| Konu: | Serbest Bölgeler Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 66 |
| Tarih: | 07.02.2017 |
HDP GRUBU ADINA AHMET YILDIRIM (Muş) - Teşekkür ederim Sayın Başkanım.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ben de 443 sıra sayılı Kanun Tasarısı'nın tümü üzerinde partim adına söz almış bulunmaktayım. Bütün Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.
Söz konusu 443 sıra sayılı Kanun Tasarısı aslında 9 başlıktan oluşuyor: Son bir iki yıldaki iktidar uygulamalarından çok sıkça bildiğimiz acele kamulaştırma, işletmecilere muafiyet, işletme sözleşmelerinin yenilenmesi yetkisinin Bakanlar Kurulundan alınarak Ekonomi Bakanlığına verilmesi, yurt dışında serbest bölgelerin kurulması, işletmecilere gelir ve kurumlar vergisinden muafiyet, emlak vergisi muafiyeti sağlayan bir madde, sektörel tanıtım gruplarının kapatılarak Türkiye Tanıtım Grubunun oluşturulması, sektörel tanıtım gruplarının Türkiye Tanıtım Grubuna devredileceği bir başka madde ve Ekonomi Bakanlığının yetkilerinin genişletilmesi.
Evet, şimdi, Plan ve Bütçe Komisyonunda iki yasama döneminde çalışmış bir milletvekili olarak söyleyeyim: Maalesef, bu siyasi iktidar benzer ruha ve felsefeye sahip olan çokça maddeyi Plan ve Bütçe Komisyonunda torba yasalar içerisine dercederek Genel Kuruldan geçirerek yasalaştırmış oldu. Ancak, özellikle AKP Hükûmetinin hemen hemen bütün rant içerikli uygulamalarında başvurduğu en kolay yöntem acele kamulaştırma yöntemi. Rant kokan her şeyde acele kamulaştırmayı maalesef görüyoruz. Bu tasarıda da önümüze geliyor ve ilk maddede serbest bölgelerde Bakanlar Kurulu kararıyla işletmeciler lehine bir yetki kullanımının düzenlenmesi söz konusu. Bu iktidar, benzer bir şeyi daha önce HES uygulamalarında da çok sıkça başvurulan bir yetki olarak, başta mülkiyet hakkı olmak üzere, temel insan haklarını yok sayan boyuta varıncaya kadar özellikle yasalaştırıp geçirmişti.
Aynı şekilde Afet Kanunu, Maden Kanunu, Turizmi Teşvik Kanunu, Doğal Gaz Piyasası Kanunu gibi yasalarla yaygınlık kazanan acele kamulaştırma yetkisini, biz bir de özellikle Diyarbakırlılar olarak geçen yıl bu vakitler Diyarbakır'ın Sur ilçesinden biliyoruz. Orada bize göre insanlığa karşı suça tekabül eden suçların üstünü örtmek ve oradaki işlenmiş suçların delillerini kaldırmak üzere acele kamulaştırma yetkisi bir Bakanlar Kurulu kararıyla çıkarılmıştır ve sonrasında, özellikle Sur'da mağdur olan yurttaşların mağduriyetini katmerli bir şekilde artıran uygulamaları, insanların kendi özel eşyalarının alınmasına bile müsaade edilmeden hatta bazıları da tescilli tarihî yapılar olan yapıların ortadan kaldırılmasına vardıracak kadar acele kamulaştırma uygulamaları biz görmüştük.
Şimdi buradan hareketle, şüphesiz, bir ülkenin dünya ticaretinde etkin olabilmesi, bir ülkenin dünya ticaretinde serbest dolaşımı teşvik edebilmesi için Serbest Bölgeler Kanunu'nun önemli olduğunu düşünenlerdeniz ancak unutulmamalıdır ki bir ülkede, yalnız başına, serbest dolaşım sadece yasalarla sağlanabilecek bir durum değildir. Bir ülkede serbest dolaşımı ve uluslararası ticareti etkin kılmak istiyorsanız, dış ticaret açığınızı kendi lehinize kapatmak istiyorsanız, yine bunun yanı sıra dünya ticaretinde etkin olmak istiyorsanız bu yasalardan daha çok siz barışçıl bir ülke olan, uluslararası sermayeye güven veren, istikrarı sağlayan, yarınlara güvenle bakabilen bir ülke hüviyetine sahip misiniz, değil misiniz; buna hizmet eden politikaları cari kılabiliyor musunuz, kılamıyor musunuz?
Ya değilse şimdi, bu 443 sıra sayılı Tasarı'yla dünya ticaretiyle hemhâl olmuş uluslararası ticari şirketler çok ilgilenmeyecektir, söyleyelim ama ondan daha ziyade ilgilenecekleri bir şey vardır: Bu ülkeye turist güvenle geliyor mu, bu ülkede ticaret hacmi giderek artıyor mu, bu ülkede yabancı sermayeyi cezbedebilecek siyasi atmosfer ve koşullar var mıdır, bu ülkede barış hâkim midir, bu ülke kendi iç barışını sağlayabilmiş midir; müteşebbis, özellikle de uluslararası müteşebbis olaya buradan bakacaktır. Ya değilse burada muafiyet sağlanan, özellikle de sermayeye muafiyet sağlanan birçok husus, özellikle sermayenin vergi yükünün hafifletilmesi, buna mukabil emekçinin vergi yükünün artırılmasıyla neticeleniyor.
Bakın, kangrene dönüşmüş ve tedavisi bu gibi yanlış politik adımlarla daha da zorlaşan bazı çarpıcı rakamlar üzerinden örnekler vereyim. Bugün Varlık Fonu'yla ilgili bir araştırma önergesi de görüşüldü. Hem bu kanunla hem de o araştırma önergesine konu olan Varlık Fonu'yla ilgili birkaç örnek vereyim: Şimdi, halkımız korkunç vergilere boğulmuş durumdadır. Yoksul halk, emekçi halk tamamıyla bir vergi cenderesine alınmışken biz sermayeyi rahatlatan, onun yükünü hafifleten, krizden en az hasarla hatta bazen de rant elde ederek çıkmasını sağlayacak adımlar atıyoruz. Buna göre şimdi bir örnek verelim: Bu ülkeye özellikle benzin ve mazotun giriş fiyatı 1 lira olsun. Hani biz enerji ihtiyacımızın yüzde 90'ını dışarıdan temin ediyoruz ve 1 liradan alalım; Rusya'dan, İran'dan, Irak'tan veya bir başka ülkeden mazot ve benzini 1 liradan almış olsak bile bu vatandaşa pompada benzin 2,79 liradan, mazot 2,11 liradan satılır 1 liradan ithal etmiş olsak bile. Halk 1 TL'ye aldığı simit için ne kadar KDV ödüyor? Yüzde 8 KDV ödüyor. Zenginler ise 5 milyon TL'ye, eski parayla 5 trilyona aldığı bir lüks yata yüzde 1 KDV ödüyor. Düşünün, simidin KDV'si yüzde 8 ama 5 trilyonluk bir lüks yatın KDV'si yüzde 1. Bu, sadece son birkaç ayda sermayenin sermayesine zenginlik katan, zengini daha fazla zenginleştiren bir yasal tedbir olarak geliştirildi. Yine, 10 TL'lik bir sigara paketinden 8,16 lira vergi alınıyor. Düşünün, bir paket sigaradaki vergi yükü yüzde 81. Böyle bir şey olabilir mi?
Değerli milletvekilleri, buradan hareketle bazı hususlara özellikle dikkat çekmek istiyoruz. Şimdi, bu Varlık Fonu'yla ilgili olarak çok fazla tartışma yürüdü bugün ama biz Varlık Fonu'yla alakalı olarak bir hususa daha dikkat çekmek isteriz. O da özellikle yüksek sermayeye sahip ve kâr düzeyi de belli bir limitin üzerinde olan şirketlerin Varlık Fonu'na devredilmesi neticesinde bu şirketler üzerinden Varlık Fonu'na ne sağlanmak isteniyor? İki şey olabilir: Bu şirketler, maliyeti yüksek, sermayesi yüksek bu şirketler, Türk Hava Yolları, Ziraat Bankası gibi şirketler ya satılıp yüksek gelir elde edilecek ya da bu şirketler teminat gösterilerek daha fazla dışa bağımlı hâle gelinecek.
Bakın, Varlık Fonu'yla ilgili olarak iktidar partisi adına konuşan hatip şöyle bir şey söylemişti: "Yeni vergi kalemleri çıkarmak artık hayal." dedi. 2002'de bu ülkede dışa bağımlılık da hayal olacaktı, 2002'de AKP iktidara geldiğinde "Ekonominin dışa bağımlılığı artık hayal olacak." diye söylenmişti. Şimdi soruyoruz: Bakın, 2002'de gerek kamu gerekse özel dış borç ne kadardı, bugün ne kadar? 2002'ye göre kaç kat dış borcumuz arttı bizim? Evet, AKP 2002'den 2008'e kadar dış borcu giderek azaltan bir yol haritası izledi ama bu, onun başarısı değildi. Hepimiz iyi biliyoruz ki AKP 2002'de iktidar olmadan önce Kemal Derviş döneminde imzalanmış olan bir stand-by anlaşması vardı ve 2008'e kadar -kendisinin hazırladığı değil- Kemal Derviş'in IMF ve Dünya Bankası üzerinden hazırlamış olduğu stand-by anlaşmasını harfiyen uygulayarak iktidarlarının ilk altı yılında dış borcun azalmasına hizmet eden bir başarı öyküsü yakaladılar ama bu başarı öyküsü onların öyküsü değildi. Onlardan önce, o ekonomik kriz ve devalüasyon sonrası Amerika'dan gelerek bu ülkede dışarıdan Bakan olan Kemal Derviş IMF Başkan Yardımcısıyken gelmiş, böyle bir bakan olarak uluslararası finans kurumlarıyla sözleşme imzalamış ve altı yıl o harfiyen uygulandığı için dış borç giderek minimize olmuştu; AKP de bunu sanki kendisi yapmış gibi millete yutturmaya çalıştı. Hâlbuki iktidarının ilk altı yılında dış borcu azaltmaya imza attıkları başarı efsanesi onların başarısı değildi.
Bir diğer husus: Bakın, AKP'nin özellikle bir başkanlık sevdası, tek adamlık rejimini tesis etme sevdasının üç aylık öyküsünü hepimiz burada neyi izleyerek yaşadık? Şunu izledik arkadaşlar: Ben Plan ve Bütçe Komisyonu üyesi olarak... Kasım ayının ilk haftasında Sayın Maliye Bakanı, 2017 Merkezi Yönetim Bütçe Yasa Tasarısı kapsamında geldi, 2017 bütçesini sundu; yanılmıyorsam, hafızam beni yanıltmıyorsa kasımın ilk günleriydi ve Maliye Bakanı 641 milyar lira olarak bütçeyi sundu. O gün -hiç unutmuyorum, notlarımın arasına almıştım- 641 milyar lira olarak Komisyonda 2017 merkezî yönetim bütçesi açıklandığı zaman döviz, dolar kuru 3,07 idi ve ben o zaman hesaplamıştım, bizim 641 milyar liramız 209 milyar dolardı yani bütçe Komisyona sunulduğu gün bizim 2017 bütçemiz 209 milyar dolardı. Bugün ne kadar biliyor musunuz değerli milletvekilleri? 165 milyar dolar. Daha biz o bütçenin bir ayını kullanmadan bütçenin dörtte 1'ini kaybettik, 209 milyar dolardan 44 milyar dolar kaybetmiş bir ülkeyiz biz. O ara, Maliye Bakanı, bütçe görüşmeleri sürecinde yaptığımız eleştirilere "Bu, Türkiye'nin sorunu değil, bütün dünyada dolar karşısında bir değer kaybı söz konusudur..." Benden önceki hatip de ifade ettiği için çok girmeyeceğim ayrıntısına ama şunu iyi biliyoruz biz: 165 ülke arasında dolar karşısında en fazla değer kaybeden üç para biriminden biriyiz biz. Hiç de öyle değil. Hangi ülke iki ayda veya bir yıllık bütçesinin daha bir ayını kullanmadan bütçesinin dörtte 1'ini kaybetmiş olabilir? Biz dışa bağımlı olduğumuz bütün ürünleri dışarıdan döviz kurları üzerinden alıyoruz, dolar ve euro üzerinden alıyoruz. İki ayda bu ülkede döviz yüzde 30 artmış, petrolü, doğalgazı dışarıdan biz bunlarla alıyoruz. Arabaya doldurduğumuz benzinden aldığımız gübreye, zavallı çiftçinin aldığı tohuma kadar her şey dövize endekslidir; inşaatçının demirine, çimentosuna vesairine hiç girmiyorum bile.
Hani bize ekonomide bir başarı efsanesi... Aslında, bu, bir başarı efsanesi değil, tam bir fiyaskodur. İnsanlar aç, insanların karnı zil çalıyor, çocuklarına rızkını götürememenin mahcubiyetini yaşıyorlar. Bu ülkede 3 milyon insan, aileleriyle birlikte minimum 10 milyon insan kredi kartı borçlarını ödemediği için takibata alınmışlar. Böyle bir ülkeden siyasi iktidar gurur duyabiliyorsa duyabilsin. Ben ne gurur duyabilirim ne de kendi ülkemden utanabilirim ama ülkemin 80 milyon insanı adına üzülüyorum. Ülkemizdeki ebeveynlerin, annelerin, babaların çocuklarının rızkını götüremeyişi karşısında çocuklarına karşı duyabileceği mahcubiyetten daha ağır bir psikoloji olamaz. Bu iktidar insanlara artık psikolojik travmalar yaşatan bir iktidar hâline gelmiştir. Kredisini ödemeyen, kredi sınırlarının, borçlanma sınırlarının son duvarına dayanmış insanlarla karşı karşıyayız. Ne yapmaya çalışıyor? Cumhurbaşkanı sürekli çağrı yapıyor: "Merkez Bankası faiz yükseltemez. Düşürmek istiyoruz ki konut kredisini, araç kredisini, sağlık kredisini, eğitim kredisini ve bunların kullanımını dahi cazip hâle getirelim." Şunu söyleyelim: Siz kredideki faiz oranlarını sıfıra dahi düşürseniz insanların borçlanma mecali kalmadı ya, insanlar perişan durumda.
MEHMET UĞUR DİLİPAK (Kahramanmaraş) - Bu nasıl mantık ya?
AHMET YILDIRIM (Devamla) - Siz eğer ödeyemiyorsanız, bana bir yıllığına, üç yıllığına, beş yıllığına sıfır faizle Türk parası üzerinden borç verseniz bile benim gelirim yoksa, ödeyemiyorsam faiz oranı yüzde 20 olsa ne olur, yüzde 10 olsa ne olur, yüzde sıfır olsa ne olur? Ama, maalesef işte sorun bu.
"Nasıl mantık?" Siz bana ödeyemeyeceğim, borçlarımı kapattıktan sonra size ödeyebilecek bir gelirimin olmadığı bir borcu verdikten sonra bunun faiz oranının ne anlamı var? Sorun bu işte; ana, kronik vaka. Bir vaka işte.
MEHMET UĞUR DİLİPAK (Kahramanmaraş) - Asıl vaka sensin.
AHMET YILDIRIM (Devamla) - Ben rakamla konuşuyorum ve iki dönem bu ülkede hazırlanmış bir, geçici bütçe; iki, merkezî yönetim bütçesinin bütün aşamalarında yer almış biri olarak söylüyorum. Ama siyasi ve ideolojik körlük üzerinden değerlendirme yapıp inanmışlık ve adanmışlıklar üzerinden körü körüne inanırsanız sonucu bu olur.
Değerli milletvekilleri, şimdi bütün bunlara rağmen -serbest dolaşım konumuz ya- bir de bir hafta önce bu ülkenin Başbakanının vermiş olduğu bir demeci hatırlatarak sizin bilginize sunmak istiyorum. Geçen hafta Sayın Başbakanın Amerika'nın yeni Başkanı Trump'a Meksika sınırına örmüş olduğu duvarla ilgili söylediği cümlenin hiçbir kelimesine dokunmadan söylüyorum, Sayın Binali Yıldırım Trump'a söylüyor: "Duvarları yükselterek hiçbir sorunu çözemezsiniz." Ya, cumhuriyet tarihinin, hatta dünya tarihinin en büyük duvarı şu anda Suriye'de örülüyor ya. Siz hangi sorunu çözmeye çalışıyorsunuz peki orada? Serbest dolaşımı nasıl artırmaya çalışıyorsunuz? Neredeyse 784 bin kilometrekarelik vatan toprağının güvenlik sorununu mu aşmak istiyorsunuz? Siz, içte ve dışta rasyonel bir politika izleyerek, barışçıl yöntemlerle iç ve dış sorunlarınıza yaklaşarak, komşularınızla iyi geçinerek, diyalog yolunu esas alarak, kendiniz için istediğinizi dünyadaki bütün uluslar için isteyerek aşabilirsiniz. Aşırı güvenlikçi politikalar, bu ülkeyi dünyada her geçen gün daha fazla tecrit eder bir noktaya gelmiştir. Trump'ın Meksika'ya ördüğü duvarla ilgili, bırakın bir tarafa... Bize ne Trump hangi ülkenin neresine duvar örüyor? Eğer Trump'la ilgili bir şey söyleyecekseniz, Trump'ın Meksika sınırına ördüğü duvarı bir kenara bırakın, bırakın o kararı siz, hani İslami hassasiyetleri bütün seçimlerde seçim propagandası hâline getirmiş bir iktidar, Trump'ın İslam ülkelerindeki yurttaşların Amerika'ya girişiyle ilgili bir kelime etmemiş bir iktidardır. 7 Müslüman ülkenin yurttaşları o ülkenin vatandaşı olsa bile, artık o ülkeye giremiyor; eşler ayrılıyor, kardeşler ayrılıyor, ebeveynler ile evlatlar ayrılıyor, Müslüman olduklarından ve dini kimliklerinden ötürü bu tecride, ayrımcılığa, ötekileştirilmeye maruz kalıyor; İslami hassasiyetleri kendi iktidarı için pespaye bir biçimde kullanmış bu iktidar daha bugüne kadar bir kelime edebilmiş değil. Niye susuyoruz acaba? Millî Güvenlik Siyaset Belgesi'nde kendi ülkemiz dışındaki bütün Müslümanları gözden çıkaran bir madde mi var? Ya değilse Trump'tan daha farklı bir rant ilişkisiyle bir medet mi umuyoruz biz?
Bırakın Trump'ın Meksika sınırındaki duvarını -evet, biz dünyadaki bütün duvarlara karşıyız- bu ülkede ülkenin sınırları içerisinde yaşayan toplumlar arasına duvarlar örülmüş, ülke kamplaştırılmış ve bir başkanlık sistemi sayesinde insanlar birbirine artık siyasi rakipler gibi değil düşman gibi bakar hâle gelmiş; eskiden birbirlerinin dertlerine, sorunlarına, acılarına, sevinçlerine kayıtsız kalanlar, birbirlerinin acılarına sevinir, nara atar hâle gelmiş ya. Ülke maalesef bu hâlde. Varsa yoksa bir kişinin başkanlık hayali ve içte, dışta bütün politikaların duvara çarpan bir sonucu. Biz bırakalım Meksika ile Amerikalılar arasındaki... Şüphesiz mecalimiz yeterse onlara da bir barış çağrısı yapalım ama biz önce kendi içimizdeki 80 milyon insanın iç barışıyla uğraşalım diyorum ve bu, Serbest Bölgeler Kanunu'yla ilgi tasarıdan çok daha değerli bir katkı sunacaktır.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Tamamlayın lütfen.
AHMET YILDIRIM (Devamla) - Hani serbest bölgeler üzerinden hem müteşebbisin hem de bu ülkenin parlak beyinlerinin uluslararası prestijini artırmaya çalışıyoruz ya -son bir bilgiyle bitireyim- sadece KHK'larla işten atılmış 95 bin insanın -akademisyen, aydın, yazar, çizer, bürokrat her ne sebeple olursa olsun atıldı, amenna- bunların pasaportuna el konuldu. Bakın, Serbest Bölgeler Kanunu'nu tartışıyoruz ya; 95 bin kişiye yurt dışı yasağı koydu, yetmedi. Bir örnek anlatayım size: Evet, ben de yirmi bir yıl akademisyenlik yaptım. Bir akademisyenin -hiçbir zaman fikrî dünyamız uyuşmaz ama- kendisine yurt dışı yasağı konmuş; eşi üniversitede çalışıyor, eşinin bir uluslararası sempozyumda bildirisi var. E, ben ceza alacağım, yurt dışı yasağım olacak; eşimle ilgili hiçbir karar olmadığı hâlde o da yurt dışına çıkamayacak. 95 bin aile bu hâlde; çocuklar okumaya çıkamıyor, eşler bilimsel etkinliklerde bulunamıyorlar.
Bütün Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.