| Konu: | Helal Akreditasyon Kurumu Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun Tasarısı münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 3 |
| Birleşim: | 16 |
| Tarih: | 01.11.2017 |
HDP GRUBU ADINA AHMET YILDIRIM (Muş) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu ülkenin yer altı ve yer üstü zenginlik kaynakları bakımından kendisine yetemeyecek olan tek kaynağı, fosil yakıtlar olarak adlandırdığımız, özellikle petrol, doğal gaz ve kısmen de kömür ihtiyacıdır. Onun dışında, tarımda, hayvancılıkta, sanayide, turizmde, ormancılıkta bir bütün olarak yer altı ve yer üstü zenginlik kaynaklarında kendisine yetmeyi bir yana bırakın, bu kaynaklar, ülkenin 80 milyon insanını doyurmak bir yana, en az 120 milyon insanı bugünkü potansiyelle doyurabilme koşullarına sahiptir. Hâl böyleyken 80 milyon insanın neredeyse üçte 1'inin yoksulluk ve açlıkla cebelleştiği bir ülke gerçekliği, yüz yıllık cumhuriyetle övünen iktidar açısından oldukça problemlidir.
Burada, bu kadar ekonomik kaynaklara, yer altı ve yer üstü zenginlik kaynaklarına sahip olan bir gerçeklikte, hâlâ bu oranlarda açlık, yoksulluk var ise ülkenin, ülkeyi idare eden iktidar açısından yönetim vizyonuyla alakalı bir problemi mutlaka vardır. Çünkü AKP'nin on beş yıllık iktidarı sonunda gelmiş olduğu nokta, bu ülkenin en temel sorunlarını demokratik yollardan, düşünce ve ifade özgürlüğüyle her şeyin açıkça tartışıldığı bir şekilde ve koşulda tartışmayı bir yana bırakarak neredeyse bu ülkenin ilk seksen yılında, cumhuriyetin ilk seksen yılında bütünüyle deneyip tükettiği, hatta birkaç kere denediği yöntemlerle bu ülkenin temel sorunlarını çözmeye çalışmak bu iktidarın en büyük açmazıdır.
Kürt meselesi üzerinden değerlendirecek olursak, cumhuriyetle yaşıt olan Kürt meselesinde güvenlikçi politikalar defalarca denenmiş ve bu ülkenin fazlaca canına, malına kastetmiş ve mal olmuş olmasına rağmen, bu ülkenin yer altı ve yer üstü zenginlik kaynaklarını tüketmiş olmasına rağmen son iki buçuk yıldır yeniden bu güvenlikçi politikaları denemeye çalışmak ve devreye sokmak bu iktidarın ülkeyi daha iyi bir yere götürebilme kabiliyetini yitirdiğiyle alakalı bir durumdur.
Şimdi, bugün, bu Meclisin İnsan Hakları Komisyonu Başkanı burada belli polemikler üzerinden tartışmalar yürüttü. Biz, dünya görüşleri farklı olan ve farklı partilerde siyaset yapan kişiler olarak şüphesiz farklı düşünme alanlarımız olabileceği gibi, hiçbirimizin görmezden gelemeyeceği, inkâr edemeyeceği bazı gerçeklikleri asgari müştereklerde korumakla mükellef kişileriz.
Şimdi, şunu öncelikle ifade edeyim: Şu Parlamento 80 milyon insanın iradesini taşıyan bir parlamento ise bu Parlamentoda İnsan Hakları veya herhangi bir ihtisas komisyonuyla görüşme talebi kişilerin dünya tahayyülleri ve siyasi düşünceleri üzerinden değerlendirilip ele alınabilecek bir konu değildir. İnsan Hakları Komisyonu Başkanı, barış hamleleri üzerinden Sayın Öcalan üzerindeki tecrit konusuyla alakalı olarak görüşmek istemeye karşı, alabildiğine Sayın Öcalan'a karşı hakir bir dil kullanarak işin içinden ucuzundan kurtulmaya çalıştı.
Şimdi soruyorum: İki buçuk yıl boyunca defalarca şu kürsüden dile getirildiği üzere, çözüm sürecinde bu ülkenin gelecek vizyonunu artıran ve umutlarını büyüten bir rol oynadığı iktidar partisinin Hükûmeti tarafından, o Hükûmetin üyeleri tarafından sıklıkla dile getirilmiş olan Sayın Öcalan'ın gerçekliğini göz ardı etmenin bu ülkeye kazandıracağı hiçbir şey yoktur. Sadece HDP ona lider dediği için bir kişi lider olmaz, bu Sayın Öcalan veya bir başkası için. Aynı şekilde, bu ülkeyi yönetenler ise konjonktürel olarak belli dönemlerde övdüğü zaman ama hesabına gelmediği, konjonktür değiştiği zaman da bu gerçeği reddettiği için, bir kişinin liderlik vasfı bakkaldan alınan bir şey olmadığı için bu sosyolojik gerçekliği ortadan kaldırmaz. Biz ona uygulanan tecridi dile getirdik diye Sayın Öcalan lider olmaz, aynı şekilde iktidar partisi bugünkü hakir dilini konjonktürel olarak kullandı diye onun bu sosyolojik gerçekliği ortadan kalkmaz. Bir kişinin toplumsal sahiplenilişi, sosyolojik gerçekliği o kişinin yaşam akışı içerisinde lider olup olmayacağına karar verebilir. Bir ülkedeki akan kan ve on yıllara sari toplumsal sorunların çözümü üzerindeki etki gücü bir kişinin toplumsal etki gücüdür.
Bakın, değerli arkadaşlar, çözüm süreci devam ederken şu Hükûmetin üyelerinden başbakan yardımcılığı yapmış olan, bakanlık yapmış olan bazı kişilerin Sayın Öcalan'la ilgili kullanmış olduğu cümleleri bir kelimesine dokunmaksızın sizlerle paylaşmak istiyorum. Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan diyor ki: "Öcalan'ın olayları okuma kabiliyeti ve tecrübesi vardır. Sürecin geleceğini çok düşünen bir hassasiyet yansıtıyor. Ben Öcalan'ın süreci diğer siyasilerden daha doğru okuduğunu düşünüyorum. Öcalan kendisi için bir şey istemiyor. Suriye'de, vesaire birçok ülkede farklı aşamalardan geçti. Onlarca yıldır bu işlerin içinde olduğu için farklı bir bakış açısı vardır, olayları okuma kabiliyeti ve tecrübesi vardır ve dikkat ederseniz onun verdiği mesajlar diğerlerinin verdiği mesajlara göre sürecin geleceğini daha çok düşünen bir hassasiyet yansıtıyor." Beşir Atalay ne demişti aynı dönemde: "Beğenin ya da beğenmeyin Öcalan bu süreçte önemli bir rol oynuyor ve onunla müzakere etmek gerekiyor. Bir mekanizma oturttuk, BDP'lilerin Kandil'le görüşmesi üzerinden süreç işliyor. Bu işin yasası da çıktı, çözüme mecburuz. Hayata, eve, siyasete dönüşler, bütün bunların hepsi değerlendiriliyor. Bu yönüyle de Öcalan'ın akan kanı durdurmaya dönük mesajları bizim de mesajlarımızdır." Yiğit Bulut, bugün, işte, Cumhurbaşkanına Başdanışmanlık yapıyor: "Öcalan Orta Doğu'da Türkiye'nin önünü açıyor." diyor. Yiğit Bulut söylüyor ben değil, bir kelimesine dokunmuyorum. Metiner söylüyor: "Öcalan'ın durduğu yer Türkiye'nin demokratikleşme sürecine katkı sağlayan bir yer. İmralı'da çok anlamlı, çok değerli şeyler söyleniyor." Yine, bakın, Etyen Mahçupyan, dönemin Başbakan Başdanışmanı, diyor ki: "İdeolojik olarak gerçekten bir rehber ve lider. Öcalan'a bir şey verilmesine gerek yok, o zaten alıyor. Kendisi, bu ülkenin önüne koymuş olduğu çözüm vizyonu ve akan kanı durdurma kabiliyetiyle bir karizma sahibidir." Biz demiyoruz. Yine, Abdulkadir Selvi, iktidara yakın duran ve olacak birçok haberi ondan, önceden aldığımız kişi: "Öcalan bu süreçte sorumluluk bilinciyle hareket ediyor. İlerleyen aşamalarda Öcalan'ın konumunu mevcut hâliyle tutmamalı, Türkiye artık bunu tartışmalıdır." diyor. Daha birçok yazar, iktidara yakın yazar, en son yine dönemin Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, bakın diyor ki: "Sayın Öcalan demek, PKK'nın kendine ait bayrağını elinde taşımak, Öcalan'ın posterini taşımak değildir. Sadece örgütüyle eş değer tutulmamalıdır. Türkiye'nin sistemi böyle olmamalıdır. Eyaletleri, demokratik özerklikleri istemek, bunların hiçbiri suç değildir, geçmişte bu suçlamalarla cezaevinde yatanların hepsi çıktı, bundan sonra artık bunlara dava bile açılmıyor." Oradan, şu Mecliste düşünce ve ifade özgürlüğünün ayaklar altına alındığı bir sürece geldik.
Burada bütün bunları söylerken, İnsan Hakları Komisyonu Başkanının az önce etmiş olduğu lafları kullanırken, kendisi belki milletvekili değilken, komisyon başkanı değilken, bu ülkede Türk'üyle, Kürt'üyle, Alevi'siyle, Sünni'siyle farklı etnik, dinsel, mezhepsel, inançsal, kültürel çoğulculuğuyla birlikte insanların yarına huzurla baktığı dönem çözüm süreciydi. O günden bugüne eğer bu ülke daha güvenli bir ülke hâline geldiyse mevcut konjonktürü savunalım, güvenlikçi politikaları savunalım. O günden bugüne eğer bu ülkenin imajı, itibarı yükseldiyse Öcalan'a uygulanan insanlık dışı bir uygulama olarak uluslararası sözleşmelerde kabul edilmiş olan işkenceyi hepimiz kabul edelim. Veya o günden bugüne bu ülkenin ekonomik, sosyal refah düzeyi mi arttı, dış politikada itibarı mı arttı? Bu ülkede insanlar yarına daha güvenle mi bakıyor? Bütün bunları söylememizin temel sebebi, bizim -belki de kendisinin hiç ihtiyaç duymadığı- bir kişiye ne övgü düzme ne onu meşrulaştırma çabamızdan ziyade, bu ülkedeki barışa yaklaşım, bu ülkedeki insanların mutluluğuna yaklaşım olarak algılanmalıdır. Burada, onun oynadığı rolün kişisel bir rol olmanın ötesine geçtiğini hepimiz yakın tarihte, yakın geçmişte tecrübe ettik. Bu ülkede, iki buçuk yıl önce, insanların yaşama azmi, sahip olduğu paraları harcama konformizmi bile değişti. Zenginlerin bile kendi mutluluğunu yitirdiği bir ülke gerçekliğine dönüşmüşken ben, insanlık suçuna tekabül eden tecrit kimin üzerine uygulanırsa uygulansın, kimin üzerinde geliştirilen bir sistem olursa olsun kabul etmeyeceğimizi, bunu en temel reddedilemez bir insan hakkı olarak gördüğümüzü söylüyor, bütün Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)