| Konu: | TOPLU İŞ İLİŞKİLERİ KANUNU TASARISI |
| Yasama Yılı: | 3 |
| Birleşim: | 3 |
| Tarih: | 03.10.2012 |
MUSTAFA KALAYCI (Konya) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan 197 sıra sayılı Toplu İş İlişkileri Kanunu Tasarısı'nın geneli hakkında şahsım adına söz aldım. Hepinizi saygılarımla selamlıyorum.
Endüstri ilişkileri sistemimizde her şey Hükûmetin ve birtakım yandaş basının gösterdiği gibi güllük gülistanlık değildir. Türkiye'de endüstri ilişkilerinden büyük bir kaçış yaşanmaktadır. Endüstri ilişkilerinden kaçış politikaları, endüstri ilişkileri yerine insan kaynakları yönetimini ikame etme politikalarına kapı aralamıştır. Bu politika değişimi, sendikaları devre dışı bırakan bir harekettir. Küreselleşmenin ülkemize taşıdığı bu politika hedefine ulaşma yoluna girmiş görünmektedir. Böylece iş hukuku ferdî iş hukuku hâline geliyor ki, bu, yeniden iki yüz yıl geriye yani endüstri devriminin başı olan döneme dönüşü ifade etmektedir.
AKP döneminde sendikal örgütlülük iyice zayıflamış, sendikalaşma oranı hızla düşmüştür. TÜİK verilerine göre ücretli ve yevmiyeli çalışan sayısı 15 milyon 900 bin kişi; Sosyal Güvenlik Kurumu verilerine göre kayıtlı işçi sayısı 12 milyon kişi düzeyindedir. Buna karşılık, sendikalarda örgütlü işçi sayısı 885 bin kişi, toplu sözleşme kapsamındaki işçi sayısı da 580 bin kişi civarındadır. Kamuda örgütlü işçi sayısı belediyeler de dâhil olmak üzere yaklaşık 360 bin kişidir, özel sektörde örgütlenme oranı ise yüzde 2'lerdedir.
OECD'nin son sendikalaşma verilerine göre, Türkiye yüzde 5,9'luk sendikalaşma oranıyla OECD ülkeleri arasında sonuncu durumdadır. Sendikalaşma oranları her yerde geriliyor, bizde de geriliyor denebilir. Diğer ülkelere nazaran ülkemizde sendikalaşma oranında yüksek oranda düşüş yaşanmaktadır. Türkiye sendikalaşmanın gerilemesi konusunda başa güreşmektedir. OECD'de sendikalaşma oranı 2001-2009 arasında yüzde 20,4'ten yüzde 18,4'e gerilemiş. OECD'de yüzde 10'luk bir düşüş var, Türkiye'de ise yüzde 40'lık bir düşüş görülmektedir.
Toplumun örgütsüzleştirilmesi ve oluşturulan korku imparatorluğu neticesinde AKP Hükûmetinin yanlış politikalarına, adaletsiz ve ayrımcı uygulamalarına karşı gerekli tepkinin verilmemesinin adı da "ekonomide istikrar" olarak takdim edilebilmektedir. Ne yazık ki ülkemizde insanların zulme isyan ruhu bastırılmış, hak arama duygusu köreltilmiştir. Bugünlerde krizle anılan Yunanistan'da sendikalaşma oranı yüzde 24, İtalya'da yüzde 35 olduğu dikkate alındığında, Türkiye'nin sendikalaşmayı önleyerek sözde istikrarlı bir ekonomi gerçekleştirdiği ortaya çıkmaktadır. Yani ne kadar az sendika ne kadar örgütsüz toplum o kadar çok istikrar.
Değerli milletvekilleri, sendikalar demokrasinin temel taşlarıdır. Sendikacılığın kan kaybetmesi demokrasimiz açısından bir zaaftır. AKP Hükûmetinin işçilerin sendikasızlaştırılmasına niçin karşı durmadığı elbette önemli bir soru olarak ortada durmaktadır. Sendikasız ve toplu sözleşmesiz iş yerlerinde iş barışının nasıl sağlanacağı ve sürdürüleceği iyice düşünülmelidir. Çağdaş bir endüstri ilişkileri talep ediliyor ise sendikalı işçilerin ve toplu iş sözleşmeli iş yerlerinin artmasına destek sağlanmalıdır. Çalışma hayatı, işçiyle işveren haklarının dengeli bir şekilde korunması yanında, işin korunmasını da dikkate alan politikalar çerçevesinde tanzim edilmelidir. Çalışma hayatındaki problemlerin çözümü ve çalışma barışının tesis edilmesi için çalışma hayatındaki çoklu danışma mekanizmaları güçlendirilmeli ve tarafların etkin katılımları sağlanmalıdır. Endüstri ilişkilerinde haklara saygı esas alınmalı, iş uyuşmazlıklarının iyi niyetli yaklaşımlarla çözümüne önem verilmeli, örgütlenme yönündeki engeller kaldırılmalıdır. Sendikal haklar çağdaş normlara uygun hâle getirilmelidir.
Değerli milletvekilleri, hemen ifade edeyim ki sendikalı işçi sayısının azalması, toplu iş sözleşmeli iş yeri sayısının azalması, toplu iş hukukunu da önemsizleştiren bir sürece yol açmıştır. Anayasa'mızın 53'üncü maddesine göre, işçiler ve işverenler karşılıklı olarak toplu iş sözleşmesi yapma hakkına sahiptirler ancak AKP Hükûmeti Ocak ayından bu yana, dokuz aydır toplu iş sözleşmesi hakkını açıkça ihlal ederek anayasal suç işlemektedir. Sendikaların bin altı yüz civarında yetki talebine Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı cevap vermemektedir. Bu nedenle, 350 binden fazla işçinin toplu iş sözleşmesi yapılamamıştır. İşçiler henüz ücret zammını alamamış olup mağdur edilmiştir. Bakanlığın gerekçesi, sendika üye istatistiklerinin yayımlanmaması. Peki, yayımlayacak olan kim? Yine Bakanlık. 2009 Temmuz ayından bu yana bu istatistikler yayımlanmıyor. Sendika üyeliğinde Sosyal Güvenlik Kurumuna yapılan işçi bildirimlerinin esas alınacağına dair düzenleme yapılıyor ancak bu düzenlemeye de uyulmuyor, 3 defa erteleniyor. Bunları yapan, çıkardığı kanuna bile uymayan kim? Yine AKP Hükûmeti. Ondan sonra da on yıllık iktidarın Çalışma Bakanı toplu iş ilişkileri yasası çıkmadığı için yetki veremediklerini pişkince söyleyebilmektedir. Aileleriyle birlikte milyonları ilgilendiren sözleşme sürecinin tıkanmasının mazereti olamaz ama tam bir acziyet, beceriksizlik, ciddiyetsizlik ve sorumsuzluk örneği sergileniyor. Toplu sözleşme yapılmamış, işçiler ücret zamlarını alamamış, AKP Hükûmetinin umurunda bile değil. "Yasa yok, toplu sözleşme yok, ücret zammı yok." diyorlar. Grev zaten yok. Grev hakkını kullanmaya kalkan işçiler yasayla engellenerek bir de işlerinden edilmektedir. AKP'nin ileri demokrasi anlayışı bu.
AKP Hükûmeti vergi zamlarına gelince hiç tereddüt etmemekte, hiç eli titrememekte, insafsızca zamlar yapmaktadır. Elektrikten doğal gaza, benzinden mazota, tüp gazdan oto gaza kadar zamlar milletimize yağmur gibi yağmaktadır. AKP Hükûmeti yapılan zamları bile gülerek geçiştiren ve bir şey olmamış gibi takdim eden bir acımasızlığı göstermektedir. Sayın Başbakan elektriğe ve doğal gaza gelen zam oranlarını ifade ederken "Öyle çok fazla değil, yüzde 10-15 düzeyinde." diyebilmiştir. Diğer taraftan, asgari ücrete, memura, emekliye, çalışana maaş zammı verirken kırk dereden su getirilmektedir, ücretlerde sefalet düzeyi devam etmektedir. Bugünkü asgari ücret ile çalışanların zorunlu ihtiyaçlarını asgari düzeyde olsa bile karşılaması mümkün değildir. Asgari ücret açlık sınırının altındadır.
Değerli milletvekilleri, AKP Hükûmeti kendi iş gücünü, kendi işçisini köle gibi görmekte ve bunu da resmen ifade etmekten hiç kaçınmamaktadır.
Sayın Başbakana bağlı Türkiye Yatırım Destek ve Tanıtım Ajansı Başkanlığının resmî İnternet sitesinde bakın ne diyor. Bir çıktısını aldım değerli arkadaşlarım. İnternet'e ulaşabilen arkadaşlarımız, Başbakanlık Yatırım Destek ve Tanıtım Ajansı Başkanlığında aynı ifadeleri görebilirler. Türkiye'de yatırım yapmak için sayılan on nedenden iş gücüyle ilgili kısma bakın, aynen okuyorum: "26 milyonu aşkın genç, eğitimli ve motive profesyonel, artan çalışma verimliliği, haftada 52,9 çalışma saati ve çalışan başına yıllık ortalama 4,6 günlük hastalık izniyle Avrupa'daki en uzun çalışma süreleri ve çalışan başına ortalama hastalık izninde en düşük oran" Âdeta, AKP Hükûmeti, köle pazarlarında köle satar gibi "işçimiz çok çalışır, az hastalanır" diye tanıtım yapıyor. Bu nasıl zihniyettir, bu nasıl anlayıştır? Haftalık çalışma süresinin 52,9 saat olduğunu söylemek, yasa dışı bir uygulamayı devlet olarak ifşa etmek ve övmektir. Sayın Bakan, bundan haberiniz var mı? Bakanlık olarak siz mi verdiniz bu bilgileri, yoksa uyuyor musunuz? Ülkemizde haftalık normal çalışma süresi 45 saat değil mi? Fazla çalışma süresi yılda 270 saati aşamaz. Fazla çalışmada işçinin onayı şarttır. Tamamı gönüllü olarak fazla çalışma yapsa bile, ortalama çalışma süresi 50 saati geçemez. Yani bir suç işleniyor, bu da Başbakanlık tarafından aynen ikrar ediliyor.
Teşekkür ediyor, saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Kalaycı.