| Konu: | 2018 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2016 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesabı 2'nci Tur görüşmeleri münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 3 |
| Birleşim: | 36 |
| Tarih: | 13.12.2017 |
HDP GRUBU ADINA AHMET YILDIRIM (Muş) - Sayın Başkan, öncelikle şunu söyleyeyim: Hangi partiden hangi hatip İç Tüzük'ün tanımladığı söz hakkını kullanmak isterse siz verseniz asla rahatsız olmayız, vermeseniz onların söz hakkını sonuna kadar savunuruz.
Benim söz talebim, az önceki söz talebim bir başka partinin hatibinin söz talebine karşı itiraz olarak algılanmasın, öncelikle bunu ifade etmek isterim.
Daha önce şu Genel Kurulda "kürdistan" sözcüğünün kullanılmasıyla ilgili yürüyegiden bir tomar tartışma var. Ben de naçizane, yirmi bir yıl boyunca coğrafya kürsüsünde akademisyenlik yapmış ve yer adları, coğrafya adları çalışmış bir arkadaşınız olarak söylüyorum. Şimdi, doğal olarak, Parlamentoda farklı grupların aklına... 2012 yılının kasım ayında, Diyarbakır'da, Kantar Kavşağı Meydanı'nda Sayın Erdoğan'ın, yapmış olduğu konuşmada sıklıkla kullandığı kürdistan mevzusuna girmeyeceğim.
CELAL ADAN (İstanbul) - Değişti o, değişti.
AHMET YILDIRIM (Devamla) - Kullanabilir. İkincisi: Ama o zaman ana muhalefet ve muhalefet partileri itiraz edince çıkıp kendi grup toplantısında "kürdistan" sözcüğünün neden kullanılması gerektiğini savunmuştur. Bakın, sadece "kürdistan"ı kullanmamış, neden kullanılması gerektiğini... Aynen coğrafyacıların ve akademisyenlerin daha etraflıca açtığı üzere, ne demiştir? Bunun sosyolojik, tarihsel ve coğrafik arka planını açıklamaya çalışmıştır. İsabet buyurmuştur.
Az önce Sayın Muş diyor ki: "Yasaların, Anayasa'nın tanımladığı bölgeler, iller, yerleşim birimleri vardır." Amenna. Şimdi soruyorum: Bakın, Sayın İbrahim Aydemir arkadaşımız serhat bölgesi milletvekilidir. Yasada yeri yok. Veya bakın, şurada oturan, Trakya bölgesinden gelen milletvekili arkadaşlarımız var. Serhat bölgesi, Trakya bölgesi yasaca tanımlanmamıştır ama gücünü, bağlamını tarihten alır, sosyolojiden alır, coğrafyadan alır. Öyle, tarih, coğrafya, sosyoloji eğilip bükülecek, böyle kıytırık yasalarla, İç Tüzük maddeleriyle esnetilebilinecek şeyler değildir. İnsanların beyninde, belleğinde, yüreğinde, vicdanında, ahlakında yüz yıllar boyunca yerini edinmiştir. Bu anlamda "Trakya" gibi, "serhat" gibi, "lazistan" gibi, "Anadolu" gibi, "Rumeli" gibi, "kürdistan" gibi kavramları inkâr etmek bu ülkenin kadim tarihini inkâr etmektir. Bu halkların sarsılmaz bağlarının altına dinamit koymaktır. Bu ülkenin bir bölümünün tarihine, kültürüne, coğrafyasına, kent gerçekliğine, sosyal yaşamına saygı duyarken diğerini reddetmek anlamına gelir. Bunu, naçizane, yapıcı bir tavsiye olarak, bir rica olarak, bir arkadaşınızın, bu ülkenin kadim tarihine ve geleceğine baş koymuş, bir temennisi olarak algılayın ve bu yöntemden vazgeçin.
Biz "kürdistan" derken, asla ve kata, bu ülkeyi bölmek üzerine kurgulanmış bir söylem geliştirmek üzere kullanmıyoruz, bilakis bu ülkeyi birleştirecek, gücünü tarihten alacak bir yaklaşım olarak dile getiriyoruz.
Bir diğer yandan, bu ülkeyi bütünleyen, herkesi eşitleyen, kardeşlik bağlarını güçlendiren dil ve argüman mı esas alınacak, yoksa ötekileştiren, kamplaştıran, bölen, parçalayan ve duygusal kopuşa götüren bir dil ve söylem mi esas alınacak; burada kararını vermek zorundadır.
Bu, sadece bizim ile iktidar partisinin veya Başkanlık Divanının arasındaki bir süreci alabildiğine aşan bir gerçekliktir. Bu anlamda, ben, sadece şurada, gerçekten, kifayetimüzakere diyorum, konuyu.... Sizden de istirham ediyorum, bu ülkenin tarihine ve geçmişine ne olursunuz hep birlikte sahip çıkan, onu güçlendiren bir tavır takınalım.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; şimdi, daha önce dört yıla yakın bir süre Radyo Televizyon Üst Kurul üyeliği yapmış bir milletvekili olarak, RTÜK ve Basın-Yayın Enformasyon Genel Müdürlüğünün bütçesi üzerine söz almış bulunuyorum.
Medyanın, şimdi, yandaşlıktan artık havuzluğa ve çamurluğa evrildiği bir süreci yaşıyoruz. Yandaş medya vardı eskiden, bu biraz anlaşılabilinirdi, sineye çekilebilinirdi ama şimdi artık havuz medyası, çamur medyası gırla almış başını gidiyor. Tabii, medyadaki tek tipleşmenin ürünüdür çamur medyası olma hâli. Yine, bu medyada, sadece -az önce de tartışmamıza konu olan- bir milleti, onun dilini, onun kültürünü esas alıp sözüm ona "ulus devlet" formu altında diğer bütün bileşenleri eritmeye çalışan, asimilasyona tabi tutan bir sürecin ürünü olarak görülmektedir. Siz işe buradan başladığınız andan itibaren nefret söylemine yol açmış olursunuz, inançların, kültürlerin, dillerin, kimliklerin aşağılanmasına yol açmış olursunuz. Bugün Türkiye'deki ana akım medyaya hâkim olan dil budur. Aklınca bir dili, bir milleti yüceltmeye çalışırken onun kardeşi olan dilleri ve milletleri hakir gören, dıştalayan, nefret söylemi kullanan yayınlar, bu ülkenin maalesef birliği, bütünlüğü için utanç verici bir durumdur.
Ben o kurulda onurla, gururla Barış ve Demokrasi Partisi Grubu kontenjanından görev yaptım ama oradaki duruşumu her zaman ortaya koymaya çalıştım ve biliyoruz ki o üst kurul üzerinde ağır bir siyasi iktidar baskısı vardır. Bakın, gücünü Anayasa 133'ten alır RTÜK ve bağımsız idari otoritedir. Bağımsızlığı var mı RTÜK'ün? Şimdi RTÜK Başkanımız burada. Geçen yıl kapatılan 37 televizyon ile, onlarca radyonun kararının bir KHK'yla olması sizin anayasal bağlamdaki görevinize, yetkinize müdahale midir, değil midir? KHK'nın açılımı nedir arkadaşlar? Kanun hükmünde kararname. KHK'nın bir özelliği vardır; kanuna baskın gelebilir, Anayasa'ya baskın gelemez. Siz televizyonlara lisanslama yaparken gücünüzü Anayasa 133'ten alıyorsunuz. Anayasa 133'e göre kurulmuş olan RTÜK'ün, televizyonları yasal prosedüre göre lisanslarken kalkıp bir KHK'yla, kıytırık bir KHK'yla eğer gasbedilirse yetkisi, onun adı kanun hükmünde kararname değil, Anayasa hükmünde kararname olur. Anayasa'ya müdahale vardır, sizin anayasal kimliğiniz çiğnenmiştir.
Geçen yıl bu vakitler, RTÜK'ten sorumlu Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş ne diyordu bir resepsiyonda, şurada, kapatılan televizyonlarla ilgili soru sorulduğunda? "Efendim, yargıya gidebilirler." Televizyonu kapatın, yargıya gidin... "Ben radyoları kapattım, yargıya gidin. Gazetecileri tutukladım, yargıya gidin. İnsanları işten attım, yargıya gidin ve sürgüne gönderdim, yargıya gidin." Ya, Maden ailesi bu ülkenin, bu Parlamentonun utancıdır. Hüseyin Maden bir öğretmendi, eşi öğretmendi; 3 çocuğuyla birlikte Ege Denizi'nin ortasında eğer can verdiyse ve hâlâ bir kısmının cenazesi bulunmadıysa onun utancı şu Meclisin üzerindedir, siyasi iktidarın üzerindedir. Yargıya verelim. Ne olacak? Hüseyin Maden ailesinin, yargıya gittikten sonra, yaşamayan hiçbir ferdiyle birlikte adalet tecelli edebilir mi? Ne yargısı? Boğazına kadar siyasetin baskısı altına girmiş olan yargıdan söz ediyoruz biz burada.
Değerli arkadaşlar, bakın, AKP iktidarı şundan emin olabilir: Bu kadar, iktidara boyun eğen bir medya, yarın gün olup devran döndüğünde, onlara şak şak yapan medya ahlaksızca size de vurmaya başlayacak. Bugün sizi haksız yere öven, pohpohlayan, boyun eğen medya yarın size hayrı olmayan bir medyadır. Sizi bugün şak şaklayanlar yarın ahlaksızca vurmaya başlayacak. Buradan ne size ne bu ülkeye bir hayır gelmez. Bu kadar edilgenleşmiş, silikleşmiş, kendini kaybetmiş, paspas olmuş bir medya gerçekliğinin, bu kadar, 80 milyon insanın değer yargılarını aşağılarken iktidara da bir hayrı olmayacak. Ve "medya" dediğiniz şey, koltuk sevdalılarının, sermayedarların, iktidarların en fazla ele geçirmek istediği alan ve sektördür. Bakın, AKP iktidarı daha önce medyanın bu ülkede Hükûmet düşürdüğünü çok iyi biliyor ve bu nedenle, medya üzerindeki baskıcı, gasbedici, silikleştirici, tek tipleştirici politikalarını sürdürüyor. Şimdi, bu bir başarı mı? Değerli arkadaşlar, bu bir başarı değil. Medyanın tek tipleştirilmesi, havuzlaştırılması başarı değil, olsa olsa bir çürümüşlüktür. Medya çürümüştür. Halkın haber alma hakkı yoktur. Tek taraflı olarak iktidarı öven, muhalefeti hakir gören, aşağılayan bir medya objektif habercilik falan yapmıyordur. Bunun adı da iktidar açısından bir başarı değil, Pirus Zaferi olabilir ve bir çürümüşlüktür.
Değerli arkadaşlar, bakın, İMC TV, Van TV, Özgür Gün TV, Hayatın Sesi TV; bunlar kapatıldı. Hadi bunlar muhalifti, hadi bunlar solcuydu, hadi bunlar siyasi iktidarın sinir uçlarına dokunuyordu; peki, daha çok serhadde yaşayan, İstanbul'da yaşayan Şii Caferi yurttaşlarımızın kültürünü ve dinî inançlarını yayın politikası olarak sürdüren 14 TV ile Kanal 12'yi niye kapattınız ya? Bunların Gülen'le bir alakası var mıydı, olabilir mi? Şii Caferi yurttaşlarımızın televizyon kanallarını neden kapattınız? Onlar Gülen'in de hışmına uğramıştı ve Fetullahçıların da hedefindeydi bu kanallar, şimdi sizin de hedefinizde. Bu sebeple size onlarla ruh ikizi ve tersinden aynı yöntemi işleten noktadasınız diye söylüyoruz.
Bakın, Kürtler -Allah aşkına- ne yaptı ya, ne yaptı size? Bin yıllık kardeşliğin öyküsü; onların 1992 yılında, o OHAL cenderesinde, o faşizm koşullarında açmış olduğu Kürt enstitüsünü kapattınız siz ya. Ape Musa, Musa Anter'in, Süleyman İmamoğlu -sizin hemşehriniz Sayın Bakan, Batmanlı- Abdurrahman Dürre -benim hemşehrim, Muşlu- Feqi Hüseyin Sağnıç -Bitlisli- bunların o ak sakalları, ak saçlarıyla kurduğu, 1990'lı yıllarda yaşattığı, bugüne getirdiği Kürt enstitüsünü kapatmak utancı bu iktidara nasip oldu. Tek işi Kürt dili, kültürü ve edebiyatı üzerine çalışma yapmaktı. Bu mudur bin yıllık kardeşlik? Bu mudur yüz yıla yaklaşmış olan cumhuriyetin harcında hepimizin dedesinin kanının olması hâli?
Şimdi, Sayın Bakan, Batman'a "İluh" desek ne olur, Gercüş'e "Kercos" desek ne olur, Hisar köyüne "Hesar" desek ne olur, Kayapınar beldesine "Habezbeni" desek ne olur; bu ülke yıkılır mı, bu ülke bu kadar zayıf temellere mi sahip, ne olur yani? Bunlar sizin iliniz, ilçeniz, köyünüz, beldeniz Sayın Bakan; bunun mücadelesini verebilmeliyiz. Bu ülkenin bu topluma karşı bütün halkın aidiyet ve sahiplenme duygusunu artırmak için bunun mücadelesini verebilmeliyiz biz. Bu ülkenin yarınları böyle teminat altına alınır, yasakçılıkla teminat altına alınamaz. Bu ülkenin yarınları, kamplaştırarak, nefret söylemlerini körükleyerek teminat altına alınamaz.
Değerli arkadaşlar, bakın, TRT hepimizin vergisiyle ayakta duruyor ama bu ülkenin yarısının öfke duyduğu bir kanala, yayın kuruluşuna dönüşmüştür TRT. Ben kendi adıma vergilerimi helal etmiyorum TRT'ye; kendimi görmüyorum, ailemi görmüyorum, çevremi görmüyorum. Şimdi RTÜK Başkanımız burada, TRT'nin RTÜK Yasası'nın 8'inci maddesinin 1'inci fıkrasının (k) bendiyle bir ilgisi var mı? Nedir? Bütün siyasi partilere ve demokratik gruplara eşit mesafede yayın yapmak zorundadır. Ana muhalefet var mı içinde? Beş saat HDP'yi tartışıyorlar, HDP'li hiç kimse olmaz mı üç yıl boyunca? Utanç verici bir şeydir. Bu sebeple bizim vergilerimiz onlara helal değildir. TRT nedir biliyor musunuz? Pravda'dır, Pravda. Sovyetler Birliği Komünist Partisinin resmî yayın organı: Pravda.
ALİ ŞEKER (İstanbul) - Bir de vergi topluyorlar.
ALİ HAYDAR HAKVERDİ (Ankara) - Vergilerimiz haram olsun.
NİHAT YEŞİL (Ankara) - Biz de helal etmiyoruz.
AHMET YILDIRIM (Devamla) - Tabii, biz bugün artık yayın politikası itibarıyla o Pravda'ya "palavra" da diyebiliriz.
ALİ ŞEKER (İstanbul) - Palavra.
AHMET YILDIRIM (Devamla) - Tam bir palavra yayın kuruluşu işte.
NİHAT YEŞİL (Ankara) - Vergilerimizi helal etmiyoruz, haram olsun.
AHMET YILDIRIM (Devamla) - Değerli arkadaşlar, söylenebilecek çok şey var ama ben özellikle, sadece yayın kuruluşlarından, yazılı yayın açısından da söyleyeyim, kitapların yasaklandığı, sarı basın kartlarının iptal edildiği... Ya, siz şimdi Hasan Cemal'in sarı basın kartını iptal etseniz ne olur, gazeteciliğini elinden mi aldınız? Beynini mi söktünüz?
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
ERTUĞRUL KÜRKCÜ (Mersin) - Artı bir buçuk...
DİRAYET TAŞDEMİR (Ağrı) - İki dakika...
AHMET YILDIRIM (Devamla) - Bir dakika...
BAŞKAN - Bir dakika verdim, on altı dakikadır konuşuyorsunuz Sayın Yıldırım.
ERTUĞRUL KÜRKCÜ (Mersin) - Biz onun farkında değiliz.
AHMET YILDIRIM (Devamla) - On beş dakika Başkanım.
BAŞKAN - Artı bir dakika da verdim, on altı dakika.
MAHMUT TOĞRUL (Gaziantep) - Biz fark etmedik Başkan, vermediniz.
BAŞKAN - Yalan söylüyorum!
Tamamlayın lütfen.
AHMET YILDIRIM (Devamla) - Toparlayacağım Sayın Başkan, teşekkür ederim.
Şimdi, öyle kolay mı yahu? Ancak iktidar yandaşı olan gazeteciler bir kartla kendini gazeteci, yazar yapabilirler. Muhaliflerin, yüreği toplumla birlikte atanların o pespaye karta ihtiyacı yoktur. Size olsun o sarı basın kartı, siz gerçekleri o kartı iptal ederek ortadan kaldıramazsınız.
Yayın dünyasına gelmişken, Fehim Taştekin'in Rojava kitabı yasaklanmadan önce belli dava dosyalarında suç unsuru olarak görüldü. Daha sonra bir başka savcı da "Bu yandaki savcı bunu suç olarak görmüşse ben de yasaklayayım." dedi.
Kitap demişken bir başka kitapla kapatmak istiyorum: Son dönemlerde en çok satan kitaplar listesinde yer alan ve Sevgili Eş Başkanımız Sayın Selahattin Demirtaş'ın edebiyat kitabı Seher yüz binlerce sattı. Binlerce kişi fuarlara akın etti ama bu gerçekliği ortadan kaldıramadınız.
Yasakçılığın da sınırının bir yere kadar olduğunu ifade ederek bütün Genel Kurulu ve halkımızı saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)