GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Başbakanlığın, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 21/7/2016 tarihli ve 1116 sayılı Kararı uyarınca ülke genelinde ilan edilen ve 11/10/2016 tarihli ve 1130 sayılı Kararı uyarınca devam etmekte olan olağanüstü hâlin, 19/1/2017 Perşembe günü saat 01.00'den geçerli olmak üzere üç ay süreyle uzatılmasına ilişkin tezkeresi (3/863) münasebetiyle
Yasama Yılı:2
Birleşim:49
Tarih:03.01.2017

HDP GRUBU ADINA AYHAN BİLGEN (Kars) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; olağanüstü hâlin bir kez daha uzatılmasıyla ilgili Başbakanlığın ve Bakanlar Kurulunun imzaladığı ve Meclise gönderdiği prensip kararı var.

Tabii, konuya böyle girip girmeme konusunu epeyce düşündüm. Bu konuyu bilen çok sayıda arkadaşı da aradım, acaba ben mi bir yanlış değerlendirme yapıyorum, okuduğum metni anlamakta zorlanıyorum ya da benim bilmediğim bir şey mi var diye birkaç saattir çok ciddi bir kaygı içerisindeyim.

Değerli arkadaşlar, gelen yazı aynen şöyle diyor -giriş kısmını okumayayım, muhtemelen bütün gruplarda vardır- görüştüğümüz konuyu eğer bütün gruplar bilerek görüşüyorsak aynen şöyle yazı: "Türkiye Büyük Millet Meclisinin 21/07/2016 tarihli ve 1116 sayılı Kararı ile ülke genelinde ilan edilen ve 11/10/2016 tarihli ve 1130 sayılı Kararı uyarınca devam etmekte olan olağanüstü hâlin, 19/1/2017 Perşembe günü saat 01.00'den geçerli olmak üzere üniversite 3 ay süre ile uzatılmasının, Türkiye Büyük Millet Meclisine arzı: Millî Güvenlik Kurulunun 3/1/2017 -dikkatlerinizi buraya çekmek istiyorum değerli milletvekilleri- tarihli ve 501 sayılı tavsiye kararı göz önünde bulundurularak Bakanlar Kurulunca 3/1/2017 tarihinde kararlaştırılmıştır."

Şimdi, bugün 3/1/2017 değerli arkadaşlar. Bu yazı bize öğlen saatlerinde geldi. Bakanlar Kurulunun dün bu konuyu görüşmediğini Hükûmet Sözcüsü en azından ifade etti ama şekil esası yerine gelmiş, Başbakan sabahleyin dedi ki: "Hayır, görüşüldü, karara bağlandı, imzalar var." İmzalar varsa gerisi siyasi etik meselesidir ama bu MGK ne zaman yapıldı değerli arkadaşlar? Ayın 3'ü bu gece on ikiden sonradır. Saat on ikiden sonra, Bakanlar Kurulu toplantısından önce bir tavsiye kararı alınmadıysa tersine yapıyorsunuz işi demek ki yani önce burada görüşeceğiz biz, ellerimizi kaldıracağız, oylayacağız, ondan sonra muhtemel MGK kararında, değerli arkadaşlar, karar defterine bir tavsiye kararı yazılacak. Kanarya Sevenler Derneği böyle yönetilmez arkadaşlar. Böyle bir şey olabilir mi?

MGK'nın son toplantı tarihi, değerli arkadaşlar, 30 Kasım 2016. 8 tane karar var, kamuoyuna açıklanmış, tek tek okuyayım. Birinci karar: Terörün ülke gündeminden çıkartılması. İkincisi: Teröre destek veren ülkelerin uyarılması. Üçüncüsü: Fırat Kalkanı Harekâtı. Dördüncüsü: Halep. Beşincisi: Irak'ın toprak bütünlüğü. Altıncısı: Musul ve Telafer. Yedincisi: Sincar. Sekizincisi Kıbrıs'la ilgili.

Şimdi, kasım ayındaki toplantıda muhtemelen 500'üncü karar çıkmış olabilir yani sayılara bakıyorum ben, karar sayılarını inceledim, 20/7/2016 tarihli OHAL'in ilk tavsiye kararının verildiği toplantının karar sayısı 498. Bir sonraki uzatma, 30/11/2016 toplantısından önceki karar, o da 28/9/2016, karar sayısı 499. Şimdi, bu durumda her toplantıda bir karar numarası veriliyorsa Millî Güvenlik Kurulunda, 500 no.lu Karar 30 Kasım toplantısında olabilir ama biraz önce okudum, böyle bir karar yok. 501'inci Karar da ancak bir sonraki MGK'da alınabilir yani o da rutin tarihi itibarıyla Ocak ayının sonu. Şimdi, Ocak ayının sonunda yapılacak olan Millî Güvenlik Kurulu toplantısında verilecek olan tavsiye kararını Bakanlar Kurulu imzalamış ve Meclise göndermiş değerli arkadaşlar, Meclise göndermiş. Meclis Başkanına sağlık ve afiyet diliyoruz ama ben Sayın Başkan Vekiline sormak istiyorum: Bu yazıyı...

ORHAN DELİGÖZ (Erzurum) - O kararlar olmadan da Meclis karar alabilir Ayhan Bey.

AYHAN BİLGEN (Devamla) - Nasıl?

ORHAN DELİGÖZ (Erzurum) - O kararlar olmadan da Meclis karar alabilir.

AYHAN BİLGEN (Devamla) - Değerli arkadaşlar, yani Allah aşkına bunu savunmayın, bari bunu savunmayın. Yani tamam, teşekkür ederim sağ olun.

Ben Meclis Başkanına sormak istiyorum: Meclis Başkanlığı, Başbakanlıktan gelen bu prensip kararını MGK'nın hangi tavsiye kararını görerek gruplara gönderdi ve bugün Genel Kurulun gündemine bu konu alındı?

Değerli arkadaşlar, bakın, bu bir imla hatası, bir harf hatası, bir şekil eksikliği olsa deriz ki: "Ya, bu ülke bu kadar ciddiyetsiz yönetiliyor." Yani tarih, sayı, numara falan karışmış ama çok önemli değil. MGK kararlarının ne ifade ettiğini tartışmıyoruz değerli arkadaşlar. Eğer onları tartışacak olursak başka şeyler var zaten tartışılacak. Örneğin daha önce FETÖ'yle ilgili, MGK kararıyla ilgili bir danışman ve milletvekilinin söylediği sözler var: "Biz bu kararları yok saydık." diyor. MGK'nın siyasal sistem içerisinde nerede olması gerektiğine dair galiba en radikal düşüncelere sahip parti biziz. Ama bir işi yapıyorsanız ciddi yapacaksınız. Yapılmamış Millî Güvenlik Kurulundan Bakanlar Kuruluna tavsiye kararı çıktığı bu ülke tarihinde görülmüş bir şey mi değerli arkadaşlar? Yani bu toplantı yapıldığında böyle bir kararın çıkacağından mı eminsiniz? Millî Güvenlik Kurulunu da burada hazırladığımız Anayasa taslağı gibi önce imzaya açıyoruz, sonra sosyal medyada paylaşıyoruz, sonra içeriğini mi tartışıyoruz? Böyle mi oluyor? Bu yöntem böyle mi artık? Devlet böyle mi yönetilecek bundan sonra?

Değerli arkadaşlar, bu konu sadece bir şekil konusu değilse yani bir bilinçli yazım varsa Başbakanlıkla Meclis arasındaki yazışmalar bu kadar ciddiyetsiz yapılmıyordur, olamaz herhâlde, böyle değildir, mutlaka bir bildikleri varsa... Yani bugün sabah, değerli arkadaşlar, bu ülkede bir Millî Güvenlik Kurulu toplantısı yapıldıysa, lütfen, birisi Hükûmet adına, iktidar partisi grubu adına bu gizli Millî Güvenlik Kurulunda alınan başka kararlar var mı bunu bize açıklasın. Çünkü belli ki bu geçtiğimiz on on iki saat içerisinde ve muhtemelen sabahın ilk saatlerinde bu toplantının yapılmış olması gerekiyor ama Bakanlar Kurulu toplantısı dün yapıldı, hadi kararı bugün imzaladı. Dün yapılan toplantıdan önce bir Millî Güvenlik Kurulu toplantısı var mı? Hayır. Basında tarıyorum, son toplantı 30 Kasım tarihinde.

Değerli arkadaşlar, olağanüstü hâli tartışmanın, olağanüstü hâlde çıkartılan kararnamelerin ciddiyetini tartışmanın bu koşullarda gereği var mı bilmiyorum yani bu yazı Başbakanlıktan Meclise gelirken ne kadar dikkatle, ne kadar özenle, ne kadar hukuk devleti hassasiyetiyle, ne kadar ciddiyetle hareket ediliyorsa kanun hükmünde kararnameler de o kadar ciddiyetle, o kadar hassasiyetle, o kadar insan hakları duyarlılığıyla hazırlanıyor. Onun için zaten Cihanbeyli'deki radyonun adı "Radyo Cihan" olduğu için, "cihan" kelimesi de cemaate ait olduğu için FETÖ'den Cihanbeyli'deki radyo kapatılabiliyor ya da anayasa çalışmaları için kurulmuş bir dernek, sadece Cemil Çiçek Başkanlığındaki Komisyon döneminde çalışmalara katkı sunmak için paneller, konferanslar düzenlemiş bir dernek, hiçbir üyesinin FETÖ'yle hiçbir ilişkisi olmadığı hâlde, sırf ismi "Aktif Toplum" olduğu için, yani anayasa sürecine katılım aktif toplum gerektirir -"Aktif Toplum" olduğu için- "aktif" kelimesini de haber ajanslarında malum yapı kullandığı için bir dernek kapatılır.

Değerli arkadaşlar, isim benzerliğiyle avukatların kapısına mühür vurulur. Eğer Başbakanlıkla Meclis Başkanlığı arasındaki ilişki bu ciddiyetle yürütülüyorsa kanun hükmünde kararnameler de ancak o ciddiyetle, o hukuka uygun, hukuka saygılı mantıkla yürüyor olabilir.

Değerli arkadaşlar, elbette bu konunun şekille ilgili boyutu vahamet düzeyindedir. Bu vahametle ilgili, bu rezaletle ilgili bir açıklama yapılmadığı takdirde, inandırıcı, ikna edici bir açıklama yapılmadığı takdirde zaten bundan sonra bu toplantı da, Genel Kurulda bu konunun tartışılması, konuşulması da bana göre ciddi bir usul tartışmasını gerektirir ama ben, buna rağmen, kalan süremde OHAL'in neler doğurduğuna dair birkaç şeye dikkatinizi çekmek istiyorum.

Değerli arkadaşlar, çok sayıda isim var çünkü geçtiğimiz altı ay içerisinde yüzlerce gazeteci gözaltına alındı ve bir o kadar sayı da tutuklu. Ama bir isim, mesela Murat Aksoy, yüz yirmi gün olmuş değerli arkadaşlar, hâlâ hakkında iddianame yok.

Şimdi, hukuk devletinde deliller vardır elinizde, zanlıyla ilgili ciddi, kuvvetli bir şüphe vardır, delillerin karartılma ihtimali vardır, şahsın kaçma ihtimali vardır ya da suçun işlenmeye devam ediliyor olma ihtimali vardır. Değerli arkadaşlar, Murat Aksoy yıllarca Yeni Şafak gazetesinde yorum sayfasını hazırlayan, birçoğunuzun tanıdığı bir arkadaş. Sadece, geçimini gazetecilikten sağladığı için ve o dönemde başka bir gazetede iş bulamadığı için o gruba yakın gazetelerin birisinde yazı yazdı. Aranızda birçok milletvekili var geçmişte o gazetelerde yazan, Sayın Cumhurbaşkanının sözcüsü var o gazetelerde yazı yazan. Şimdi, o gazetelerde yazı yazmak peşinen bir terör örgütüyle ilişkilendirmeyi gerektiriyorsa yüz yirmi gün boyunca bir gazetecinin, değerli arkadaşlar, evine ekmek götürecek başka hiçbir imkânı olmayan, ihale takipçiliği yapmayan bir gazetecinin evindeki 2 küçük çocuğunun ne yiyip içtiğini düşünüyorsunuz? Bu, sizi hiç ilgilendirmiyor mu, hiçbir şey ifade etmiyor mu? Yıllarca size yakın bir yayın organında bu arkadaş çok zor şartlarda, fedakârca çalıştı; hiçbir şey hissettirmiyor mu bu size?

Değerli arkadaşlar, tabii, delilden suçluya değil, zanlıya değil, önce kişiyi tutuklayıp ondan sonra delil beklemeye devam ettiğinizde daha garip vakalar var. Mesela HDP'nin Manisa İl Örgütü yöneticilerinin bir kısmı dokuz aydır, bir kısmı on bir aydır, değerli arkadaşlar, hâlâ mahkemeye çıkarılmadı çünkü iddianame yok ortada. Şimdi, dokuz ay boyunca iddianame hazırlamaya zaman bulamayan savcılık, parti yöneticilerini hangi gerekçeyle tutuklamış olabilir değerli arkadaşlar? Tutuklama bu kadar basit bir şey mi, bu kadar keyfî bir şey mi? Önce tutukluyorsunuz, sonra delil topluyorsunuz, bunu anladık da, üç gün, beş gün, hadi OHAL'de bir ay... Peki, dokuz ay, on bir ay boyunca delil toplayamadınız ve iddianame hazırlayamadıysanız bu haksızlığı kim, nasıl telafi edecek?

Değerli arkadaşlar, sadece son yirmi dört saate baktığımızda bile görüyoruz ki işte, bir modacı -düşüncelerine katılın katılmayın, benim de eleştireceğim birçok şey var- apronda şiddete uğruyor değerli arkadaşlar, apronda. Sivil havacılık kurumlarının uluslararası mevzuatı var. Şimdi, bugün açıklama yapılıyor "Aprona dışarıdan hiç kimse girmedi." diye. Peki, o zaman havaalanının işletmesinde çalışan görevliler mi uyguladı bu şiddeti? Eğer şahıs kendi kafasını yere vurup kanatmamışsa, o fotoğraf bir başka şeyin eseri değilse birisi sorumlu herhâlde buradan. Değerli arkadaşlar, bakın, hamaset yapmak kolaydır ama uçuşları iptal ederler. Sivil havacılık kurallarının uluslararası mevzuatını yok sayarsanız uçuş izinleri kaldırılır, bunun bedelini bu ülke ödemek zorunda kalır sizin linç kültürünüz ya da birilerinin hedef göstermesi yüzünden.

Birkaç gün önce kapatılan dernekler var; birisi Kürt Enstitüsü değerli arkadaşlar. Kürt Enstitüsünün bir siyasi partiyle bağı olmadığını buradaki en azından birazcık Kürt kültürüyle ilgili araştırma yapan milletvekilleri bilirler. Sözlük çıkartan, dil kursu düzenleyen, bunun dışında hiçbir siyasi tutum takınmayan ve muhtemelen daha Kürt milliyetçisi çevrelere de yakın farklı siyasi partilere mensup insanların gidip geldiği bir dernektir. Kürt Enstitüsü kapatıldı. Ama kapatılan başka bir dernek var; Roboski İçin Adalet Yeryüzü İçin Barış Derneği. Değerli arkadaşlar, bu dernek Roboski'de hayatını kaybeden 34 kişinin -çoğunun soy isimleri de aynıdır ve büyük kısmı 15-16 yaşlarındadır- yakınlarının kurduğu, ailelerin kurduğu bir dernek. Tek amacı vardı değerli arkadaşlar, Roboski'ye bir misafirhane yapmak ve orada bir müze yapmak. Şimdi, 34 kişi hayatını kaybetmiş, üzerinden beş yıl geçmiş, bir tek kişi yargılanmamış, bir tek kişi hesap vermemiş ama ailelerin kurduğu derneğin kapısına mühür vurulmuş; olağanüstü hâlle alınan karar bu değerli arkadaşlar, olağanüstü hâlin Roboskililere armağanı bu. Tabii, örnek çok ama hepsini burada saymaya vakit yok.

Değerli arkadaşlar, eğer Türkiye'nin bir kişinin yetkilerinin artırılmasıyla kurtulacağına inanıyorsanız, dünyada bunun bir örneği varsa bize gösterin biz de bilelim. Krizden, kaostan, çatışmadan, gerilimden yetkileri bir kişiye devrederek, bir kişiyi daha fazla yetkilendirerek çıkmış, millî birlik ve beraberliğini sağlamış, toplumsal barışını tesis etmiş bir örnek varsa bize gösterin. Benim bildiğim tek örnek Almanya değerli arkadaşlar. Krizden yetkileri tek adamda toplayarak çıkmayı denemiş tek ülke Almanya, sonucu ortada, İkinci Dünya Savaşı. Sadece Almanya'da yaşayanlar değil komşularına, bütün bölgeye, insanlığa hayatı dar eden Almanya ve Hitler deneyimi. Bunun dışında, değerli arkadaşlar, doğru örnek yetki devretmektir, yetki paylaşmaktır, katılımcı karar almaktır, sorumluluğa bütün toplumsal dinamikleri ortak etmektir. Eğer bir ortak gelecekten söz ediyorsak, birlikte yaşama iddiasını hâlâ taşıyorsak bu birlikte yaşayacağımız insanlara güvenmek, onlarla yetki paylaşmak, onları karar süreçlerine katmaktır. Ama belli ki bu kararnameyle birlikte, bu biraz önce altını çizdiğim vahim hataya rağmen belki duymazlıktan geleceksiniz, belki hiçbir açıklama yapmayacaksınız, biraz sonra olağanüstü hâl uzatılacak. Daha sabahleyin Başbakanın açıklamasıyla birlikte dolar 3,52'lerden 3,53'lerden 3,60'a yaklaştı ve garip bir durum, doların bu tarihlerde bu fiyatı bulacağını en iyi tahmin eden kuruluş hangisiydi değerli arkadaşlar? Merkez Bankası? Hayır. Ekonomi Bakanlığı? Hayır. Ekonomiyle ilgili hiçbir kurum tahmin edemedi arkadaşlar. Bakın rakamlara 3,30'lar, 3,40'lar, en nihayet 3,50'ler var tahminler içerisinde. En doğru tahmin eden kurum, değerli arkadaşlar, Diyanet İşleri Başkanlığı çünkü hacla ilgili döviz kurunu 3,60 olarak aylar öncesinde ilan etti. Devlet böyle yönetilirse biz de doğruları ne yazık ki böyle yerlerde aramak zorunda kalırız.

Değerli arkadaşlar, olağanüstü hâlde ekonomi-güven ilişkisini konuşmaya bile gerek yok. Yabancı sermaye için, yabancı yatırımcı için ülkenin Tüketici Güven Endeksi, Yatırımcı Güven Endeksi ne ifade ediyor, bunları konuşmaya, tartışmaya gerek yok. Ama bir konu var ki bence çok kritik. O da Sayın Başbakanın daha önce kamuoyuna vaat ettiği, telaffuz ettiğinin aksine bu uzatma kararıyla birlikte referandum muhtemelen olağanüstü hâl içerisinde yapılacak. Evet, bir muhalefet partisinin lideri bunda hiçbir mahzur olmadığını söyledi, dedi ki: "Günlük hayat devam ediyorsa, evinize, işinize gidiyorsanız gidip oy da kullanabilirsiniz." Eğer referandumu sandığa gidip oy kullanmak olarak görüyorsanız bir mahzur yok ama referandum bir tartışma süreciyse, bir kampanya süreciyse, miting düzenleme, gösteri yapma, pankart asma, bildiri dağıtma süreciyse yani bunun bir öncesi varsa, bir süreçse, YSK'nın ilan ettiği takvimin bir anlamı varsa, bir şey ifade ediyorsa bunun olağanüstü hâl içerisinde yapılmasının ifade ettiği tek bir anlam var, o da Türkiye'ye, ikinci kez, değerli arkadaşlar, Kenan Evren'in 1982 Anayasası'nda yaptığını bir kez de siz yapacaksınız. Evet, Kenan Evren de bunu böyle yaptı. O günkü koşullarda "hayır" demenin yasak olduğu bir ortamda çok yüksek bir oyla hem anayasasını geçirdi hem kendisini son derece yetkili bir vesayet makamı olarak Cumhurbaşkanlığı koltuğuna taşıdı.

Şimdi, vesayeti bitirmek adına... Ortada "vesayet" diye tarif ettiğiniz şeyin ne olduğunu doğrusu bilmiyorum, Millî Güvenlik Kurulunun çocuk oyuncağına çevrildiği bir ortamda bu vesayet kimden geliyor bilmiyorum ama vesayeti gerçekten bitirmek istiyorsanız, gerçekten hukuk devleti, gerçekten demokrasi, refah, barış istiyorsanız değerli arkadaşlar, olağanüstü hâl şartlarında, olağanüstü hâl koşullarında bu ülkenin bir referandumla böyle bir paketi geçirmesine izin vermeyin, buna karşı durun, buna itiraz edin. Eğer "Gücümüz yeter, sayımız yeter, bu işi yaparız." derseniz siz yapınca nasıl oluyorsa birilerinin başka olağanüstülükler yapmasının da oldubittiye geleceğini bileceksiniz, bunu göze alacaksınız.

Değerli arkadaşlar, "büyük devlet" demek, büyük tehditlere karşı, olağanüstü tehlikeye karşı olağan yöntemlerle mücadele etmeyi becerebilen, başarabilen devlet demektir. İnsan haklarına bağlı kalarak güvenlik politikası, hukuka bağlı olarak, demokrasiye dayalı, demokrasiye saygılı olarak tehdide karşı, baskıya karşı, şiddete, saldırıya karşı mücadele etmek büyük devlet demektir. Ama siz, her fırsatta olağanüstü hâli uzatmayı, olağanüstü hâli uzatmayı bir yönetim tarzına dönüştürmeyi ve bunu bir fırsata çevirip ülkeyi sürekli bir savaş atmosferinde, savaş geriliminde tutarak eğer referandumu kotarmayı düşünüyorsanız bu ülkeye büyük bir kötülük etmiş olursunuz. Türkiye bir daha İstiklal Savaşı yaşamayacak değerli arkadaşlar. Eğer siz birilerinin istikbal savaşını bize "İstiklal Savaşı" diye yutturmaya kalkıyorsanız, İstiklal Savaşı bu halk tarafından yüz yıl önce verildi, bedeli herkes tarafından ödendi; bütün inançlar, bütün kimlikler, bütün etnik kökenler bu cephede yerlerini aldılar. Ya o ruha geri dönersiniz, evrensel değerlerle o ruhu esas alan birlikte yaşamayı bu ülke için tercih edersiniz ya da kişisel hırsınız uğruna bu ülke bir kurban olur ve hepimiz kaybederiz.

Herkesi saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Bilgen.