GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: CHP Grubu önerisi münasebetiyle
Yasama Yılı:2
Birleşim:68
Tarih:09.02.2017

AHMET YILDIRIM (Muş) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Başkanım, değerli milletvekilleri; ben de CHP'nin muhtarlarla ilgili vermiş olduğu araştırma önergesinin lehinde partim adına söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Açıkçası, muhtarlar, bir toplumun demokrasisindeki kılcal damarları temsil ederler. Demokrasinin toplum içindeki kılcal damarları, en küçük demokrasi hücreleri muhtarlıklardır ve bulundukları yerlerde seçimle iş başına gelmiş olmaları hasebiyle bize göre bütün atanmışlardan daha değerli bir noktaya tekabül eder görevleri. Hatta o ildeki en büyük ita amiri olan validen de veya en yüksek devlet memuru olan Başbakanlık Müsteşarından da daha değerlidir. En azından yönetmeye talip olduğu sınırlar içerisindeki topluluğun rızasını almıştır.

Ancak, ben, muhtarların özlük hakları açısından yaşamış olduğu problemlere geçmeden önce, son günlerde belediyelerde kayyumlarla başlayan bir sürecin giderek muhtarlıklara, köylere, mahallelere kayyumlar atamaya dönüştüğünü bütün Genel Kurulun bilgisine sunayım. Sadece son bir ayda, Bitlis ilimizin Hizan ilçesi başta olmak üzere farklı köylerinde 30'a yakın muhtar, "Valinin keyfi öyle istedi." diye ya da "Siyasi iktidarın hoşuna gitmiyor uygulamaları." diye, belki de "Saray toplantılarına katılmıyor." diye görevden uzaklaştırıldılar. Biz, bir yandan, şüphesiz, muhtarlarımızın özlük haklarıyla hemhâl olalım ama bunun yanı sıra, özellikle muhtarların seçilmiş olma hâline göstereceğimiz saygıyı da göz ardı etmeyelim çünkü siyasi iktidar belli bir süredir, kendi vesayetçi anlayışını bu ülkeye hâkim kılmak için, kendisi gibi düşünmeyen bütün toplumsal muhalif kesimlere karşı deyim yerindeyse bir savaş başlatmış durumdadır. Çünkü kendisi gibi düşünmeyen siyasetçiler hedefte, kendisi gibi düşünmeyen yerel yöneticiler hedefte, kendisi gibi düşünmeyen muhtarlar hedefte, kendisi gibi düşünmeyen aydın, yazar, çizer, akademisyenler hedefte.

Bir saat önce partimizin milletvekilleriyle birlikte Ankara Üniversitesi Cebeci yerleşkesinde, KHK'yla ihraç edilen akademisyenlerle bir araya geldik. Bu ülkenin geleceğine dair ne kadar büyük bir umut sahibi iseler, aynı oranda, bu iktidarın bu ülkeye sunabileceği katkı anlamında da çok fazla bir umutlarının kalmadığını ifade ediyorlar. Bu ülke er geç düzlüğe çıkacak, bu ülke akademisyen ve aydın vicdanıyla yarınlara uzanacak, güzel günler görecek ama oradaki akademisyenlerden emekli öğretim üyesi biri -bizim gibi ziyarete gelmişti- cumhuriyet tarihi boyunca üniversitelerde gerçekleştirilen kıyımlar içerisinde bir tek 1947'de Niyazi Berkes, Pertev Boratav, Behice Boranlara dönük Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesinde gelişen kıyım dışında hepsini yaşadığını söyledi. 1956 kıyımını yaşadığını söyledi. 1961 darbesini, 1971 muhtırasını, 12 Eylül darbesini ve 28 Şubat kıyımlarını gördüğünü ama hepsinde az biraz da olsa hukuk olduğunu, yargı yolunun açık olduğunu... Bir yargılama süreci sonrasında hepsi geri döndüler. Ama bugünkü iktidarın KHK'larla ihraç etmiş oldukları akademisyenlere ve kamu görevlilerine dönük, bırakın yargı yolunu açık tutmayı ve adil bir karar çıkmasını, şu Meclisin kapısını KHK'yla ihraç edilmiş olan kamu görevlilerine kapattığını biliyor musunuz? 100 bin kamu görevlisi şu Meclise giremiyor? Oysa bu Meclisin sahibi o halkımız; asil olan onlar, vekil olan bizleriz. Meclis asile kapalı, vekilin konformizmine açık. Nasıl bir akıldır ki KHK'larla ihraç edilmiş 100 bin kamu emekçisi Meclise giremiyor. Peki, bir yurttaş, mağdur olduğu düşüncesiyle burada İnsan Hakları Komisyonuna ya da Dilekçe Komisyonuna dilekçe vermek, şikâyette bulunmak üzere nasıl hakkını arayacak? Biz, hukukun, yasaların emrettiği şekilde hak arama kanallarını yurttaşlarımıza açık tutmazsak bunlar nereye gidecekler?

Belli bir süredir yargının boğazına kadar siyasallaştığını, yargının iktidarın sopası hâline geldiğini söyledik ve referanduma kadar, toplum vicdanında mahkûm olmuş ve referandumda da halkın tokadını görecek olan bu siyasi iktidar, siyasallaştırdığı yargı marifetiyle toplumsal muhalefet üzerinde -deyim yerindeyse- tam bir baskı politikası, tam bir hukuk terörü estiriyor.

Size bir örnek vereyim: Bakın, Diyarbakır Adliyesinde bir buçuk ay önce 8. Ağır Ceza Mahkemesi kuruldu. Bir buçuk aylık bir mahkeme -az biraz hukuku bilen, adliyeleri bilen herkes bilir- dosya yoğunluğu en az olan mahkeme. Eş Genel Başkanımız Sayın Selahattin Demirtaş'ın iddianamesi geçen hafta o mahkemede kabul edildi ve kabul eden mahkeme, Eş Genel Başkanımızın tutuklanmasından altı ay sonraya, iddianamenin kabul edilmesinden üç ay sonraya duruşma günü verdi. Şimdi, düşünsenize, Allah aşkına, yeni kurulmuş, bir buçuk aylık bir mahkemenin dosya yoğunluğu yok, bir duruşmayı nasıl üç ay sonraya verebilir? Oysa hukuk teamülleri, Türk Ceza Kanunu iddianame kabul edildikten sonra bir ay içerisinde ilk duruşma gününün olmasını emreder.

Diğer Eş Genel Başkanımız Sayın Figen Yüksekdağ'ın iddianamesi bir aydır çıkmasına rağmen, bu iddianameyi kabul edecek mahkeme arıyor bu hukuk düzeni. Diyarbakır Adliyesi "Ankara görsün." diyor, Ankara "Yetki bende mi, bir inceleyeyim." diyor.

Gerek eş genel başkanlarımız gerek milletvekillerimiz gerekse belediye başkanı, il, ilçe yöneticilerimizin tamamının referandum takvimine endeksli bir şekilde siyasi soykırım operasyonuna tabi tutulduğunu ve bunların talimatının yargıya siyasi iktidar tarafından verildiğini, devletin ve Hükûmetin derin dehlizlerinde bunların planlandığını biz çok iyi biliyoruz. Yoksa yeni kurulmuş bir mahkeme nasıl olur da üç ay sonraya duruşma günü verir? Ama biliyoruz, Eş Genel Başkanımız Sayın Selahattin Demirtaş'ın geçen hafta kabul edilmiş iddianamesi için 28 Nisana gün verilmesinin nedeni, referandum aradan çıktıktan sonradır. Tabii, HDP siyasi iktidarın korkulu rüyası olmuş; üç yıldır başkanlık hayallerinin önündeki, engel olan parti biziz. Ya değilse, neden eşit koşullarda bir referandum çalışması yürütmeyi ve onun koşullarını sağlamayı düşünmüyorsunuz, öncelemiyorsunuz?

Soruyorum: Bir buçuk ay önce kurulmuş, dosya yoğunluğu olmayan bir mahkeme, kabul ettiği iddianamede nasıl üç ay sonraya gün verir? Tek nedeni var: Operasyonlar da siyasiydi ve referanduma endeksliydi, aynı şekilde duruşmalar da, tahliyeler de referanduma endeksli olacak ama toplum vicdanı öyle bir şeydir ki -açık söyleyeyim, öyle bir tokat yiyecek ki siyasi iktidar- şimdiye kadar belki de AKP dışında hiç kimseye oy vermemiş birçok yurttaş, bu son bir yıldaki haksız, vicdanlarda mahkûm olmuş uygulamalarından ötürü bu Anayasa paketinde iyi bir ders verecektir, göreceğiz biz bunları.

Kayyumları üzerinden belediyeleri gasbeden iktidar ne diyordu? Hiçbir iddianameye yansımayan, hiçbir soruşturma tutanağında bulunmayan belediyelerin, efendim, örgüte para aktardığını, efendim, hendek kazdığını söylüyordu. O zaman söyleyelim: Bakın, belediyelere ilk müdahale, gasbetme girişimi Ekim 2015'te, bu ülkede, bu memlekette hendek mendek yokken Batman Belediyesinin 18 meclis üyesi ve eş başkanının görevden uzaklaştırılmasıyla başladı. Ekim 2015'te hendek mi vardı? Batman'da hendek mi kazıldı? Ama muradınız öyle bir şey değil ki. Batman'dan başladı, hiçbir şekilde hendeğin, çatışmanın olmadığı yerlerde belediyeleri gasbeden... Çünkü konu muhtarlardı.

Seçilmişlere karşı saygısızlık anlamına gelen her türlü uygulamayı mevcut iktidar döneminde gördüğümüzü ve önergenin lehinde oy kullanacağımızı söyleyerek bütün Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)