GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: (10/2, 7, 8, 9, 10, 11, 12, 13, 14, 15, 16, 17, 18) No.lu Aile Bütünlüğünü Olumsuz Etkileyen Unsurlar ile Boşanma Olaylarının Araştırılması ve Aile Kurumunun Güçlendirilmesi İçin Alınması Gereken Önlemlerin Belirlenmesi Amacıyla Kurulan Meclis Araştırması Komisyonu Raporu münasebetiyle
Yasama Yılı:3
Birleşim:2
Tarih:03.10.2017

MHP GRUBU ADINA DENİZ DEPBOYLU (Aydın) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, 399 sıra sayılı Aile Bütünlüğünü Olumsuz Etkileyen Unsurlar ile Boşanma Olaylarının Araştırılması ve Aile Kurumunun Güçlendirilmesi İçin Alınması Gereken Önlemlerin Belirlenmesi Amacıyla Kurulan Meclis Araştırması Komisyonu Raporu üzerinde konuşmak üzere Milliyetçi Hareket Partisi Grubumuz adına söz almış bulunmaktayım. Konuşmama başlamadan önce, aziz Türk milletini ve sizleri saygıyla selamlıyorum.

Yine, konuşmama başlamadan önce, Fransa-Almanya sınırında yer alan Mulhouse'daki bir sosyal konutta çıkan yangında hayatını kaybeden vatandaşlarımıza da Allah'tan rahmet, yakınlarına da başsağlığı ve sabır diliyorum.

Değerli milletvekilleri, sağlıklı bir toplumu sağlıklı aileler oluşturur. Tarihimizi de iyice incelersek Türk ailesinin dirlik ve düzenlik içinde olduğu devrelerde devletin de dirlik ve düzenlik içinde olduğunu görürüz. Bu bakımdan, törelerimizde aile, ülke, devlet ve millet kavramları iç içe bir manzara gösterir. Aile demek bir noktada düzen demektir.

Son yıllarda hızla yükselen boşanma oranı ve bu sorunun beraberinde getirdiği diğer sorunlar hakkında çözüm üretebilmek için Meclisimizde kurulan araştırma komisyonu çalışmalarını tamamladı ve nihayetinde bize bir rapor olarak iletildi. Tabii ki bu Komisyonun kurulmasında amaç boşanmaları tamamen engellemek değildi. Nihayetinde boşanmak, bir çözüm niteliğinde gerçekleşen süreçlerden biridir. Eğer aile kurumu sağlıklı işlemiyorsa, eşler birbirlerine duyduğu sevgi ve saygıyı tamamen yitirmişse ve aile kurumu içerisinde yaşayan bireyler bu birliktelikten zarar görmeye başladıysa ve özellikle de çocuklar zarar görmeye başladıysa tabii ki boşanma sağlıklı bir sonuç olarak kabul edilebilir. Ancak hızla artan boşanma oranlarına baktığımızda -bir de bir gerçekle karşılaştık ki- boşanmış çiftlerin manidar bir kısmının daha sonra ilk eşleriyle tekrar evlendiğini görmekteyiz. Bu da demek oluyor ki eğer o süreçte kendilerine bir yardım eli uzatılsa veya sorunlarını çözmede onlara yol gösteren birileri olsa belki de bu yıkım yaşanmayacak, o acı tecrübe de yaşanmamış olacaktı.

Bu Komisyon kurulurken bizim de önergemiz vardı. Bu önergeyi sunmamızın amacı, boşanmalara engel olmaktan öte önlem ve yardım mekanizmalarının geliştirilmesini sağlamaktı. Kabul edersiniz ki boşanmada ve aile içi yaşanan sorunlarda en çok etkilenen çocuklar olmakta ve biz, en başta çocuklarımızı da koruma altına almak için onların yaşadığı her türlü sıkıntıda ailelerine destek vererek çocuklarımızın da yaşayacağı sorunların, sıkıntıların önüne geçmek durumundayız.

Yine maalesef, şiddete baktığımızda, özellikle kadına yönelik şiddete baktığımızda en fazla aile fertlerinden geldiğini görüyoruz. Belki kadınların da zaman zaman şiddete başvurduğu... Kadınların hiçbirisi hiç şiddet uygulamamıştır demek belki mümkün değil ama şunu da kabul etmek gerekir ki kadına yönelik şiddete baktığımızda veya diğer şiddet türlerine baktığımızda erkeklerin burada daha fazla rol aldığını da görmekteyiz.

Bu Komisyon çalışmaları boyunca çok detaylı çalışmalar yapıldı, çok detaylı araştırmalar yapıldı. Toplantı sürecine katılan sivil toplum kuruluşlarından örgütlerinden yaptığımız gezilere, yaptığımız multidisipliner çalışmalara katılan katılımcılara şöyle bir baktığımızda, meslekleri, konumları, hepsini dikkate aldığımızda, gerçekten bir aileyi ilgilendirebilecek, bir aile içinde sorun yaşanmasına önlem olabilecek veya sorun yaşayan ailelerin destek alabileceği ya da gidebileceği kurumları da dikkate aldığımızda gayet verimli bir yelpaze içerisinde çalışıldığını düşünmekteyim. Ancak tabii ki bütün bu sorunların çözümüne ulaştıracak bir sonuç çıkarıp çıkarmadığı noktasında biraz temkinli olmak gerekiyor çünkü bazı eksikliklerin olduğu kanaatindeyim.

Değerli milletvekilleri, Anayasa'mızın 41'inci maddesinde, ailenin korunmasıyla ilgili olarak gerekli tedbirleri almak üzere teşkilat kurmak devletin görevi olarak kabul edilmektedir. Dolayısıyla ailelerin yaşayabileceği her türlü sorun için önlem almak ve sorun yaşayan ailelere destek vermek de devletin önemli yükümlülüklerinden biridir. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığının görevleri arasına giren bu sorumluluk için 61'inci Hükûmetten bu yana destek projeleri üretilmekte ve bu projelerin gördüğümüz kadarıyla en önemli, en büyük kısmını kapsayan adıysa Aile Sosyal Destek Programı. Bu ASDEP diye de kısalttığımız Aile Sosyal Destek Programı 61'inci Hükûmette var, 62'de var, 63'te var, devam ediyor böyle, 65'inci Hükûmete kadar hep görüyoruz ama bazen tanımları değişmiş, zannediyorum arada kafalar karışmış biraz ve 2017'ye geldik, Aile Sosyal Destek Programı modelini hazırlayıcı, uygulayıcı bir rol üstlenmiş olan Bakanlığımızın yaptığı çalışmalar içerisinde manidar bir şey maalesef göremiyoruz. Neden? Çünkü yapılan çalışmalar, biz isterdik ki 61'inci Hükûmetten bu yana artık oturmuş olsun, bu ASDEP projesiyle ihtiyacı olan her bireye, her aileye yardım gidiyor olsun ama maalesef, pilot uygulamalar dışında yapılmış belli çalışmalar, yaygın bir çalışma bulunmamakta.

ASDEP projelerinde çalışmak üzere istihdam edilecek personelin yetiştirilmesi amacıyla bugüne kadar yapılan uygulamalar da maalesef hatalarla dolu. En başta, lisansüstü program adı olan "aile danışmanlığı" unvanının, içeriği ve eğitim uygulamaları yetersiz olan sertifika programlarıyla bu programlara katılanlara verilmesi büyük bir haksızlık. Zira siz de hepiniz de biliyorsunuz ki aile danışmanlığıyla ilgili bir lisansüstü programına giren kişi birçok sınava giriyor, ALES'e giriyor, yabancı dil sınavına giriyor; hak ediyor, iki yıl çaba harcıyor, tez sunuyor ancak öte yandan, açılmış bir sertifika programında 465 saatlik bir uygulamayla aynı unvan aile danışmanlığını yapabilecek alt yapıya sahip olmayanlara veriliyor. Bu büyük bir haksızlıktır. Bir kere ben de bu eğitimden, sertifika eğitiminden geçtim ama kesinlikle yeterli olmadığını biliyorum ve bunu büyük bir haksızlık olarak kabul ediyorum.

Bugüne kadar açılmış olan kurslar kimi zaman ticari amaçlarla, denetimsiz olarak açıldı, sadece üniversiteler tarafından açılmadı veya bakanlık tarafından açılmadı ve bu sertifika eğitimlerini veren eğitimcilerin akademik bilgi ve becerileri sorgulanmadı, yeterince denetlenmedi. Yani bu sertifikayı alan arkadaşların kimlerden eğitim aldığı maalesef, hiçbir zaman denetlenmendi, yetersiz kişiler tarafından eğitildiler; eğitildiğini zannedenler de bu uygulamaları açtıkları aile danışma merkezlerinde uygulamaya çalıştı. Kurslara katılan kişilerin bir kısmı aldığı sertifikayla aile danışmanlığı açma yetkisi alarak aile ve evlilik terapileri yapmaya başladı. Ancak sertifika sahibi olan bazı meslek gruplarının eğitimleri ise bunlar için yeterli değildi. Sadece aile danışmanlığı da yapmadı bu kişiler, çocuklara, ergenlere ve yetişkinlere de danışmanlık ve psikolojik hizmetler sunmaya başladılar. Sunulan raporda bu sorunun dile getirilmesi umut verici. Ancak bundan sonra istihdam edilecek personelin görev dağılımında aile danışmanlığı sertifikasına sahip olmaları sebebiyle yanlış istihdam edilmeleri riski bulunmaktadır.

Uygulamada ayrıca ASDEP Projesi'yle ilgili bir bilgi geliyor, inşallah doğru değildir. Bu projede hâlihazırda görev alan arkadaşların masabaşında çalıştığı ve evrak doldurduğuyla ilgili bir bilgi var. İnşallah doğru değildir diyorum çünkü böyle bir çalışmada masabaşı çalışması uygun değildir, sahada çalışılması gerekir, sahada gerekli tespitlerin yapılıp yardım götürülmesi gerekmektedir.

Yine raporda üzerinde durmak istediğim bir konu: Ara buluculuk kavramı ve boşanma danışmanlığı süreci. Her ne kadar "Ara buluculuk hizmeti barıştırma gibi algılanmamalı." şeklinde raporda belirtilmiş olsa da toplumda yerleşmiş algı bu yöndedir. Çünkü bugüne kadar eşinden şiddet gören veya boşanmak isteyen, birtakım huzursuzluk yaşayan kadınlar veya aileler "Hadi gelin, ara bulalım, sizi barıştıralım. Hadi, eşinin yanına dön, evine dön; barış. Eşindir yapar." şeklinde yanlış yönlendirmelerle kadın cinayetlerine kadar varan sonuçlarda sorumsuzlukla o sürece sürüklenmişlerdir. O nedenle ara buluculuk bizim toplumumuzda yanlış bir intibaya sahiptir. Yanlış algıların önüne geçebilmek için ara buluculuk yerine, bu hizmeti sunmak yerine, bu isim altında sunmak yerine boşanma danışmanlığı hizmetini yapılandırmak daha doğru olacaktır.

Bu sebeple, boşanma süreci danışmanlığı ve ara buluculuk eğitimi almış ve bu alanda yeterli olan personelin, başvurulması hâlinde sadece söz konusu hizmet kapsamında görevlendirilmesi gerekmektedir. Oluşturulacak birimlerde çalışacak meslek grupları; avukatlar, psikologlar, psikolojik danışmanlar, çocuk gelişimi uzmanı pedagoglar ve sosyal hizmetler uzmanları olmalıdır ve boşanacak aileler, yaşadıkları sorunlara göre bu uzmanlardan hangisine ihtiyaç duyuyorlarsa onlardan gidip yardım alabilmelidir.

Kurumlar arası koordinasyon sorununa değinilmiş raporda. Bu, evet, önemli; zira biz, yaptığımız saha çalışmalarını... Mesela, Bursa'ya gittik. Bursa'da belediyeler muhteşem aile danışma merkezleri açmışlar. Ziyaret ettik. Baktık kaç kişi başvurdu? Çok cüzi bir sayı. Daha sonraki toplantılarda aile hâkimlerine "Böyle bir hizmet var, bugüne kadar hiç yönlendirdiniz mi?" diye sorduğumuzda "Bizim böyle bir şeyden haberimiz yok." dediler ve yine STK'lara sorduğumuzda, "Sizin bilginiz var mı?" dediğimizde, yine olumsuz cevap aldık. Ee, bu durumda bu çalışmaların, bir şekilde, ihtiyacı olanlara duyurulması gerekiyor. Raporda bu sorun dikkate alınmış ama Millî Eğitim Bakanlığıyla kurulacak koordinasyon önerisi eksik kalmış. Okullarda özellikle çocukların yaşadığı sorunlarla ilgilenen rehber öğretmen, okul psikolojik danışmanlarıyla yapılacak iş birliği, sorun yaşayan ailelerin bu kurum ve kuruluşlardan haberdar olmasını ve yararlanmasını kolaylaştıracaktır. Çünkü, inanın, ailelerin yaşadığı sorunlarla ilgili bilgileri en çok çocuklar rehber öğretmenlerine anlatıp haberdar etmektedirler. Bu şekilde aileye ulaşabilecek okul psikolojik danışmanları, rehber öğretmenler aileleri de yardım almak üzere doğru kurumlara, doğru uzmanlara yönlendirebileceklerdir.

Aile içi şiddet, ihmal, istismarın önlenmesine yönelik öneriler mevcut raporda. Bu konuda özellikle üzerinde durmak istiyorum ki ülkemizde ŞÖNİM sayısı çok az. Bu merkezlerin sayısı artırılmalı, lokasyonları ulaşım açısından stratejik olarak planlanmalı ve hizmetleri konusunda kamuoyu da bilgilendirilmelidir.

Aile işi şiddetin engellenmesi şiddet olgusunun her yönüyle ele alınarak incelenmesi ve mücadelesiyle mümkündür. Geniş kapsamlı tedbir, eğitim ve propaganda kampanyası başarıyı artıracaktır. Şiddetin toplumda yaygınlaşarak kanıksanması, aynı zamanda kötülüğün sıradanlaşmasıdır. O nedenle, toplum içinde yaşanan her türlü şiddet olayıyla mücadele edilmek üzere kapsamlı çalışmalar yapılmalıdır.

Şiddetle mücadele etmek her birey, kurum ve kuruluşun sorumluluğudur. Şiddetin önlenmesine yönelik yapılacak çalışmalar özellikle küçük yaşta başlamalıdır; okullarda değerler eğitimi, akran ara buluculuğu, öfke kontrolü, problem ve çatışma çözme becerileri olarak erken yaşlarda bireylere kazandırılmalıdır.

Bu konuda dikkat edilmesi gereken en önemli hususlardan biri, şiddet uygulayanlara ve istismar suçlularına verilen cezaların caydırıcılık gücüne sahip olmasıdır. Yani, hiçbir şekilde, bu suçu işleyenlere, o ya da bu sebeple ceza indirimine gidilmemelidir.

Yine, çok önemli, sadece cezayla bunu engellemek, önlemek mümkün de değil. Hadi eşinden boşandı, bir daha bir araya da gelmediler ama o kişi gidecek, başka biriyle yaşayacak, evlenecek, çocuğu olacak ama bu şiddete eğilimli davranışları devam edecek. O zaman bunun da önüne geçmek için şiddet suçlularının tamamına tedavi ve rehabilitasyonların zorunlu hâle getirilmesi şarttır, bu çok önemlidir. Bu, suçun tekrarlanmamasını sağlayacaktır. Sadece burada mağduru korumayacak, aynı zamanda suçluyu da stabilize edecek, düzeltecek, onun da yaşamına artı bir değer katacaktır.

Yardım talep eden her birey koruma altına alınmalıdır çünkü bugüne kadar yardım talep edip de ölümle sonuçlanan, yaşamını kaybetmiş olan birçok kadın mevcuttur.

Yine, acil yardım telefon numaraları -bunu çocuk istismarları komisyonunda çok dile getirdik- tek bir numara altında toplanmalıdır ve bu numara öyle kolaylıkta bir numara olmalıdır ki ihtiyaç duyan çocuk, yaşlı, her yaş grubunda kişinin anında aklına gelip tuşlayabileceği bir rakam olmalı, tek bir sistem altında birleştirilmelidir.

Tabii ki bir de erken dönem, diğer bir deyişle erken yaş evlilikleri var. Bu erken yaşta yapılan evliliklerin önlenmesi, engellenmesiyle ilgili de titizlikle çalışılması gerekmektedir. Nihayetinde çocukluk çağında gerçekleşmiş evliliklerin içerisinde şiddetin daha fazla olduğu, bu çocukların şiddete daha çok maruz kaldığı istatistiklerle de bizim bilgilerimizde de bilinmektedir, mevcuttur.

Uluslararası Kadın Araştırmaları Merkezinin yaptığı araştırmaya göre çocuk yaşta evlenen kız çocuklarının diğer yaş gruplarındaki kadınlara göre fiziksel şiddete 2 kat, cinsel şiddete 3 kat daha fazla maruz kaldığı tespit edilmiştir. Ayrıca, çocuk yaşta evlenmiş olan kızlarımızın uğradığı fiziksel şiddetten dolayı eşlerini haklı görme gibi bir durum ortaya çıkabilir çünkü gelişim çağları daha tamamlanmadığı için onların böyle düşünmelerine sebep olabilir. Bu da ne demektir? Eşini haklı görürse bunu anlatmayacaktır. Zaten o yaştaki bir çocuğun korku, utanma duyguları da ön planda olacağı için nihayetinde bu gizli kalacak ve daha kötü sonuçlara gidebilecektir, ilerleyen süreçte belki de ölümüyle sonuçlanabilecektir.

Ayrıca depresif belirtilerin çocukluk çağında evlenenlerde 18 yaş üstü evliliklere göre daha yaygın olduğu, hatta 15-17 yaşındaki evli olan kızlarımızda evli olmayanlara göre çok daha fazla olduğu ortaya çıkarılmıştır.

Unutmamamız gereken bir nokta var: 14/9/1990 tarihinde imzalanan 9/12/1994 tarihinde 4058 sayılı Kanun'la onaylanmış, 11/12/1994 tarihinde yürürlüğe girmiş olan Çocuk Haklarına Dair Birleşmiş Milletler Sözleşmesi yani Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi'ne göre özel durumlar hariç 18 yaşına kadar herkes çocuk kabul edilmektedir ve biz bunu imzaladık, yükümlüyüz.

İstatistikler... Çocuk yaşta evliliklerle ilgili istatistikler, evet var. Ben 2016 istatistiğini bilmiyorum, 2014'tekini biliyorum. O da 16-17 yaş arasında 1.670 erkek, 34.629 kız çocuğun evlendiğini bildiren TÜİK. Ama önemli bir nokta var: TÜİK bunu sadece resmî nikâhlara bakarak yapıyor, resmî nikâh kayıtlarına bakarak yapmış. Oysa çok daha fazla, 180 bin civarında olduğuna dair de bir bilgiye sahibiz. Maalesef, ülkemizde çok daha erken yaşta çocuklar resmî olmayan yollarla evlendirilmektedirler.

Sorunun çözümü için de hukuk sisteminde çocuk evliliklerinin tekrar ele alınması gerekmektedir. Zira, Türk Medeni Kanunu'na göre 17 yaşını doldurmamış kızlar, Çocuk Koruma Kanunu'na göre 18 yaşını doldurmamış kızlar, Türk Ceza Kanunu'na göre de 15 yaşını doldurmamış kızlar -bu kelimeyi, tabiri kullanmaktan hiç hoşlanmıyorum ama kanunda böyle- "çocuk gelin" kabul edilmektedirler. Bir kere bunun da -çocuktan gelin olmaz- değiştirilmesi gerekmektedir. Kanunlar arasındaki bu uyumsuzluk geleneksel yaşayışa sahip ailelerin kız çocuklarının erken yaşta evlendirilmelerine karşı verilen tüm mücadeleleri de sonuçsuz bırakmaktadır. Erken yaşta evlenmek kız çocuğun eğitim hayatını sonlandırmaktadır. Erken evlilik mağdurlarının daha fazla kız çocukları olduğunu hesaba katarsak erken yaş evliliklerin daha çok kız çocuklarının eğitimini yarıda kestiğini öne sürebiliriz. Bunun sonucunda ise toplumda kadın ve erkekler arasında var olan eşitsizlik daha da derinleşecek; kadının sosyal, kültürel, ekonomik hayattaki gücü buna paralel olarak zayıflayacaktır ve bunun önüne geçebilmek için, kız çocuklarımızın eğitimini tamamlayabilmesi için erken yaş evliliklerle ciddi bir şekilde mücadele etmemiz gerekmektedir.

Taraflardan her ikisi de 15 yaşın altındaysa -şimdi, bu çok önemli bir konu, bu raporda çok açıklayıcı bir şey yok bunun için- bu durumda her iki tarafta çocuktur ve bu durumda her iki tarafta istismar mağdurudur. Evlenme ailelerin rızasıyla yapılmışsa bu istismar olayında suç ailelerindir. Bu durumda cezalandırma aileye yönelik olmalıdır çocuklara yönelik değil, çocuklar koruma altına alınmalıdır. Eğer 18 yaş altında bir evlilik gerçekleşmişse o çocukların eğitiminin nasıl devam edeceği noktasında biraz kafa yormamız gerekiyor. 15 yaş altındaki evliliklere yasak diyoruz ama 15 ile 18 yaş arasını ne yapacağız? Şimdi, bu dönemdeki çocukların eğitimi yarım kaldığında ne olacak? Şöyle bir baktığımızda bugüne kadar oluşmuş mağduriyetlerin ele alınacağı bir çalışma da yapılmamış. Bu konuyla ilgili de multidisipliner bir çalışma yapılması gerekiyor. Konuyla ilgili çalışmaların -bence, bize göre, biz böyle düşünüyoruz- Türk Barolar Birliği, Türk Psikiyatri Derneği, Türkiye Çocuk ve Genç Psikiyatrisi Derneği, Türk Psikologlar Derneği, Türk PDR Derneği ve sosyoloji dalında özellikle aile sosyolojisi alanında uzmanlaşmış akademisyenler tarafından değerlendirilerek uygun ceza yöntemlerinin geliştirilmesi; tabii bununla birlikte, önlemlerin alınacağı ve bu çocukların nasıl koruma altına alınacağı, bu kanunların çocukları en iyi koruma kapsamına alacak şekilde nasıl hazırlanacağı konusunda da bir çalışma yapılması şarttır. Ayrıca bu çocukların eğitimlerini devlet gözetiminde tamamlamalarının sağlanması da çok önemlidir.

Yine, çok önemli bir konu var ki erken yaş evlilikleriyle ilgili. Maalesef bunun raporda tamamen gözden kaçtığını düşünüyorum, gözden kaçtığına inanıyorum çünkü bu ciddi bir konu. 29 Mayıs 2015 tarihinde Anayasa Mahkemesinin Türk Ceza Kanunu'nun 230'uncu maddesinin resmî evlenme olmaksızın dinsel törenini yaptırma ve yapma suçlarını düzenleyen (5) ve (6) numaralı fıkralarının iptaline oy çokluğuyla karar vermiş olması maalesef erken yaş evliliklerinin ve çok eşliliğin önünü açmıştır. Yani bu kararla ne olmuştur? O zaman için 12'ye 4 oyla kabul edilmiş bir uygulama yani dinî nikâh için gidildiğinde eskiden dinî nikâhı kıyacak olan hoca "Resmî nikâhınız var mı?" diye soruyordu ama artık sormuyor. Bu da özellikle sosyokültürel olarak biraz daha geride kalmış veya eğitim düzeyi daha düşük veya kendi geleneklerine göre küçük yaşta çocuklarının evlendirilmesini yadırgamayan ülkemizin belli kesimlerinde erken yaşta çocukların resmî nikâh olmadan dinî nikâhla evlendirilmesine sebep olmaktadır. Bir kere bu uygulamanın da tekrar gözden geçirilmesi gerekmektedir çünkü bu yaşta yasal olmayan evliliklerle birleşen çocukların kendi çocukları olduktan sonra, aradan belli bir zaman da geçtikten sonra resmî nikâh için başvurduklarında veya doğum için hastaneye gittiklerinde mağduriyetlerinin ikinci kez başlaması demek oluyor ki bununla ilgili birçok sıkıntı yaşayan aileler olduğunu da biliyoruz. Bunun tekrar gözden geçirilmesi gerekiyor, bu bağlamda Anayasa Mahkemesinin aldığı kararın tekrar gözden geçirilmesi gerekiyor. Nihayetinde biz biliyoruz ki erken yaş evlilikleri hiç de öyle bahsedildiği kadar az değil. Kars, Ardahan, Iğdır'a çocuk istismarını Araştırma Komisyonuyla birlikte gittiğimizde, bu 3 ilden 2'sinde 15-19 yaş arasında doğum yapma oranının yüzde 12,61; bir ilde yüzde 9,7; Türkiye'de de yüzde 5 olduğu valiliklerce bize bildirilmişti. Yani bu durumda bizim çok ciddi önlemler almamız gerekiyor.

İç ve dış göç sorunlarımız var. Suriye'den 3 milyon mülteci kabul ettik. Bu aileler şimdi Türkiye'de kendi başlarına, kendi içlerinde yaşadıkları sorunların yanı sıra; kızlarını evlendirerek, oğullarını evlendirerek hem Türk ailelerinin hem de Suriye ailelerinin birleştiği evlilikleri de görüyoruz, böylece aralarındaki kültür farklılıklarından doğan sorunlar da var. Yine, bu da ileride tabii ki diplomasiye dayalı yaşanabilecek birtakım sorunlarla karşılaşmamıza sebep olabilir. Bu konuda da bence çalışmalar yapılmak durumunda.

Yine, geçici olarak gerçekleşen iç göç hareketleri beraberinde farklı sorunlar yaşayan ailelerimiz var ki özellikle çocukların eğitimiyle ilgili sorunlar yaşıyorlar, bunlar da dikkate alınmalı.

Yine, bir konu daha var ki Suriye'den gelen mülteci ailelere verilen haklarla ilgili. Şimdi, bu haklarla ilgili olarak dikkat etmemiz gereken bir şey var: Eşitlik ilkesi. Mesela, bir telefon geldi bugün bana, dediler ki: "Üniversitede okuyan Türk gençlerine geri ödemeli 425 lira, Suriyelilere geri ödemesiz 1.200 lira ödeniyor." Şimdi diyebilirsiniz ki "Suriyeliye ödenen bu 1.200 lira bizim vergilerimizden değil, Avrupa Birliğinden gelen katkı paylarıyla..." Eşitlik ilkesini siz görünürde bozduğunuz zaman bunun nedenini hiçbir şekilde açıklayamazsınız ve bu eşitlik ilkesi bozulduğu zaman toplum içerisinde nefrete dönüşmeye başlar ki bunun doğuracağı sonuçlarla da uğraşmak oldukça zordur.

Yine, anlamadığım bir konu -Sayın Bakanımız da buradayken- Suriyeli mültecilere verilen bu haklar, mesela ücretsiz sağlık hizmetleri, Ahıskalı Türklere neden verilmiyor? Bunu da anlamak biraz zor. Bu konuda da çalışılması, çalışmaların yapılması gerektiği kanaatindeyim; inşallah yapılır.

Yine, yurt dışında yaşayan ailelerimizle ilgili ciddi sorunlar mevcut. Bu sorunlarla da ilgili çalışma yapmak lazım. Gerçi, bu çalışmaların hem yurt içinde hem yurt dışında yapılması gerekiyor ki onları şöyle sıralayabiliriz:

Aile kurmadan önce evlenecek gençlere evlilik öncesi danışmanlık hizmetlerinin verilmesi lazım.

Evliliklerinin her aşamasında çiftlere yönelik danışmanlık ve terapi hizmetlerinin sunulması.

Ailelerle bütüncül yaklaşımla aile danışmanlığı ve eğitim hizmetlerinin sunulması.

Boşanma aşamasında, ailelere yönelik boşanma danışmanlığı ve ara buluculuk hizmetlerinin verilmesi.

Boşanma davalarının Türkiye'de tanınmasına ve verilerin tutulmasına ilişkin çalışmaların yapılması.

Kültürel bağların ve aidiyetin kuvvetlendirilmesine yönelik çalışmaların yapılması.

Suça karışmış ve cezaevine girmiş vatandaşlarımızın tutukluluk süresince ve ceza süreleri bittiğinde rehabilitasyonla topluma kazandırılmasına yönelik çalışmaların yapılması çünkü yurt dışında bununla ilgili epey bir sorun çıkmıştı karşımıza.

Evlilik yoluyla Türkiye'den farklı ülkelere giden kadın ve erkeklere gittiklerinde karşılaşacakları zorluklarla ilgili olarak danışmanlık hizmeti de verilmelidir. Özellikle dil sorunu, yaşayacakları ülkenin kanun ve ilgili mevzuatı, çalışma ve sosyal güvenlik sorunları, hak ve görevleriyle ilgili eğitim verilmek durumunda.

Ayrıca, raporda belirtildiği gibi, koruyucu Türk ailelerin sayısının artırılması da çok önemli çünkü Türk çocukları ailede bir sorun hissedildiği anda hiç tanımadıkları yabancı ailelere verilmekte, bu da hoş değil.

Yine, ailelerin yapısının bozulmasına sebep olan bağımlılık yapan madde ve alışkanlıklarla da mücadele edilmesi gerekiyor ki 10 yaşa kadar düştü madde kullanımı, biliyoruz. Bununla ilgili de henüz ülkemizde tam yerleşmemiş olan bağımlılık danışmanlığı hizmetlerinin olması gerekiyor, bu çok önemli.

Aile eğitim programlarının yaygınlaştırılması gerekiyor ama bunu yaparken neler yapacağız? Çatışma çözme becerileri, yine aileyle ilgili bilgiler, öfke kontrolü, bunların hepsi verilmeli ama özellikle askerlik döneminde benzeri eğitimlerin erkeklere de verilebilmesi için Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, Millî Eğitim Bakanlığı ve Türk Silahlı Kuvvetleri arasında bence bir koordinasyonlu program hazırlanmalı. Zira kadınlar her yerde eğitim alabiliyor ama erkeklere de özellikle bu konularda destek gerekiyor.

Özellikle üzerinde durmak istediğimiz bir konu da aile bütünlüğünde eş durumu tayinleri. Bu konuda çok büyük sıkıntı var. Ailenin birliğini, bütünlüğünü koruyacaksak eşlerin bir arada, ailelerin bir arada durmasını sağlamak lazım; bu konudaki engellerin de ortadan kaldırılması gerekiyor.

Türk kültürümüzün ve dinimizin ahlak, hoşgörü, sağduyu, şefkat, anlayışla yoğrulmuş kadim öğretilerine dayanarak bilimsel yöntemler kullanılarak hazırlanmış değerler eğitimi bireylere, ailelere ve çocuklarımıza mutlaka sunulmalıdır ve bunların da STK'lar tarafından desteklenmesi sağlanmalıdır.

Teşekkür ediyorum, yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP ve AK PARTİ sıralarından alkışlar)