GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi münasebetiyle
Yasama Yılı:3
Birleşim:32
Tarih:05.12.2017

HDP GRUBU ADINA AHMET YILDIRIM (Muş) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; özellikle, bu 506 sıra sayılı torba yasayla ilgili olarak partimiz adına düşüncelerimizi ifade etmeden önce, son günlerde güncelliğini koruyan, bitmeyecek olan, çünkü yargı marifetiyle çözüme kavuşturulması gereken suç isnatları ortadan kalkmayıncaya kadar ortada duran bazı rüşvet iddialarıyla ilgili düşüncelerimizi ifade etmek istiyorum.

Açıkçası, memlekette siyasi iktidar açısından olan şu: Suç ne olursa olsun onu alıp alçak bir darbeye yıkma ve bütün sorunları -ne olursa olsun sorunlar, rüşvet, yolsuzluk, siyasi kadrolaşmalar- bütün bu iddiaları bizzat siyasi iktidarın canavarlaştırdığı bir paralel devlet yapısının üzerine yıkma süreciyle karşı karşıyayız. Kaldı ki hani, her günahın başı bir paralel devlet yapısı ki bu iktidar onlarla kol kola gezerken toplumsal muhalefet bu paralel devlet yapısının er geç bu ülkenin başına bela olacağını ifade etmiş olmasına rağmen bu siyasi iktidarın büyüterek canavarlaştırdığı bu yapı hem 80 milyon insana karşı darbe yapacak hem de bu paralel devlet yapısı siyasi iktidarın suçlarının ve günahlarının üstünün örtülmesinin aracı hâline de getirilecek. Niyeyse siyasi iktidar bütün suçlarını, günahlarını darbe kiliminin altına süpürmeye çalışıyor. O kadar çok pislik halının altına süpürüldü ki bu paralel devlet yapısı halısının altına süpürüldü ki artık halı şişti, devasa bir dağ yığını hâline geldi. Sanki bir darbe oldu diye siyasi iktidara günahsızlık ve suç ehliyetinden muafiyet zırhı getirildi. Bir yerde bir darbe olursa o darbeye maruz kalan toplum yapısının açığa çıkarmış olduğu siyasi iktidar hiçbir suça bulaşamaz, günahsızlık zırhı bahşedilmiş olur ve ortaya konulan ciddi iddialar ise ele alınamaz.

Burada şunu ifade edelim: Sadece siyasi olarak getirip bu devletin başına bela edilen bir paralel devlet yapısı yok, bu siyasi iktidar aynı zamanda ekonomik baronlar üretti, bu siyasi iktidar rant baronları üretti. Hem yurt içi hem yurt dışında üretmiş olduğu rant baronlarıyla kayıt dışı ekonomik ilişkiler içerisine girdi ve gelinen noktada ise artık siyasallaştırmış olduğu iç yargının muhakemesinden kaçırmaya çalıştığı bazı ekonomik rant baronları -ki siyasi iktidarla ortaklık yaptığı güçlü iddiaları orta yerde duruyor- uluslararası yargının veya bazı ülkeleri zarara uğratmanın suçunun başka ülkelerdeki yargısına konu olunca ondan sonra neymiş? Bunun adı kumpasmış. Neymiş? Bunun adı millî iradeye saldırıymış.

Şimdi, düşünün, ortada devasa meblağlar konuşulacak ve bunlar kayıt dışı bir biçimde bu ülkenin insanlarının alın teri, çoluk çocuğunun rızkı, beytülmal kişisel servetlere ve grupsal servetlere dönüştürülmek üzere ticari dolaşıma sokulacak, ancak ucu siyasi iktidara dokununca... Ki ucunun dokunmasına gerek yok, ciddi iddialarla, ciddi belgelerle siyasi iktidarın bu işin bizzat sahibi ve ortağı olduğu orta yerde duruyor. Bunların üzerine gidilmediği sürece, bu hırsızlık, bu rüşvet, bu rant perdesi aralanmayacak ve siyasi iktidar üzerinden bu kara leke kalkmayacaktır.

Değerli Eş Başkanımızın asıl siyasi darbeyle tutuklanmadan bir ay önce yapmış olduğu konuşmada ifade ettiği üzere, eğer siyasi iktidar hırsız olmadığını iddia ediyorsa, eğer siyasi iktidar rüşvetçi, yolsuzluğa bulaşan bir iktidar olmadığını iddia ediyorsa bunun kolay bir yolu vardır; adı geçen ve ciddi belgelerle bu adı geçenlerin girişmiş oldukları işler ortaya konulmuştur, yargıya sevk edeceksiniz. Adı geçenler yargıya sevk edilmediği sürece, tarafsız ve adil bir yargı tarafından yargılanmadığı sürece bu töhmetle yaşayacaksınız.

Siyasi iktidar hırsız olmadığını iddia ediyor. Eğer rüşvetle, yolsuzlukla, beytülmali çalmakla hiçbir işinin olmadığını iddia ediyorsa ve bu konuda aklanmak istiyorsa adı geçenlerin hepsinin yargıya sevki ivedi olarak sağlanmalıdır; bu da siyasi iktidarın yükümlülüğündedir.

Neymiş? Panama belgeleri. "Yok efendim, Başbakanımızın ilgisi yok." Man Adası para aktarımları? "Yok, Cumhurbaşkanımız ve yakınlarının bir ilgisi yok." Yıllar yılı beraber ticaret yaptığınız, getirip bu ülkenin ekonomisinin neredeyse başına oturtmak üzere görevlendirdiğiniz Reza Zarrab olayı? "Efendim, kumpasmış." Biz böyle görmüyoruz. Ciddi ciddi iddialar var orta yerde, bunların gerçek mi yoksa asılsız iddialar mı olduğuna ne siyasi iktidarın reddi karar verebilir ne de yalnız başına bizim bunları ortaya koymamız ve belgeleriyle birlikte gündemde tutmamız sağlayabilir. Bu yönüyle, siyasallaşmış olan yargının, ivedi olarak tarafsız ve bağımsız bir hâle getirilmesi ve adı geçenlerin yargılanması sorumluluğuyla karşı karşıyadır.

Şimdi, düşünsenize: "Yolsuzluk." deniyor, "Efendim, kumpas." "Rüşvet." deniyor, "Kumpas." "Hırsızlık." deniyor, "Kumpas." "Beytülmalin çalınması." deniyor, "Kumpas." "Tarafsız ve bağımsız yargı olma hâli yitirildi." "Efendim, kumpas." Neymiş? "Siyasi kadrolaşma" deniyor, "Kumpas." "Akademisyenlerin haksızca ihraç edilmesi" deniyor, "Kumpas." Giderek inandırıcılığı aşındırılan, giderek kendini bu girdaptan kurtarmak bir yana, o girdabın ortasına doğru sürüklenen bu siyasi iktidarın artık mızrağı çuvala sığmamaktadır. Her şeyi götürüp getirip 15 Temmuz alçak darbesine bağlayamazsınız veya açığa çıkmış belgeleri de "millî iradeye saldırı" olarak adlandıramazsınız. Ben bana saldırı olarak görmüyorum çünkü bu ticari dolaşımda ne bizim ne partimizin ne toplumsal muhalefetin ne de 80 milyon insanın menfaati yoktu.

İşte, önceki gün Başbakan Yardımcısı ifade ediyor: "Reza Zarrab orada devlet sırlarını ifşa ediyor, gizli devlet bilgi ve belgelerini açıklıyor." Adama sormazlar mı: "Gerçekten devlet sırlarını ifşa ediyorsa bunun elinde ciddi ciddi sırlar, bilgiler ve belgeler vardır. Nasıl sahip oldu bu bilgi, belgelere?" Reza Zarrab'ın devlet sırlarını ifşa edip, siyasi iktidara iftira atıp atmadığıyla alakalı değiliz, siyasi iktidarın da itiraf ettiği gibi bu sırlara, bu gizli belgelere, gizli bilgilere nasıl ulaştığı konusudur bizim gündemimiz. Sonradan bu ülkenin vatandaşı olmuş biri bu kadar gizli belgelere nasıl sahip oldu? Ama biz nasıl sahip olduğunu biliyoruz, bir yanında dönemin Başbakanı, diğer yanında bakanlarla bu ülkenin mahremine girdiği günleri hatırlıyoruz. "Ben bu ülkenin dış ticaret açığının yüzde 15'ini kapatıyorum." dediği günleri hatırlıyoruz ya da bakanlar tarafından üstün ödüllerle taltif edildiği günleri de hatırlıyoruz biz veya -fazla değil, yirmi gün önce- onun yaşamı için değil, yaşam kaygısı için değil, sağlığı için ülkenin altmış beş yıllık NATO müttefikine nota verildiği günleri de hatırlıyoruz biz. Bütün bunlar orta yerde duracak, devasa iddialar ciddi ciddi belgelerle ortaya konulacak ama ne denecek? "Efendim, kumpasmış, millî iradeye saygıymış." Biz o gemide de değiliz, biz o "millî irade" olarak tanımlanan, sadece iktidar iradesinin içerisinde de değiliz.

Değerli milletvekilleri, bir diğer konu, bugün muhalefet partilerini ziyaret eden Sur'la Dayanışma Platformu, haksızca evlerinin yıkılması, sorunlu kamulaştırma kapsamında ellerine çok cüzi bir para sağlayacak olan belgelerin imzalatılarak zorla evlerinden edilmesi, yerine yapılacak evlerin maliyetininse onlara takdim edilen paranın yüzde 10'u bile olmaması gerçekliğiyle karşı karşıyadırlar. Kış ortası, Sur halkı evsizliğe mahkûm edilmektedir.

Daha hafızalardadır, iki yıl önce bu vakitler, mevta başbakan "Ben Sur'u Toledo yapacağım." diyordu. Şimdi o başbakanın yerinde yeller esiyor; siyasi iktidar ve eski yol arkadaşları da o başbakanı kurtlar sofrasına atmış. O başbakan ki yıllarca akademisyenlik yaptığı üniversitelerde konferans bile veremiyor. Ya insanda biraz vefa diye bir şey olur. Biri çıkar, iktidardan biri de "Yazık, bu adam bu ülkeye başbakanlık yaptı, tuğla gibi kitaplar yazdı, ülkenin bir yerlerini Toledo yapmaya niyetlenmişti." Şimdi, düşüncesini ifade edemediği, düşünce ve ifade özgürlüğünün kendisine nasıl lazım olduğu günlere geldi. Kişinin ameliyle yüzleşmesi böyle bir şeydir işte. Birçok gencin -Türk, Kürt, Alevi, Sünni, üniforması ne olursa olsun- kanına giren politikaların başbakanlığını yaptın sen ve "Aman, etmeyin, diyalog yoluyla çözülebilecek işler." derken "Yok, biz ezer geçeriz." dediniz. Şimdi de senin iraden, onurun ezilip geçiliyor işte ve senin partinden bir kişi çıkıp sana sahip çıkmıyor. İktidar sarhoşluğu herhâlde böyle bir şey olsa gerek. Koltuğu ele geçiren sanki ilanihaye, mezara kadar bunu koruyacakmış gibi düşünüyor. Fazla değil ya bundan daha bir buçuk yıl önce bu ülkenin başbakanı, en değerli akademisyenlerinden biri, tuğla gibi yazdığı kitaplar bizim için çok anlam ifade etmiyordu ama Kuzey Afrika'dan Orta Asya'ya kadar bir dış politika tahayyülü çiziyordu, bu iktidar da dört elle ona sarılmıştı. Şimdi, yeni kitap yazabilir de yazdığı kitapları öğrencileriyle, halkıyla paylaşamaz duruma getirir iktidar işte insanı.

Değerli milletvekilleri, bugün İç Tüzük 60'a göre yerimden söz aldığımda söyledim, tekrar söyleyeceğim: Üç yüz doksan yedi gün önce bu ülkede asıl siyasete, sivil ve demokratik siyasete darbe yapıldı. 4 Kasım 2016 günü, bu ülkenin üzerine düşmüş, siyasi iktidarın üzerine düşmüş bir kara lekedir. Düşünün, 5 ayrı ilin savcılıkları aynı anda bir düğmeye basılmış gibi, bir partinin 2 eş başkanını, grup başkan vekili ve milletvekillerini aynı anda bir operasyonla gözaltına alıp bugün siyasi rehine hâline getirdiler.

Sağır sultan bile iyi biliyor ki, hatta şu siyasi iktidara oy verenler bile iyi biliyor ki Selahattin Demirtaş, Figen Yüksekdağ ve arkadaşları bir suça bulaştıkları için değil, haklarında bir suç iddiası olduğu için değil; siyasi iktidar gibi düşünmedikleri, siyasi iktidarın bu ülkeye zarar veren politikalarını eleştirdikleri için, onun karşısında kendilerini, arkadaşları ve partilileriyle birlikte siper ettikleri için, tek adam rejimine "hayır" dedikleri için, "Seni başkan yaptırmayacağız." dedikleri için yani siyasi fikirlerinden ötürü alçak bir siyasi darbeyle tutuklandılar. Bunun hiçbir aşamasında tarafsız ve bağımsız yargı yoktur, evrensel hukuk normlarının kırıntısı bile yoktur. Üç yüz doksan dokuz gün sonra yani iki gün sonra Değerli Eş Genel Başkanımız Selahattin Demirtaş'ın, yarın ise yine Değerli Eş Başkanımız Sayın Figen Yüksekdağ'ın tutuklu olduğu dosyalardan duruşması var.

Şu belge ibret vesikasıdır, bugün çıktı. Ankara 19. Ağır Ceza Mahkemesi, Eş Genel Başkanımız Sayın Selahattin Demirtaş'ı tutuklayan mahkeme, tutuklu olduğu dosyadan Ankara Adliyesinde değil, Sincan Cezaevi yerleşkesinde prefabrik mahkeme salonunda duruşmasının görüleceğini söyledi. Siyasi iktidar, adalet duygusuyla prefabrikleşmiştir, kendini âciz duruma koymuştur. Siyasi iktidar, sağlıklı yargılama koşullarını sistem olarak ortadan kaldırdığı gibi, fiziki olarak da kendi mantalitesi ve ruhunda var olan prefabrikleşmeyi, aşınmayı, dejenerasyonu mahkeme salonlarını inşa etme biçimine dönüştürmüştür. Bu, utanç verici bir şeydir. Her şeyiyle övünen, bu ülkenin kaynaklarını artırdığını ifade eden siyasi iktidar, bu Parlamentonun 3'üncü büyük partisinin, 2'nci büyük muhalefet partisinin Eş Başkanını 20 kişilik bir prefabrik mahkeme salonunda yargılayacak. Şimdiden, baştan beri iddia ettiğimiz üzere bu, aslında kurgulanmış bir oyunun parçasıdır; nasıl ki tutuklanmaları siyasi soykırım operasyonlarının parçasıysa bugün de kurgu olarak -tiyatroculara hakaret etmek istemem ama- asıl tiyatro New York'ta değil, Türkiye'dedir. Kendi düşüncelerinden ve iktidara karşı olan muhalif duruşlarından ötürü tutuklanmış olanlar, prefabrik mahkeme salonlarında bir kurguyla, deyim yerindeyse pespaye bir tiyatroyla yargılanmaya başlanacaklar. Şimdiden mahkûm oldunuz, vicdanlarda mahkûm oldunuz. Gidin, önce bir AKP'lileri ikna edin. Selahattin Demirtaş'ın ve arkadaşlarının tutukluluğunun hiçbir suç isnadıyla ilgisi olmadığını, tümüyle siyasi saiklerle bu operasyonların yapıldığını, bunun başında da tek adam rejiminin ve AKP iktidarının olduğunu bütün herkes biliyor. Sadece Türkiye mi? Bütün dünya ibretle izliyor.

Şimdi, bütün bu ortamlarda, neymiş, üniversiteler kuruluyormuş. Bir kere, siz "bir darbe" dediniz, ondan sonra KHK'yla, yasa olarak geçiremediğiniz, rektörlerin bir tek kişi tarafından atanması sürecini nasıl ki yürürlüğe koyduysanız... Düşünün, koskoca üniversiteleri yönetecek rektörler bir kişi tarafından belirleniyor. Bir kreşe bile yönetici alınırken daha ciddi bir işlemle alınır.

İBRAHİM ÖZDİŞ (Adana) - Seçimler huzursuzluğa neden oluyormuş, onun için...

MAHMUT TOĞRUL (Gaziantep) - Seçimi de kaldıralım İbrahim.

AHMET YILDIRIM (Devamla) - Demokrasiye inanmayanların, demokrasiyle işi olmayanların, özgürlüklerle bağını koparmış olanların, vesayet rejimine ruhunu teslim etmiş olanların yöntemidir bu. Üniversite kurulsa ne olur? 500 tane kurulsa ne olur?

Şimdi, Sayın Bakan da bir akademisyendir. AKP iktidara geldiğinde Türkiye'nin dünyanın ilk 500 üniversitesi arasına giren üniversite sayısı kaçtı, bugün kaçtır? Bırakın buradaki üniversite sayısını. 5 bin tane üniversitemiz olsa ne olur? 50 bin tane üniversitemiz olsa ne olur? Dünyada ilk 500 üniversite arasına giren ve uluslararası indekste taranan yayın sayımız nedir bizim? Bir kişinin ülkenin tamamını, akademedyayı, üniversitel anlayışı bu kadar teslim aldığı bir gerçeklikte yeni üniversite açılmasıyla biz çok ilgili değiliz.

Bir şey daha söyleyeyim: AKP döneminde, on beş yılda üniversite sayısı 2 katına çıkmış, üniversite öğrencisi sayısı 2,5 katına çıkmış; bununla övünebilirsiniz. Peki, 2002 yılında yükseköğretime bütçeden ayrılan pay artmış mı? Hayır. Üniversite artıyor, öğrenci sayısı artıyor. Çok övündüğünüz üzere, sizin gibi düşünmeyen akademisyenler ihraç ediliyor, yandaş olanlar getirilip akademisyen yapılıp sayıları artırılıyor ama bütçeden ayrılan pay artmıyor. Bu nasıl bir üniversitel anlayıştır? Bu, olsa olsa üniversiteleri dejenere etme, üniversiteleri siyasileştirme, üniversiteleri iktidara bağımlı hâle getirme, üniversiteleri özgür düşüncenin yuvası olmaktan çıkarma operasyonlarıdır.

NECİP KALKAN (İzmir) - O kadar da değil. Sadece Amerika'da 7 bin üniversite var.

AHMET YILDIRIM (Devamla) - Beni doğruluyorsunuz.

NECİP KALKAN (İzmir) - 7 bin.

AHMET YILDIRIM (Devamla) - Beni doğruluyorsunuz ama.

Peki, Amerika'da üniversitelere bütçeden ayrılan pay ne, Türkiye'de ayrılan pay ne?

Ve şu anda bıraksanız, yasaklı hâle getirseniz, KHK'yla ihraç edildiği için bu ülkede çalışma olanağı bulunmayan akademisyenleri serbest bıraksanız bir solukta onları kabul edebilecek bir tomar dünya üniversitesi vardır. Sizin gibi düşünmeyen akademisyenleri ihraç edeceksiniz, hem de binlerce. Niye? Barış için bir imza attıkları için, "Bu ülkenin toplumsal hafızası, feraseti, basireti bu ülkenin yüz yıllık sorunlarını diyalog yoluyla çözmeye kadirdir." dedikleri için, çatışma yolunun artık 21'inci yüzyılın yöntemi olmadığını söyledikleri için, Kürt meselesinde iktidar gibi düşünmediklerini söyledikleri için; bu akademisyenlerin affedilmez günahı budur. Neymiş, örgüt propagandası yapmış, hatta bazıları örgüt üyeliğiyle yargılandı. Naçizane yirmi bir yıl üniversitede akademisyenlik yapmış biri olarak bütün bu uygulamalardan kim övünç duyuyorsa duysun, ben ancak özgür düşünen akademisyenleri selamlayarak bu uygulamalardan utanç duyduğumu ifade ediyorum.

Bütün Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)