GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: 2017 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2015 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesabı 6'ncı Tur görüşmeleri münasebetiyle
Yasama Yılı:2
Birleşim:37
Tarih:11.12.2016

HDP GRUBU ADINA AHMET YILDIRIM (Muş) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ben de dün, bir Türkiye olan ve deyim yerindeyse, Türkiye'nin her yerini kapsayan ortak fotoğrafımız olan İstanbul'da meydana gelen saldırıyı en sert bir biçimde reddediyor, kınıyorum ve bu saldırıda yaşamını yitirenlerin hepsine Allah'tan rahmet diliyorum, yaralılara acil şifalar diliyorum.

Yine, çok aziz ve mübarek bir günde böyle bir acıyı idrak ediyoruz. Ben de Mevlit Kandili'nin hem bu ülkeye hem İslam âlemine hem de bütün insanlara barış, huzur ve aydınlık bir gelecek getirmesine vesile olmasını temenni ediyorum.

Evet, içimiz yanıyor, gerçekten içimiz yanıyor çünkü biz burada suni gündemlere gömülüp kalmışız. Bu ülkede ölme biçimlerine, yaşama biçimlerine, mutluluk biçimlerine, cezalandırma biçimlerine bakmadan yürüyoruz. Albert Camus o veciz sözünde şunu söylüyor: "Bir ülkeyi tanımak istiyorsanız o ülkedeki ölümlerin nasıl gerçekleştiğine bakın." Çok ucuz gerçekleşiyor değerli arkadaşlar, bu ülkede ölüm çok ucuz, yaşam çok ucuz ve şunu söyleyelim Albert Camus'nun o sözünün üzerine -arkadaşlara hazırlatmıştım, buraya çıkarmayı düşünüyordum, gerçekten içim elvermedi- şunu ekleyeyim ben, arkadaşlarımızın da önerisiydi: Bir de o ölüm biçimlerinin basına ve gazetelere nasıl neşredilme biçimlerine de bakabiliriz. Dün, patlama, malumunuz, özellikle merkez medyanın gazetelerinin baskıya girmesinden çok önce gerçekleşti ve üzülerek önce yaralı, sonra ölüm haberlerini almıştık ama bugün 12 gazetenin tek büyük bir fotoğrafta kartona büyütülmüş hâlini arkadaşlarımız hazırlamıştı; ben bu ülkenin bir milletvekili olarak, bu yasama organının bir üyesi olarak utandım, gazete manşetlerinden utandım. "Başkanlık Sistemi Büyük Devrim" diye manşetler atılmasından utandım. Sadece 12 gazetenin 2'sinde, 3'ünde küçük puntolarla o dünkü patlama verilmişti. İşte, gerçekliğimiz bu. Neden suni gündemlere takılıp kaldığımızın gerçeği tam da burada yatıyor.

Ben Çevre ve Şehircilik Bakanlığı üzerine söz almıştım, eğer müsaadeniz olursa ona geçmeden önce, bir Kerbela yıl dönümünde Ali Şeriati'nin Kerbela şehitleri için yazdığı bir nesrin küçük bir bölümünü sizlerle paylaşmak istiyorum değerli arkadaşlar.

Ali Şeriati Kerbela'da şehadete uğrayanlar için söylüyor: "Kardeşlerim, şimdi şehitler ölmüştür, biz ölüler ise diriyiz. Şehitler, söyleyeceğini söyledi, biz sağırlara seslenildi. Ölümü seçme yürekliliğini gösterenler gitti, biz utanmazlar ise kaldık. Alçaklığın sembolü olan dünya yüceliğin sembolü olan Hazreti Hüseyin, Hazreti Zeynep için ağladığımıza ne kadar gülse yeridir. Bugün şehitler, çağrılarını kendi kanlarıyla duyurmuştur. Tarih boyunca oturanları ayaklanmaya çağırmak üzere gözlerini gözlerimize dikip yere serilmişlerdir.

Allah'ım, bu ne hikmet? Vahşet dolu günlük yaşantımızın pislik ve bataklığında yüzmekte olan bizler, Allah katındaki şehadet ve huzurları Kerbela'da kanıtlanmış olan kadın, erkek ve çocuklar bir daha bizim bu hâlimize haykırıyor." diye devam ediyor o nesir.

Değerli milletvekilleri, adaletin olmadığı, sağlıklı dağıtılmadığı bir ülkede hiçbir şeyin sağlıklı olmayacağını ifade edelim biz. Ve şunu ifade edelim ki Türkiye'de özel bir hukuk, kişilere ve zümrelere özel hukuk kitlelerin mutsuzluğu üzerine kurulmuş bir şekilde seyrediyor. Evet, biz bugün bir ülkenin, bir parlamentonun bir yıl içerisinde yapabileceği en önemli yasayı gerçekleştiriyoruz, 2017 merkezî yönetim bütçesi ve bunun yasası. Bu yasa içerisinde, bir yıl boyunca yaşayacağımız her şey var: Eğitim, sağlık, ulaşım, kentleşme, çevre, adalet, demokrasi, her şey bu yasanın içerisinde. Ve 2017 bütçesini görüşüyoruz. Ancak gelin, görün ki, şunu ifade edelim ki bizim gündemimiz bir darbe değil, darbelerin gölgesinde bir yılın en önemli bütçesinin yasasını hazırlama biçiminde seyrediyor. Ve söyleyelim bizim gündemimiz bu değil çünkü biz bu ülkede adaleti sağlamadığımız ölçüde, adaleti 80 milyon insan için aynı eşitlikte istemediğimiz müddetçe, mutlu azınlıkların mutluluğunu mutsuz çoğunluklar üzerine bina ettiğimiz sürece bu ülkede 80 milyon insanın aynı oranda aidiyet ve sahiplenme duygusu gelişmeyecektir.

Değerli arkadaşlar, bakın, bunların yanı sıra, biz dün akşam Meclis Başkanlığına sunulan ve bugün de gazetelerin manşetlerini süsleyen o anayasa paketiyle alakalı olarak ifade edelim: Şimdi, bu Parlamento muhtemelen bir hafta sonra komisyonda, Anayasa Komisyonunda görüşecek ve öngörülebilir bir süre içerisinde şu Meclise o anayasa paketi değişikliğini getirecek. Geçer mi, geçmez mi, bilmiyoruz ama hepinizin dikkatine şunu sunuyorum: Günlerden beri bizim "rehin alma", "rövanşist duygularla rehin alma" olarak ifade ettiğimiz, 10 üyesi eksik olan bu yasama organıyla alakalı olarak o 10 kişi oy kullanabilecek midir, kullanamayacak mıdır? Çünkü Anayasa değişikliklerinde hiçbir parti grup kararı alamaz, her birey maddeler veya tümü üzerine kendi kanaatiyle oy kullanır. Bu 10 kişi oy kullanabilecek mi, kullanamayacak mı? Belki 328'de kalacak. Belki burada olmayanların bir iki tanesi grup kararı alınamayacağına göre "Evet." yönünde oy kullanacaktı. Şimdi, bizimle aynı haklara sahip olan bu arkadaşlar bu Anayasa değişikliğinde, ülkede rejim değişikliğine tekabül eden bu değişiklikte oy kullanabilecek mi, kullanamayacak mı? Soruyoruz.

ALİ ÖZKAYA (Afyonkarahisar) - Kullanamayacak.

AHMET YILDIRIM (Devamla) - Bakın, bu itiraftır işte. Tam da günlerden beri söylediğimiz bu. "Kullanamayacak." diyorsunuz değil mi Ali Bey?

ALİ ÖZKAYA (Afyonkarahisar) - Tutuklu, kullanamayacak. Tutuklu kullanamaz.

AHMET YILDIRIM (Devamla) - Kullanamayacaklar çünkü onlar almışlar. Yargı olsa "Bilemiyoruz. İtirazlar var, onlar buradan başka bir kararla çıkabilirler." diyebilir. "Kullanamayacaklar." diyor. Tam da biz de bunu söylüyoruz günlerden beri. Alan da sizsiniz, rehin tutan da sizsiniz. Bunu söylemek istemezdim, sizin bu cümleniz bu anlama geliyor.

ALİ ÖZKAYA (Afyonkarahisar) - Yok canım sen de! Nereden biliyorsun?

AHMET YILDIRIM (Devamla) - Bana sorsanız, eğer yargı bağımsız olsaydı biz "Yargı bilir." diyebilirdik. Anayasa Mahkemesinde başvuru bekliyor. Onları rehin alan mahkemelerde, siyasallaşmış mahkemelerde itiraz dosyaları bekliyor.

Şimdi, değerli arkadaşlar, bakın, o rehin alma politikaları dışında bir de özel hukuk uygulanıyor onlara cezaevinde. Eş Genel Başkanımız Sevgili Figen Yüksekdağ Kandıra 1 No.lu F Tipi Cezaevinde tek kişilik hücrede kalıyor. Tek kişilik hücrenin bir işkenceye tekabül ettiğini bütün uluslararası insan hakları sözleşmeleri ifade ediyor. Hadi, hukukçusunuz Ali Bey, muhtemelen siz de cezaevinde müvekkil ziyaretinde bulunmuşsunuzdur.

ALİ ÖZKAYA (Afyonkarahisar) - Çok.

AHMET YILDIRIM (Devamla) - Yetmiyor, 16 Kasımdan beri avukatıyla hiçbir not alışverişi yapamıyor dosyaya ilişkin. Buyurun, hani tarafsız, bağımsız yargı tutuklamıştı? Onlar orada kalıyorlar, biz "rehin" olarak ifade ediyoruz.

Bir diğeri, Meclisten Meclis faks numarasını istiyor. Not alışverişine müsaade etmedikleri için eline yazdığı Meclisin faks numarası siliniyor. İşte, faşizm budur, biz buna faşizm diyoruz. Yetmiyor, bakın, tek kişilik hücrede, avukat görüşmeleri sağlıksız yapılıyor; bir diğeri, eş başkanımızın kaldığı blokun tamamı boşaltılmış, Figen Hanım'ın. Yetmiyor, sohbet ve ortak alana çıkma hakları bugüne kadar kullandırılmamış; yetmiyor, revire ve görüşe çıkarken -küstahlığa bakın- ayakkabısını çıkarması isteniyor. İşte, rehin politikası budur, rehin politikasıdır bu. Guantanamo'da da böyleydi Naci Hocam. Bakın, aynı... Düşünün, bir milletvekilinin, şu Parlamentonun tek kadın eş genel başkanının ayakkabısının çıkarılmaya çalışılması asla siyasi iradeden bağımsız yapılamaz, oradaki gardiyanların haddine midir ya? Onun önüne ne konmuşsa o yapılır. Bir diğeri, şunu ifade edelim... Ha onda öyle de diğer kadın iradesine yönelik saldırılar; Sayın Gültan Kışanak'ın, Sayın DBP Eş Genel Başkanı Sebahat Tuncel'in, KJA Sözcüsü Ayla Akat'ın farklı mı? Hayır. Burada aslında kadın iradesine dönük bir yönelim vardır.

Şimdi, değerli arkadaşlar, çok kısaca Çevre ve Şehircilik Bakanlığıyla ilgili ifade edeyim. Sayın Bakan, yaklaşık altı aydır, belki biraz daha fazla süredir bugörevdesiniz, hayırlı olsun. Bir önceki Çevre ve Şehircilik Bakanlığı bütçesi görüşülürken sizden önceki Bakan -tam bütçe görüşme dönemlerinde Sur'da, Cizre'de, Yüksekova'da, Şırnak'ta ve Silopi'de çatışmalar vardı- "Biz hepsini planladık. Göreceksiniz, bir dahaki kışa gelmeden oradaki kentler inşa edilecek..." demişti. Çadır bile kuramadınız Sayın Bakan.

ÇEVRE VE ŞEHİRCİLİK BAKANI MEHMET ÖZHASEKİ (Kayseri) - Sana göre öyle.

AHMET YILDIRIM (Devamla) - Oradan geliyoruz Sayın Bakan.

ÇEVRE VE ŞEHİRCİLİK BAKANI MEHMET ÖZHASEKİ (Kayseri) - Nereden geliyorsun?

AHMET YILDIRIM (Devamla) - İki gündür burada yokuz, Şırnak'tan geliyoruz ve birazdan söyleyeceğim, o zaman not alın, cevaplayın. İftiraysa söyleyin iftiradır. Yıkılmış binaların içine girip binaların içerisinden özel eşyalarını çıkarmak isteyen Şırnaklılar özel eşyalarını bulamıyorlar. Ve bizim duyumumuz, siz buyurun hayır deyin, içindeki eşyaların da alınması karşılığında oranın yıkımı ihale edilmiş Sayın Bakan. Hani biz belediye başkanlarınızdan açtık, Sayın Bakan umarım siyasi yaşamınız daha yükselerek devam eder ama şunu iyi biliyoruz: Siz 1998 yılında Melikşah Belediye Başkanıyken ilinizin Büyükşehir Belediye Başkanı Sayın Şükrü Karatepe 28 Şubat darbecilerinin kararlarıyla görevinden uzaklaştırıldı ve siz de kısmen de olsa demokratik bir yöntemle onun yerine seçildiniz, doğru olan bu. Aynen Sayın Recep Tayyip Erdoğan'ın 28 Şubatçılar tarafından İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığından alınması sonrasında oranın meclisinin Ali Müfit Gürtuna'yı seçmesi gibi. Ama şimdi böyle olmuyor, biliyor musunuz Sayın Bakan? Şimdi, darbecilere rahmet okutur darbeyle hareket ediliyor. Kayyumlar atanıyor, yetmiyor -Van'ın Özalp ilçesinde olduğu üzere- kayyuma da kayyum atanıyor. Düşünün, kayyuma da kayyum atanıyor Van'ın Özalp ilçesinde. 28 Şubatçılar bile bunu yapmadı Sayın Bakan. Aslında çevrecilikle ilgili olarak söyleyeyim, hani diyebilirsiniz: "Orada hendek, barikat vardı, yıkıldı da onun için -geçen yıl görüştüğümüz bu 411 sayılı torba yasadaki 80'inci maddenin (4)'üncü bendinde yargı yolunu kapatan- kamulaştırmalar yapıldı." İyi de bakın, bundan önceki Başbakan Davutoğlu'nun cümlesinden söylüyorum: "Bu olaylar yaşanmamış olsaydı bile biz kentsel dönüşümün bu şekilde yapılmasını öngörmüştük." Sayın Davutoğlu söylüyor; bir kelime yorum yapmıyorum.

Bir diğeri; bakın, öyle bir şey ki, Anayasa'nın 125'inci maddesindeki bu kamulaştırmalara itiraz edilme yargı yollarını kapattınız. Oysa Anayasa'nın 125'inci maddesi diyor ki: "İdarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolu açıktır." Siz şimdi diyebilir misiniz, bir yasanın Anayasa'nın bu amir hükmünün üzerinde olduğunu iddia edebilir misiniz?

Bir diğeri Sayın Bakan, şunu söyleyelim; 6 Kasım günü Zonguldak'ta size yöneltilen, bizim Meclise gelip gelmemeyi tartışmaya binaen, iki haftalık gelmeyişimize dair soruya ilişkin: "Gündem dışı konuşmalar, önergeler... Maddeye geçemiyoruz. Yapıyorlar, bunun dışında yapıyorlar; zaten, çirkinliklerini icra ediyorlar. Bir günde kanun maddesini geçirmek bile zor hâle gelebiliyor." diyorsunuz. Şimdi, şu Meclisin Anayasa'sı olan İç Tüzük'ü kullanmayalım mı, soru önergesi vermeyelim mi? Muhalefet, hazırlanmış bir kanunu veya ilgili bir Anayasa maddesini nasıl nitel hâle getirebilir? Getirebileceği biçim bellidir; eleştirecek, önerisini yapacak, soru önergesi verecek. Bundan bile rahatsızlık duyan bu yürütmenin açık söyleyeyim...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

AHMET YILDIRIM (Devamla) - ...bu ülkeyi darbelerden kurtarabilme şansının çok fazla olmadığını, bilakis yeni darbeler üretmekten başka bir şeye hizmet etmeyeceğini ifade etmek istiyorum.

Bütün Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum.