GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: CHP Grubu önerisi münasebetiyle
Yasama Yılı:2
Birleşim:66
Tarih:07.02.2017

AHMET YILDIRIM (Muş) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ülke, baskı rejiminin binbir türlü çeşidiyle karşı karşıyayken ve birçok uluslararası kuruluşun yayımlamış olduğu raporlarda ülkenin özellikle gerek ekonomik gerek sosyal gerekse siyasi olarak standardının düştüğü ve diğer ülkelerle kıyaslandığında, maalesef son sıralarda yer aldığı bir süreçte böyle bir Varlık Fonu'nun oluşturulmasına ta Plan ve Bütçe Komisyonu sürecinden itibaren şiddetle karşı çıktık çünkü bu fon kurulurken Hükûmetin tek derdi şuydu: "Mevcut ekonomik düzende nasıl bir paralel bütçe yaratabiliriz ve yaratmış olduğumuz bu paralel bütçe çerçevesinde özellikle şeffaflıktan nasıl uzaklaşabiliriz? Yaptığımız harcamaları hesap verilebilirlikten, Sayıştay denetiminden ve yargılamadan nasıl azade kılabiliriz?" çabası taşımaktadır. Bu Varlık Fonu'nun paralel bütçe yaratmak ve bunun sorgulanmaz hâle getirilmesinden başka hiçbir amacının olmadığını üzülerek ifade etmek isterim.

Bir de yasalaşma sürecinde gerek Komisyon tartışmalarında gerekse Genel Kurul tartışmalarında karşımıza Hükûmet tarafından çıkarılan en önemli argüman şuydu: G20 ülkelerinin hepsinde böyle bir fonun varlığı gerekçe olarak gösterildi. Evet, doğru, G20 ülkelerinin çoğunda böyle bir fonun varlığından biz de haberdarız ama bu, ülkede bu Varlık Fonu'nun gerek hazırlanışına gerekse harcanma sürecine meşru bir gerekçe oluşturmuyor -biz o zaman söyledik, yine söylüyoruz- çünkü bahsi geçen G20 ülkelerinin tamamının ortak bir özelliği var: Bu ülkelerin tamamı başta petrol olmak üzere enerji kaynakları açısından muazzam zengin ülkelerdir. Bir diğer husus, bu ülkelerin tamamı hem dış ticaret fazlası veriyor hem de özellikle bütçe fazlası veren ülkeler. Birazdan bunlardan birkaçını örneklemeye çalışacağım.

Peki, Türkiye'de durum böyle mi? Maalesef, böyle değil. Örneğin, Varlık Fonu'nun olduğu Rusya ve Birleşik Arap Emirliği ülkelerinde olduğu gibi, Türkiye'nin petrol geliri var mı? Türkiye petrolden, enerjiden yüksek gelir elde eden bir ülke midir? Yoksa, tam tersi, yüzde 85, yüzde 90 oranında dışa bağımlı mıyız? Bu ülke, bir defa G20 ülkelerinde var olan Varlık Fonu'nun bulunduğu ülkeler gibi enerji üreten değil, enerjiyi dışarıdan ithal eden bir ülkedir. Bir diğeri, bir örnek daha verelim: Örneğin, Çin'de, evet, Varlık Fonu var ama Çin gerek dış ticarette gerekse bütçede en fazla veren ülkelerin başında geliyor. Tam tersine, Türkiye, hem dış ticarette hem bütçede ciddi açık veren bir ülkedir. Örneğin, daha bir ay önce merkezî yönetim bütçesi görüşülürken 2016'yı kapattık; 2016'da eski parayla 30 katrilyon, yeni parayla 30 milyar açık vermiş bir bütçenin sahibiyiz.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bütün ülkelerden, amacına uygun kurulmuş bütün ülkelerden farklı seyreden amacına uygun kurulmayan bir iki özelliğimiz daha var bizim. Bu fon, normalde, varlıklı ülkelerde özellikle dış ticaret fazlası, bütçe fazlası olan, refahın, o artı paranın yatay bir biçimde dağıtılması için, özellikle orta direği güçlendiren, zenginler ile fakirler arasındaki makası kapatan bir amaçla kurulmuştur. Türkiye'de ise şimdiye kadar izlediğimiz ve son birkaç günde de Bakanlar Kurulu kararıyla bazı, bazı değil, en zengin kamu şirketlerinin bu fona devredilmesinden anlıyoruz ki bırakın burada refahı bütün topluma dağıtmayı, bizde ise refahı mutlu bir azınlığın tekeline toplamak için kurulmuş bir fon olduğunu daha baştan görüyoruz ve özel sektör yatırımlarını artıracak önlemlerde bir biçimde Varlık Fonu maalesef kullanılıyor.

Geldiğimiz noktada, Türkiye'de yatırımlara baktığımızda, büyümenin iyice durduğu, hatta çoğu zaman eksi seyrettiği, verilen teşviklerin artık bu krizi gidermeye hizmet etmediği ve millî gelirin maalesef dörtte 3'ünü tüketimden elde ettiğimiz bir ülke hâline dönmüş durumdayız. Tüketim geriliyor çünkü en temel sebebi şu: Borçlandırma politikaları artık en doğal sınırlarına dayandı. Bir yurttaş, bir müteşebbis istese bile borçlanabilmenin sınırını bundan daha fazla genişletme şansına sahip değildir ve IMF verilerine göre, Türkiye'de yurttaş gelirlerinin yüzde 60'ına yakın bir kısmı kredilere gidiyor, geri kalan yüzde 40'ı ise maalesef, enflasyonunun ağır baskısı altında erimeye yüz tutmuş durumda. Bunun üzerine, OHAL'i, ülkedeki çatışmalı durumu, siyasi krizin, maalesef, bireysel ve zümresel ihtiraslar üzerinden artırıldığı bir ülke gerçekliği yaşıyoruz biz. Bu ülkede, varlık fonlarıyla, yeni torba yasalarla, mali finansman sektörüne dönük farklı müdahalelerle bu krizi aşamayacağımız gün gibi ortadadır.

Bu krizi aşabilmenin biricik yolu vardır. Ülkede, başlatılmış ve toplum vicdanında mahkûm olmuş olan bu bir buçuk iki yıllık çatışmalı ortama bir an önce son vermektir. Özellikle, çatışmalardan kaynaklı olarak sadece silah harcamalarından falan söz etmiyoruz, sadece askerî personel harcamalarından söz etmiyoruz; özellikle, barışçıl politikaların, yatırımcıyı cesaretlendireceğini, kamu harcamalarını azaltacağını, tasarrufu artıracağını, dış ticaret açığını ve dışa bağımlılığı azaltacağını hepimiz çok iyi biliyoruz. Kalkıp burada, anlamsız yere, sadece sermayeyi tatmin eden, mutlu azınlıklar yaratan yasalar peşinden koşmak yerine, bu ülkede, 80 milyon insanın hem malına hem canına halel gelmesini önleyebilecek bir barış iklimini yaratmamızın bu fondan elli kez daha evla olduğunu ifade etmek isterim.

Bir diğeri: Peki, bütün bu harcamalardan sonra geriye ne kalıyor? Hükûmetin elinde tek bir şey kaldı; özellikle, kamu harcamalarını hareketlendirerek piyasayı canlandırma çabası var. Ama gerek AKP gerekse Cumhurbaşkanlığı, zaten aktif bir enstrüman olarak kamu harcamalarını kullanıyor ve bu aktiflik, son iki yılda kabından taşarak, sadece çatışmalı ortamdan, özellikle, Kürt şehirlerinde yaşanan çatışmalar ve oradaki yıkımdan ötürü oraya kamu harcaması olarak götürülmek isteniyor, orada da belli şirketlerin, belli büyük holdinglerin, belli inşaat firmalarının tatmini amaçlanıyor. Yoksul halkın derdine derman, yarasına merhem olan herhangi bir çaba göremiyoruz maalesef.

İşte, bu nedenlerden ötürü, buna Varlık Fonu değil "yokluk fonu" diyoruz biz. Yokluk fonu bu aşamada devreye giriyor. Ne yapılmak isteniyor? Potansiyel kaynağı 100 milyar TL olan İşsizlik Fonu'nun da -göreceğiz önümüzdeki dönemde- kaynaklarının önemli bir bölümü buraya aktarılacak ve kamu varlıklarından, en zengin kamu şirketlerinden buraya aktarımlar sağlanıyor. Biz neyle uğraşıyoruz? Vatandaş her geçen gün yoksullaşıyor, vatandaş her geçen gün açlıkla boğuşuyor, pençeleşiyor, işsizlikle boğuşuyor, buna karşı biz varsa yoksa sadece belli bir zümreyi mutlu edebilecek ama bu belli bir zümrenin mutluluğunu çoğunluğun ve toplumun geniş tabanlarının mutsuzluğu üzerine bina edecek bir rejim değişikliğiyle uğraşıyoruz.

Şimdi soruyorum: Bu pakette, işte Cumhurbaşkanının onayını -bugün yarın- bekleyen ve bir referandumla toplumu daha fazla kamplaştıracak olan bu pakette Kürt'e ve onun yüz yıllık sorununa dair bir şey var mı? Yok. Bu pakette Alevi'nin sorununa çözüm olabilecek bir şey var mı? Yok. Emekçiye bir çözüm var mı Anayasa paketinde? O da yok. Erkek egemen sisteme karşı kadının baskı ve şiddet cenderesi altından kurtulmasına, çalışma, siyasal, sosyal yaşama katılmasına dönük bir şey var mı? Bir madde, bir bent bile yok. Hatta daha ileri giderek söylüyorum, bu pakette yatırımcıya da bir şey yok. Bu pakette sanatçıya, gazeteciye, akademisyene, aydına, yazara, çizere bir şey var mı? Yok. Ondan sonra, ne âlâ memleket!

Başbakan ne diyor? "HDP 'hayır' dediği için biz 'evet' diyeceğiz." Ya, Allah aşkına, aylardır bu paketi HDP mi hazırlıyor? Siz hazırlarken hiçbir "evet" argümanı üretemediniz mi? Şu Hükûmetin, siyasi iktidarın aylardır üzerinde yoğunlaştığı yüz yıllık bir sistemde rejim değişikliğine giden bu pakette bir "evet" gerekçesi yok mu? Böyle bir negatif meşruiyet üzerinden varlık gerekçesi olabilir mi? Siyaset felsefesinde buna "negatif meşruiyet" diyorlar. Doğrularına güvenmeyen, başkasının karşıtlığı üzerinden kendini var etmeye çalışıyor. Bu, bir siyasi iktidarın âcziyetine tekabül ediyor.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Lütfen tamamlayınız Sayın Yıldırım.

AHMET YILDIRIM (Devamla) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Şimdi, düşünün, varsa yoksa toplum algısında oluşturulmuş olan bir Kürt fobisi ve bir siyasi partinin, Parlamentonun üçüncü büyük siyasi partisinin karşıtlığı üzerinden zorba bir yöntemle bir vesayetçi dikta rejimi inşa edilmeye çalışılıyor. Keşke, Başbakan bugün grup toplantısında konuşurken kendi doğruları üzerinden iki cümle söyleyebilseydi. Hiç mi hukukçusu yok bu partinin? Hiç mi doğru üretemediniz? 18 maddeden Kürt'e, Alevi'ye, emekçiye, sanatçıya, yazara, çizere, ekonomiste, müteşebbise vaatte bulunabilecek bir cümleniz yok mu yahu? Varsa yoksa "HDP 'hayır' dediği için." Peki, HDP "evet" demiş olsaydı bütün argümanlarınız bitmiş olacaktı. "HDP 'hayır' diyecek." HDP, 80 milyon insanın bu işte maalesef faydasını görmediği için "hayır"da karar kılacaktır diyoruz.

Bu anlamda verilmiş araştırma önergesinin de lehinde oy kullanacağımızı ifade ediyor, bütün Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)