GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: 2017 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2015 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesabı 4'üncü Tur görüşmeleri münasebetiyle
Yasama Yılı:2
Birleşim:35
Tarih:09.12.2016

MHP GRUBU ADINA EKMELEDDİN MEHMET İHSANOĞLU (İstanbul) - Teşekkür ederim Sayın Başkan söz verdiğiniz için.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2017 mali yılı Dışişleri Bakanlığı bütçesi üzerine Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum. Sözümün başında, yüce Meclisi, aziz milletimizi saygıyla selamlıyorum. Sayın Dışişleri Bakanına ve Bakanlığın güzide temsilcilerine hoş geldiniz diyorum.

Değerli arkadaşlar, 65'inci Hükûmet göreve gelirken Sayın Başbakan Binali Yıldırım şu beyanda bulundular, Türkiye'nin yeni dış politikası hedefini şu şekilde ifade ettiler, iktibas ediyorum: "Bölgede ve dünyada dostlarını artıran, düşmanlarını azaltan bir dış politika anlayışıyla bölgesel iş birliğini güçlendireceğiz ve bölgesel kalkınmayı komşularımızla birlikte gerçekleştireceğiz." Bu doğru hedefe kim ne diyebilir? Buna herkes katılır, burada buna katılmayacak hiç kimse yoktur ve biz bunu elbette canıgönülden destekliyoruz fakat bunun, bu hedefin gerçekleşmesi için dayalı olduğu doğru bir strateji, bir dış politika anlayışının bulunması lazım; bu strateji de cumhuriyetin kuruluşundan itibaren benimsenen ve temelleri atılan dış politika prensiplerine uygun olmalı.

Peki, bu cumhuriyetin kuruluşu sırasında atılan temeller neydi, dış politika prensipleri? Burada, cumhuriyetin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk'ün dış politika temel fikirleri Bakanlığın Müsteşarına verdiği şu direktiflerle özetlenebilir; Atatürk Bakanlığın Müsteşarına diyor ki: "Bir: Arap dünyasına karışmayacaksınız. İki: Emperyalist ve kolonyalist devletlerin ardında görünmeyeceksiniz. Üç: Rusları tahrik etmeyeceksiniz." 3 temel direktif ve unsur... Bunlar, tabii, o gün için olan Türkiye'nin ve dünyanın sınırları içerisinde çizilmiştir. O gün Çin yok, Latin Amerika yok, Afrika yok ama o günkü dünya için ve Türkiye'nin yakın komşuları için ve muhatap olduğu, iş birliği yaptığı veyahut yapmak durumunda olduğu ülkelerle ilgili olarak çok sağlam temel taşlarıdır. Bugün için belki az görünür ama doğrudur. Bunu, elbette Türkiye o günden bugüne genişletmiştir.

Şimdi, Türkiye, 1920'li yıllarda -yani 20'nci yüzyılda- veya 1930'lu yıllarda Atatürk'ün bu 3 hedefine uygun olarak dış politikasını yürütmüştür. İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra Türkiye Batı ittifakına katılmıştır fakat bu ittifaka katılırken dış politikasındaki bu prensiplerin bazılarından tavizde bulunmuştur. Mesela, Türkiye 1950'li yılların ortasında Cezayir'in bağımsızlığının aleyhine oy kullanmıştır. Yani, bu, Türkiye Cumhuriyeti'nin temel prensiplerine aykırı bir şeydir ve bunun ortadan kaldırılması, rahmetli Özal zamanında, Başbakanlığında Cezayir'e gidip özür dilemesiyle olmuştur. Fakat, Türkiye Cumhuriyeti bu Batı ittifakına olan fazla bağımlılığının ceremelerini görmeye başlamıştır. Nitekim, 1960'lı yılların sonunda Türkiye, Demokrat Parti zamanında bile bu politikayı değiştirme yoluna gitmiştir, çeşitleme yoluna gitmiştir, zenginleştirme... 1960'tan sonra gelen bütün hükûmetler, Türkiye Cumhuriyeti'nin bütün hükûmetleri, sağcısı olsun solcusu olsun, herkes Türk dış politikasının zenginliği yönüne akmıştır. 57'nci Hükûmet geldiği zaman yani Sayın Bahçeli'nin Başbakan Yardımcısı olduğu Hükûmette, Türkiye ilk defa Afrika'ya Açılım Eylem Planı'nı kabul etmiştir. Yani, artık Afrika bir hedef olarak Türkiye'ye göründü 1989'da vesaire. Türkiye'nin bu dış politika anlayışında şu benzetmeyi yapabiliriz Sayın Bahçeli'nin şu güzel ifadesiyle: Çift başlı Selçuklu kartalı sembolü; ruh ve anlam olarak iki ayağını -birisi doğuda, birisi batıda- sağlam basıyor ve iki başı da geniş doğu ve batı ufkuna bakıyor.

Şimdi, dış politika Adalet ve Kalkınma Partisinin iktidarıyla aynı çizgide devam etmiştir ve çok başarılı açılımlar olmuştur ve bu 2009'a kadar devam etmiştir. 2004'te Türkiye iki büyük zafer kazanmıştır dış politika konusunda: Birisi, Avrupa Birliği müzakereleri başlatmıştır; birisi de Türkiye, İslam İşbirliği Teşkilatının Genel Sekreterliğini kazanmıştır. Ve ben o günlerin şahidi olarak şunu diyorum ki: Türkiye İslam dünyasındaki gücünü artırırken Batı dünyasındaki gücü artar, Batı dünyasındaki münasebetleri geliştikçe İslam dünyasındaki itibarı artar. Bunun canlı şahidi olarak burada bunu memnuniyetle söylemek istiyorum.

Bu başarılı siyasetin mesela bir örneğini 2008'de görebiliriz. 2008'de Türkiye, kırk sekiz yıl sonra Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi üyeliğine talip olmuştur ve Türkiye ilk oylamada 151 oyla Güvenlik Konseyi üyesi olmuştur Avrupalı rakiplerini geride bırakarak. Mesela, Avusturya'yı geride bırakarak Türkiye üye olmuştur. Bu, 2008'e kadar doğru olanın başarılarıdır.

Fakat, ne ,yazık ki Türk dış politikası farklı mecralara dökülmüştür ve 2009'dan itibaren, Sayın Numan Kurtulmuş'un meşhur ifadesiyle "real politics" yerine "dream politics" yani gerçeklere dayalı dış politika yerine hayallere, hevâ ve heveslere, nostaljilere, ideolojilere dayalı bir dış politika takip etmeye başlamıştır ve işte, bugün elde ettiğimiz netice budur. Yani, 2004'te Türkiye'ye Avrupa Parlamentosunda 2004'te 407 "evet" oyu çıkarken birkaç hafta önce Türkiye'ye 479 "hayır" oyu çıkmıştır.

Değerli milletvekilleri, biz bu tespit ve eleştirileri sunarken maksadımız, tecrübe ve iyi niyeti ortaya koyarak hemdert olmaktır. Yani Fuzulî'nin dediği gibi "Dert çok, hemdert yok." Biz işte hemdert olmaya çalışıyoruz ve Türkiye'nin bu sıkıntılardan bir an evvel kurtulması için birikimlerimizi arz ediyoruz.

Değerli milletvekilleri, 65'inci Hükûmetin "Dostları artırmak, düşmanları azaltmak." hedefine ulaşmak için her şeyden önce nerede hata yaptığını ve hangi stratejilerin değişmesi lazım geldiğini iyi anlamak lazım. Ben burada, örnek olarak Suriye meselesinden başlayarak analitik bir şekilde arz etmeye çalışacağım.

Şimdi, Suriye rejimiyle olan münasebetimizi ele alırsak -yani Hükûmetle- Türkiye Suriye'yle çok engebeli bir yoldan gelmiştir ine çıka, ine çıka fakat 2000'li yılların başından itibaren ve daha sonra, Adalet ve Kalkınma Partisinin iktidara gelmesinden sonra bu münasebetler bal kaymak noktasına gelmiştir ve sınırlar kalktı, bariyerler kalktı, vizeler kalktı ve o muhteşem yakınlık oldu. Hatta, o kadar oldu ki Suriye bize kendi pazarlarını değil, bütün Orta Doğu pazarlarını da açtı ve Türkiye bundan çok büyük yararlar sağladı.

Burada herkesin bilmediği bir şey vardır veyahut çok az kişinin bildiği bir şey vardır, Suriye, Kuzey Kıbrıs için Lazkiye'den Mağusa'ya direkt seferler başlatmıştır. Yani, bütün dünyada Türkiye'den başka kimse Kıbrıs sularına, Kıbrıs havaalanına direkt sefer yapamıyordu, bir tek Türkiye yapıyor bunu çünkü başka tanıyan yok. Suriye bu hattı açtı ve bunun ekonomik katkılarının ötesinde siyasi bir anlamı vardı. Böyle bir Suriye'den başlayarak 2011'de Dera'da başlayan ufak tefek öğrenci hadiselerinin karşısında Suriye rejiminin gayet zalim ve gaddar bir şekilde davranması işin şirazesinden çıkmasına yol açmıştır.

Şimdi, peki, bizim, orada ne yapmamız lazım? Biz ne yaptık? Biz dedik ki: "Bu rejimi düşüreceğiz." Peki, olur, düşürebilirsen düşür ama orada Baas Partisinin rejiminin ne kadar güçlü olduğunu bilmeden, uluslararası aktörlerin Baas rejiminden ve Beşşar Esad'dan neyi bekleyip beklemediklerini ve kimin nerede duracağını fazla kestirmeden birdenbire gittik. Sonunda ne oldu? Ateş bütün Suriye'yi sardı ve ateş bize intikal etti. Birinci durum bu, Suriye rejimi.

İkinci mesele nedir? İkinci mesele: Rusya, aktör olarak, büyük bir aktör olarak müdahil olan dostumuz Rusya, Suriye rejiminin dışarıdan veya içeriden yapılacak baskıyla düşürülmesini kendisi için kırmızı çizgi kabul etti ve bize de bunu anlattı, biz "Hayır." dedik, biz onları vazgeçirmeye çalıştık. Tabii, kimin kazanıp kimin kaybettiğini görmüş oluyoruz. Batılı müttefiklerimize baktığımız zaman yani Amerika'ya, Avrupa'ya, onlar bizimle beraber ilk başta "Beşşar'ı düşüreceğiz, rejimi düşüreceğiz." dediler. O zaman bize "Buyurun." dediler, biz "Siz önce buyurun." dedik, olmadı. Daha sonra onlar vazgeçtiler ve Kaddafi'nin öldürülmesinden sonra Libya'nın düçar olduğu kaotik durum burada olmasın, İsrail gibi, onlar için, herkes için lazım olan bir ülkenin varlığı muhataraya maruz kalmasın diye hepsi rejimin saklanmasını, korunmasını istediler; biz bunu kabul etmedik. Şimdi, Amerika bu şekilde, Rusya bu şekilde, Avrupa bu şekilde ve yeni seçilen Amerika Başkanı Sayın Trump da Suriye'nin Cumhurbaşkanını düşürmek veya Suriye'ye müdahale etmek gibi bir derdinin olmadığını, onların esas meselesinin terörizmle mücadele olduğunu ifade etmiştir.

Son olarak, Suriye'deki bu örneği tartışırken Suriye'deki iç dinamikler açısından bir örnek daha alalım. Nerede yanlış yaptık? Suriye kuzeyinde ayrımcı niyetler belirmeye başlayınca bunu Şam rejimine karşı koz olarak kullanmak istedik. Bu ayrımcı hareketin liderini kırmızı halıyla karşılayıp şimdi kırmızı bültenle yakalatmaya çalışıyoruz.

Sayın milletvekilleri, El Bab harekâtına gelince yani Fırat Kalkanı harekâtına baktığımız zaman, biz parti olarak bunun gerekli olduğuna inanıyoruz ama çok gecikmiş olduğuna inanıyoruz ve bunun 2016'da değil, 2012'de, 2013'te olması... Çünkü, aynı meşruiyet gerekçeleri dün de vardı, bugün de var. Bugün gecikmiş olarak biz çok pahalı bedel ödüyoruz ve 18 vatan evladı şehit oldu, 3 askerimiz de kayboldu.

Şimdi, El Bab'daki durumun ne olacağını hiç kimse bilmiyor. Suriye rejimi Rusya'nın desteğiyle bizim için kırmızı çizgi olan Halep'i bitirmek üzere ve orada tarihte görülmeyen bir dram yaşanıyor, bir trajedi yaşanıyor. Biz onlara dua etmenin ötesinde bir şey yapacak durumda değiliz çünkü bizim birçok kırmızı çizgimiz kaybolmuştur ve kala kala 98 kilometrelik çizgimiz kalmıştır. Şimdi, El Bab'tan sonra herhâlde bize bir yeşil ışık yanmıyor, sarı ışık da yok herhâlde, kırmızı ışık yanıyor fakat burada tehlikeli bir şey var. Bütün Halep'i düşüren rejim güçleri yani Suriye ordusu ilerlediği zaman, Türk ordusuyla karşı karşıya gelecek mi? Bu çok vahim bir durum. Bunu düşünmek lazım. El Bab demek "kapı" demektir. Kapının tek yönlü olmasını temenni ederiz ama kapı çift yönlü de olabilir, döner kapı da olabilir. Bunu yapmak, yaptırmamak Türkiye devletinin gücü içerisinde olmalıdır, hem yumuşak gücü hem sert gücü. Fakat, bunu nereye kadar yapacağız?

Şimdi, Suriye'de biz eğer... Özetleyecek olursak, hatalarımız nerede? Suriye'de iki hatamız var, temel hata olarak, bir: Ateş başladığı anda, küçük kıvılcımlar varken oraya su serpecektik. Biz ise su serpmedik ve bu ateş bütün Suriye'yi sardı. Suriye'den de bize intikal etti. Durum, birinci mesele bu. İkinci mesele: Çok büyük bir hata, biz rejimi düşürmeye çalıştık ama o rejimi düşürmek bizim millî menfaatimize hizmet etmez. Onu düşürmek bizim millî menfaatlerimizi haleldar eder. Bizim, komşularımızın egemenliğini ve toprak bütünlüğünü korumamız lazım çünkü bizimkinin de garantisi odur ama biz bunları yapmadık.

Şimdi, Sayın Bakanım, Musul-Telafer meselesine dönmek istiyorum. Hatırlatmak istiyorum, Musul'a askerî harekât yaparken ve bize "Hayır, giremezsiniz, yapamazsınız." dedikleri zaman, biz "B planımız, C planımız var." dedik. Bizim Genelkurmay Başkanımız Washington'u ziyaret etti ve ziyaretinden sonra dedi ki "Biz orada hava harekâtı yapacağız." ama biz hava harekâtının yapıldığını bilmiyoruz. Şimdi, oradaki Türkmen kardeşlerimizin durumu perişandır ve burada bize, partimize büyük sıkıntılar doğuyor. Bize bilgiler geliyor, elimizden geleni yapmaya çalışıyoruz. Fakat, mesela, Ninova İl Meclisi Başkan Yardımcısı Nurettin Kaplan Bey "Telafer büyük bir dram yaşıyor." diye açıklama yapmıştır. Telafer'den kaçarak Kilis ili karşısında yer alan Azez'e ulaşan Türkmen sayısı bugün 10 bini geçmiştir. Biz ne yapacağız ve bu C planı, B planı nedir?

Gelelim, Türkiye'nin hayati meselesi olan Avrupa Birliğiyle ilişkilerimiz ve bunların alternatifinin olup olmadığı meselesine: Yani, burada, Sayın Başbakanın son beyanatını çok doğru buluyoruz, keşke böyle bir tartışma olmasaydı. Türkiye'nin elbette Şanghay teşkilatıyla münasebetleri olması başka, Latin Amerika'yla münasebetleri olması başka, İslam dünyasıyla münasebetleri olması başka ama bu münasebetler başkalarının alternatifi, "Biz burasını bırakacağız, buraya gideceğiz." manasında olursa, biz eski müttefiklerimizin güvenini kaybedersek yeni müttefikler bize güvenmez. Bunun altını çizmek lazım. Her şeyden önce öngörülülük ve güvenilebilirlik olması lazım.

Sayın Bakanım, Kıbrıs konusunda Milliyetçi Hareket Partisinin tavrı çok açık ve nettir. İki kesim esasına dayalı olarak adada yaşayan Türklerin tarihî ve ahdî müktesebatının korunması ve Türkiye'nin garantörlüğünün -emniyet supabının- korunması noktasındadır.

Ege adaları konusundaysa, zatıaliniz ile biz Dışişleri Komisyonunda konuştuk ve siz dediniz ki: "Adaların hukuki ya da fiziki şartlarında herhangi bir değişiklik olmamıştır." Sayın Bozdağ, benim aziz hemşehrim de aynı ifadeyi burada tekrar ettiler. Fakat, özellikle, basında çıkan Aydın'a bağlı Marathi Adası'yla ilgili resimler, oradaki Yunan yapıları, polis karakolu, Yunan bayrağı bu meselenin bu kadar basit olmadığını gösteriyor. Biz sizlerden şunu rica ediyoruz: Bizi aydınlatınız, bu yüce Meclise anlatınız. Tabii, dış politikayla ilgili dosyada da çok hassas meselelerin olduğu her zaman farz edilen bir şeydir, belki burada da bazı hassas şeyler olabilir. Bunu siz takdir buyurursunuz ve bu Meclis veya bu Meclisin Dışişleri Komisyonu, Millî Savunma Komisyonu sizi dinleyebilir. Bunun takdirini size bırakıyoruz.

Ben sözüme son verirken Mavi Marmara konusunda bir şey söylemek istiyorum. Bugün, elan, İstanbul'da 1. Ağır Ceza Mahkemesinde bu dava görülüyor. Şimdi, anlaşmada, 4'üncü maddede Türk vatandaşlarının bu haklarından vazgeçilmesi... Bu arada, Adalet Bakanlığından mahkemeye giden talimat da "davanın düşürülmesine..." Anlaşmanın 5'inci maddesine göre de yurt dışında Türk vatandaşlarının açacağı davaların da tazminatını Türk devleti, Türk Hükûmeti ödeyecektir. Şimdi, biz bunu nasıl kabul edebiliriz? Yani, bu mesele 20 milyon doları almak, dağıtmak meselesi değil ki.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

EKMELEDDİN MEHMET İHSANOĞLU (Devamla) - Son cümlelerimi söylüyorum.

Bu kadar insan, 10 kişi şehit edildi ve Türkiye o süre içerisinde çok önemli şeyler yaptı. Sonunda, 20 milyona ve tazminat olarak değil, telafi parası "compensation" diye İngilizce metindeki... İngilizce metinde "tazminat" kelimesi yok. O bakımdan, bu hususta Türk kamuoyu tatmin olmuş değildir Sayın Bakan.

Değerli arkadaşlar, Türkiye'nin hatalardan arınmış bir stratejiyi yeniden önemsemesi, yeni pozisyonlar alması...

BAŞKAN - Sayın Usta, bir dakikanızı verelim mi Sayın İhsanoğlu'na?

ERHAN USTA (Samsun) - Tabi, tabii, buyurun.

BAŞKAN - Sayın İhsanoğlu, bir dakika Sayın Usta'nın süresinden ekliyorum.

Tamamlayın lütfen.

Buyurun.

EKMELEDDİN MEHMET İHSANOĞLU (Devamla) - Teşekkür ederim.

Türkiye'nin, hatalardan arınmış bir stratejik plana ihtiyacı vardır ve bunun yeniden benimsenmesi lazım, yeni pozisyonlar alması gereğini bir daha hatırlatarak burada bir cümleyle kapatmak istiyorum.

Sayın Bakan, sizin ve yanınızdaki değerli arkadaşların, bilhassa yeni göreve gelen değerli yardımcılarınızın ne kadar tecrübeli olduğunu biliyoruz ve biz biliyoruz ki bugün karşı karşıya geldiğimiz bu sıkıntıların bir kısmı sizin döneminizden önce başlamıştır. Siz masumsunuz ama siz müteselsilen kefilsiniz ve sorumlusunuz; masumsunuz ama sorumlusunuz. Biz diyoruz ki: Dış siyaset nostaljiyle, hevesle, hevâyla olmaz, dış politika ideolojik bağımlılıkla, hayallerle olmaz.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

EKMELEDDİN MEHMET İHSANOĞLU (Devamla) - Türkiye'nin artık bu şeylerden, bu heveslerden kurtulması lazım, millî menfaatlerini yeniden hesaplaması lazım. Bu temennilerle, tekrar güvenirlilik ve öngörülebilirlik prensiplerine riayet edilmesi ve bence üslup meselesinde çok hassas bir şekilde davranılması lazım. Bunları söylerken bu bütçenin hayırlı olmasını dilerim, saygılarımı sunarım.

Teşekkür ederim. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın İhsanoğlu.