| Konu: | Başbakanlığın, Türk Silahlı Kuvvetleri deniz unsurlarının; bölgede seyreden Türk Bayraklı ve Türkiye bağlantılı ticari gemilerin emniyetinin etkin şekilde muhafazası ve uluslararası toplumca yürütülen korsanlık/deniz haydutluğu ve silahlı soygun eylemleriyle müşterek mücadele amacıyla yürütülen uluslararası çabalara destek vermek üzere, Aden Körfezi, Somali karasuları ve açıkları, Arap Denizi ve mücavir bölgelerde görevlendirilmesi için Türkiye Büyük Millet Meclisinin 10/2/2009 tarihli ve 934 sayılı Kararı'yla Hükûmete verilen ve 2/2/2010, 7/2/2011, 25/1/2012, 5/2/2013, 16/1/2014, 3/2/2015 ve 9/2/2016 tarihli 956, 984, 1008, 1031, 1054, 1082 ve 1107 sayılı Kararları ile birer yıl uzatılan izin süresinin 10/2/2017 tarihinden itibaren bir yıl daha uzatılmasına, ayrıca denizde terörizmle mücadele harekâtlarına katkı sağlanabilmesi maksadıyla unsurlarımızın bölge ülkeleri karasuları dışında (2317 [2016] sayılı BMGK Kararı gereğince Somali karasuları dâhil olacak şekilde) denizde terörizml |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 67 |
| Tarih: | 08.02.2017 |
MHP GRUBU ADINA MEHMET GÜNAL (Antalya) - Değerli milletvekilleri, sizleri ve yüce Türk milletini saygıyla selamlıyorum.
Konuşmama geçmeden önce, bugün ve yarın, 8-9 Şubat Milliyetçi Hareket Partisinin 48'inci kuruluş yıl dönümü, yarın resmî günü. Bu vesileyle, başta Başbuğ'umuz Alparslan Türkeş olmak üzere hareketimizin kuruluşundan bugüne emeği geçen bütün dava arkadaşlarımıza; ebediyete intikal etmiş olanlara Allah'tan rahmet, kalanlara da minnet duygularımı burada paylaşmak istiyorum.
Değerli arkadaşlar, Milliyetçi Hareket Partisi olarak Türk Silahlı Kuvvetlerinin uluslararası görevlendirmelerine her zaman devlet politikası olarak destek olduk. Daha önceki, Afganistan'la ilgili; yine, Suriye'yle ilgili; yine, bu konuda Körfez'deki Adenle, Somali'yle ilgili tezkerelerde de ilke olarak, devlet politikası olarak desteğimizi sürdürüyoruz.
Tabii ki Sayın Bakan da az önce belirtti, daha önce NATO ve Birleşmiş Milletler görev güçlerine verdiğimiz destek kapsamında, bu kara sularının önemi hem güvenlik açısından hem deniz ticareti açısından hem de son rakamlarla yaklaşık 80 milyar -yanlış hatırlamıyorsam, Sayın Bakan ifade etti- Türkiye'nin de ticaretinde payı olan bu bölgelerde bizlerin de görev alması; Türkiye'nin, Türk Silahlı Kuvvetleri unsurlarının orada görev alması önemlidir. Hem bu kapsamda kendi gemilerimizin ve uluslararası ticaretin korunması açısından hem de aynı zamanda Deniz Kuvvetleri unsurlarımızın burada hem tecrübe kazanması hem uluslararası iş birliğini geliştirmesi açısından önemli olduğu kanaatindeyim. Ancak, bu vesileyle, Deniz Kuvvetlerimizin son yıllarda yaşadığı travmalar diyelim artık, ta kumpaslardan başlayarak, sonrasında yine FETÖ terör örgütüyle ilgili yapılan çalışmalarda belli ölçüde insan kaynakları açısından zafiyetler oluştuğunu, bunların da bir an önce giderilmesi gerektiğini biliyoruz. Hem teçhizat açısından geciken projelerin bir an önce tamamlanmasını ve yarımada olan ülkemizin -etrafı denizlerle çevrili olan bir konumda- daha güçlü bir şekilde donanmasını güçlendirmesini, takviye etmesini bu vesileyle temenni ettiğimizi belirtmek istiyorum. Çünkü bölgemiz hareketli bir dönemden geçiyor. Doğu Akdeniz'de bütün ülkelerin gemileri, uçak gemileri tabiri caizse fır fır dönüyor. Bizim de bu kapsamda yeniden Deniz Kuvvetlerinin planlamasını yapmamız gerektiğini bu vesileyle hatırlatmış olayım.
Tabii "Doğu Akdeniz" deyince dış politikayla ilgili de birkaç hususu belirtmeden geçemeyeceğim. Önceki haftalarda Kıbrıs meselesini burada da görüştük, bir araştırma önergesiyle ilgili de görüştük, Sayın Bakana da sözlü olarak, gördüğümüz yerlerde, bu konuda biraz bilgi vermesini söyledik ama gündem yoğunluğu, Anayasa oylamaları ve şu anda da yine farklı gündemler olduğu için devam ediyor. Yalnız, ben, Sayın Akıncı'nın bir açıklamasını okudum web sitesinde. Bu konuda Türkiye'nin bu şekliyle bunları kabullenmesi mümkün değil, bir şeylere müdahale etmek gerektiğini düşünüyorum. Aynen şöyle bir cümle yer alıyor, diyor ki: "İşte, sorunlu olan daha fazla yüzdesi olan bir toprakta, AİHM'de sorunlu olan, uluslararası arenada sorunlu olan bir toprakta yaşamaktansa çözülmüş ama daha düşük..." Ki, yüzde 29'u kastediyor. "Geçmişten bugüne böyledir ve başka türlü de toprak vermeden çözemeyiz." gibi bir açıklama var. Böyle bir açıklamayı hem de müzakereci olan Sayın Cumhurbaşkanının yapmasını ben gerçekten üzüntüyle karşıladım. Açıklamanın içerisinde hiç olmaması gereken, şu anda Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin mevcut Başbakanı Sayın Özgürgün'le ilgili de, Sayın Eroğlu'yla ilgili de karşılıklı sanki siyasi çekişmelere konu olacak birtakım şeyler var. Anlıyoruz ki burada bir kafa karışıklığı var. Burada, müzakereciyi görevlendiren otorite belli. Bu şekliyle girdiğiniz zaman zaten müzakereden istediğiniz şeyi almanız mümkün değil. Yani o topraklar nereden isteniyor? Karpaz'dan verdiğimiz zaman ne olacak? Aşağıda tartışmalı bölgeden verdiğimiz zaman ne olacak? Mesele, sadece yüzde 28, 28, 32 meselesi değil ki. Bu, tamamıyla, az önce bahsettiğimiz, Deniz Kuvvetlerimizi de ilgilendiren, kıta sahanlığımızla ilgili, FIR hattıyla ilgili, münhasır ekonomik bölgelerle ilgili birçok sakıncayı beraberinde getirecek bir konu. Onun için, böyle çok basit bir şekilde, sanki uzlaşma olurmuş gibi yapılmasını doğru bulmuyoruz. Türkiye, garantör ülke olarak ara toplantılara katıldı ama kamuoyuna sadece bir haritanın kasaya saklandığının dışında herhangi bir şey gelmedi. Hem bu Doğu Akdeniz'deki hakimiyetimiz açısından hem Kıbrıs'ın hem de Türkiye'nin güvenliği açısından önemli bir konudur.
Milliyetçi Hareket Partisi olarak her zaman söyledik, bizim için iki toplumlu, iki devletli, bir eşit ilkeye dayalı çözüm olmadığı sürece bunun kabul edilmesi mümkün değildir. Toprak görüşmeleri ayrıdır ama burada taviz verilir bir şekilde yapıldığı zaman da maalesef Rum tarafının uzlaşmaz tutumu, Annan Planı'ndan sonra olduğu gibi yine devam edecektir.
Ben, az önce de Avrupa Birliği üyesi ülkelerin yetkilileriyle görüştüm, sordukları zaman kendilerine aynen şunu söyledim Kıbrıs meselesiyle ilgili: "Bu işin temelinde sizin kendilerini şımartmanız ve Türk tarafıyla sorunu çözmeden üye olarak kabul etmeniz yatıyor. Onun için, aslında bugün değilmiş gibi olsa da Annan Planı'na onlar hayır dedikleri zaman eğer üye olarak almak yerine, tam tersine, baskı uygulamış olsaydınız şimdi bu sorunlar bu hâle gelmezdi." Bizim de Türkiye Cumhuriyeti devleti olarak burada garantör ülke olarak, özellikle de garanti ve ittifak anlaşmalarından kesinlikle taviz verilmemesi gerektiğini, bu tezkere vesilesiyle, Türk Silahlı Kuvvetlerinin de oradaki varlığının garanti altına alınması gerektiğini bir kez daha hatırlatmış olayım.
Gündemde yine dış politikayla ilgili ve ülkemizin güvenliğiyle ilgili sıcak konu, dün gece itibarıyla Sayın Cumhurbaşkanıyla ABD Başkanı Sayın Trump'un görüşmesine ilişkin kısa açıklamalar yapıldı, fikir birliğine varıldığı söyleniyor ama aslolan nihai olarak bu konuların görüşülmesi. Her ne kadar stratejik ortaklık vurgusu yapılsa da henüz Suriye'de şu anda yaşamakta olduğumuz sorunun temelinde yatan ve yıllardır devam eden PKK terör örgütünün uzantısı olan PYD'ye ve YPG'ye başta Amerika Birleşik Devletleri olmak üzere Batılı ülkelerin bakış açısı yatıyor.
Öncelikle, burada bir netleşme olması gerekiyor. Biz yetkililerle görüştüğümüz zaman kendilerine de iletiyoruz; Türkiye olarak bizim önceliğimiz -ki Sayın Cumhurbaşkanlığından yapılan açıklamada da bunların vurgulandığı söyleniyor ama vurgulanması yetmiyor- bunların, yapılacak görüşmelerde, yetkililerle yapılacak görüşmelerde Türkiye'nin hassasiyetinin özellikle bu konuda anlaşılması ve PYD/YPG'nin bir terör örgütü olduğunu, aynı şekilde DAEŞ'le mücadele kadar bunların da aynı paralelde değerlendirilmesi gerektiğini, sadece Amerika'yla ilişkilerimizin FETÖ terör örgütü elebaşının ve diğer unsurların iadesine odaklanmadan tüm güvenlik unsurlarıyla ilgili aleyhimize olabilecek gelişmeleri kapsaması gerektiğini düşünüyorum. Bu kapsamda da Amerika Birleşik Devletlerinin yeni yönetiminin başta Sayın Trump olmak üzere Türkiye'nin bu önemini dikkate alarak yeni bir stratejiyle görüşmelere başlaması gerektiğini, Türkiye'nin de bunları masada görüşmesi gerektiğini tekraren vurgulamak istiyorum.
Diğer bir husus, "Suriye" deyince, yine hem Rusya'yla ilişkilerimiz ve bu kapsamda Suriye konusunda yapılan Astana görüşmeleri, Cenevre görüşmeleri kapsamında yine bazı karanlık bölgeler olduğu görülüyor. Ortada kaldı, haberler yer alıyor, bir anayasa taslağından bahsediliyor ama ne olduğunu tam olarak bilen yok, kimisi yalanlıyor, kimisi yalanlamıyor. Orada gördüğümüz şey de yine sanki böyle gevşek bir özerklik gibi, kültürel bir özerklik gibi toprak bütünlüğü korunarak ama yine Irak'takine benzer şekilde fiilî bir durum oluşturularak sonrasında batıda sözde bir kürdistan kurmanın temelleri olduğunu görüyoruz. Bu kapsamda, bütün bu görüşmelerin hassasiyetle Türkiye'nin çıkarları açısından ele alınması gerektiğini ve ileride çok daha büyük kayıplara yol açabilecek gelişmelere yol açmaması gerektiğini düşünüyoruz. Bu kapsamda da bu çalışmalara dikkatli bir şekilde devam edilmesini... Suriye'deki görüşmeleri de, yine, İran'la da, Suriye'yle de, Esad rejimiyle de, Rusya'yla da, Amerika Birleşik Devletleri'yle de, hepsiyle yapalım ama bu hassasiyetleri dikkate alarak yarın orada bir oldubittiyle karşılaşmadan bu işleri götürmemiz gerekiyor. Niye bu konuda hassasiyetimiz arttı? Çünkü güvenli bölge, güvenlikli bölge tartışmalarına paralel olarak bu anayasa tartışmaları da gündeme getiriliyor, Türkiye bir oldubittiyle karşı karşıya bırakılmamalı. Bu kapsamda da gerekli önlemleri almamız gerekiyor çünkü paralel olarak devam eden bir süreç var gibi görünüyor, her ne kadar resmî olarak hepsi doğrulanmasa da birtakım araştırma kuruluşları veya bazı medya kuruluşları tarafından bu haberler sızdırılıyor.
Esasen, biz Milliyetçi Hareket Partisi olarak güvenli bölge önerisini 2012 yılında yapmıştık; sadece Suriye için de değil, Sayın Genel Başkanımız o günün şartlarında Kandil'den Afrin'e kadar bu terör koridorunun temizlenmesi gerektiğini ve buraya oradan kaçan, göçen insanların tekrar yerleştirilmesi için güvenliklerinin sağlanması gerektiğini, bu konuda da uluslararası kuruluşlarla iş birliği yaparak kendilerinin orada iskân edilmesi gerektiğini söylüyordu. O zamandan bu zamana gelinen noktada yine söyleniyor ama onların aklından geçen güvenli bölge daha önce Çekiç Güç'le, Keşif Güç'le, uçuşa yasak bölgeyle yapıldığı gibi olursa yine Türkiye'nin aleyhine olacak bir sonuç doğuracaktır. İnşallah, bu hususlarda da belli çalışmalar yapılır ve dikkate alınır.
Biz Milliyetçi Hareket Partisi olarak bu bölgenin tamamen terörden arındırılması gerektiğini; Azez'in doğusu, batısı, Cerablus'tu, Menbic'di, bunları tartışmadan bütün o bölgenin Kandil'den Afrin'e kadar terörden arındırılması ve burada sayıları 3,5 milyonu bulan insanların tekrar yurtlarına dönmesi gerektiğini düşünüyoruz; uluslararası kuruluşlar tarafından da bunlarla ilgili yapılacak çalışmalarda destek olunması ve onlarla ilgili bütün ekonomik yükün paylaşılması gerektiğini düşünüyoruz.
Bu vesileyle, bu coğrafyada yaşayan, o sorunu şu anda çok daha yakından hisseden insanların da bir an önce ülkelerine dönerek kendi topraklarında yaşama haklarının kendilerine teslim edilmesi gerektiğini düşünüyoruz.
Tabii, AB'yle ilişkilerde, maalesef, biraz karşılıklı anlayış eksikliğinin arttığını da görüyoruz; karşılıklı birtakım raporlar, bunlara karşı açıklamalar, bazı restleşmeler yanlış noktalara doğru gidiyor. Az önce konuştuğum bazı temsilcilere bazı bilgileri aktardım, konuştuk ama, burada da bir bilgi kirliliğinin olduğunu ve Türkiye'nin durumunu anlamak yerine birtakım çevrelerce verilen bilgilerin doğru kabul edildiğini, özellikle 15 Temmuz sonrasında FETÖ terör örgütünün lobi faaliyetlerinin buralarda etkili olduğunu ve aleyhimize birtakım kampanyaların yürütüldüğünü görüyoruz.
Evet, ilişkilerde bir kötüye gidiş... Daha önce başta sözde Ermeni tasarısıyla ilgili Almanya'da yaşanan gerilimler, sonrasında geçtiğimiz dönemde yeniden alevlenen bazı tartışmalar ilişkileri belli ölçüde sekteye uğrattı. Bu konuyu yeniden gözden geçirmek gerekir, evet; özellikle de Gümrük Birliğiyle ilgili konunun yeniden gözden geçirilmesi gerektiğini artık yetkililerimiz de kabul ediyor. Bu konunun da yeniden Türkiye'nin çıkarları açısından ele alınarak ciddi bir şekilde değerlendirilmesi gerektiğini, eğer bir ilerleme sağlanamıyorsa Gümrük Birliği sürecinin de yeniden değerlendirilerek ikili ticari anlaşmalara cevaz verecek şekilde yeni bir sürece girilmesi gerektiğini düşünüyoruz.
Bu kapsamda, biz, bütün komşularıyla barış içinde yaşayan, çok yönlü millî bir dış politika izleyen bir Türkiye Cumhuriyeti anlayışından yanayız. Bu kapsamda da yapılacak çalışmalarda ülkemizin lehine olan bazı politikaları destekleyeceğimizi, ama eksiklikleri de zaman içerisinde uyarmaya devam edeceğimizi söylüyoruz ve bu, gündemimizde olan tezkereye de bu anlayışla destek vereceğimizi, ama dış politikanın da bu Anayasa tartışmalarına paralel olarak, bunun ötelenmesine neden olmadan yeniden ele alınması gerektiğini ve millî bir dış politika anlayışının bütün muhalefet partileriyle birlikte, bir bilgilendirmeyle yeniden değerlendirilmesi gerektiğini düşünüyor ve Sayın Dışişleri Bakanından ve Hükûmetten bunları bekliyoruz.
Ben bu duygularla tekrar sizlere teşekkür ediyorum ve hayırlı günler diliyorum. (MHP ve AK PARTİ sıralarından alkışlar)
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Teşekkür ederiz, "hayırlı" günler dileriz biz de size.
BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Günal.