GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü Arasında Hükümetlerarası Tahıl Grubu 31 inci Oturumu ve Hükümetlerarası Pirinç Grubu 42 nci Oturumu Ortak Toplantısına İlişkin Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı münasebetiyle
Yasama Yılı:2
Birleşim:78
Tarih:07.03.2017

MHP GRUBU ADINA DENİZ DEPBOYLU (Aydın) - Teşekkür ederim.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 182 sıra sayılı Kanun Tasarısı üzerinde konuşmak üzere Milliyetçi Hareket Partisi Grubumuz adına söz almış bulunmaktayım. Sözlerime başlamadan önce yüce Türk milletini ve Gazi Meclisi saygıyla selamlıyorum.

Üzerinde konuştuğumuz sözleşme tarımla ilgili; ben de gıda, tarım ve beslenmeyle ilgili söz almak, konuşmak istiyorum.

Bugün, dünya üzerinde yaşayan 6 milyar insanın, maalesef 826 milyonu açlık; 1,3 milyarı yoksullukla karşı karşıya bulunmaktadır. Açlık sınırı altında yaşayanların 790 milyondan fazlası gelişmekte olan ülkelerde, 36 milyonu da gelişmiş ülkelerde yaşamaktadır. Gizli açlık ise dünyanın birçok bölgesinde büyük bir tehlike oluşturmaktadır. Sorun sadece gıda yetersizliği değildir, dünya üzerindeki 1,5 milyona yakın insan güvenli içme suyundan da mahrumdur.

Dünya Sağlık Örgütüne göre, az gelişmiş ülkelerde yaşanan cinsiyet ayrımcılığı nedeniyle, kız çocukları ve kadınlar, erkeklere nazaran daha fazla açlık çekmektedir. Ayrımcılık gebe kadınları da etkilemekte, gelişmekte olan ülkelerde doğan her 6 bebekten 1'i bu yüzden yetersiz kiloyla hayata gözlerini açmaktadır. Birleşmiş Milletlere göre, yaklaşık 6 milyon çocuk yetersiz beslenme veya açlık sebebiyle bir yılda hayatını kaybetmektedir. Aynı rapora göre, gelişmekte olan ülkelerde yaşayan her 4 çocuktan 1'i yetersiz kiloya sahiptir. Bu durum ise sadece sorunun başlangıcıdır. Zira, hayatta kalan çocukların önemli bir kısmı da yetersiz beslenme nedeniyle gelişim bozukluğu, vücut ve beyin gelişimlerinin eksik olması gibi temel sorunlarla mücadele etmektedir. Her yıl dünya nüfusunun tamamını besleyecek kadar gıda üretiliyor ancak ne yazık ki bu üretilen ürünlerin üçte 1'i finansal sorunlar, teknik sınırlamalar ve gıda önlemlerinin alınamaması nedeniyle de yok oluyor. Üretilen gıdanın önemli bir bölümü ise bilinçsiz tüketim sebebiyle israf oluyor.

Değerli milletvekilleri, "Komşusu açken yatağında rahat uyuyan bizden değildir." diyen Peygamber'imizin ümmetiyiz. İnancımızda, mayamızda, kültürümüzde umursamazlık, duyarsızlık yoktur. Bugün, uzun süredir açlık sorunuyla yüz yüze olan Müslüman Somali halkı, aç yatmanın da ötesinde, açlıktan ölmektedir. Somali Hükûmeti bir hafta kadar önce ulusal felaket ilan etmişti. Maalesef, Somali Başbakanı Hasan Ali Kayre, son kırk sekiz saatte 110 kişinin açlıktan öldüğünü ve tek bir bölgeyi vuran kuraklığın milyonlarca insanın hayatını etkilediğini belirten bir açıklamada bulundu.

Birleşmiş Milletler, Somali'de yaklaşık 5 milyon insanın acil yardım gereksiniminin olduğunu tahmin ediyor ve kıtlık uyarısı yapıyor. Yapılan açıklamalardan edindiğimiz bilgilere göre, tarımın neredeyse yok olma noktasına geldiğini, açlıktan hayvanların da etkilendiğini ve ölmekte olduğunu öğrenmekteyiz.

Somalililerin yaşamının kurtarılması için tüm dünyanın harekete geçmesi gerekmektedir. Çok zengin ve verimli toprakları, okyanusa dökülen 2 önemli büyük nehri ve deltası olmasına rağmen, açlığın sebebi, kaynakların yetersizliği değil, 1990'lı yıllardan beri süren iç savaş, devletsizlik, terör ve sömürgeci devletlerin müdahaleleridir. Somali engin yer altı kaynaklarına sahip ancak otuz yıldır devam eden iç savaş sebebiyle buraların kimler tarafından, nasıl işletildiği de belli değil. Aslında çöl ülkesi olmayan, tam tersine zengin kaynakları olan bir ülkenin bu duruma nasıl geldiği tabii ki merakımızı celbetmektedir, aynı zamanda bizi düşünceye de sevk etmektedir. Bütün bunları düşünürken geleceğimizi teminat altına alabilmek için kendi ülkemizin durumunu da değerlendirmemiz gerekiyor. Müslüman Somali halkının bu sıkıntılarını, acılarını yüreğimizde paylaşıyoruz, bir an önce çözümü için tüm dünya ülkelerinin bir arada hareket etmesini diliyoruz.

Türkiye'nin durumuna da bir bakacak olursak aslında bizim gidişatımız da -bir Somali kadar olmasa da- çok parlak görünmüyor. Bir zamanlar kendi kendini besleyen ülkemizde nüfusun yüzde 20'si yeterli gıdaya ulaşamamakta, yüzde 8,5'i ise açlık sınırında yaşamaktadır. Dünyada adaletsiz dağılım sorunları yaşanırken ülkemizde tarımsal üretim konusunda maalesef bir geriye gidiş söz konusu. Son üç yıl içerisinde tarımsal üretimimizde yüzde 4 oranında azalma olmuş, bu durum hayvansal üretimde de yüzde 10 seviyesine ulaşmış. Tarımın ve gıdanın ne kadar önemli ve stratejik sektörler olduğunu düşünürsek tarıma ve doğal kaynaklara sahip çıkmanın ne kadar da önemli olduğunun farkına varırız.

Diğer taraftan, hatalı ilaç ve gübre kullanımı, genetik olarak değiştirilmiş organizma içeren tohum ve bunların ürünlerinin üretim ve ithalatının kontrolsüz olarak yapılması, hayvansal ve bitkisel ürünlerde kabul edilemez düzeylerde katkı ve kalıntıların bulunması gıda ürünlerimizin de güvenliğini tehdit altına sokmaktadır.

Küresel ısınmanın iklim değişikliklerine etkisinin yoğun yaşandığı bu yıllarda iklim değişiklikleri en çok tarım sektörünü etkilemektedir. Bizim de acilen bu konuda bir çalışma yapmamız, bir planlamaya gitmemiz gerekmektedir. Tarım üretimi olmayan bir ülkede gıda sorununun başlıca sorun olacağı açıktır.

Kendi seçim bölgem Aydın'dan bahsetmek istiyorum ben. Aydın, potansiyeli ve ürün çeşitliliği bakımından ülkemizdeki tarımsal üretimin en önemli merkezlerinden biridir. "Dağlarından yağ, ovalarından bal akan şehir." tanımlaması kentimizin tarımdaki gücünü zaten özetliyor.

Aydın'da meyvecilik ve sebzecilik oldukça önemli bir yer tutmakta. Tarıma elverişli olan arazinin neredeyse yarısı meyve ve sebzecilik tarımı amaçlı olarak ayrılmış durumda.

2,5 milyon incir, 15 milyon zeytin, 1 milyona yakın turunçgil ağacıyla meyvecilik çok ileride. Senede 110 bin ton incir, 110 bin ton zeytin, 45 bin ton üzüm elde edilmektedir. Ek olarak badem, ceviz, kestane, vişne, kiraz, kayısı, Antep fıstığı gibi birçok ürün de Aydın'ımızın ürettiği ürünler arasındadır.

Senede aşağı yukarı 25 bin ton pırasa, 25 bin ton lahana, 60 bin ton patlıcan, 120 bin ton domates, 60 bin ton biber ve 40 bin ton soğan yetiştirilir. Niye bunları sayıyorum size? Çünkü, ciddi bir tehdit altında tarım alanlarımız da ondan.

Yine endüstri bitkilerine ayrılan alan, tarım alanlarında meyveciliğe, sebzeciliğe ayrılan alan kadar geniş ki aslında bu, Aydın'ı ülkede benzersiz yapıyor. Söke Ovası pamuk deposu olarak biliniyor. Yalnız son yıllarda Aydın, geleneksel ürün olan pamuktan da hızla uzaklaşıyor çünkü Türkiye pamuk üretmek yerine Amerika'dan, Yunanistan'dan pamuk ithal etmeyi tercih ediyor. Bir dönem pamuk ihracat kapısı olan İzmir Limanı, şimdilerde artık pamuk ithalatının kapısı oldu. Kaliteli yerli pamuk türlerinin tohumlarının üretildiği, bilimsel araştırmalarla üretildiği pamuk araştırma enstitülerinin şu andaki durumu nedir? Ben merak ediyorum, bir araştırmamız lazım. Zira, biz pamuk tohumlarını da İsrail'den almaya başladık. Görülüyor ki ileriki dönemde çiftçiler, devletin köklü kurumları yerine ticari amaçla hizmet veren özel tohum şirketlerine mahkûm edilecek; buradan anladığımız da bu oluyor.

İthal ettiğimiz ürünler sadece pamuk da değil, bakliyat da ithal ediyoruz. Yerli üretim yetmeyince Kanada'dan, Meksika'dan, ABD'den, Etiyopya'dan, daha birçok ülkeden nohut, mercimek, kuru fasulye ithal etmeyi sürdürdük. Buğday da ithale ediyoruz. Şöyle bir verilere baktım: 2003 yılında ithal buğdaya 277 milyon 624 bin dolar ödenmiş, 2014 yılında ise bu, 1 milyar 545 milyon 853 bin dolara yükselmiş.

Sayısı hızla artan ve düzgün işletilmeyen bir de jeotermal santral sorunumuz var Aydın'da. Kuruluşu için ÇED raporunun alınmasına bile gerek duymadığınız bu işletmelerin çevrelerine nasıl zarar verdiğini iyi araştırmanız gerekiyor. Bu işletmelerin denetiminin ne kadar önemli olduğunu anlamak için santrallerin çevresindeki tarım ürünlerini, su kaynaklarını ve insanları nasıl etkilediğine de iyi bakmanız gerekiyor. Ne yazık ki kontrolsüz bir planlamayla açılan ve denetimi iyi yapılmayan jeotermal santraller, ekolojik sistemimize zarar veriyor. Tarım alanlarımız çok değerli. Su kaynaklarımızı korumak zorundayız. Tabii ki bir zenginliği keşfetmiş olmak, jeotermalden elektrik elde ediyor olmak gayet güzel ama yeni keşfettiğimiz bir kaynağın tarıma bu kadar zarar vermesine sebep olmak da doğru değil.

Bütün bunlar konusunda hassasiyetinizi rica ediyor, yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)