| Konu: | Denizcilik Çalışma Sözleşmesinin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 77 |
| Tarih: | 02.03.2017 |
MHP GRUBU ADINA MEHMET GÜNAL (Antalya) - Değerli milletvekili arkadaşlarım, yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Tabii, akşamın bu saatinde arkadaşlarımızın karşılıklı esprileri var ama bir taraftan da sınırlarımızda yaşanan olaylarla ilgili haberler geliyor. Bugün Sayın Dışişleri Bakanı da bizi Dışişleri Komisyonu üyeleri olarak bilgilendirdi ama hâlâ bir taraftan da bazı haberleri, kimisi dezenformasyon amaçlı kimisi de bölgeden aldıkları haberleri bize aktarıyorlar. Dolayısıyla, bu konularla ilgili, son dönemde bölgemizdeki gelişmelerle ilgili, komşularımızla ilgili gelişmelerle ilgili bazı konulardaki görüşlerimizi bu vesileyle sizlerle paylaşmak istiyoruz.
Değerli arkadaşlar, öncelikle, sıcak konu olan, az önce de bahsetmiş olduğum, Suriye'de, sınırımızın hemen öbür tarafında yaşanan gelişmeler var. An itibarıyla Menbic'teki gelişmelerle ilgili bazı haberler var. Sayın Dışişleri Bakanının da toplantı sonrası açıklaması var. Dün yine Sayın Cumhurbaşkanının seyahat dönüşü açıklamaları var. Anlaşılıyor ki burada henüz tam bir anlaşma sağlanmamış. Her ne kadar, Amerika Birleşik Devletleri'nden birtakım yetkililer, CIA Direktörü başta olmak üzere askerî yetkililer geldiler gittiler, biz de duruşumuzu anlattık Türkiye olarak. Yetkililerin açıklamalarına göre, Türkiye'nin ne yapmak istediğini, oradaki ne tür bir destekle beraber bu alanda iş birliği yapılabileceğini de anlattıklarını söylüyorlar. Ama gelişmelere baktığımız zaman da henüz Amerika Birleşik Devletleri tarafında da, Rusya'da da tam kafaların netleşmediği görülüyor. Türkiye'nin pozisyonu açıklanmış olmakla beraber burası ciddi gelişmelere gebe. Nasıl diyeceksiniz? Şimdi, biz bir taraftan burada iki tarafa da, hem Rusya'ya hem Amerika Birleşik Devletleri'ne söylüyoruz. Ama, netice itibarıyla hâlâ gelip gidiyorlar ve dün bakıyoruz, işte "YPG tarafını filancalar bombalamış." diye haber geliyor, bir taraftan taciz ateşi geliyor. Yani nedense böyle herkes "YPG'yle iş birliğine devam edelim, PYD'yle iş birliğine devam edelim." Herkes derken Rusyası da aynı, Amerikası da. Biz ne diyoruz? "Onlarla yapmayın, biz de destek sağlayalım, diğer muhalif gruplarla, ılımlı gruplarla yapın." diyoruz. Ama burada eğer daha fazla dikkat göstermezsek ciddi tehlikeyle de karşılaşabilme durumumuz var. Her zaman söylediğimiz bir şey var: Eğer bu iki güç birbiriyle anlaşırsa, Kuzey Irak'ta olduğu gibi aynı oldubittilerle yeniden bu bölgede de karşılaşma ihtimalimiz var. Biz sürekli olarak buna dikkat çekiyoruz. Bu hususun net bir şekilde irdelenmesi ve taraflarla bu kararlılığımızın net bir şekilde paylaşılması gerekiyor. Aksi takdirde, 1990 yılından itibaren başlayan, 1990'ların başındaki Keşif Güç'le, Çekiç Güç'le devam eden ve bugün tartışmasını yaptığımız Irak bölgesel yönetimiyle ilgili fiilî durumun yine Suriye'nin kuzeyinde de yaşanması kaçınılmaz olabilir.
Biz Milliyetçi Hareket Partisi olarak en başından beri -sürekli olarak burada da belirttik, hâlâ da söylemeye devam ediyoruz- Sayın Genel Başkanımızın -Ağustos 2012'de- bu konudaki görüşünü çok net bir şekilde sizlere defalarca ifade ettik. Ta o zamandan -bu süreç başladığı anda- şimdiki gibi Fırat'ın doğusu, batısı şeklinde tartışılarak değil, Kandil'den Afrin'e kadar bu terör bölgesinin temizlenmesi gerektiğini ve orada güvenli bir bölge kurulması gerektiğini söyledik. Tekraren, yine söylüyorum: Evet, bugün belki stratejik bir planın ürünü olarak "Fırat'ın doğusuna gidilsin, Menbic terk edilsin." deniyor. Peki, terk edildiği zaman bitecek mi? Fırat'ın doğusu ne toprağı? Buraların da terörden temizlenmesi, arındırılması gerekiyor. Oralardan da Türkiye'ye göçmüş insanlar var; sadece Fırat'ın batısından değil, sadece Halep'ten değil, sadece El Bab'dan değil, öbür bölgelerden de gelenler var. Dolayısıyla, burada topyekûn bir çözüm olmaz ise, "güvenli bölge, güvenlikli bölge" derken herkes kendi işine geldiği şekilde kendi desteklediği veya kendi adına vesayet savaşı yapan grubu eğer orada desteklemek için yaparsa bizim Türkiye olarak aleyhimize bir durum olur. Bu konuda çok daha dikkatli adımlar atılması gerekir. Çünkü, her ne kadar resmî açıklamalarda olmasa da görüşmelerin arkasından Rusya'dan kaynaklanan, kültürel özerklik benzeri bir anayasa taslağı sızdırılıyor. O zaman arka planda bizim dışımızda bazı şeylerin çalışıldığı anlaşılıyor. Bu konularda daha duyarlı ve daha kararlı olmak gerektiğini bir defa daha hatırlatıyoruz. Bizim burada yine Irak'ın kuzeyinde olduğu gibi bir oldubittiyi kabul etmemiz asla mümkün değildir; bir kez daha bunun altını çizmek istedim.
Diğer bir husus ise -bugün yine açıklamalar devam ediyor- Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Sayın Akıncı'nın önceki süreçte de yaptığı açıklamalar vardı. Rum kesimi masadan kalktıktan sonra... Biliyorsunuz, Enosis'in okullarda okutulmasıyla ilgili bir açıklamayla, bu iş bahane edilerek görüşmeler kesildi. Burada da hassas noktalar var. Tabii, şu anda "Kim kalktı, kim oturdu, kim tekrar geri döner? Eğer bunu geri alırlarsa biz görüşmeye döneriz." tartışması yaşanıyor ama aslolan, o yaşanan tartışmalardan önce de gelinen noktada önemli tavizler verildiğini basına yansıyan açıklamalardan görüyoruz. Burada, Kıbrıs'ta, bir şekliyle, efendim, anlaşalım da nasıl olursa olsun; toprak vermeden burada anlaşamayız diyen yaklaşımı kabul etmiyoruz. Ki önceki hafta da kısaca size arz etmiştim, tekrarında, bugün, bu açıklamalardan sonra fayda görüyorum. Sayın Akıncı'nın Cumhurbaşkanlığının web sitesinde önceki yaptığı açıklamada, neredeyse Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Hükûmetiyle farklı farklı görüşler içerisinde olduğu ve bir nevi iç polemik, siyasi polemik içerisine girdiği görülüyor. Burada garantör devlet olarak Türkiye Cumhuriyeti devletinin yetkililerinin bu meseleye el koyması ve buradaki tavizlerin bu şekliyle sulandırılmasına izin vermemesi gerekiyor. Diyor ki, efendim, işte "Toprak vermeden bu işi çözemeyiz." Ama öbür tarafta, yayınlanan haritalara baktığımız zaman, bizim yukarı burunda vereceğimiz, Kardak'ta, Dipkarpaz'da vereceğimiz tavizler, ileride bütün millî güvenliğimizi tehdit edecek, kıta sahanlığımızı daraltacak, neredeyse Doğu Akdeniz'de hareket edemez hâle getirecek tavizler içeriyor. Onun için, bu meselelerin tekrar üzerinde durulması, müzakerelere dönülüyorsa bu şartlarda dönülmesi... Aksi takdirde de Rum kesiminin kendi bileceği iştir.
Sayın Genel Başkanımız da salı günü grup toplantısında belirtti, bu kadar tahrik yapmaya gerek yok. Sayın Dışişleri Bakanı da açıklamasında zaten kendilerine gerekli cevabı vermiş ama o cevap yeterli değildir. Bundan sonraki sürecin dikkatle takip edilmesi, hem Kıbrıs'taki müzakerelere tekrar dönülmesi hâlinde bu müzakere sürecinin yeniden gözden geçirilmesi hem de taviz verilmeden, Türkiye'nin kırmızı çizgilerini ortadan kaldırmadan, Kıbrıs Türklüğünü de azınlık statüsüne indirmeden bu meselenin çözümü için çalışılması gerekiyor. Aksi takdirde, bu "iki kesimli, iki toplumlu, iki devletli" anlayışı biraz zedeleyecek tarzda ve zafiyet getirecek tarzda bir oldubittinin kabul edilmesi doğru değildir.
Öte yandan, yine, bununla ilgili, Yunanistan'ın son dönemde yapmış olduğu tahrikleri bizler de yakinen izliyoruz. Bu adacıklarla ve kayalıklarla ilgili tahrikler devam ediyor. Burada da geçmişten bugüne olduğu söylenen ama fiilî durumların sonucu olan birtakım yerleşmelerin bu adalarda uluslararası hukuka aykırı olarak yapıldığı görülüyor.
Değerli arkadaşlar, her ne kadar "İstikşafi görüşmeler, karşılıklı heyetler yapılıyor." dense de bu konuda da taviz verilmemesi gerekiyor. Burada -bu yüce Meclisin bugün onayladığı bu anlaşma gibi- 1923 Lozan'daki haklardan kaynaklanan ve yine 14 Ocak 1933'te TBMM'de onaylamış olduğumuz ve 25 Ocak 1933 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanan sözleşmede yine bunlarla ilgili statüler, İtalya'yla yapmış olduğumuz anlaşma ve bunun devamı, yine Paris Anlaşması'nın 14'üncü maddesinde bizim bu adalarla ilgili haklarımız, Lozan Anlaşması'yla beraber, tamamı bu 3 anlaşmada belirlenmiş durumdadır. Bunlara sahip çıkmak devlet olarak -sadece Hükûmet olarak değil- ve yüce Meclis olarak bizim görevimizdir.
Değerli arkadaşlar, biz o anlaşmayı burada onaylamışız 1933 yılında. Orada da bizim bu adalarla ilgili haklarımız ve uluslararası hukuka uygun şekilde neyi savunmamız gerektiği açıkça yazılıdır. Dolayısıyla, bu kapsamda da hassasiyet gösterilmesi gerektiğini, gerekirse yüce Meclisin de -bugün Sayın Bakan Komisyonumuzu bilgilendirdi- kapalı oturumla bu konularla ilgili bilgilendirilmesi gerektiğini düşünüyor, hepinize saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkürler Sayın Günal.