GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: TOPLU İŞ İLİŞKİLERİ KANUNU TASARISI
Yasama Yılı:3
Birleşim:10
Tarih:17.10.2012

SEBAHAT TUNCEL (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 197 sıra sayılı Toplu İş İlişkileri Kanunu Tasarısı'nın 33'üncü maddesi üzerine grubumuzun vermiş olduğu değişiklik önergesi üzerine söz almış bulunmaktayım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Bugün, birçok emekçi aslında bu yasanın çıkmasını bekliyor. Türkiye'de işçiler, emekçiler bu konuda yıllardır muhalefet ederek yaşamlarının daha yaşanabilir olması, emeklerinin karşılığını alabilmesi konusunda oldukça mücadele veriyorlar ama ne yazık ki her zaman için bu muhalefetleri ya baskıyla ya zorla karşı karşıya kalıyor. Bu sözleşmenin ismine bile baktığınızda, burada daha çok iş ilişkilerini düzenliyor yani burada işçiler yok, emekçiler yok yani burada sermaye daha çok nasıl kazanacak, burada işçiler daha çok nasıl sömürülecek, bunun üzerinden nasıl bir denklem kurulacak tartışması var. Bir bütün, aslında yasanın tamamına baktığımızda bunu çok net olarak görüyoruz.

Bu madde açısından da verdiğimiz değişiklik önergesi aslında "içerebilir" cümlesini "içerir" olarak değerlendirmek çünkü "içerebilir" cümlesi genelde içermeyen bir nokta olarak değerlendiriliyor. Bu, özellikle işçiler, emekçiler söz konusu olduğunda daha çok patronların ya da işverenlerin çıkarları göz önüne alınıyor. Biz bunu Türkiye'de özellikle işçilerin, emekçilerin hak ve özgürlük mücadelesinde çok net olarak gördük. O açıdan bu önergemizin dikkate alınması gerektiğini düşünüyoruz çünkü "içerebilir" yerine "içerir" olduğunda en azından bu maddenin bir anlamı olacak, bu maddede hak ve özgürlükler garanti altına alınmış olacaktır.

Değerli milletvekilleri, biliyorsunuz, aslında toplu iş görüşmeleri olduğunda her zaman için bir tıkanma söz konusu oluyor, işçilerin, emekçilerin hak ve özgürlükleri genelde yok sayılıyor. AKP Hükûmeti bunu çok fazla yapıyor; ya yandaş sendikalarla bu süreci götürüyor ya da TÜSİAD ya da TOBB gibi aslında sermaye gruplarıyla bu süreci götürerek işçilerin, emekçilerin hak ve özgürlüklerini gasbediyor. Bu noktada örgütlenme özgürlüğü meselesi de problemli. Bir yandan, aslında sendikal özgürlüğün önünü açıyormuş gibi, Avrupa Birliği sürecinde işçilerin örgütlenmesinin, sendikalaşmasının önünü açıyormuş gibi görünse de diğer yandan, örgütlenmek isteyen, sendika kurmak isteyen, sendikada muhalefet eden, hak ve özgürlük mücadelesi yürütenleri de çoğu zaman terörist ilan ediyor. Biz, en çok KESK'lilerin mücadelesinde bunu çok net olarak görüyoruz. Yani 4+4+4'e karşı çıkmasında ya da işte sağlık emekçilerinin Hükûmetin sağlık reformu politikalarına karşı çıkmasında ya da işçilerin, emekçilerin hak ve özgürlük mücadelesinde genelde karşılaştıkları polisin şiddetidir, coptur, tazyikli sudur. Bunun temel nedeni de aslında iktidar muhalefete açık değil, yani işçilerin, emekçilerin özgürlükleri konusunda onların sesini duymak istemiyor. Bugün, KESK'li birçok arkadaşımızın bu muhalefetinden dolayı tutuklu olması ya da yargılanıyor olmasının temel nedenlerinden birisi de bu. Bunun bir kez daha burada görülmesi gerekiyor. Yani "iş yeri demokrasisi" diye bir şey tartışıyor Avrupa, dünya. İş yeri demokrasisi, sadece işverenleri mutlu etmek, işverenlerin daha çok kazancını sağlayacak bir nokta değil. Aslında burada işçilerin, emekçilerin de hak ve özgürlüklerini güvence altına aldıkça, bu iki mekanizmayı doğru ürettikçe üretim de artacaktır. Bu konuda ciddi anlamda bir problem var, bakış açısında problem var. Sadece mesele, yasaların düzenlenmesi değil. Siz nasıl düşünüyorsanız ona göre yasa düzenliyorsunuz. Doğal olarak, AKP Hükûmetinin derdi hiçbir zaman işçiler, emekçiler olmadığı için, onların yaşam koşullarını düzenlemek olmadığı için; onların derdi kendisine yakın olan patronların, aslında sermayedarların ceplerini daha fazla nasıl doldurabiliriz, işçileri daha fazla nasıl sömürebiliriz üzerinden olduğu için bunu anlamak mümkün ama biz, kendi durduğumuz noktada, bunun yanlış olduğunu, aslında işçilerin, emekçilerin hak ve özgürlüklerini bu noktada gasbetiğini bir kez daha ifade etmek istiyoruz.

Değerli milletvekilleri, sözlerime son verirken, tabii, Türkiye'de işçilerin, emekçilerin hak ve özgürlük mücadelesinin yanında olduğumuzu ve her zaman onların bu haklı mücadelesini burada da dile getireceğimizi ifade etmek istiyorum. Ama bir şeye daha dikkat çekmek istiyorum: Bugün Türkiye cezaevlerinde süresiz, dönüşümsüz açlık grevinin otuz altıncı günü, biz her sözü aldığımızda bunu ifade edeceğiz, buradaki vicdanlara seslenmeye çalışacağız. Eğer burada, güçlü anlamda bir siyasi irade ortaya çıkmazsa, bir barış, çözüm projesi ortaya çıkmazsa cezaevlerinden belki ölüm çıkar. Her bir arkadaşımız kendi yanında düşünsün, kendi yakının, arkadaşının ölümüne ne kadar üzülüyorsa aslında, bu ülkede barış ve özgürlükten yana olanların bedenini ölüme yatırmış olmaları biraz da vicdanlarını sızlatmaları gerekir ama biz burada bu tabloyu görmüyoruz tabii siyasi iktidarın yaklaşımında ama biz insanlığa karşı bu görevi bir kez daha ifade etmek istiyoruz, çağrımızı yeniliyoruz.

Bu ülkenin cezaevlerinde insan hakları ihlalleri var, ölüm oruçları var, insanlar bedenini ölüme yatırmış durumda. Lütfen, bunu hatırlayarak yaşamınıza devam edin diyorum.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum.(BDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Tuncel.