| Konu: | 2017 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2015 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesabı 3'üncü Tur görüşmeleri münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 34 |
| Tarih: | 08.12.2016 |
HDP GRUBU ADINA MAHMUT TOĞRUL (Gaziantep) - Değerli arkadaşlar, ben de 2017 yılı Bütçe Kanunu Tasarısı kapsamında Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı bütçesi üzerine grubum adına söz aldım. Bu vesileyle Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar, ben enerji konusuna geçmeden önce, Haberleşme Bakanımız buradayken... Bugün HABER-SEN'den bana gelen bir şey var. Biliyorsunuz değerli arkadaşlar, 15 Temmuzdan sonra birçok kamu çalışanı görevden alındı ve bir hatadan dönülerek önemli bir kısmı görevlerine iade edildi. Ama, HABER-SEN'in açığa alınan ya da ihraç edilen 51 üyesi var, bugüne kadar bir teki görevine iade edilmedi. Başka kamu çalışanları da var.
HABER-SEN şunu soruyor Sayın Bakan: "Bu darbeyi PTT çalışanları mı yaptı?" Bir an önce bu arkadaşlarımızın görevine dönmesi gerekiyor. Bir hata var, bu hatayı lütfen bir an önce düzeltin diye sizden ricada bulunuyorum.
Değerli arkadaşlar, enerji konusuna gelince, modern dünyada enerji, hayatımızın en vazgeçilmez yaşamsal ihtiyaçlarından biridir. Bu ihtiyacın halka sunumunda hiçbir sıkıntının olmaması gerekir. Ancak, halkın çıkarından uzak, tamamen kâr hırsına odaklanmış bir anlayış, şu anda yaşadığımız sorunların temel kaynağını oluşturuyor. Enerjiyle ilgili en önemli sorunların başında dışa bağımlılığın geldiği defaatle buralarda vurgulandı.
Değerli arkadaşlar, bugün itibarıyla petrol ürünlerinde yüzde 93, doğal gazda yüzde 99 oranında dışarıya bağımlı durumdayız. Enerji ithalatımızın yüzde 55'ini Rusya'dan yapıyoruz, geriye kalan kısmını ise İran ve Azerbaycan'dan karşılıyoruz. Rusya'dan alınan gaz miktarını kısa sürede başka bir alternatifle sağlamak da mümkün görünmüyor. Türkiye doğal gaz ithalatında dünyada 5'inci sırada, petrol ithalatında dünya 13'üncüsü, kömür ithalatında dünya 8'incisi, petrokok ithalatında dünya 13'üncüsü; enerji ithalatında ise dünya liginde 11'inci sıradadır. Tüm bunlar enerji karnemizin gerçekten ne kadar kötü olduğunu gösteriyor.
Aslında, her yeri eğri deve misali, hangi karnemiz iyi ki? Çift dikiş yapan talebeler gibiyiz değerli arkadaşlar. Hükûmet her yıl sınıfta kalıyor. Geçen sene enerji politikalarıyla ilgili ve dışa bağımlılıkla ilgili biz bunları nasıl aşacağımızı uzun uzun anlatmaya çalıştık ancak muhalefete kulak veren bir hükûmet maalesef karşımızda yok. Mevlâna'nın çok güzel bir sözü var: "Ne anlatırsan anlat, anlattıkların karşındakinin anlayacağı kadardır." diyor.
Değerli arkadaşlar, petrol ve doğal gaz, bugünün dünyasında sadece yakıt, otomobilimizdeki yakıt, kombimizdeki ısı kaynağı değildir; dünya siyasetinde dengeleri belirleyen en önemli ekonomik, siyasi, hatta askerî bir güç hâline gelmiştir bugün. Bu bağlamda, AKP Hükûmetinin, petrol, doğal gaz gibi büyük ölçüde ithal ettiğimiz enerji kaynakları konusunda siyasi, diplomatik hamleler yapmak gibi bir lüksü bulunmamaktadır. Bu konuda, Türkiye ve bölge halklarının yararına, akılcı ve barışçıl politikalara ihtiyaç var.
Değerli arkadaşlar, aslında kasım ayında uçağın düşürülmesinden sonra dışa bağımlılığın ne kadar önemli olduğu ortaya çıktı. O dönem, Rusya Savunma Bakan Yardımcısı Antonov, aslında Türkiye için, Sayın Cumhurbaşkanı ve oğlu için yenilmez yutulmaz şeyler söyledi ve onunla ilgili, IŞİD'la petrol ticaretinde ortaklaştığına dair bilgiler verildi. Şimdi düşünüyorum, değerli arkadaşlar, bugün yüzde 55 Rusya'ya bağımlıyız ama bugün, her gün Rusya'ya gidiyoruz ve Rusya'ya tavizler veriyoruz. Acaba Antonov'un bizi tehdit ettiği o açıklamalarının ve uçak düşürülmesinin diyetini mi ödüyor bu halk? Bunu, Sayın Bakan burada olsaydı açıklaması gerekir ama Sayın Bakan maalesef burada değil.
Değerli arkadaşlar, günümüzde artan enerji talebi, iklim değişikliği, fosil kaynaklarının yoğun kullanımı ve yakın gelecekte bu kaynakların tükenecek olması, yenilenebilir enerji kaynakları ve enerji verimliliği meselesinin önemini arttırmış durumdadır. Fosil kaynakların çevreye ve insana verdiği zararın açıkça bilindiğini biliyoruz. Problemlerin çözümünde çevre dostu, yenilenebilir enerji kaynaklarının etkin ve verimli kullanımı önemli bir yere sahiptir. Tüm dünyada yenilenebilir enerji teknolojilerinde ilerleme yapılırken, maalesef, AKP iktidarı bunu göz ardı etmiş, yenilenebilir enerji kaynaklarından jeotermal tamamen unutulmuş, rüzgâr ve güneş enerjisinden de istenilen oranda yararlanılmıyor.
Değerli arkadaşlar, Hükûmet için varsa yoksa enerji kaynağı olarak HES'ler ve nükleer öne çıkarılmaya çalışılıyor. Bugün, özellikle İran ve kürdistan federal bölgesi sınırında ağırlıklı olmak üzere yapılan, yapılmaya devam eden ve 2023'e kadar tamamlanması beklenen HES sayısı proje olarak 2.500 projedir ve bunlar hem doğa tahribatı yapıyor hem oradaki yatırları, inanç değerlerini, tarihsel değerleri sular altına gömüyor.
Değerli arkadaşlar, bunların ömrü otuz-otuz beş yıldır. Otuz-otuz beş yıl için 2 bin, 2.500 HES açıklanabilir değil.
Değerli arkadaşlar, bunlar tamamlansa bile enerji ihtiyacının sadece yüzde 5'ini karşılayacak. Sadece yüzde 5'i için biz bunu yapıyoruz.
Aslında bunları Hükûmet de açıkça itiraf ediyor, bu HES'lerin amacının enerji üretmek olmadığını birkaç defa itiraf etmişti. Neydi itirafı? Bunlar güvenlik amaçlı barajlardır. Güvenlik amacıyla yapılan barajlar olduğunu defaatle söyledi ve bu güvenlik barajlarıyla doğamız talan ediliyor, binlerce, yüz binlerce ağacın kesilmesine neden olunuyor.
Değerli arkadaşlar, özellikle Hakkâri, Dersim, Batman, Şırnak illerindeki bu barajların büyük bir kısmı -dediğim gibi- güvenlik barajıdır.
Hükûmetin ısrarla üzerinde durduğu bir diğer enerji kaynağı da nükleerdir. Sayın Bakan burada olsaydı ona sormak isterdik. Tezinde, doktora tezinde -gerçi doktora teziyle ilgili de, bugün, biliyorsunuz, WikiLeaks ve RedHack'in ifşa ettiği birçok sıkıntılı durum var ama ben onu geçiyorum- Sayın Bakan yenilenebilir enerji kaynaklarının önemini öne çıkarırken, tezinde bunu savunurken ne oldu da nükleer sevdalısı oldu?
Değerli arkadaşlar, nükleerin bir felaket olduğunu herkes biliyor. Bakın, gerek Fukuşima kazası gerekse Çernobil'den sonra ülkeler hızla bu enerjiden, bunun bir enerji kaynağı olmasından vazgeçmeye başladılar. Size birkaç dünya örneği söylemek isterim. Örneğin değerli arkadaşlar, Almanya hükûmeti 7 santralini kapattı, 2022'ye kadar tüm nükleer santralleri kapatacağını açıkladı. İsviçre 3 yeni nükleer reaktör planını iptal etti ve 2034 yılına kadar nükleer santrallerini kapatacağını açıkladı. Yine, Japonya yeni reaktörlerin inşasını tamamen iptal etti. İtalya'da yapılan referandumda halkın yüzde 95'i nükleere "Hayır." dedi. Değerli arkadaşlar, bu örnekleri çoğaltmamız mümkün. Biliyorsunuz, hükûmet ısrarla Mersin Akkuyu ve Sinop'ta nükleer planları yapmakta. Mersin'de yapılan bir araştırmaya göre, Mersin halkının yüzde 86'sı nükleere karşı olduğunu söylüyor. Biraz önce CHP'li hatip, Sinoplu hatip burada Sinop halkının nükleere karşı olduğunu ifade etti.
Değerli arkadaşlar, her fırsatta millî irade diyen bunlar, bu AKP iktidarı neden acaba nükleerde bu kadar gerçekten ısrar ediyor? Halkın "Nükleer istemiyorum." demesi acaba bir millî irade olarak değerlendirilmiyor mu? Millî irade, sadece AKP'nin seçildiği seçimler olarak mı algılanıyor? Bunu böyle mi görüyoruz?
Değerli arkadaşlar, Mersin Akkuyu ihalesinin verildiği Rus şirket Rosatom sabıkalı bir şirket. Bakın, Rusya federal savcılığı bu şirket hakkında soruşturma açmış bulunuyor ve bu soruşturmanın nedeni: Şirket, yolsuzlukla ve nükleer reaktörler için adi malzeme satmakla suçlanıyor ve şirketin müdürü gözaltında.
Değerli arkadaşlar, nükleerde bir sızıntının olmasının nelere gebe olduğunu hepimiz biliyoruz.
Değerli arkadaşlar, bu nükleerin sonucunda plütonyum, sezyum, iyot ve stronsiyum gibi ciddi hastalıklara neden olan atıkların üretildiğini biliyoruz ve Rusya'yla yapılan anlaşmada bizim santralin kurulmasında, denetiminde, hatta orada çalışacakların belirlenmesinde söz hakkımız yok, yetki tamamen Ruslarda.
Değerli arkadaşlar, Enerji Bakanı burada olsaydı ona bir soru sormak isterdim. Biliyorsunuz, Atom Enerjisi Kurumu tarafından hazırlanan rapor Mersin 1. İdare Mahkemesi nezdinde raporun sivil toplum örgütlerine verilmesi beyan edilmesine rağmen, Bakanlık bu raporu sivil toplum örgütlerine mahkeme kararı olmasına rağmen vermiyor.
Gelen gideni aratıyor değerli arkadaşlar. Hatırlayın, Soma faciasında 301 madencimizi kaybettiğimizde Enerji Bakanı Taner Yıldız'dı, en azından üzerine beyaz önlüğü giyerek iki gün orada bulunmak zorunda kaldı. Ama bu dönemde Siirt'in Şirvan ilçesinde biliyorsunuz bir felaket yaşandı. Bizim mevcut Bakanımız "turist Ömer" gibi gitti, uzaktan sadece dürbünle olayı izledi ve geri döndü. Şimdi, bu durumun nasıl olabileceği, bunun nasıl karşılanacağı gerçekten açıklanmaya muhtaçtır.
Sayın Bakanın etkili ve yetkili olduğunu biliyoruz, hatta halk arasında torpilli olduğunu biliyoruz ve aslında paralel bir başbakan gibi çalıştığını da duyuyoruz, işitiyoruz.
Sayın Bakan döneminde bir diğer önemli sorunumuz değerli arkadaşlar, kayıp kaçak meselesi. 2013 yılında Türkiye Büyük Millet Meclisinde çıkarılan bir kanunla kayıp kaçak, Elektrik Piyasası Kurumu tartışmalıydı ve yargı "Kayıp kaçak bedelleri halktan alınamaz." diye bir karar verdi. Ne yaptı peki bu Hükûmet? Bu yargı kararını boşa çıkarmak için hemen getirdi, burada bir yasa yoluyla yargının kararı kapatıldı ve insanların yargı yoluna gitmesinin önü tıkandı, faturalar gizlendi ve artık sizin ona itiraz etme şansınız bu yasayla ortadan kaldırıldı.
Değerli arkadaşlar, farkındayız, halka en yüksek bedelle elektrik satılan ülkeler sıralamasında üst sıralardayız ama bölgede her gün elektrikler kesiliyor. En basit bir doğa olayında, yağmurda, karda elektrikler kesiliyor. Günlerce elektriğin verilmediği yerler oldu. Bu yaz Batman'ın köylerinde yaşanan durum hepinizin bilgisi dâhilinde. Günlerce vatandaşın elektriği kesildi, tarlada vatandaşın hasat yapması tamamen engellendi.
Değerli arkadaşlar, şu anda bu ülke -belki saraydan hissedilmiyor ama- çok ciddi bir krizin eşiğinde. Ekonomik krizin en büyük nedeni siyasi istikrarsızlıktır. 1 Kasım seçimlerine giderken Hükûmet ne diyordu? "İstikrar." Peki, değerli arkadaşlar, soruyorum size: Şu anda istikrar var mı? İnsanlar önünü görebiliyor mu? Bu ülkede "Üç tarafımız denizlerle çevrili." diyoruz ya, üç tarafımız krizlerle çevrili; siyasi kriz, ekonomik kriz, diplomatik kriz bizim kapımızda. Siyasi kaos, ekonomik kaosu beraberinde getiriyor. Yatırımcı kaçıyor, buraya uğramak bile istemiyor. Bakanlar, Başbakan, Cumhurbaşkanı her konuştuğunda döviz kurları hızla artıyor.
Değerli arkadaşlar, bu ülkeye yatırım gelmiyor. Niye gelmiyor peki? Siz yatırımcı olsanız, değerli arkadaşlar, bir ülkeye yatırım yaparken önce bir fizibilite çalışması yaparsınız, "Orada yatırım yapılabilir mi?" diye bir araştırma yaparsınız. Peki, ülkemiz, ülkemiz demeyelim, diyelim ki A ülkesine yatırım yapmak isteyen bir üretici, eğer o ülkeyle ilgili; bir sürü kent yakılmış yıkılmış, her gün analar ağlıyor, eli güçlenen asker darbe girişiminde bulunmuş, Hükûmet toplumsal uzlaşma temelinde toplumsal barış ve huzuru sağlayabilecekken, kalkmış, OHAL ilan etmiş. Muhalif gördüğü her kesimi darbeci yaftasıyla hapse tıkmış, tıkmaya devam ediyor. Her gün milletvekilleri üzerinde gördüğünüz gibi bu tutuklama Demokles'in kılıcı gibi sallanıyor. Cezaevlerinde yer kalmamış, on binlerce emekçi görevinden alınmış, görevlerinden uzaklaştırılmış, KHK üzerine KHK çıkarılıyor. Yargıya güven yüzde 3'lere düşmüş.
En büyük 3'üncü partinin eş başkanları, grup başkan vekilleri rehin alınmış. Bu bir rehin alınmadır, bunu kesinlikle, gerçekten tartışmamak gerekiyor. Çünkü, bakın, Türkiye'nin Meclis Başkan Vekili Almanya'da basit bir muameleye maruz kaldı, biz bunu reddettiğimizi açıkladık. Eş başkanlarımızın yasama faaliyetlerine katılması engelleniyor. Avrupa'dan gelen birçok ziyaretçi, parti yöneticisi, milletvekili eş başkanlarımızı ziyaret edemiyor. Eş başkanlarımızın tutuklanması hukuka aykırı ama yapılanların gerçekten, tamamen siyasi bir mecrada yapıldığını biliyorum.
Değerli arkadaşlar, Ahmet arkadaşım tabii ki iki dakikamı alınca... Tütün piyasasıyla ilgili de birtakım şeyler söylemek istiyorum. Maalesef alkol ve tütün piyasası... Hükûmetin "zam" deyince aklına alkol ve tütün geliyor. Bu da kaçağı tetikliyor. Kaçağı tetikledikçe üretici ürettiğini satamıyor, zaten üreticinin binbir sorunu var ve bu sorunların bir an önce çözüme kavuşturulması lazım.
Her şeyden önce değerli arkadaşlar, bu kaotik ortamdan çıkmanın yolu oturup tekrar barışı, huzuru konuşabilmenin zeminini sağlamaktır. Ancak görüyoruz ki AKP Hükûmeti karşımızda duvardır, duymuyor, sağır ve kördür.
Teşekkür ediyorum. (HDP sıralarından alkışlar)