almamız lazım, doğru alanlara kaynaklarımızı yönlendirmemiz lazım. Bu sefer sürekli borç taahhüdüne giriyoruz, döviz taahhüdüne giriyoruz, sonra da döviz yükümlülüklerimiz artınca, açık pozisyonumuz artınca sıkıntıya düşüyoruz, onun için bunları kökten çözmemiz gerekiyor değerli arkadaşlar.

Aynı şey... Bizim görevimiz, sizi bütün konularda uyarmak, doğruya doğru teşvik etmek, yanlışları eleştirmek. Burada söylediğimiz şeyler herhangi bir yıkıcı değil, yapıcı eleştiri. Örnek söylüyorum, yine Hazineyle ilgili, burada Sayıştayın raporlarında da var, Sayın Bakana da ilettik, Kredi Garanti Fonu'yla ilgili uyarılar var. Bunların işlemleriyle ilgili Sayıştayın yaptığı uyarılar var, "Kriterler belli değil; neye göre, kime veriyorsunuz, kime vermiyorsunuz belli değil." diyor. Arkadaşlarımız getirdiler alelacele -Komisyon Başkanımız yok ama Komisyon üyesi arkadaşlarımız burada- gecenin yarısında bir kanun tasarısının, teklifinin içerisine, torbaya bir madde. "Nedir?" dedik. "Kredi Garanti Fonu'yla ilgili, efendim, 2 milyar daha limit istiyoruz." 2 milyar vermiştik zaten. Yani merak ettik, böyle aceleyle, acele, sahibinden, ihtiyaçtan, bizim torba kanunlar... Artık kitaptan bahsetmez olduk, eskidi. Sürekli bir kurum bir şey getiriyor, son saniyede gelince de bir içine bakalım dedik. Gerekçesini okuduk, diyor ki: "Yeni kurulacak olan İhracat Kredi Garanti Fonu'na kullandırılmak üzere." Arkadaşlara soruyorum, böyle bir şey kuruldu da bizim mi haberimiz yok, yoğunluktan bazen oluyor çünkü dikkat edemeyebiliyoruz. Maalesef, böyle bir şeyde yeni bir kurum kuralım, kafamıza göre yapalım. "Peki." dedik. Ya, bunu Bakanlar Kurulunun yapma yetkisi var, bir.

İkincisi: Verdiğimiz 2 milyarın tamamını kullandınız mı? "Hayır." "Dökümünü getirin." dedik. "Aceleyle bir şey çıkmadı." Sonra söyledik, Sayın Bakan da bakmış ve nitekim yolunu gösterdik, amacımız burada eleştirmek değil. "Ne yapacağız?" dediler. "Bakanlar Kurulu gelsin, 'İhracatçılar için de Kredi Garanti Fonu'ndan kullandırılır.' desin, bir Bakanlar Kurulu kararıyla çıkarın." Evet, çıkarmışlar, teşekkür ediyoruz, eksik olmuş bazı konular var ama yine burada Bakanlar Kurulu 30/10/2016 tarihinde kararlaştırmış, kasım ayı içerisinde de Resmî Gazete'de yayınlanmış. 2 milyarlık kaynak şu anda duruyor, kullanırlarsa ihracatçıya da kullandırılacak, Eximbank aracılığıyla gelirse de yüzde 100'üne Kredi Garanti Fonu'ndan para verecek. Demek ki muhalefetin her söylediği yanlış değilmiş, eksik de olsa bir şeyler yapıldığı zaman... Doğru "Yeniden oraya niye kaynak kuruyorsunuz, niye yeniden bir fon kuruyorsunuz?" dedik. Tam tersine, fonların, döner sermayelerin bütçe disiplini içerisinde Hazinenin, Maliyenin kontrolünde çalışması gerektiğini söyledik, aksi takdirde kaynak israfı oluyor değerli arkadaşlar, maksat, oraya buraya gelmesi değil. Şimdi, en büyük sorunumuz... Diyoruz ki: "Döviz sıkıntısı başlayınca herkes dövizi satsın, TL'ye geçsin." Peki yeterli mi? Eğer o taahhütleri azaltamıyorsak, tasarruflarımızı artıramıyorsak, sürekli olarak döviz üzerinden kaynak bulup tüketimi finanse etmeye çalışırsak bunun içinden çıkamayız. Ne lazım bize? Yapısal önlemler lazım, ekonomide bunları kalıcı hâle getirecek çalışmalar lazım. Onun için de sadece köprüyle, yolla ilgili değil, şehir hastaneleriyle ilgili de Hazinenin bütün garantilerini de üzerimizde baskı yaratacak, döviz pozisyonumuzla ilgili kırılganlığımızı artıracak çalışmaları da bir an önce azaltacak şekilde bu çalışmaları gerçekleştirmemiz gerekiyor; aksi takdirde, bunu konuşur dururuz. Yani, en önemli döviz kazancı getiren sektörümüz turizm sektörü, maalesef, onunla ilgili de yasal düzenlemeleri çıkaramadık. Geçen hafta otelcilerin genel kurulu vardı, Sayın Bakan da oradaydı, Sayın Kılıçdaroğlu da oradaydı, ben de oradaydım, konuştuk ve maalesef henüz yasal bir düzenlememiz çıkmadığı için de bunu yapamıyoruz. Önce, döviz getirici alanlardaki eksiklerimizi tamlayıp buralarda elimizde olan imkânları değerlendirmemiz lazım. Onun için de yapıcı bir muhalefet anlayışı içerisinde sizlere sunmuş olduğumuz bu görüşleri dikkate alarak ülkemizin daha da gelişmesi, 2023 yılında lider ülke olması, 2053'te süper güç olması için, başta Diyanet İşlerinin eğitimi de dâhil olmak üzere, bütün konularda iş birliği yapılması gerektiğini düşünüyor, bütçelerin hayırlı uğurlu olmasını temenni ediyorum. (MHP sıralarından alkışlar)