GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Türkiye Cumhuriyeti Anayasasında Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi münasebetiyle
Yasama Yılı:2
Birleşim:57
Tarih:13.01.2017

HDP GRUBU ADINA AHMET YILDIRIM (Muş) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; insanlık tarihinin imbiğinden süzülerek bütün değer yargıları manzumesini bugüne taşımış olmanın ve bugün birlikte yaşamanın formu olarak devleti yönetme biçimini ele alışımızın tarihsel bağlamdan kopuk ele alınması mümkün değildir.

Şimdi, dünyada metafizikçiler ile materyalistlerin birbiriyle çelişmediği ender değerler sahası vardır. Metafizikçiler ile materyalistler, örneğin şu konuda çelişmezler: Şu yeryüzünde önce bitki canlı olarak var oldu, daha sonra hayvan şu yeryüzünde yaşamaya başladı, en son yeryüzüne çıkmış canlı tipi insandır. Bu, metafizikçiler ile materyalistlerin birbiriyle çelişmediği, anlaştığı noktalardan biri.

Yine, birbiriyle çelişmediği veya bilimsel çalışmaları bütün uhrevi inançların da kabul ettiği bir gerçeklik ise insanın şu yeryüzüne canlı olarak yaklaşık bir milyon sekiz yüz bin yıl önce çıkmış olmasıdır. Yani, biz insan olarak bir milyon sekiz yüz bin yıldır -yapılan bütün bilimsel çalışmalar, antropolojik veriler bunu ortaya koyuyor- varız. Ancak, toplum olarak, topluluk olarak sadece yüz bin yıldır varız. Yani, birlikte yaşam kültürü ve ortak değerler manzumesinin geçmişi yüz bin yıldır. Daha da skalayı daraltarak geleyim ben; bu, yüz bin yılın, toplumlar tarihinin yüz bin yılının sadece beş bin yılında yazı ve devlet vardır. Yani, bizim toplum olarak birlikte yaşam kültürümüzün sadece yüzde 5'inde devlet ve yazılı kültür vardır, öncesi yoktur. Öncesinde ahlaki değer yargıları vardır. Toplum sözleşmeleri, insanlık tecrübesinin açığa çıkarmış olduğu birlikte yaşam kültürünün zaruretleri ve asgari müşterekleri üzerinden şekillenmiştir. Toplum sözleşmeleri olarak karşımıza çıkan anayasaların 95 bin yılında sözlü kültür egemendir.

Buradan hareketle, bakın, şunu ifade edelim ki: O doksan beş bin yıl yani sözlü anlaşmaların, değer yargılarının hâkim olduğu yüzde 95'lik toplum tarihinde iktidar yoktur, hegemonya yoktur, baskıcı kültür yoktur. Devletle birlikte, sınıflı toplum açığa çıkmış; devletle birlikte, kadın-erkek eşitsizliği açığa çıkmış; devletle birlikte, zengin-fakir ayrımı ortaya çıkmış; devletle birlikte, yöneten ve yönetilen gruplar açığa çıkmış; devletle birlikte, sömürülen ve sömürenler açığa çıkmış. Onun için, devleti çok kutsuyoruz.

İnsanlık tarihi veya yazılı kültür süresince de devlet, siyaset ve erk ilişkisine kafa yormuş, her biri kendi çağının filozofu olan birçok kişiden örnek verebiliriz. İslam aydınlanması, Orta Doğu bilginleri veya günümüz aydınlanma felsefesi döneminde devlet-siyaset-erk ilişkisine kafa yormuş olanların bıraktığı ciddi eserler vardır. Köleci devletten bugün yaşadığımız modern devlete gelinceye kadar ciddi tarihsel çıkarımlar ve ciddi insanlık mirasları vardır. Çok farklı çağların filozofları; örneğin, İmam Gazali, İbni Haldun, Veysel Karani, Althusser, Foucault, Nietzsche, Machiavelli, Wallerstein veya bugün hâlâ yaşayan Zizek; her biri devlet-siyaset-güç ilişkisi için ciddi önermelerde bulunmuşlar. Ama, özellikle, bunlar arasında Hegel'e dikkat çekmek isterim. Hegel modern devleti tanımlarken "Gücün adaletle birleştiği mekanizmadır." diyor. Yani, devlet hem politik hem de etik bir varlık olarak, bir mekanizma olarak var olmalıdır. Hegel'e göre, devleti kendi iktidarları için kullananlar tanrının yeryüzünde ete kemiğe bürünmüş hâli olarak devlet formunu ortaya koyar. Eğer devlet, iktidarın sopası olmuşsa; devlet, yönetenlerin yönetilenler üzerinde bir güç aygıtı olmuşsa o artık devleti yönetenler tarafından tanrının yeryüzündeki zuhuratı olarak ele alma biçimi olarak algılanır.

Değerli arkadaşlar, şimdi buradan hareketle şunu ifade edelim: Ben bu filozofların her biri için ciddi, veciz söylemler ve önermeler, doktrinler öne sürebilirim ancak bunlardan özellikle iktidar partisinin milletvekillerini belki ikna eder diye şunu söyleyeyim: Devleti yönetme biçimi bir mütevazıyet içermelidir, devleti yönetme biçimi bir bilgelik içermelidir, devleti yönetme biçimi bir ahlak, erdem, hak, hakikat içermelidir. Buradan hareketle, Yemen'in Karen kentinde doğmuş olan Veysel Karani ilk Müslümanlardandır. Devlet-siyaset-erk ilişkisine ilişkin çok ciddi çalışmalar yapmış ve bir türbesi Siirt'in Baykan ilçesinde olan Veysel Karani yönetenler için çok önemli bir öğütte bulunur, der ki: "Yüksekliği aradım, tevazuda buldum; şeref aradım, kanaatte buldum, nesep aradım, takvada buldum; başkanlık aradım, nasihatte buldum; zenginlik aradım, tevekkülde buldum." Hani, Hazreti Peygambere, İslam aydınlanmasına çok gönderme yaparız ama onlardan nasiplenmeyiz. Bunu söylüyor Veysel Karani: "Başkanlığı nasihatte buldum, şerefi kanaatte buldum, zenginliği tevekkülde buldum, yüksekliği tevazuda buldum." diyor. Bari buradan biraz nasiplenmeye çalışalım. Biz yönetince, halkın desteğini alınca, yöneten pozisyona gelince işte tanrının yeryüzündeki zuhur hâli olarak kendimizi görmeyelim.

Şimdi, buradan hareketle, bakın, kalkıp hep bugünkü fiilî durumun hukuki duruma dönüşmesi için Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmiş olması öne sürülür. Şimdi, 2007 yılında bir referandumda sadece Cumhurbaşkanlığının seçilme biçimi değişti, yetkisi değişmedi, erkleri değişmedi, yönetim alanının genişliği veya darlığıyla oynanmadı, sadece bu Parlamentonun seçtiği Cumhurbaşkanı ilk kez 2014'te, icra edildiği üzere, halk tarafından seçildi. Bir seçim biçiminin değişmiş olması bir kişinin yetkilerini değiştirmez. Şuradan söylüyorum: Örneğin 2014 yılında eğer Ekmeleddin İhsanoğlu eğer Cumhurbaşkanı seçilseydi fiilî durum ile hukuki durum tartışması devam eder miydi? 10 Ağustos 2014'te Selahattin Demirtaş eğer Cumhurbaşkanı adayı olarak seçilseydi hukuki durum ve fiilî durum çatışması yaşanacak mıydı? Bu, o zaman kişiyle ilgili bir problemdir. Kişinin kendi yetkilerini kabul etmemesi, Veysel Karani'nin öğüdünde bulunduğu üzere kendisindeki hırsı, egoyu bastıramamasıyla alakalı bir durumdur bu.

Bakın, buradan hareketle, bu, Meclisten geçer mi, geçmez mi bilmem veya geçerse bir referandumda halktan onay alır mı, almaz mı bilmem ama pazartesi günü Sayın Başbakan Binali Yıldırım burada öyle bir konuşma yaptı ki eğer bu, Meclisten geçmezse ya da referandumdan onay almazsa kesinlikle bu görevi bırakmakla kendini bağladı. Çok net ortaya koydu, feda etti kendini; bu sistemin işlemediğini, sistemin enkaz hâline geldiğini söyledi. Pazartesi günü burada otuz dakika konuşan Sayın Binali Yıldırım, bunun Parlamentodan geçmemesi ya da referandumdan onay almaması durumunda kendi siyasi hayatına bir nokta koydu çünkü "Benim şu an görevini ifa ettiğim yer bitiktir, enkazdır." dedi ve bir sistem tartışması üzerinden, iflas etmiş bir sistemden sadece kendisiyle Cumhurbaşkanı arasındaki münasebetin açığa çıkarmış olduğu kişisel sıkıntıları bir sistem sorunu olarak ülkeye anlatmaya çalıştı.

Yine şunu ifade edelim: İşte, dün bir muhalefet partisinin değerli genel başkanı söyledi, bugün sabah Cumhurbaşkanı, akşamüstü de iktidar partisinin parti sözcüsü, bir seçimle bu oylamaların sonucunu ilişkilendirdi. Çok iyi biliyoruz ki bu üç açıklama senkronizedir, iltisaklıdır; birbirinden bağımsız değildir. Ya değilse...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Tamamlayın lütfen.

AHMET YILDIRIM (Devamla) - ...aylardır bu konu tartışılıyorken neden bunun geçmemesi durumunda bir erken seçimden söz edilmedi de iki gün içinde bir muhalefet partisinin genel başkanı, bir Cumhurbaşkanı, bir de iktidar parti sözcüsü peş peşe bu açıklamaları yaptı? Şimdi, Benjamin Franklin çok güzel söylüyor Benjamin Franklin diyor ki: "Geçici güvenliği ve makamı için özgürlüğünden vazgeçenler her kim olursa olsun bu dünyada yaşamını bir insan olarak sürdürme miadını doldurmuştur." Biz, bugün, milletvekilliği veya başka bir makam için eğer buradaki varlıklarımızdan ve onurumuzdan ve bu mesleğin ahlakından, etiğinden vazgeçersek bu dünyada yaşam alanımızı çok daraltmış oluruz diyorum. Bütün Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)