| Konu: | HDP Grubu önerisi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 87 |
| Tarih: | 03.05.2017 |
AHMET YILDIRIM (Muş) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; malumunuz olduğu üzere 28 Nisan 2017 Günü yayınlanan yeni bir KHK'yla 4 bine yakın kamu çalışanı bir daha, hukuksuz bir şekilde, hukukun temel ilkeleri, Anayasa'nın kişilere tanımış olduğu hak ve hürriyetler ayaklar altına alınırcasına ihraç edildi ve 15 Temmuz darbe girişiminden sonra, 21 Temmuz günü ilan edilen OHAL'le birlikte ihraç edilen kamu personeli sayısı 135 bini aşmış oldu.
Açıklıkla ifade edelim ki söz konusu KHK'ların artık bir hukuka, bir ahlaka, bir vicdana tekabül eden hiçbir tarafı yoktur. Öyle ki KHK'ların açığa çıkarmış olduğu etki, toplum vicdanında bir faşizm, bir KHK terörü olarak anılmaktadır. Bizim açımızdan bu KHK'ların toplumsal yaşamı rahatlatma, toplumsal yaşamın kamu güvenliğini sağlama, toplumsal yaşamda istikrarı ve yarınları teminat altına alma değil, tam aksine, toplumu terörize eden, toplumu faşizmle yıldırmaya çalışan hâle dönüştüğünü ifade etmek zorundayız.
Düşünün, bu ihraç edilen 4 bin kamu görevlisinden 16'sı -çoğunluğu profesör ve doçent olmak üzere- Dicle Üniversitesinden ihraç edilen akademisyen. Suçları, 2016'nın Ocak ayında "Bu suça ortak olmayacağız. Savaş istemiyoruz. Çocuklar ölmesin." adlı barış bildirisine imza atmış olmaları, tek suçları bu; "Barış istiyoruz." demeleri, "Savaş istemiyoruz." demeleri. Bu ülkede barış istemenin bedeli, böyle bir KHK faşizmiyle, bir KHK terörüyle ancak insanların on yıllarının emeği ve birikimi olarak gelmiş oldukları akademisyenlik ya da kamu görevlerinden ihraç edilmeleridir. Yetmiyor, bu 16 akademisyen, geçen yıl bu bildiriye imza attıkları için TEM'de ve savcılıkta ifade vermiş olmalarına rağmen, ihraç edildikten iki gün sonra tekrar gözaltına alınıyor. Gözaltına alınırken aynen savcılık ibaresini okuyorum gözaltı kararının: "Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığının filan tarih filan sayılı kararına istinaden OHAL kapsamında yayınlanan 689 sayılı Kanun Hükmünde Kararname kapsamında terör örgütlerine ve MGK'ca millî güvenliğe karşı olan yapı, oluşum, gruplara aidiyeti, iltisakı ve irtibatı olan ve devlet memurluğundan ihraç edilenlere yönelik gerçekleştirilen operasyon kapsamında..." Bu kadar afaki, bu kadar ahlaktan, bu kadar vicdandan, bu kadar hukuktan yoksun. Şimdi savcılığa sormazlar mı "Ya, bu terör örgütü hangisi? Yıllarca sizinle, iktidarla kol kola giren FETÖ mü, başka bir şey mi?" Yok. Böyle soyut olgular ve iddialar, mesnetsiz iddialar üzerinden bu kadar kolay gözaltına almalar, bu kadar kolay sorgulanmalar...
Yetmiyormuş gibi bir de bir hukuk karabasanı gibi ülkenin üzerine çökmüş olan Anayasa Mahkemesi, bu KHK'lara ilişkin yapılan başvuruları -neyle ilgili başvuruları- yetkisizlikle geri çevirmektedir. Düşünün, bu ülkenin üst hukuk kurumlarından biri KHK'ların açığa çıkarmış olduğu faşizme yol veriyor, cesaret veriyor. Düşünün, Anayasa Mahkemesi yetkisizlik kararı veriyor. Peki, bu mağdur olanlar, hukuksuzca, herhangi bir idari ve yargı soruşturması olmaksızın ihraç edilenler nereye başvuracaklar? Gidip Meteoroloji Genel Müdürlüğüne mi başvuracaklar? Bir hukuk kurumu "Benim yetkim yok." diyor.
Bir diğer husus: Yargının ne kadar siyasallaştığını biliyoruz ve bunu anlatacağız ama 15 Temmuzdan beri yayınlanan 20 küsur kanun hükmünde kararnamede ihraç sayısı 135 bin. Bunlar arasında 45 bin Emniyet mensubu, 15 bin ordu mensubu, 9 bin yargı mensubu. Bunu sıralayabiliriz, eğitim, akademi, nüfus, tapu kadastro, her yerde var. Taşeron işçileri var bu terör örgütüyle ilişkili olan ama bir tek siyasi ayağı yok. Düşünsenize taşeron işçisi bile bu darbeye bulaşmış ama siyasetten kimse yok.
Bunlara el kaldırıp indirerek yol veren, cesaret veren AKP'lilere sesleniyorum: Fazla değil, elbet, er geç bir seçim olacak. Şu 316 kişilik grubun kaçının o seçimden sonra vekil olmayıp cezaevine gideceğine ve o yolu kendilerinin açtığına hepimiz yakın zamanda tanıklık edeceğiz, göreceğiz; içinizdeki o gizli darbecileri belli bir yere kadar koruyabilirsiniz. İçinizdeki darbeci zihniyeti ta masum taşeron işçisine kadar uzatıp, onları mağdur edip bir tek kendi içinizdeki o darbecileri korumakla kendinizi kurtardığınızı sanıyor olabilirsiniz ama er geç, bunlar yakın zamanda açığa çıkacaktır.
Yargının siyasallaştığını söyledik. Bu ülkede AKP iktidarının hoşuna gitmeyen kararı vermiş bütün yargıçlar yakın geçmiş tarih süreci içerisinde gördüğümüz üzere bir şekliyle iktidarın gadrine ve gazabına uğruyorlar. İdris Baluken'i tahliye eden mahkeme başkanı şu an yok, MİT tırlarını durduranların başına nelerin geldiğini biliyoruz, Atilla Taş ve belli yazarların bırakılmasını sağlayan bütün mahkeme heyetinin başına nelerin getirildiğini biliyoruz. Daha ötesi, eş genel başkanlarımızın tutukluluğunun yedinci ayına giriyoruz. Düşünün, şu Parlamentonun üçüncü büyük grubunun iki eş genel başkanı yedinci ayına giriyorlar tutuklular, iddianameleri üç ayı aşkın süredir çıkmış ama tutuklu oldukları dosyaların maalesef hâlâ tarihleri belli değil. Biz böyle bir yargıya tarafsız ve bağımsız yargı diyeceğiz, biz böyle bir yargıya hukuk kurumu ve saygı duyulacak kurum olarak bakacağız ve bizden bu beklenecek. Hiç kimse kimseyi kandırmasın. Bir Parlamentoda grubu bulunan üçüncü büyük partinin eş genel başkanları yedi aydır tutuklu, üç aydır iddianameleri çıkmış; Diyarbakır Ankara'ya, Ankara oraya, Adalet Bakanlığı buraya gönderecek ve hâlâ mahkeme tarihleri belli olmayacak. Tabii, biz şunu söyleyelim, özellikle dün cereyan eden bir hususa da dikkat çekmek istiyorum: Eş genel başkanımız edebî yönü, sanatçı kişiliği olan biri. Öykü de yazıyor, resim de çiziyor, şiir de yazıyor. "Bulaşıcı Cesaret" adıyla yazmış olduğu şiir dün Mardin'de merkez ve Dargeçit ilçesinde, bir mahkeme kararı olmaksızın, bir savcılık kararı olmaksızın emniyetin keyfekeder kararıyla, açık söylüyorum, küstahça toplatılmıştır.
Şimdi, toplatılma gerekçesine bakıyoruz, özellikle resmî yazı istedik, bugün ulaştı bize. Dargeçit Emniyet Müdürlüğü diyor ki: "Cumhuriyet başsavcılığının filan tarih, filan saatli cumhuriyet savcısıyla yaptığımız görüşmeye binaen..." Böyle bir hukuk var mı ya?
Allah aşkına, bir polis müdürü ile bir savcı oturup bir kahvede çay içecekler, yazılmış bir şiiri yasaklayacaklar. Bu hangi ülkede biliyor musunuz? Bir şiir okuduğu için -kendisi şiir yazmamış zaten- tutuklanmış bir kişinin Cumhurbaşkanı olduğu bir ülkede. Peki, eş genel başkanımız "Bulaşıcı Cesaret" isimli şiirinde ne diyor?
"Çıt çıkmasın diyecekler
Renk olmasın diyecekler
Gülerek isyan etmişsin
Gül açmasın diyecekler
Gülelim o zaman
Öksüz kalmasın isyanın
Suçsa suç kardeşim
Gülüşü solmasın insanın
Gün doğmasın diyecekler
Umuda silah çekecekler
Koşarak isyan etmişsin
Suçu sana yükleyecekler
Koşalım o zaman
Yalnız kalmasın isyanın
Suçsa suç kardeşim
Tepesini attırmayın insanın." (HDP sıralarından alkışlar)
Yazdığı şiir bu. Mahkeme kararı var mı? Yok. Savcılık kararı var mı? Yok. İşte, birilerinin gurur duyduğu bizim utandığımız ülkenin demokrasisinin, insan haklarının geldiği nokta bu. Bir polis isteyecek, "İndirin o şiiri, o şiir yasak." diyecek. Karar? Karar yok. Savcılık? "Ben sadece onunla bir görüştüm." diyecek. Böyle bir ülkeden siz gurur duyuyor olabilirsiniz. Ben kendi ülkem adına, demokrasinin bu kadar ele ayağa düştüğü bu ortamda bu ülkenin demokrasisinin, daha doğrusu antidemokratizminin vardığı noktadan maalesef, üzülerek söyleyeyim, utanç duyuyorum.
Bütün Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Yıldırım.