GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Sınai Mülkiyet Kanunu Tasarısı münasebetiyle
Yasama Yılı:2
Birleşim:44
Tarih:21.12.2016

HDP GRUBU ADINA AHMET YILDIRIM (Muş) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; akşamın bu geç saatinde ben de hepinizi saygıyla selamlayarak başlamak istiyorum.

Bugün Suriye toprakları içerisinde hayatını kaybeden, bu akşamki 10 askerden sonra hayatını kaybeden sayısının 14'e yükselmiş olmasına dair içtenlikle üzüntülerimi ifade ediyor, onlara Allah'tan rahmet diliyor, ailelerine başsağlığı diliyorum ve yaralılara da acil şifalar diliyorum. Ancak biraz empati yapabilirsek, bugün hayatını kaybeden askerlerden birinin çocuğumuz, kardeşimiz, babamız veya yakın bir akrabamız olmasını bir yana bırakın, acaba adına "Fırat Kalkanı" denen operasyonda bu düzeyde yakınlığımız olan birinin asker olarak sadece orada bulunuyor olması bizi nasıl bir kaygıya, nasıl bir tedirginliğe sevk eder düşünebiliyor muyuz acaba, biraz empati yapıp bunu düşünebiliyor muyuz? Evet, bu 14 gencecik askerin ailesine, evine, ocağına nasıl ateşin düştüğünü biz yarın unutacağız ama o aile ömür boyu unutmayacak ve onarılmaz bir yarayla karşı karşıya kalacak. Bizim için kolay. Burada taziye dileyeceğiz, yaralılara acil şifa isteyeceğiz, ondan sonra geçip gideceğiz. Peki, o askerlerin minicik çocukları, o askerlerin saçlarını süpürge ederek onları bu yaşa kadar büyüten anneleri, babaları, kardeşleri, eşleri ne hissediyor, acaba biz bunun acısını kendimizde içselleştirerek ne kadar hissediyoruz? Bu da Parlamentodaki grubumuz dışındaki diğer 3 partiye eleştirimdir ki, bu tezkereye oy vermemiş Mecliste grubu bulunan tek siyasi partiyiz biz. Çünkü, bugün bu olaydan ne kadar üzüntü duyuyorsak, tezkerenin görüşüldüğü gün bu ve benzeri durumları da -tezkerenin görüşüldüğü zaman, oy vermediğimiz zaman- öngörerek bu yönde bir kanaat kullandık.

Şimdi, değerli arkadaşlar, bakın, 24 Ağustostan beri Suriye toprakları içerisinde hayatını kaybedenlerin sayısı 40'a yaklaştı. Bir de hiç kimsenin sözünü etmediği, unuttuğu, unutturmaya çalıştığı 2 askerimiz de DAEŞ'in elinde. İki haftadır buna dair hiç bilgi veren yok, sayının 2 mi veya daha fazla mı olduğunu da maalesef bilmiyoruz. Bunlar şu anda ne durumda veya Türkiye'deki Millî Savunma Bakanlığı, Genelkurmay Başkanlığı bunların sağ salim elde edilmesi, teslim alınması için nasıl bir çaba sarf ediyor bilmiyoruz biz.

Şimdi, değerli milletvekili arkadaşlarım, bakın, şunu söyleyelim: Biz El Bab'ı düşürüp ele geçirsek ne olacak? Ne olacak? Bizim egemenlik sahamız değil, işgal edilmiş bir toprağımızı geri alma pozisyonuyla da karşı karşıya değiliz ama biz bu tezkereye oy vermemiş bir siyasi parti olarak El Bab'ı DAİŞ'ten temizlesek bile ne olacağını ben söyleyeyim: En fazla bir hafta sonra rejim ve Rusya, bu aralar sıcak ilişkiler geliştirmeye çalıştığımız rejim ve Rusya "Hadi, işiniz bitti; çekilin buradan." diyecek. Oranın Türkiye'ye kalacağını mı sanıyorsunuz? Türkiye askerinin orada ilanihaye kalacağını mı düşünüyorsunuz? Göreceksiniz, Bab'ı alsak bile ya, rejimin ve Rusya'nın canına minnet; hiçbir askerini kaybetmeden, operasyon yapmadan, silah kullanmadan, yaralı ve şehit vermeden teröristlerce işgal edilmiş olan bir kentini onlarca kilometre ötede sınırı kalmış olan bir ülkenin askerleri gelip yaşamını vererek ellerinden alıyor ve... Göreceğiz arkadaşlar, bakın, yaşayarak göreceğiz, umarız bu sayı burada kalır, umarız bunun üzerine bir can daha toprağa düşmez ama bu sayı neye varır bilmiyorum ancak şunu iyi biliyorum, orayı DAİŞ'ten Türkiye'den giden güvenlik güçleri teslim alsa bile gidecek o toprağın sahiplerine ve egemenlik hakkı üzerinde olan devlete teslim edecek; bu. Çünkü üç gün sonrasını göremediğimiz; üç gün sonranın hesabını yapamadığımız bir dış politikayla Suriye'de bulunuyoruz ve günübirlik, haftalık da değil günübirlik açıklamaların ve Hükûmet yetkililerinin birbiriyle çelişen, tezat olan demeçleriyle karşı karşıyayız biz. Yarın, bugün söyleneni tekzip edecek bir açıklamayla karşılaşırsak artık, ülkenin maalesef şaşırmadığı bir Suriye politikasına sahibiz. Peki, Fırat Kalkanı'nda askerlerin akıbeti bilinmezliklerle dolu ve insan hayatı da Türkiye'deki televizyon kanallarının altındaki alt yazıyla özdeşleşmiş durumda. Alt yazı geçiyor: "Son dakika..." Alt yazı geçiyor: "Bu kadar asker hayatını kaybetti." Alt yazı geçiyor: "Bu kadarı ağır olmak üzere bu kadar yaralı." Ee, sonuç? Ne yapmaya çalışıyoruz, amacımız ne? Biz bütün bunları düşündüğümüz için ve bu ülkenin kendi toprakları üzerindeki egemenlik hakkını sonuna kadar savunma hakkını teslim ederek kendi sınır güvenliğini sağlayacak olan bir pozisyonda ve tavırda, bir politikada olması gerektiğini düşünüyoruz. Ya değilse?

Bakın, tekrar söylüyorum: El Bab'dan yürüyüp Rakka'ya gideceğimizi mi sanıyoruz? Bunu bize yedireceklerini mi sanıyorsunuz? Tırnak içinde söylüyorum, en zahmetli, en sıkıntılı, en netameli işleri havale etmiş bize; bizim askerimiz orada şey yapıyor. Rusya yarın "Çık." dediğinde, "Çıkmazsan seni de havadan vuracağım." dediğinde -ki ilk saldırıda, Türkiye'nin 3 askeri bundan bir ay önce öldüğünde bütün uluslararası haber ajansları geçti ki Rus uçakları vurmuştu- "Yine vururum ya da çekileceksiniz." dediğinde ne yapacaksınız? "Yok, biz kendi topraklarımız üzerindeyiz ve burayı koruyacağız." mı diyeceğiz?

Böyle anlamsız bir dış politikanın içine saplanmışız ve bütün dünya bu sendromu "Vietnam sendromu" olarak tanımlar. Bir kişinin, bir ülkenin, bir ülkenin silahlı güçlerinin, kendi egemenlik hakkının olmadığı topraklarda operasyon yapması ve orada tıkanmış bir politikayla karşı karşıya gelmesini bütün diplomatik literatürde "Vietnam sendromu" olarak tanımlarlar, bunun adı "Vietnam sendromu"dur.

Bütün içtenliğimle ve kalbî duygularla söylüyorum: Bu akşamki kayıpların son kayıplar olmasını içtenlikle temenni ediyorum. Bir fazla kaybın daha gerçekleşmemesi için bu Parlamentonun ve başta da siyasi iktidarın elinden ne geliyorsa onu yapması gerektiğini düşünüyoruz; Bir an önce kendi sınır güvenliğini sağlayacak şekilde o topraklardan çekilmesi gerektiğini, tezkereden almış olduğu yetkiden imtina etmesi gerektiğini düşünüyoruz biz. Bize orada istediğimiz gibi hareket etme şansı vermeyecekler. Rejimin ve Rusya'nın Fırat'ın batısında kalan topraklarda izin verdiği ölçüde ilerleyebiliyoruz biz. Onların izin vermediği hiçbir yere ilerleyebilme şansımız yok. Onların "Dur." dediği yerde durma, "Geri çekil." dediği yerde ya orantısız bir mukabeleyle onlarla çatışmayı ve savaşa girmeyi deneyeceğiz ki o zaman işin içinden çıkılmaz bir Vietnam sendromuyla karşı karşıya kalacağız ve aklımızın hayalimizin tasavvur edemeyeceği bir problem ve sıkıntıyı bu ülke insanlarına yaşatacağız. Ne olursunuz, bırakın, bizim siyasi kaygılarımızı, taleplerimizi oradaki askerlerin yaşam hakkı için, oradaki insanların ailesinin mutluluk hakkı için, kendi çocuklarına, annelerine, babalarına ulaşma hakkı için de olsa bu operasyonu Türkiye'nin bir an önce sonlandırması gerektiğini düşünüyoruz. Bu tezkere baştan beri anlamsızdı, bu saatten sonra tümüyle işlevini yitirmiştir. Bunların üzerine daha bir can verme lüksümüzün bile kalmadığını düşünüyorum.

Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)