| Konu: | HDP Grubu önerisi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 76 |
| Tarih: | 01.03.2017 |
DENİZ DEPBOYLU (Aydın) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; kadınların yaşadığı şiddet ve eşitsizlikle ilgili olarak sunulan önerge üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubumuz adına söz almış bulunmaktayım. Aziz Türk milletini ve sizleri saygıyla selamlıyorum.
Cumhuriyetin 94'üncü yılında, 2017'de hâlâ kadınlarımızın hak ettiği değeri yaşamadığını görerek kadın şiddeti ve eşitsizlik üzerinde konuşuyor olmak çok üzücü. Aslında tarihimize dönüp baktığımızda, çok daha eskiden, şanlı tarihimizde kadınlarımızın nasıl haklara sahip olduğunu, hangi statüde bulunduğunu çoğumuz biliyoruzdur belki. Ama ben yine de biraz hatırlatmak istiyorum çünkü bunu hatırlatırsam, tarihimizde Türk kadınının yeri üzerinde biraz durursam bu, gelecek için bize güç ve umut verecektir diye düşünüyorum.
Biliyorsunuz ki Türk milleti, tarih boyunca, devlet kurma konusunda üstün bir yeteneğe sahip bir uygarlık olmuştur. Toplum içindeki kadının statüsü ve hakları o dönemde yer alan toplumlara göre ise çok daha farklı olmuştur. Kadın sadece ailenin direği değil, siyasi, hukuki alanda erkeğe eş değer bir konuma sahipti. Birlikte at binmeyi, ok atmayı, avlanmayı öğrenirler ve savaşlara bile birlikte katılırlardı. Bu tutum kadını erkekle birlikte siyasette eş değer konuma getirmiş, kadınlar hükümdarlık vekâletine sahip olmuş, devlet meclisine girme yetkisine, diplomatik görevlere sahip olmuş, elçileri kabul etme ve görüşme görevi almış, hukuksal alanda yetki kullanmıştır. Hatta savaş meclisinde bulunup kararlara imza atmıştır ve hatta, o zaman kanun niteliğindeki kararnameler, "Han ve Hatun buyuruyor ki" ifadesi olmadan, altında imzası olmadan çıkmamıştır.
Maalesef, kadına yönelik şiddetin o tarihte en ağır cezayla karşılaştığı dönemden bugüne nasıl gelinmiştir? Kadın, ayrıcalıklı konumunu geçen süreçte kaybetmiştir ki, ta ki Cumhuriyet Dönemi'nde kadının layık olduğu değere ve toplum içindeki hak ettiği konuma ulaşabilmesi noktasında Mustafa Kemal Atatürk'ün gösterdiği çabaya kadar. Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk'ün kadının statüsüyle ilgili olarak sarf ettiği sözleri sizlerle paylaşarak bir kez daha hatırlatmak istiyorum: "Bir topluluk, bir ulus erkek ve kadın olmak üzere iki ayrı cinsten oluşur. Bir ulusun bir bölümünü geliştirip diğer bölümünü geliştirmeden toplumun tümünün gelişmesi olanaksızdır. Bir toplumun yarısı topraklara zincirlerle bağlı kaldıkça diğer yarısının göklere yükselmesi mümkün müdür?" Ama, maalesef, bu güzel sözlerle kadınlara sunulan hakların birçok ülkenin önüne geçtiği tarihten itibaren baktığımızda, istatistikler bize çok olumlu sonuçlar göstermemekte.
Dünya Ekonomik Forumu araştırma yapmış, 145 ülke arasında 2015 yılında Toplumsal Cinsiyet Uçurumu Raporu'nu sunmuş. Burada, 2015'te Türkiye 145 ülke arasında 130'uncu sırada yer alıyor maalesef. Ekonomik katılım ve fırsatlar açısından Türkiye 131'inci sırada. Kadınların iş gücüne katılımında da 131'inci sırada. Türkiye ücret eşitliğinde ise 82'nci sırada. İş gücüne kadınların yüzde 32,20'si, erkeklerin yüzde 75,6'sı katılıyor. Eğitimde cinsiyet eşitliğinde 105'inci sırada olmamıza denk geliyor. Kadınların okuryazarlık oranında 105'inci sıradayız. Maalesef ülkemizde, okuryazarlık başta güzel, evet, okula kaydolma var ama kadınlarımızın, kızlarımızın çoğu ilerleyen süreçte eğitimine devam edemeden bir şekilde bırakıyor.
Siyasi güçlenmede 105'inci sıradayız, Mecliste kadın temsiliyetinde 86'ncı sırada, bakanlık pozisyonlarında 139'uncu sıradayız. Eğitim açısından kendi kurumlarımız STK'larımızın açıkladığı raporlar da iç açıcı değil. Bakıyoruz, ülkemizde kız öğrencilerin yüzde 39,9'unun lise ve dolayısıyla yükseköğretim aşamasına geçemeden eğitim sürecini terk ettiğini ya da terk etmek zorunda kaldığını görüyoruz. Bu da, her 100 kızımızdan 40'ı eğitimini tamamlayamıyor, dolayısıyla meslek sahibi olamıyor ve nihayetinde yine istihdamdan mahrum kalıyor demektir.
Hâlâ çocuk yaştaki kızlarımızın evlendirilmesinin önüne de geçmiş, geçebilmiş değiliz. Kadına yönelik şiddette artış bizi oldukça endişelendiriyor. Biliyoruz ki Türkiye'de her gün en az 4 kişi cinayete kurban gidiyor, en fazla artış gösteren kadın cinayetleri de aile içerisinde işleniyor.
Bu istatistikleri aslında çoğunuz biliyorsunuz. Tek tek bu istatistiklerden bahsetmek istemiyorum. Durum değişmiyor, 2015'teki cinayet sayıları ortada, istatistikler ortada, 2016'da ortada; 2017'de de hız kesmedi, devam ediyor.
Kadın şiddetinin görünen kısmının yanı sıra görünmeyen tarafı da var ve oldukça travmatik. Kadınların önemli bir kısmı çoğu zaman cinsel taciz, takip, mobbing, psikolojik şiddet, ekonomik şiddetle karşı karşıya kalıyor. Kadınların toplumsal yaşamdaki statüsünün iyileştirilmesi içinse yapılması gereken çok fazla şey var. Kız çocuklarımızın eğitimine devam ettirilmesinin sağlanması gerekiyor. Kız çocuklarımızın erken yaşta evlendirilmesinin artık son bulması gerekiyor ve yine kız veya erkek -biz burada eşitlikten bahsediyoruz- çocuklarımızın tamamen her türlü istismardan korunması gerekiyor. Bakıyoruz haberlere, her gün bir haberle karşılaşıyoruz çocuklarımızın uğradığı istismarlara yönelik olarak. Aslına bakarsanız bu, bir bakıma bende kaygı yaratırken bir bakıma da bir konuda bir umut veriyor. Neden biliyor musunuz? Artık ortaya çıkıyor, artık çocuklar şikâyet edebiliyor, aileler çocuklarının ne yaşadığını öğrenebiliyor; çocuklar ailelerinin denetiminde, gözetiminde, hakları savunularak o durumdan kurtarılabiliyor. Tabii bu da başka bir yönü.
"Pozitif ayrımcılık" dediğiniz, iktidar partisi olarak kadına ayrıcalık tanındığını öne sürdüğünüz uygulamalarınızın -gelişmelere ve istatistiklere bakıldığında- sonucunun pozitif olmadığını, yetersiz kaldığını ve vadettiği faydanın vuku bulmadığını görüyoruz. Kadın ve erkeğe eşit fırsatların sunulduğu, kadına saygının ön planda olduğu, hem kadına hem de erkeğe eşit desteğin sağlandığı çağdaş bir yaklaşıma ihtiyacımız var. Bu sorunu çözmenin en değerli adımları sorunu fark etmek ve kabul etmektir, bunu unutmamak gerekir. Bu sebeple, kadınlarımızın sorunlarının görünür kılınması sorunların çözümü için çok önemli bir adımdır.
Yine, kadına saygı duyan siyasi partilerin siyasi temsilcilerinin ve liderlerinin kadın üzerinden siyaset yapmaması gerekiyor. Zira, kullanılan cümleler kadınları hedef hâline getiriyor ve kadına yönelik baskı ve saldırıları da meşrulaştırıyor, özellikle buna dikkat etmemiz gerekiyor.
Aslında kadının yaşadığı şiddetin boyutları o kadar geniş ki bazıları istatistik çalışmalarına da yansımıyor. Mesela terör; terör şiddetinde, terörün aldığı canların analarının yaşadığını direkt kendisine yöneltilen şiddetten nasıl ayırt edebiliriz? Çocuğunun vurulduğunu, bombalı bir saldırıda feci bir şekilde katledildiğini bilmek nasıl bir duygudur? Ya da çocuğunun kendi rızası olmadan, olmadığı hâlde ve siyasi ve ideolojik yönden istismar edilmek üzere alındığını, ölümün önüne konulduğunu bilmek bir kadın için, bir ana için nasıl bir duygudur?
Şiddet, dolaylı veya dolaysız, en çok kadınlarımızın canını yakmaktadır. Kadına saygı duyan, kadının çektiği her türlü acıya duyarlı olduğunu iddia edenlerse önce, başta terör olmak üzere her türlü şiddetin karşısında dik durmayı öğrenmeli, durabilmeyi becerebilmelidirler. Aziz Türk milletinin bekasını garanti altına alan, çocuk, kadın, erkek her ferdin güvenliğini sağlayacak olan Türkiye Cumhuriyeti'nin korunması ve güçlenmesi için çaba sarf etmelidirler. Çocuklarının canını alan teröristlere sahip çıkan peşmergenin başının "bayrak" diye nitelendirdiği şeyin şanlı Türk Bayrağı'nın yanına asılması şehit analarının yüreğini de nasıl acıtmıştır, bu nasıl bir şiddettir, nasıl bir psikolojik şiddettir; bunun da bilinip duyarlı olunmasının sağlanması lazımdır.
Kadınlarımızın yaşadığı acı ve haksızlıklara karşı dik durmak demek Türk kadınının millî ve manevi hassasiyetlerine de saygı duymayı gerektirir ki bu en başta şehitlerimize duyacağınız saygıdır. Şehitlerimizin ruhuna yük getirecek, arkadan analarının da, kadınlarının da yüreğini acıtacak uygulamalara son vermeniz lazım.
Teşekkür ediyor, yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)