| Konu: | CHP Grubu önerisi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 100 |
| Tarih: | 01.06.2017 |
AHMET YILDIRIM (Muş) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Cumhuriyet Halk Partisinin 670 sayılı Kanun Hükmünde Kararname'nin özellikle gündeme alınması ve Meclisin tatile girmeden bugün görüşülmesiyle ilgili grup önerisi lehinde söz almış bulunuyorum. Bütün Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.
Yine, konuşmama başlarken tekrar, dün Lice'de, Şırnak'ta hayatını kaybeden güvenlik güçleri ile Zonguldak'ta bir göçük kazasında hayatını kaybeden maden emekçilerine Allah'tan rahmet diliyorum, ailelerine içtenlikle başsağlığı diliyorum.
Şimdi, ilan edildiği 20 Temmuz gününden bugüne kadar, hiçbir şekilde yurt içi ve yurt dışında bu kadar uzun süreli gündemde tutulması ve ona bağlı olarak alınan kararların kabulü mümkün olmayan bir olağanüstü hâlin bir defa meşruiyet sorunu vardır. Çünkü, bir iktidar ülkeyi demokratik ve normal koşulların dışında neden tutmak ister? Ülkeyi yönetirken hukuk koşullarından kopmayı, OHAL koşulları içerisinde sürekli olarak tutmayı neden arzular? Aslında bunun cevabı, hemen darbe sonrasında AKP Genel Başkanının, bugünkü Genel Başkanın "Bu darbe bize Allah'ın bir lütfuydu." sözünde gizlidir. Çünkü, demokratik koşullarda, normal koşullarda, olağan koşullarda hayata geçiremediği ve ulaşamadığı emellerini ancak OHAL koşullarında baskıcı yöntemlerle, siyasallaştırdığı yargıyla ve YSK'yla elde edebileceğine duyduğu inançla o gün o sözü etmiş ve hâlâ OHAL'i uzatmasının temel sebebi de budur. Yoksa, sürekli OHAL koşullarında bir ülkeyi yönetmek, açık söyleyelim, bir ülkeyi normal yönetmeye dair duyulan âcziyetten başka bir şey değildir. Siz bir ülkeyi normal koşullarda müesses nizam içerisinde yönetemiyorsanız ve arzularınıza, emellerinize demokratik yollardan ulaşamıyor, vatandaşları oylarını alma konusunda bu yönlü ikna edemiyorsanız olağanüstü hâl koşullarına başvurursunuz.
Başkaca bir yoldan, AKP Genel Başkanı, başkan olamayacağını bildiği ve bunu tecrübe ettiği için OHAL'e ihtiyaç duydu. OHAL olmasaydı, kendisine ve partisine muhalif olan aydın, yazar, çizer, gazeteci ve siyasetçiyi, siyasallaştırdığı yargı marifetiyle böyle derdest edemez, rehin alamazdı. Uygulanan, hukuk falan değil; karşımızda duran yargı, bağımsız, tarafsız yargı değil, boğazına kadar siyasallaşmış. Mahkemelerin bazen almış olduğu münferit hukuki kararlar sonrasında mahkeme heyetinin başına nelerin geldiğini son bir ayda kaç örnekte tecrübe ettik. Dün ifade ettim, yine ifade ediyorum: YARSAV'ın Başkanı, kendisi bir aile mahkemesi hâkimi, aile konusunda uzman ama bir gece yarısı kararnamesiyle -hiçbir şekilde uzmanlığının olmadığını kendisi de söylüyor- iş mahkemesine atanıyor ve Urfa'ya atanıyor. Eğer OHAL olmasa bunlar bu kadar kolay yapılabilir mi? OHAL, bir iktidarın acziyetinden kaynaklı başvurmuş ve uzatmakta olduğu yöntemden ve rejimden başka bir şey değildir.
Yine, eğer OHAL olmasa muhalif olan gazeteler, TV'ler, radyolar bu kadar kolay kapatılabilir mi? Eğer OHAL olmazsa... OHAL ne bağlamında ilan edildi? Darbeye karşı ilan edildi ve OHAL kapsamında çıkarılan kanun hükmünde kararnameler -ki bunlardan biri de bu 670 sayılı Kanun Hükmünde Kararname'dir- darbeye tedbir geliştirmek üzere çıkarılan kararnameler olur. Şimdi, soruyorum, değerli halkımızın takdirine sunuyorum: Arabalarda kışın kullanılan kar lastiklerinin darbeyle nasıl bir iltisakı var? İşte, OHAL kararnamesiyle kar lastikleriyle ilgili düzenlemeler yapılıyor.
"Bu darbe bize Allah'ın bir lütfudur." dedi ey halkımız, emellerine ancak böyle ulaşabileceğini bildi. 7 Haziranda, 1 Kasımda elde edemediği başkanlığı ancak olağan dışı koşullarda, demokrasi dışı koşullarda, meşruiyet dışı koşullarda elde edebileceğini bildiği için bu yönteme başvurdu. Yoksa, düşünün, kendisi bir siyasi partinin genel başkanı Sayın Erdoğan ama 299/1 Cumhurbaşkanına hakaret maddesinin zırhının arkasına sığınmış, bugüne kadar binlerce yurttaşımız Cumhurbaşkanına hakaretten yargılanıyor. Peki, 299/1'in ruhunu az biraz hukuktan anlayan herkes bilir. Devletin ve halkın başının bağımsız ve tarafsız olması hasebiyle kendisine dönük hakaretlerden kaynaklı davalar açılabilir. Şimdi soruyorum: Sayın Erdoğan'a söylenen bir cümle onun gibi Genel Başkan olan Sayın Kılıçdaroğluna, Sayın Bahçeli'ye, Sayın Demirtaş'a söylenmesi durumunda aynı dava açılıyor mu? Hayır. Peki, nasıl 299/1'in arkasına sığınıp bu kadar milletvekili, siyasetçi, yurttaş, gazeteci, akademisyen hakkında Cumhurbaşkanına hakaretten dava açılır? Kendisi söylüyor, "Ben tarafsız ve bağımsız olmayacağım." dedi, 10 Ağustos 2014'te Cumhurbaşkanı seçildiğinde söyledi, "Ben bir siyasi kişiliğim." dedi. O zaman, 299/1 Recep Tayyip Erdoğan için hükümsüzdür. Recep Tayyip Erdoğan'a hakaret Cumhurbaşkanına hakaret anlamına, eski Cumhurbaşkanı tanımıyla, gelmiyor, bir siyasi partinin Genel Başkanıdır. Öyleyse Kılıçdaroğlu'na, Demirtaş'a, Bahçeli'ye yapılan hakaretlerin de aynı kapsamda değerlendirilmesi lazım. Bunun başkaca bir yolu ve izahı var mıdır?
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bir diğeri: Bakın, bu OHAL karabasanı adı altında ülke ekolojik olarak talan ediliyor, kültürel olarak talan ediliyor, emekçilerin hakları boğazına kadar gasbediliyor, grev hakkı uluslararası evrensel bir hak olmasına rağmen gasbediliyor ama bunların hepsi OHAL kararnameleriyle özellikle keyfekeder bir şekilde işletiliyor. Düşünün, bu ülkedeki 167 milyon zeytinliğin kesilmesi birkaç fabrikanın ve iktidara yakın olan rantçı iş adamlarının hizmetine sunulmak üzere bir yasa teklifiyle bu cendere altında geçirilmeye çalışıyor. Zeytinciler şundan ötürü isyan ediyor: Siz her şeye yoktan sahip olabilirsiniz, siz bir emek vermeden rantla her şeye sahip olabilirsiniz ama biz çocuklarımızı büyüttüğümüz gibi, gözümüzün nuru gibi o zeytinlikleri büyüttük." diyorlar. Yetmiyor, bu yasayı geçirmeye çalışan Bakan bu ülkenin yetiştirmiş olduğu sanatçılardan biri Tarkan'ın zeytinliklere ve ekolojik sisteme dair söylemiş olduğu cümleye laf yetiştiriyor. Neymiş? Tarkan kendi işini yapsınmış. Eğer Tarkan sadece yaptığı işle ilgilenirse şarkıcı, türkücü olur ama doğaya, insana dönük saldırılara karşı durur, bu konuda görüş beyan eder, Hükûmetin politikalarını eleştirirse sanatçı olur. Şarkıcılık ve türkücülük ile sanatçılık arasında böyle bir fark vardır. Toplumun acısını, rahatsızlığını hissetmek, ona kulak vermek, onun için bir kelamda bulunmak ve bunlara karşı çözüm üretmekle alakalı bir durumdur. Ama iktidarın sanat tahayyülü şarkıcılık, türkücülükle sınırlıdır, "Herkes kendi işini yapsın." Herkes insanların hissettiği acıya, tasaya, kedere ortak olacak. Bir insanı aydın yapan, bir insanı insan olmanın erdemine ulaştıran tam da bunlardır.
Değerli milletvekilleri, bakın, biz işte işimizi bu OHAL cenderesi adı altında yürütüyoruz diyerek her şeyi yapabiliriz ama şu OHAL ilan edildi edileli iktidar bu OHAL'i kendi politik çıkarları için en pespaye şekilde kullandığından beri bu ülkenin uluslararası itibarı alabildiğine irtifa kaybetmiş, imajı oldukça zedelenmiştir. Bu ülkenin ciddi bir uluslararası toplum nezdinde imaj ve itibar sorunu vardır. Bunda da 80 milyon insanımızın bir payı yoktur, yanlışı yapan iktidar, faturasını ödeyen bütün ülke. Böyle bir yağma yok ve halkımıza içtenlikle buradan çağrımdır: OHAL denilen melanet haksızca elde edilmiş olan iktidarın haksızca kalıcılaştırılması ve sürdürülmesine hizmet etmektedir ki bunun daha fazla sürdürülebilirliği yoktur diyorum. Bu araştırma önergesinin lehinde oy kullanacağımızı belirtiyorum.
Bütün Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)