GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: 2018 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2016 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesabı 3'üncü Tur görüşmeleri münasebetiyle
Yasama Yılı:3
Birleşim:37
Tarih:14.12.2017

MHP GRUBU ADINA DENİZ DEPBOYLU (Aydın) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; üzerinde görüştüğümüz Aile ve Sosyal Bakanlığı Bütçe Tasarısı'yla ilgili olarak Milliyetçi Hareket Partisi Grubumuz adına söz almış bulunmaktayım. Konuşmama başlamadan önce yüce Türk milletini ve Gazi Meclisi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, bir sosyal sözleşme olarak bütçenin önemi kamu kaynaklarının nasıl toplandığı, nereye ve nasıl harcandığıyla ilgilidir. Gelirde ve harcamalarda esas olan milletimizin faydası olmalıdır. Milliyetçi Hareket Partisi olarak vatanımızın, devletimizin ve milletimizin bekası, refahı her zaman önceliğimiz ve hassasiyetimizdir. İyi, güzel, doğru yapılan her uygulamanın destekçisi olmakla birlikte, yapılan yanlışları ve eksiklikleri de görüp Hükûmeti uyarmayı da aynı hassasiyetle muhalefetten kaynaklanan görevimiz olarak kabul etmekteyiz.

Bakanlığın üstlendiği görevlere göre eleştiri ve önerilerimizi belli başlıklar altında toplamak istiyorum ki bunlardan ilki sosyal yardımlar. Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı 2016 İnsani Gelişmişlik Raporu'nda Türkiye 188 ülke arasında ne yazık ki 71'inci sırada. 2014'te yayımlanan raporda 69'uncu sıradaydık. Eşdeğer hanehalkı kullanılabilir fert gelirine göre Gini katsayısına baktığımız zaman, 2006'da 0,428, 2016'da 0,404 olarak görüyoruz. Bir iyileşme görülüyor ama 2014 ile 2015 rakamlarına baktığımız zaman da daha önce yakaladığımız iyi oranların iki yıldır kötüleştiğini görmekteyiz, bu şekilde de söyleyebiliriz.

TÜRK-İŞ her ay açlık ve yoksulluk sınırını açıklıyor: Ekim 2017, 4 kişilik bir ailenin açlık sınırı 1.544 lira, yoksulluk sınırı 5.030 lira. Baktığımız zaman, bırakın yoksulluk sınırını, asgari ücretin açlık sınırının da altında olduğunu görmekteyiz. 11 milyon emeklinin ağırlıklı olarak yine bu rakamların altında emekli aylığı aldığını da hesaplarsak, işsizliğe de baktığımızda -ki 3 milyon 443 bin gibi bir rakam verildi son açıklamalarda- işsiz olduğu hâlde iş aramayanları da dâhil ettiğimiz zaman bu rakam 5,6 milyona yükseliyor; işsizlik oranı yüzde 10,7; genç işsizlik oranı yüzde 21,1.

Ayrıca TÜİK'in verilerine de baktığımız zaman, ne eğitimde ne istihdamda bulunmayan öğrencilerimizin, daha doğrusu gençlerimizin -öğrenci değiller çünkü eğitimde de yoklar- oranı yüzde 26,7. Bütün bu rakamları dolaylı yoldan bir hesapladığımızda, baktığımızda bize muhtaç sayıda ne kadar çok insanımızın olduğunu gösteriyor. Ama ne yazık ki sosyal yardımlara baktığımızda sistemli bir şekilde bu yardımların işlemediğini görüyoruz. Sistemde kimlere hangi şartlarda, ne miktarda, ne zaman, ne kadar sosyal yardım ve sosyal hizmet yapılacaktır sorusunun cevabını bulmak mümkün değil. Sistem bir hak olarak değil, bir lütuf olarak yardımları düzenlemekte. Sağlanan yardımların standardı düşük. Yardımlar daha ziyade siyasi iktidarın takdirlerine göre yapılır gibi bir görüntüye sahip. Sistem, keyfîliklere ve siyasi kullanıma müsait durumda. Bu yardımlar için etkili kontrol ve denetim sistemi bulunmamakta. Yardımlar hak temeline dayandırılmamıştır, ortak terminolojisi de yoktur.

Yoksullukla mücadelede en önemli araçlardan birisi aile yardımları olmasına rağmen Türkiye'de sigorta kolu olarak henüz aile yardımı yürürlüğe girmemiştir. Aile yardımları sigortası, primli sistem içinde işleyen ve aile kurmaktan doğan sosyal güvenlik risklerine karşı aileye sosyal güvenlik yardımı sağlayacak bir sigorta sistemidir. Bu, siyasi seçimlerden önce bizim hazırladığımız kılavuzumuzda da mevcuttu. Uluslararası Çalışma Teşkilatının 102 sayılı Sosyal Güvenlik Sözleşmesi kapsamında mevcut 9 ilişkinin 8 tanesi uygulamada ama aile yardımları sigortası henüz uygulamaya geçmiş değil. Aile yardımları sigortasının mutlaka uygulamaya konulması gerekmektedir.

Şehit ve gazilerle ilgili olarak söylenecek aslında çok söz var. Gazilerimiz ve şehitlerimiz bizim onurumuz, geride bıraktıkları aileleri ise bizim emanetlerimiz. Şehitlerin ve vefat eden gazilerin ana ve babalarına bağlanan aylık her biri için asgari ücretin net tutarından az olmamak üzere artırılmalıdır. Şehit çocuklarının hepsine iş hakkı verilmelidir. Şehidin anne ve babasının yaşlı ve bakıma muhtaç olabileceği de düşünülerek işe alınan şehit kardeşlerinin ailesine yakın yerlerde istihdam ettirilmesi önemli bir konudur. Maluliyetlerinden dolayı çalışma ortamında sıkıntı çeken gazilerimize üç bin altı yüz günde emekli olabilme hakkı tanınmalıdır. Şehit ailelerine sağlanan ÖTV'siz araç alma imkânından terörle mücadelede gazi olanlar da yararlanabilmelidir. Şehit ve gaziler arasında ayrım yapılması kabul edilemez. Kore, Kıbrıs, güneydoğu veya 15 Temmuz fark etmez, hepsinde de aynı değerde mücadele gösterilmiş; vatana, millete, bayrağa, cumhuriyete sahip çıkılmış, vatandaşlarımız ama sivil, ama asker, polis, bu uğurda şehit düşmüş veya gazi olmuşlardır. Bu sebeple, uygulamalarda yapılan düzeltmeler yerinde olmuş, haksızlıkların önüne geçilmesi bizim nazarımızda da olumlu karşılanmıştır.

En son çıkarılan torba yasada bir husus var ki hizmetli statüsünde çalışan gazilerimiz memur statüsüne alındı. Bu güzel bir uygulama. Biz bunu Komisyonda Milliyetçi Hareket Partisi olarak da desteklemiştik ancak bizim bir önerimiz daha vardı ki şehit yakınları ve gazi çocukları için de bu hakkın tanınmasını istedik. Maalesef kabul edilmedi, bu da dikkate alınmalıydı diyoruz.

Kore ve Kıbrıs gazilerimizin yıllardır çözüm bekleyen sorunları var. Muharip gazilerimize şeref aylığı ödenmesinde aylık bağlanma gerekçesi olan vatana hizmet kriteri dışında bir kriterin esas alınması suretiyle, şeref kriterinin farklılaştırılması kabul edilemez. Muharip gazilerin gelir ve iş durumuna bakılmaksızın hepsine aynı tutarda şeref aylığı bağlanmalıdır. Muharip gazilerimizin çoğuna devlet ödünç madalyası maalesef verilememiş, verilmemiş. Ayrıca, muharip gaziler faizsiz konut kredisinden ve diğer bazı haklardan da yararlanamıyorlar. Evli olan şehidin ailesine yine TOKİ'den konut sahibi olması hakkı verilirken -yine benzer bir sorun burada da var- onu yetiştiren anne babasına bu hak tanınmıyor mesela. Bu imkân evli olan şehitlerin anne ve babasına da tanınmalıdır. Ordu ve polis vazife malulü gazilerimizin mağduriyetlerinin de tabii ki bunun ardından dikkate alınması gerekiyor.

2013 yılında vazife malullerinin aylıklarında iyileştirme yapılarak yüzde 25 zam verilmiştir ancak rütbeli ordu ve polis vazife malulleri maalesef bu artıştan yararlanamamıştır. Yine, ordu ve polis vazife malulleri de yüzde 25 maaş artışından yararlandırılmalı ve çalışmaya başladıklarında aylıkları kesilmemelidir. Terörle mücadelede de malul sayılmayacak derecede yaralanan ve malul sayılmayan gazilerimiz maalesef hiçbir haktan yararlanamamakta, özellikle de kendilerine gazilik unvanının verilmemesi kendilerini çok üzmekte. Terör mağdurlarına yüzde 40 engellilik oranıyla aylık bağlanırken yüzde 40'ın üzerinde engellilik oranı olan ama malul sayılmadığı için aylık bağlanamayan gazilerimiz bulunmakta. Sağlık sorunları devam eden bu arkadaşlarımızın katılım payı muafiyeti bile yok. Terörle mücadelede büyük kahramanlık gösteren malul sayılmayan gazilerimizin öncelikle onurla taşıyabileceği madalyalarının kendilerine verilmesi gerekiyor ve gazilik unvanının verilmesi gerekiyor. Kimseye muhtaç olmadan hayatlarını devam ettirebilmeleri için öncelikle iş hakkı tanınmalı, serbest seyahat kartı ve faizsiz konut kredisi hakkı verilmeli, özellikle de sağlık hizmetlerinde katılım payı muafiyeti tanınmalıdır.

Kadınlarla ilgili söylenecek aslında çok söz var. Öncelikle, üzülerek belirtmeliyim ki KEFEK'te yaptığımız çalışmalara rağmen bu yıl da hazırlanan bütçede cinsiyete duyarlı bir bütçeleme hiçbir bakanlık tarafından yapılmamış. Bakanlıklar bütçenin kadınlar ve erkekler için eşit, cinsiyet açısından da tarafsız olduğunu iddia edebilirler tabii ki ama böyle davranmak, böyle bir yaklaşım kadın ve erkekler arasındaki eşitsizlikleri göz ardı etmiş olur. Bu konuda da Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığının takipçisi olması gerektiği kanaatindeyiz.

Sayın Bakan, Plan ve Bütçe Komisyonunda yaptığınız konuşmada, 2016-2020 yıllarını da kapsayan eylem planında kadına yönelik şiddetle ilgili etkin mücadele vereceğinize dair bilgi vermiştiniz. Niyet olarak kararlı ve azimli olduğunuzdan hiç şüphemiz yok ancak üretilen politikalar yetersiz ve kifayetsiz kalıyor olmalı ki kadına yönelik şiddetin olmadığı bir tek gün yaşamıyoruz. Son on beş yılda kadına yönelik şiddet yüzde 140 arttı. Ben burada rakamları vermeyeyim, rakamları zaten hepimiz biliyoruz, çok üzücü. Komisyon çalışmaları için ziyaret ettiğimiz iller vardı, illerde bürokratlar kadınların sığındıkları konukevlerinden ve burada verilen bazı eğitimlerden bahsettiler; işte, aile içi iletişim, roller, etkileşim veya uyumla ilgili. Çok güzel, verilsin, bunlar değerli eğitimler ama bu eğitimlerin kadınlardan önce kadınları oraya sığınmak zorunda bırakan erkeklere verilmesi gerekiyor bence. Bu konuda yapılan çalışmaları ben pek göremedim raporlarınızda. Kadınlar bu eğitimlere açık, her şekilde alıyorlar da önemli olan erkeklere ulaşmak, bu eğitimden yararlanmalarını sağlamak. Kadına şiddet uygulayan erkeklere verilen cezaların yetersizliği veya salıvermeler şiddeti artırıyor, buna dikkat etmek lazım. Ayrıca erkeğe de kadına verildiği gibi psikososyal destek verilmeli. Nihayetinde kadına şiddet uyguladığında bir şekilde o da bu yaşamında bu mağduriyeti farklı şekillerde yaşayacaktır. Stres yönetimi ve öfke denetimi, bunlar çok önemli konular.

Çocuklarla ilgili olarak, çocukların korunması bizim en hassas olduğumuz nokta ama ne yazık ki kadına yönelik şiddetin arttığı bu dönemde çocuklara yönelik istismarın da arttığını görüyoruz. Tabii ki buna sebep olan... Son dönemde gerçekten istismarda bir artış var, bunu kabul etmek lazım ama bu konuya bir başka pencereden daha bakmak gerekiyor. Buradaki artan miktarda bir etken daha var; artık, kadınlar da çocuklar da susmamaları gerektiğini, yardım istemeleri gerektiğini yavaş yavaş öğreniyorlar bence. Aslında burada bizim dikkat etmemiz gereken, arkasından çıkacak çirkinlerden ürkmeden çalıyı tepmeye devam etmek çünkü yardım almak isteyen ama bunu nasıl isteyeceğini bilmeyen çok sayıda çocuk ve kadın mevcut.

Risk haritalarının oluşturulması önemli. Okullarda ve çocukların bulunduğu her kurumda uzmanların, ruh sağlığı uzmanlarının görevlendirilmesi çok önemli.

Yine, başka bir tehdit madde bağımlılığı. Son altı yılda 17 kat arttı, 10 yaşa kadar düştü ilk madde kullanımı. Bununla ilgili de etkin mücadele yapılması gerekiyor.

Yine, okullaşmayla ilgili Plan ve Bütçe Komisyonunda bir oran verdiniz, dediniz ki: "Ülkemizde kız çocukları için ortaöğretim kademesinde net okullaşma oranı 2002-2003 öğretim yılında yüzde 45,2 iken, 2016-2017'de yüzde 82,4'e yükseldi." Güzel, başarı ne kadar artarsa biz o kadar mutlu oluruz çünkü o kadar çok çocuk eğitime katılmış demektir ama bu ilk hedef, asıl hedef çocukların okula devam edebiliyor olması.

Millî Eğitim Bakanlığının 2013'te sunduğu bir rapor var. 174.625 öğrenci ilköğretim kurumlarını terk etmiş, 2014 yılında da bu 234.932 olmuş. Millî Eğitim Bakanlığı bir daha bir istatistik vermedi, bu çocukların cinsiyetlerinin ne olduğunu, kaçta kaç olduğunu belirtmedi. Bunu da zaten internetten kaldırdı ama arkasından 2014-2015'te Eğitim Reformu Girişimi bir anket istatistik açıkladı. Bu da Türkiye'de yüzde 38 oranında öğrencinin eğitimi terk ettiğiyle ilgili, terk edenlerin yüzde 39,9'unun da kız olduğu. Bu çocuklara ne oldu? Bu çocuklar çalışmaya mı zorlandı, evlenmeye mi zorlandı, eğitim hakları neden gasbedildi? Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı bu sorunu görüp peşine düştü mü, araştırdı mı, merak ediyoruz.

Yine başka bir sorun, 18 yaşından önce evlendirilen çocuklar. TÜİK bir istatistik yapıyor ama bu istatistiği 16-17 yaş resmî evliliklere göre yapıyor ama biz biliyoruz ki çocuk yaşta evlendirilenlerin evlenme şekli resmî olmayan şekilde. Bunun da araştırılması gerekiyor. TÜİK rakamları sizi aldatmasın. Eğer gerçek rakamı görmek istiyorsanız Sağlık Bakanlığının doğum yapan anne yaş oranlarına bakmak lazım. Maalesef 15-19 yaş arasında doğum yapan annelerin oranı yüzde 5. Bu da ne kadar ciddi bir rakam olduğunu gösteriyor. 15 yaşında bir çocuğun anne olabilmesi için herhâlde 13 yaşında falan evlendirilmiş olması gerekiyor. Yine, bazı illerimizde bu oran yüzde 9'a kadar yükseliyor, bunları da gördük. Küçük yaşta, yasal olmayan yollarla evlendirilmiş çocukların, şöyle bir neler yapıldığına baktığımızda, bu çocuklar, bir şekilde doğum sırasında geldiğinde, çocuk doğururken fark ediliyor, eşine ceza veriliyor veya annesi, babasına ceza verilenler var ama bir şey benim dikkatimi çekti: Peki, neden bugüne kadar, bu birlikteliğe sebep olmuş, dinî nikâh yoluyla küçük yaşta kızları evlendiren bir tek kişi bile ceza almamış? Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı bu konu üzerinde çalışıyor mu, onu da merak ediyorum.

ASDEP Projesi, aileyle ilgili olarak güzel bir proje. 61'inci Hükûmet, 65'inci Hükûmet, bütün bu sıralarda bahsedilmiş ama tamamen uygulamaya geçirilememiş. Bu projenin tamamen uygulamaya geçmesi, başta toplum ruh sağlığının korunması, şiddetin, bağımlılığın ve istismarların önüne geçilmesi açısından çok önemli. Zira bir yandan işsizlik, yoksulluk, bir yandan karmaşık, girift ilişkiler, değişen dünya ve aynı zamanda zayıflayan sosyal destek ağları bireyleri iyice sıkıntıya sokuyor. Ki son yıllarda baktığımızda, Türkiye'de antidepresan kullanımı dokuz yılda yüzde 160 artmış durumda. Her 10 kişiden biri antidepresan kullanıyor ve daha da kötüsü antipsikotik kullananların sayısı da çok fazla artmış. İntihar oranları artıyor. İnsanlar kendilerine uzanacak yardım eli bekliyor. Bu yardımın devlet eliyle sunulması çok önemli ve profesyonellerce verilmesi gerekiyor, bu da çok önemli bir husus. Yine, artan boşanma oranlarını da dikkate aldığımızda aile danışmanlığının ve boşanma danışmanlığının önemini de bir kez daha hatırlatmak istiyorum.

Engellilerimizle ilgili, en çok sosyal dışlanmaya maruz kalan grup olması sebebiyle hassasiyetimizin yüksek olması lazım. Türkiye'deki engellilerin belirlenmesiyle ilgili olarak en son çalışma 2002 yılında yapılmış, başka yok. On beş yıllık süre içinde sadece 2010 yılında veri tabanındaki engelli vatandaşlarımızın sorun ve beklentileri çalışması yapılmış. Bu konuda ciddi bir çalışma yapılması gerekiyor. Yine, engellilere yönelik istihdam politikaları büyük ölçüde kota tekniğine dayanıyor. Kamu kurumlarının çalıştırmak zorunda olduğu engelli kontenjanı oranı yüzde 3. Bu, başka ülkelerde yüzde 5. Türkiye'de de yüzde 5 oranına çıkartılması, istihdam alanının engellilerimiz için genişletilmesi gerekiyor.

Engelli ve yaşlı aylığı için birlikte yaşadıkları hanedeki bireylerin de yoksul olması şartı aranıyor. Bakıma ihtiyacı olan engellinin evde bakımı için aileye ödenen destek nedeniyle engelli aylıkları kesilmektedir. Ailesinin geliri esas alınarak "Muhtaç değilsin." diye aylığı kesilen engelliler yasal olarak muhtaç olmasalar da bu defa ne oluyor? Ailelerine muhtaç hâle düşüyorlar. Yaşanan mağduriyetin giderilmesi için, engellilerin muhtaçlığının belirlenmesinde hane başına düşen gelir uygulamasından vazgeçilip kendi gelirinin esas alınmasına yönelik düzenleme yapılmalı, engellilerin yaşadığı mağduriyet giderilmelidir.

Ülkemizde engelliler kendi aralarında eşit fırsatlara da sahip değil. Engellilerin malul sayılması ve maluliyet aylığı bağlanması konusunda farklı uygulamalar bulunmakta. Engellilerin eşit fırsata sahip olabilmeleri kapsamında, doğuştan ya da sigortalılıktan önce engelli olanların da 5510 sayılı Kanun'un malul sayılma ve maluliyet aylığı bağlanmasıyla ilgili hükümlerinden yararlandırılması gerekmekte.

Yaşlılarımız için söyleyebileceğimiz bence en önemli şeylerden biri onlara ciddi anlamda hassas davranmamız gerekiyor. Onların otel gibi, yatılı okul gibi, bugün kapattığımız çocuk yetiştirme yurtlarına benzeyen ortamlarda yaşamlarının devam ettirilmesi yerine -yine sevgievlerine benzeyen çocuklar için açtığımız- kendilerine uygun yapılarda, en iyi koşullarda yaşamlarının devam ettirilmesinin sağlanması da önemli bence.

Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığına bağlı ek ders karşılığı çalışan meslek elemanlarının haklarıyla ilgili de sorun var. Bu arkadaşlarımız haklarını alamamakta. Aynı işi yapıp kadrolu çalışanların yarısı kadar maaş alan ve ek ders karşılığı çalışan personel aynı zamanda yıllık izin, hastalık izni, doğum izni, süt izni ve tazminat hakları olmadığı için taşeron yasasına dâhil edilmek istiyor. Unutmamamız gerekiyor ki emek ve çalışmada ayrımcılık olmamalıdır; Anayasa'ya aykırıdır bu durum, aynı zamanda kul hakkı yemektir.

Ben, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı çalışmaları dışında burada Aydın milletvekili olarak hazır Enerji Bakanımız da buradayken bir konuyu daha dikkate sunmak istiyorum, kendisi de burada.

Sayın Bakan, bildiğiniz gibi, Aydın'da jeotermal enerjilerle ilgili yaşadığımız ciddi bir sorun var. Jeotermal enerji bizim de bildiğimiz gibi yenilenebilir bir enerji ancak Aydın'da öyle bir noktaya geldi ki Aydınlıların doğal olarak büyük bir tepkisini kazanmakta bu santraller. Neden? Çünkü 5 megavata kadar elektrik üreten tesislerin kuruluşunda ÇED raporu aranmıyor. ÇED raporu aranmayınca bugüne kadar Aydın'da olanı ben size ifade edeyim: Birinci derecede tarım bölgelerine, evlere yakın yerlere, Menderes Nehri'ne yakın yere ve yine Magnesia Antik Kenti'nin sınırlarının içine dahi kuyular kazıldı. Bu kuyuların kazılmasıyla birlikte ilk başta atık suları dışarıya atılıyor. Bu tesislerin çok üzülerek söylüyorum ki belli bir kısmı etik kurallarla çalışmıyor, reenjeksiyon kurallarına uymuyor, buharı reenjekte etmek yerine gecenin belli bir saatlerinde havaya salıyor. Tarım il müdürlüğünün yaptığı çalışma var, ADÜ'nün yaptığı çalışma var. Bu çalışmalarda özellikle santral etrafındaki toprakta, ağaçlarda ve ürünlerde bor tespit edilmiş durumda. Bu da Aydınlıları ciddi şekilde kaygılandırıyor çünkü sağlık sorunları arttıkça Aydınlılar, bunun jeotermal enerjiden kaynaklandığını haklı olarak düşünerek tepki gösteriyorlar.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

DENİZ DEPBOYLU (Devamla) - Bir dakika daha rica edebilir miyim?

BAŞKAN - Sözlerinizi tamamlamak üzere bir dakika ek süre veriyorum Sayın Depboylu.

Buyurun.

DENİZ DEPBOYLU (Devamla) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Şimdi, biz özellikle bu sorunun üzerinde durulmasını istiyoruz. Öncelikle ÇED raporu aranmamasının mantığını anlayamıyoruz, ÇED raporunun aranması gerektiğini düşünüyoruz. O kadar çok sayıda kuyu açılıyor ki bu kuyuların bu kadar çok sayıda açılması normal midir? Dünyanın en iyi incirini yetiştiren Aydın'da incire verebileceği zararın hesaplanması yapılmış mıdır? Çünkü incir üretiminde belli bir nem oranı gerekiyor.

Yine, doğaya verdiği zararın, havaya, karaya, toprağa, insana, canlıya verdiği zararın araştırılması açısından belli bilimsel çalışmaların yapılması gerektiğine inanıyoruz. ÇED raporunun alınması gerektiğine inanıyoruz. Denetimlerinin en iyi şekilde yapılması gerektiğini düşünüyoruz ve bu konuyla ilgili aslında bir Meclis araştırması komisyonu kurulmasına ilişkin önerge de sunmuştuk; Adalet ve Kalkınma Partisindeki Aydın milletvekili arkadaşlarımızın da aynı görüşte olduğunu biliyorum. Bu konuyla ilgili de özel hassasiyetinizi rica ediyorum. Temiz enerjiye karşı değiliz ama uygun yapılması yolunda talebimiz var.

Teşekkür ediyorum, saygılarımı sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Depboylu.