GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: (10/518) No.lu Çölyak Hastalığıyla İlgili Farkındalık Yaratılması, Teşhis Aşamasıyla İlgili Önlem Alınması, Sebep ve Sonuçlarının Detaylı Bir Şekilde Araştırılması ve Bu Hususlarda Çözümler Üretilmesi, Ayrıca Bu Hastalığa Maruz Kalan Hastalara Kalıcı Yardımlar Sağlanması Amacıyla Bir Meclis Araştırması Açılmasına İlişkin Önergenin Ön Görüşmesi münasebetiyle
Yasama Yılı:2
Birleşim:88
Tarih:04.05.2017

AHMET YILDIRIM (Muş) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; gerçekten rakam dile kolay, 750 bin çölyak hastası, ülkenin neredeyse yüzde 1'ine tekabül ediyor. Bu, önemli bir rakam ve artık böyle toplumsal bir mesele hâline gelmiş konuda Parlamentoda grubu bulunan siyasi partilerin bir ortaklaşma sağlamış olması, en azından ilk adım açısından ortaklaşma sağlamış olması önemli. Ama umut ediyoruz ki kurulacak olan araştırma komisyonu, bu hastaların ihtiyaçlarını karşılayabilecek, onların derdine deva, hastalığına şifa olabilecek neticeyi de iktidar partisinin adım atması neticesinde sağlayabilirler.

Bu komisyona ve araştırma önergesine imza koyduk ve ortaklaştık, bundan yana şüphe yok ancak ben gerek Divanı gerek Genel Kurulu gerekse halkımızı farklı bir konuyla alakalı olarak bilgilendireceğim.

O konuya geçmeden önce, bugün 4 Mayıs. 4 Mayıs 2017 bizim açımızdan Dersim tertelesinin 80'inci yıl dönümü. 4 Mayıs 1937'de "Tunceli Tenkil Harekâtı" ismiyle bir Bakanlar Kurulu kararı yayımlanıyor ve onu takip eden on-on bir aylık süre içerisinde, maalesef, bugün adı "Tunceli" olan, dönemin adı itibarıyla "Dersim" olan kentimizde on binlerce kadın, çocuk, yaşlı, sivil bir göçe maruz bırakılıyor; bunların büyük bir çoğunluğu katlediliyor ve kız çocuklar ise ailelerinden koparılarak başka yerlere zorunlu evlatlık olarak veriliyor. Ben 4 Mayıs Dersim tertelesinin ve orada yaşanan dramın 80'inci yıl dönümünde bu tertele mağdurlarını saygıyla anıyorum.

Evet, benim dikkatinizi çekmek istediğim noktalardan biri, Diyarbakır merkez Sur ilçesinde Çevre ve Şehircilik Bakanlığının TOKİ marifetiyle, aracılığıyla yürüttüğü bir proje kapsamında hâlâ insanların meskûn mahal olarak kullandığı evlerinin zorunlu kamulaştırma kararıyla boşaltılmaya tabi tutulmasıdır. Dünyada ve ülkemizde şiddetin gittikçe tırmandığı ve uygarlıkların birikim alanları olan kentlerin çatışmanın, yıkımın ve ayrışmanın özneleri hâline getirildiği bir süreçte yaşıyoruz. Diyarbakır'ı az biraz bilen biri, siyasi iktidarın Başbakanları ve sözcüleri tarafından dile getirilen "Sur'u Toledo yapacağız." veya bugünkü adıyla bu söylemin sahibi olan Başbakan Başbakanlığı elinden alınıp düşürüldükten sonra yeni Hükûmet tarafından "Sur'u sevgiyle yükseltiyoruz." adı altında toplum vicdanında mahkûm olmuş bir proje yürütülmeye çalışılıyor.

Diyarbakır tarihî Sur kenti beş bin yıldır kesintisiz yaşamın devam ettiği bir yer. Bugün yeryüzünde Diyarbakır Sur kenti gibi nüfuz etmiş, yaşam bulmuş iki ayrı daha kent var: Biri Ege'de Faselis, diğeri ise aşağı Mezopotamya'da Ninova. Ancak Faselis de Ninova da şu anda varlığını sürdürebilen kentler değildir, Diyarbakır Sur kentiyle birlikte kurulmuş olan Faselis ve Ninova kentsel yaşamlarını sonlandırmışlardır. Diyarbakır Sur'u Toledo'ya benzeten bir iktidar anlayışı Sur'u aslında ne kadar tanıdığını da ele vermiş oluyor çünkü Diyarbakır Sur'a belli yerler benzetilebilinir, Diyarbakır Sur'un bir yere benzetilebilinecek bir tarafı yok. Toledo dediğiniz birkaç yüz yıllık geçmişe sahip. Diyarbakır Sur beş bin yıllık yaşamın kesintisiz hüküm sürdüğü bir antik kenttir ve bu kent şiirlere, söylencelere, edebi eserlere, türkülere konu olmuş bir kenttir. İnsanların hamuru bu kentin küçeleriyle birlikte yoğrulmuştur; acıları, sevgileri, ezgileri, tınıları bu kentin mabetleriyle, surlarıyla, yapılarıyla, camileriyle, kiliseleriyle birlikte yoğrulmuştur. Bunu bilmeyenlerin Ankara'dan merkezî kararlarla almış oldukları yok "Toledo yapma", yok "Sur'u sevgiyle yükseltme" gibi projeler bir tek şeye hizmet etmektedir ki o da betonlaşmadır. Zaten, bakın, mevcut Çevre ve Şehircilik Bakanlarımızdan biri AKP iktidarı döneminde ne demişti? "Beton makinesinin sesi bu ülkede hiç eksik olmasın." Bunu bir Çevre ve Şehircilik Bakanı söylüyor. "Beton makinesinin sesi bu ülkede hiç eksik olmasın. Bu beton makinesinden çok keyif alırım, onun sesinden, böyle pat pat vurdukça." İşte tarih dediğiniz beton, yapı dediğiniz beton, siyasetin betonlaşması gibi.

Bu sadece Sur kentine hissedilen bir duygu değildir, Sur kentinin temsiliyetini ve vekâletini almış siyasetçilerini nasıl eş genel başkanlarıyla birlikte içeri tıkma, bir siyasi kararla yok etme, tasfiye etme çabası var ise, belediye başkanının nasıl bir kayyum ucubesiyle iradesini elinden alma ve zorla yönetme çabası var ise onun küçelerine yani sokaklarına, kentlerine, tarihî eserlerine de aynı duyguyla yaklaşılmaktadır.

Buradan hareketle söyleyelim. Hani Diyarbakır Sur'u bilmeyenler karıştırabilir. Şu anda 1 Mayıs 2017 tarihi itibarıyla yıkım kararı alınmış olan iki mahalle, Diyarbakır Alipaşa ve Lalebey mahalleleri, Alipaşa ve Lalebey. İktidara bu konuda her eleştiri getirdiğimizde son bir yıllık sokağa çıkma yasakları ile oradaki çatışmalara çekerler. Hiçbir zaman sokağa çıkma yasağının ilan edildiği Sur bölümleri değil Alipaşa ile Lalebey ve 1 Mayıs 2017'den itibaren yıkım kararı almış olan Çevre Şehircilik Bakanlığının projesi de öyle 2015'in, 2016'nın projesi değil, 2010'da alınmış bu karar. Yerel yönetimler, halk, ahali itiraz edince 2012 yılında dönemin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül "Surlar artık benim himayemdedir." demiştir. Bu yıkım, bu talan kültürü, 2010-2011'e dayanmaktadır.

Mahalleli istemiyor. Mahallelinin avlusuyla birlikte evine biçilen değer 33 bin lira. Hadi ben herhangi bir AKP'li yönetici, milletvekili ya da bakana söyleyeyim: Biri gelsin size, kullandığınız, yıkılmamış, hâlâ içinde yaşamını sürdürdüğünüz ev için 33 bin lira versin, "Çıkın buradan." desin bakayım.

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Sayın Bakana hemen teklif edelim.

AHMET YILDIRIM (Devamla) - Bunun adı zorbalıktır, bunun adı yasa masa değildir.

Kaldı ki hani yasayla ilgili gidilecekse bu kararın aykırı olduğu Anayasa, bazı yasa ve uluslararası sözleşmeleri de söyleyeyim. Alipaşa ve Lalebey için alınan karar, bu yıkım kararı hem Anayasa'nın 46'ncı maddesindeki kamulaştırma hükmüne aykırıdır hem Anayasa'nın 35'inci maddesindeki mülkiyet hakkına aykırıdır hem de -burada bir aykırılıktan daha söz edeyim- Sur, tarihî Sur kenti çevresindeki Hevsel Bahçeleriyle birlikte 2015 yılında Dünya UNESCO Kültürel Miras Listesi'ne alınmıştır ve buradan hareketle, özellikle Sur'un Dünya Kültür Mirası Listesi'nde yer alması nedeniyle Türkiye'nin de onaylamış olduğu Dünya Kültürel ve Doğal Mirasın Korunmasına Dair Sözleşme'ye de aykırıdır. Anayasa'ya aykırılık var, yasa ucube, Anayasa'nın üzerinde kendini sayıyor ve yasaların, Anayasa'nın üzerinde olan uluslararası sözleşmelere, Türkiye'nin altına imza koymuş olduğu uluslararası sözleşmelere de aykırılık var.

Yıkım nerede biliyor musunuz? Yıkım... Sur içinde toplam 7.714 parsel var, yıkım 6.300 parsel için çıkarılmış yani yüzde 82'si için çıkarılmış yıkım kararı ve geri kalan yüzde 18'lik kısım ne oluyor biliyor musunuz? TOKİ tarafından kentsel dönüşüm kapsamında kamulaştırılan alanları kapsıyor. Tarihe yaklaşım bu, doğaya yaklaşım bu. Bu, sadece Diyarbakır Sur için mi böyle? Tabii ki değil. Bu ülkenin Çevre ve Şehircilik Bakanı beton makinesinin sesinden haz alıyorsa biz artık hayret etmiyoruz. AKP'nin çevreden, ekolojiden, şehircilikten anladığı betonlaşmadır; Hasaykeyf'ten biliyoruz, İztuzu Plajı'ndan biliyoruz, Bergama'daki siyanürle altın aramadan biliyoruz, Cerrattepe'den biliyoruz, Karadeniz'deki Yeşil Yol'dan biliyoruz, Munzur'dan biliyoruz. Bunu birçok açıdan söyleyebiliriz ve daha Yırca ormanlıkları, zeytinlikleriyle...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Yıldırım.

AHMET YILDIRIM (Devamla) - ...ilgili ve sayabileceğimiz daha birçok yerle ilgili, siyasi iktidarın, maalesef, özellikle doğaya ve tarihe karşı yaklaşımı oldukça hoyrattır diyorum, bütün Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)