| Konu: | 2017 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2015 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesabı Maddeleri münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 41 |
| Tarih: | 15.12.2016 |
HDP GRUBU ADINA AHMET YILDIRIM (Muş) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, bizleri televizyonları başında izleyen değerli halkımız ve değerli Meclis emekçisi arkadaşlarım; hepinizi saygıyla selamlayarak başlamak istiyorum.
Gerek Türkiye'de gerekse Orta Doğu ve dünyanın farklı yerlerinde, gerçekten, kötülüklerin sıradanlaştığı, akan kanın her geçen gün, maalesef, sıradan duygularla karşılandığı günlerden geçiyoruz. En son, 100 bini aşkın insanın Halep'te yaşam mücadelesi verdiği, açlık mücadelesi verdiği, temel ihtiyaçlarını karşılayamadığı bir trajediyle son birkaç günümüzü geçiriyoruz. Ancak unutulmamalıdır ki her ne kadar son birkaç günde Halep'te artmış olan insanlık suçuna dair uygulamalar bugünün sorunu değildir. Halep sadece üç beş gündür bir trajedi yaşamıyor. Halep ve Suriye topraklarının büyük bir bölümü beş yılı aşkın bir süredir bu trajediyi kesintisiz yaşıyor. Belli dönemlerde sağlanan kısmi anlaşmalarla tansiyon düşmüş olsa bile, insanlığa dair suçlar azalmış olsa bile hiçbir zaman kalıcı bir istikrar orada sağlanamamıştır.
Yine, özellikle Türkiye'de farklı siyasi çevrelerin ve Hükûmetin son günlerde Halep'te insanlığa karşı işlenen suçlara dair göstermiş olduğu hassasiyeti anlamlı bulmakla birlikte bunun sadece Halep'e indirgenmesi ve sadece Halep'teki birkaç günlük uygulamaya indirgenmesi geçici bir çözüm dışında hiçbir şeye hizmet etmeyecektir. Türkiye ne yapabiliyorsa ülke olarak varını yoğunu ortaya koymalı, başta Halep olmak üzere Suriye'de barışçıl bir ülke olmanın koşullarına katkı koyabilmelidir. Bu anlamda Halep'te yaşanan trajediyi giderebilme konusundaki çabalar Bab'a yapılan operasyonlardan daha evladır bizim için. Türkiye eğer içte ve dışta ilkeli ve istikrarlı bir tutum belirleyemezse asla ama asla uluslararası düzlemde söylemlerinin ve politikalarının inandırıcılığının olmasını hiç kimse bekleyemez. Bir yandan Bab'a operasyon yapılıyor, bir yandan Suriye'nin farklı bölgeleri için farklı ülkelerle birbirine zıt ve çelişkili sözleşmeler ve anlaşmalar, görüşmeler yapılıyor, bir yandan İran-Rusya hattıyla Suriye'nin belli bölgeleri için görüşmeler yapılırken bir yandan Avrupa ve ABD'nin oluşturmuş olduğu koalisyon güçleriyle görüşmeler yapılıyor. Bunlar oradaki insanların sorunlarına kalıcı çözümler üretmek yerine dönemsel pragmatik girişimler dışında başka bir şey değildir. Şimdi, şunu soruyorum: Allah aşkına, gerek ülke içinde gerekse yurt dışında, Türkiye'nin, Suriye'de insancıl bir politika izlediğini, Suriye'de istikrarın sağlanmaya çalışılmasına, kalıcı bir barışın tesis edilmesine dönük bir pozisyonunun olduğunu biz şu dünyada çevreye ne kadar inandırtabiliyoruz? Türkiye gerçekten, Suriye'yi oluşturan bütün halkların, bütün dinlerin, bütün mezheplerin kendisini mutlu hissedebileceği ve yarınlara güvenle bakabileceği bir politikanın, bir dış politikanın sahibi midir? Yine, Sayın Başkan aradan sonra yaptığı o anlamlı açıklamasında, dünyanın birçok çevresinde yaşanan trajediler ile doğal olarak bugün Halep'te yaşanan trajediyi kıyaslama gibi bir söylemde bulundu. Bunu anlamlı ve değerli buluyoruz. Ancak, geçen yıl bu vakitler, ülkenin kötüye gittiğini, ülkenin doğusunda ve güneydoğusunda Kürtlerin yoğun yaşadığı yerlerde kamu güvenliği adına orantısız güçlerle insanların ve sivil yerleşim alanlarının ciddi zararlar gördüğünü söylediğimizde -üzülerek ifade ediyorum- Hükûmet yetkililerinden ve iktidardan veya Meclis yönetimimizden duyarlı, bugünküne benzer minvalde bir açıklamayı görememiş olmanın üzüntüsünü yaşıyoruz. Biz, bundan dört ay önce neden Şırnak ve Hakkâri'nin il olmaktan çıkarılmaya çalışıldığını Şırnak'ın kapıları açıldıktan, sokağa çıkma yasağı kaldırıldıktan ve biz Şırnak'a intikal ettiğimizde aslında bir ilin ortada kalmadığını gördükten sonra anladık.
Sayın Başkan ve değerli milletvekili arkadaşlarım; bugün, Türkiye 81 ile sahip olabilir ama 81 tane il merkezine sahip değildir, 80 tane il merkezi vardır. Bugün, Şırnak'ın kent merkezi yoktur; orada sadece emniyet, askeriye, adliye, valilik ve resmî kurumlar vardır. Yine ifade edeyim, asla bu söylemlerim Halep'e yapabileceklerimizi engelleme değildir. Ne yapabiliyorsak el birliğiyle yapmalıyız. Ancak, bugün Şırnak'ta on binlerce insan çadır dahi bulamıyor. Ciddi ciddi barınma ihtiyacı yaşıyor, ciddi ciddi açlık problemi yaşıyor. Bunu, neye gerekçelendirirseniz gerekçelendirin ama ortada, hâlâ insanların kendi temel ihtiyaçlarını karşılayamadığı ve bunun birçok yerleşim biriminde süregittiği bir ülke gerçekliğiyle karşı karşıyayız.
Cizre'de, Sur'da, Yüksekova'da farklı seyretmemiştir ve ilginçtir, biz, geçen yıl bu vakitler, bu gidişin bu ülkenin geleceği açısından iyi bir gidiş olmadığını söylediğimizde oturup kalkan iktidar sahipleri, 15 Temmuzdan sonra istisnasız operasyonların yapıldığı ve sivil ölümlerine neden olan bütün il merkezlerindeki operasyon komutanlarını, sonradan terör örgütü olarak ilan edilen Gülenci subaylar ve güvenlik güçlerinin elemanlarından müteşekkil bütün kadroları içeriye attılar. Bu, iktidarın siyasi sorumluluğunu ortadan kaldıramaz. Bugün, Şırnak operasyonunun komutanı içeride, Yüksekova operasyonunun komutanı terörist suçlamasıyla içeride; Sur'un, Nusaybin'in, Cizre'nin hakeza öyledir.
Şimdi, hâlâ geçen yıl bu vakitler yaşanan ve trajediye tekabül eden uygulamaların arkasında mıyız, değil miyiz? Arkasındaysak o terörist olarak suçlanan komutanların içeride olma hâlini masum görmemiz lazım bizim. Onlar yaptılar ve terörist suçlamasıyla içerideler şu anda.
Değerli milletvekilleri, şunu ifade edelim: Gerçeklerle yüzleşmek, hakikatle yüzleşmek yarına daha güvenli hazırlıklar yapmamızı beraberinde getirir. George Orwell'in söylediği üzere, bir topluluk hakikatten ne kadar uzaklaşırsa onu dile getirenlerden o kadar çok nefret eder. "Bir topluluk gerçeklerden, hakikatlerden ne kadar uzaklaşırsa o hakikatleri dile getirenlerden o kadar çok nefret eder." diye George Orwell söylüyor.
Değerli milletvekilleri, şimdi, Sayın Maliye Bakanımızı bütçe sürecinde ilk bir iki gün gördük ve son bir iki gündür görmüşken birkaç dakika özellikle rakamlar üzerinden bir iki hususu hem bilgisine hem sorularla cevap vermesi üzere kendi dikkatine sunuyorum:
Şimdi, Sayın Bakan, ben, özellikle Plan ve Bütçe Komisyonu üyesi olarak -iki bütçe dönemi geçirdik sizinle- bürokratlarınızla birlikte yaptığınız çalışmaları, çabaları asla küçümsemem. Ülkenin bu mali krizden ve küresel etkilerden de en az hasarla bu süreci atlatması için bir çabanız var ama öyle bir ülke gerçekliğine dönüştük ki artık sizin çabalarınızın kifayet etmediği bir ekonomik tabloyu ve süreci yaşıyoruz. Keşke bu ülkenin ekonomik yönetimi sadece sizin ve bürokratlarınızın elinde olsaydı, eminim, çok daha iyi sonuç ortaya çıkarırdı. Ama, neredeyse -sözümü mazur görün ve size dönük değil- bir paralel ekonomi yönetimini Cumhurbaşkanlığı Sarayı'nda kurmuş olan ve oradaki akıl hocalarının, ekonomiyle ilgili akıl hocalarının geriye dönük başarısızlık öyküsü ortadayken bu ülkenin düze çıkması mümkün değildir. Merkez Bankası faizlerine müdahale eden, dolar bozdurup alma süreçlerine müdahale eden bir Cumhurbaşkanlığı ve Hükûmet yönetimiyle karşı karşıyayız.
Sayın Bakan, 2 rakam veriyorum. Dolar mevduatı, Cumhurbaşkanının halka "Dolar bozdurun." çağrısı yaptıktan sonra bütün bankalardaki dolar mevduatı 27 milyar dolar arttı mı, artmadı mı? Yani, insanlar, belki 3-5 kuruşu olan, destek olsun diye bunu yapmış olabilir ama 27 milyar dolar mevduat artmıştır, alım artmıştır açıklamalardan sonra.
Bir diğeri Sayın Bakan, bütçemiz 641 milyar TL. Bakın, siz ekim ayının sonunda bütçenin taslağını bizim Plan Bütçe Komisyonuna sunduğunuzda kurumuz 3,07'ydi ve o 641 milyar lira 208,7 milyar dolardı; bugün ise -bugünkü kur üzerinden az önce hesapladım, ne kadarmış- 181,4 milyar dolar. Bir defada 28 milyar dolarımız uçtu gitti Sayın Bakan ve uluslararası rekabette, ihracatta, ithalatta ilişkilerimizi hâlâ döviz üzerinden kurguladığımıza göre, neredeyse biz paramızın yüzde 13'ünü, bütçemizin dış ilişkilerdeki değerinin yüzde 13'ünü kaybetmiş durumdayız diyorum.
Bütün Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum.