| Konu: | 2018 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2016 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesabı 8'inci Tur görüşmeleri münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 3 |
| Birleşim: | 42 |
| Tarih: | 19.12.2017 |
MHP GRUBU ADINA MEVLÜT KARAKAYA (Adana) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığının 2018 yılı bütçesiyle ilgili olarak Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz aldım. Parti grubum ve şahsım adına sizleri ve milletin efendisi Türk çiftçisini saygıyla selamlıyorum.
Saygıdeğer Genel Kurul, tarım, önemli, özellikli ve ayrıcalıklı bir sektör, gıda güvenliği, gıda güvencesi ve ekolojik denge boyutuyla bizlerin ve gelecek nesillerimizin yaşam teminatı. Bu nedenle, üzerinden siyaset yapılmamalı diyoruz; en azından, tarımın içinde bulunduğu mevcut durum ve şartlar bunu gerektirmektedir. Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına tarım dostu vicdanlara sesleniyoruz: Gelin, bu konuda, iktidar muhalefet demeyelim, doğrularda buluşalım, Türk tarımının ve çiftçisinin sorunlarına birlikte çare olalım.
Değerli milletvekilleri, bu bütçeyle merkezî hükûmete toplam 762 milyar 800 milyon lira harcama yetkisi vermiş olacağız. Bu yetkinin yaklaşık yüzde 3,6'sı yani 21 milyar 700 milyonu Tarım Bakanlığı için verilmiş olacak. Bakanlığın bütçesinde 2017 yılına göre yüzde 11'lik bir artış söz konusu. Gayrisafi yurt içi hasılaya oranlayacak olursak geçmiş yıllara göre önemli bir farklılık olmadığını, yine binde 6,3 civarında olduğunu... Ki bu rakam, bu bütçe 2002 bütçesinde binde 6,4'tü. Görünen o ki 2018 bütçesinde tarıma pozitif bir ayrımcılık yapılmıyor. Sözün özü, umarım 2018, tarımda 2017'yi aratmasın.
Değerli milletvekilleri, aslında tarımın sorunu Bakanlık bütçesinin veya desteklerin biraz daha artırılmasıyla çözülecek türden sorunlar değil. Tarımla ilgili bir zihniyet, anlayış sorunumuz var. Tarıma ve çiftçiye şaşı bir bakış söz konusu, öncelikle bunu düzeltmemiz lazım. Bu da çok kolay değil. Elbette bizler uyuyanlara sesleneceğiz, uyuyor numarası yapanları uyandıramayacağımızı biliyoruz.
Değerli arkadaşlar, tarımı sadece ekonomik bir sektör olarak görmek ciddi bir konumlandırma hatasıdır. Bu nedenle tarım, dar bir alan içinde, sadece kârlılık, mukayeseli üstünlükler, rasyonel kaynak dağılımı gibi ekonomik ölçütlerle değerlendirilmekte ve yargılanmaktadır. Elbette bu ölçütleri reddetmiyoruz. İtirazımız, tarımın sadece bir ekonomik sektör olarak alınıp üzerine yürünmesinedir. Tarım tüm ekonomik sektörlere katkı sunan temel bir sektördür. Bunun yanında sosyal sektördür, çevre sektörüdür, hatta millî güvenlik sektörüdür. Tarımla ilgili analiz ve sentezler yapılırken, değerlendirme ve yargıda bulunurken bu gerçekler gözardı edilmemelidir. Basit bir örnek vermek gerekirse, ölçek ekonomisi ölçütü üzerinden öğretilmiş şartlanmışlık, geçimlik tarım, rençperlik ve küçük aile işletmeciliğini yok etmiştir.
Tarımsal nüfusun oransal olarak makul düzeylere indirilmesi gerektiğine elbette inanıyoruz ancak bunun tarım sektöründen itip çıkarma yerine diğer sektörlerin çekip alması biçiminde olması gerektiğini düşünüyoruz. Son on dört yılda yaklaşık 1 milyon aile tarım işletmeciliğini terk etti. Köylerde genç kalmadı. Çiftçiliğin geleceği gerçekten risk ve tehdit altında. Son on yılda ekim ve dikim alanlarında 2 milyon 200 bin hektarlık bir azalış oldu. Köylerde yaşlı ve ihtiyarlardan başka kimse kalmadı. Küçükbaş hayvancılığın sürdürülebilirliği gün geçtikçe riske girmekte. Çoban yok, hayvan bakıcı ve yetiştiricisi hak getire. Hepimiz biliyoruz ki mülteci çobanlar olmasa mera hayvancılığının ruhuna Fatiha diyeceğiz. 57'nci Hükûmet döneminde Milliyetçi Hareket Partisi olarak üzerinde önemle durduğumuz bir proje Doğduğum Yerde Doymak İstiyorum Projesi'ydi ama bu proje maalesef yarım kaldı.
Değerli arkadaşlar, tarımsal üretim meşakkatli bir iştir; bir kez terk edildiğinde, üretim düzeneği bozulduğunda tekrar dönüşü çok zor. Bu gidişin en büyük tehlikesi, insanımızı üretim felsefesinden, üretme zihniyetinden uzaklaştırmasıdır. Bugün hiç beğenmediğimiz küçük aile işletmeleri, geçimlik tarım işletmelerinin dahi çok önemli işlevleri var. En azından bu ailelerde yetişenler daha küçük yaşlarda, toprağa tohumun atıldığını, tohumdan bitkinin üretildiğini, bunun yeme dönüştüğünü, yemin hayvanın boğazından geçtiğini, onun ete süte, buzağıya, kuzuya dönüştüğünü, onun paraya dönüştüğünü ve bu şekilde bir geçim yapıldığını yaşayarak, görerek öğreniyordu.
Değerli milletvekilleri, bugün bu çocukların önemli bir kısmı metropollerin varoşlarında kültürel kopuş sancılarını yaşıyorlar. Yine, aynı şekilde üretimin sembolü olan köylerin tüketimin sembolü hâline, mahalleye dönüştürülmesiyle artık metropol belediyelerden gelecek yardım araçlarını gözetlemekle meşguller.
Değerli milletvekilleri, hâlâ "üreteceğim" ısrarında bulunanlar da buradan, bizlerden bir çare beklemekte ama üzülerek görüyorum ki bu bütçede öyle bir çare yok. Şunu herkes iyi anlasın ve bilsin ki KOBİ'ler genel ekonomide neyse aile işletmeleri de tarımda odur. Hatta, 1994, 2001 krizlerini hatırlayacak olursanız, aile işletmelerinin, tarım işletmelerinin çok ciddi katkıları oldu. Bugün de milyonlarca asgari ücretle çalışanların arkasında köy ve kırsal desteği olmasa çok ciddi sorunlar yaşayacağız.
Millî ve yerli bir tarımın stratejisinin, Sayın Bakanım, öncelikle aile işletmeleri olması gerektiğini buradan söylüyorum. Kümelenme ve kooperatifleşme gibi yöntem ve organizasyonlarla, küçük olmanın dezavantajları avantaja dönüştürülebilir. Cennetmekân, Başbuğumuz Alparslan Türkeş'ten bize yadigâr kalan, biz adına "tarım kentleri" diyoruz, siz ister "köy kentler" deyin, ister "kırsal cazibe merkezleri" deyin ama kırsalda mutlaka insanca yaşayacak merkezler oluşturulmalı ve bunlar üretim deseniyle örgülenmelidir. Aksi takdirde Türk tarımı küresel işletmelerin iştigal alanı, tarım toprakları da bilanço kalemleri hâline gelecektir.
Değerli arkadaşlar, yaygın kanaat ve inanış, tarımın katma değerinin düşük olduğu yönündedir. Tarımsal katma değer hesapları aslında bir aldatmacadır. Tarımsal işletmecilik, çiftçilik faaliyetlerinin ekonomik katma değeri ile tarımın katma değeri birbirine karıştırılmaktadır. Tarım öyle bir sektör ki sağladığı katkıların önemli bir kısmının ekonomiye dönüşümü diğer sektörler üzerinden olur. Bunların paraya tahvil edilmesi de mümkün değildir. Tarımsal katma değerin doğru hesaplanması ancak alternatif maliyetlerle söz konusu olabilir. Mesela, üretmeyip dışarıdan daha ucuza ithal ettiğimiz GDO'lu ve sağlıksız ürünlerin toplum sağlığı üzerindeki olumsuz etkisinin iş gücü kaybına, teşhis ve tedavi giderlerine yansıması nedir bilen, ölçen var mı diye sormak isterim. "Tarım, yapıldığında bir şey kazandırmıyor." diyenlere, yapılmadığında neyi kaybettirdiğini sormak lazım. Özetle, ne hikmetse, katma değeri çok yüksek sektör ve alanlarda lider olan ülkeler, katma değeri çok düşük olan tarımla ilişkilerini bir türlü kesmiyorlar.
Değerli milletvekilleri, desteklemeler konusunda da üç alanda anlaşamıyoruz, tartışıyoruz; amacı, niceliği ve niteliği konusunda. 80 milyon insanımızın güvenli gıda ihtiyacını karşılamak, gıdaya ulaşımını kolaylaştırmak maksadıyla tarımsal faaliyetlerin sürekliliğini sağlamak, desteklerin temel amacıdır. Uygulanan destekleme modeline göre değişebilir ancak genellikle destekler çiftçi üzerinden yapılır.
Tabii, Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığının bütçe sunuş kitapçığında söylendiği gibi, tarımsal destekler, çiftçiye verilen hibe değildir. Çiftçi bundan çok rahatsız. Sayın Bakanım, çiftçilerimiz "Biz, tarımsal amaçlı 3,5-4 milyar litre mazot tüketiyoruz. Bu mazot için peşin ÖTV ve KDV ödüyoruz. Ödediğimiz vergiler bütçeye konulan ve bize tekrar tarımsal destek olarak verilen rakamlardır yani bizden aldığınızı tekrar bize veriyorsunuz ve bizi 'Hibe veriyoruz.' diye maşerî vicdanda yargılatıyorsunuz. Sizden bir talebimiz var; aynı sistem yatçılara da, kotracılara da uygulansın. Yatçılardan, kotracılardan da ÖTV ve KDV alın mazotlarından, ödediklerini aynısıyla bütçeye koyun, hibe olarak verin ve buralardan da çıkın, şunu söyleyin: 'Biz yatçılarımızı, kotracılarımızı destekliyoruz, şu kadar da hibe yaptık.' deyin, biz de hakkımızı helal edelim." diyorlar. Evet, desteklerde bütçe aracılığıyla kesimler arasında bir cari transfer oluyor. Bu tür transferlerin toplumun tüm kesimleri tarafından kabulü gerekir yani maşerî vicdanda onay bulmalıdır. Biz Milliyetçi Hareket Partisi olarak buna "ekonomik uzlaşma kültürü" diyoruz; özü, nimet ve külfet dengesinin kurulmasına dayanır. Tarımsal desteklemenin amacı ve önemi topluma iyi anlatılmalı. "Destekleme yapmazsak ne olur?" sorusunun cevabını herkes iyi anlamalıdır. Desteklenmeyen sütün bedelini et üzerinden ödediğimizi kimse unutmamalıdır.
Değerli milletvekilleri, tarımsal destekleme yapıyoruz. Hükûmet desteklerin çok artırıldığını söylüyor. "2002'de 1,8 milyar tarımsal destek verilirken 2018'de biz bu rakamı 14,5 milyara çıkarıyoruz. Aradaki yıllarda da çok önemli artışlar yaptık." diyorlar. Evet, bu rakamlara bakınca doğru. Bu rakamları gayrisafi yurt içi hasılalarına oranlarsak 2002 rakamlarıyla farklı da değil. Tarıma ayrılan bütçenin gayrisafi yurt içi hasılaya oranına bakarsak 2002 daha iyi deriz. OECD bazındaki hesaplamalara bakarsak 2002 2017'den daha iyi diyebiliriz. Yani burada, işimize geldiği gibi, istediğimiz rakamı aslında hepimiz bulabiliriz. Benim buradaki maksadım bunları rakamlar üzerinden tartışmak değil. Ancak eminim ki siz değerli milletvekilleri de kâğıt üzerinde raporlanan desteklerle sahadaki yansıması arasındaki çelişkiyi merak ediyorsunuzdur. Sayın Maliye Bakanı ve Sayın Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı bütçe konuşmalarında son on beş yılda yapılan 103 milyar lira destekten bahsettiler. Ödemeler olarak baktığınızda evet, doğrudur; parasal ifadesi yanlıştır. Neden yanlıştır diyorum? Çünkü on beş yıl önce ödenen parayı da o günkü paranın değeriyle söylüyorlar. Yani şunu söylemeye çalışıyorum: Aslında bu verilen destekler, bugünkü parayla ifade edilmesini doğru bir şekilde yapacak olursak, çok daha büyüktür, çok daha fazladır. Yani bütçeye bu destekler konulmuş ve ödenmiştir, bu doğrudur. Ancak -lütfen şurasını çok iyi dinleyin- çelişki şuradan kaynaklanıyor: Tarımsal destekler iki kaynaktan ödenir; birisi devlet, diğeri tüketici. Devlet bütçe aracılığıyla öder, tüketici fiyatlar üzerinden öder.
MHP olarak 1999 yılında iktidara geldiğimizde desteklerle ilgili bir çalışma başlattık. Gördük ki o gün ödenen, yapılan tarımsal desteklerin sadece yüzde 13'ü çiftçiye ulaşıyor, yüzde 87'si başka yerlere gidiyor ve 2001 yılından itibaren desteklerin ağırlıklı olarak bütçe üzerinden ödenmesi modeline geçildi. Bu, hem bütçe yönetimi açısından, hem mali yönetim açısından önemliydi; öngörülebilir, kestirilebilir bir durumdu. Bu yüzden, piyasa regülasyonu yapan kurumların görev zararları da o dönem kaldırıldı. Dış rekabet ve ihracatçı açısından ürün fiyatlarının dünya fiyatlarına uyumlaştırılması hedeflendi. MHP, girdi fiyatlarını dünya fiyatlarına uyumlaştırma projesini de bu yüzden geliştirmişti. Sorun şu: 2002'den beri çiftçi doğru düzgün fiyat desteği alamadı, yani ürün para etmedi, maliyetler düşürülemedi ve piyasadaki zararı çok fazla oldu. Bütçeye çok destek konuldu ama bu destek, fiyat desteğinden kaybedileni karşılayamadı. Sayın Bakanım, sorun budur yani muhalefet ile iktidar arasındaki tartışmanın nedeni de budur. Evet, bütçeden ödenen destekler arttı ama fiyat desteği yapılmadı. Son yıllardaki en büyük sorunumuz ürünlerin para etmemesi.
Bakın, bir hesaplama yaptım. Bu iki hesaplama burada, arzu edene verebilirim. Çiftçinin son on dört yılda sadece buğdaydan 32 milyar TL piyasa kaybı var. Evet, "On beş yılda 103 milyar." diyoruz ama sadece yine bu süre içerisindeki kaybı 32 milyar. Hesabı burada, arzu edene verebilirim. Varın, geri kalanını siz hesaplayın. Bankalara ve Tarım Kredi Kooperatiflerine 90 milyarı buldu çiftçinin borcu. Bir taraftan tarım arazileri azalıyor, diğer taraftan ekili alanlar düşüyor, öbür taraftan kırsal boşalıyor.
Değerli milletvekilleri, tabii, desteklerin niceliği kadar niteliği de önemli. Sıfır krediyle verilen hayvancılık kredisinde bu krediyi kullananların tamamının iflas etmiş olduğunu hatırlamamız ve bu desteklerin veriliş biçimlerinin de önemli olduğunu bilmemiz lazım. Destek hanesine yazıldı ama bu krediyi kullananlar maalesef iflas etti. Bakın, hemen bir örnek, buğday stratejik ürün. Sadece örnek olsun diye veriyorum. Buğday fiyatları yıllardır baskılanıyor. Sebebi sorulduğunda "Fakirin fukaranın ekmeği, dolayısıyla onu da düşünmemiz lazım." deniyor.
Değerli milletvekilleri, bakın, 1 kilogram ekmek 1 kilogram buğdaydan yapılır. 1 kilogram ekmek 5 lira, 1 kilogram buğday 90 kuruş. 250 gramlık bir ekmeğin içerisindeki buğdayın maliyeti sadece 23 kuruş. Sayın Bakan ofisin kapılarını açıp buğdayı bedava verse 1 lira 25 kuruş olan ekmek ancak 1 lira 2 kuruşa düşer. Geçen yıl, 25 kuruş daha fazla verin dedik; eğer verilmiş olsaydı, ekmeğe yansıması en fazla 3,5 kuruş olurdu. 2002 yılıyla şöyle bir baktığımızda, o zaman ekmeğin içindeki buğdayın maliyeti yüzde 25'ti, bugün yüzde 18. Bunun anlamı şu: 2002'ye göre çiftçi buğdayını daha ucuza satıyor ama fakir fukara ekmeği daha pahalıya yiyor, bu gerçeği de dikkatlerinize getirmek istedim.
Değerli milletvekilleri, üretici kesim aleyhine işletilen diğer manipülasyon ve algı yöntemlerini anlatmaya gerek yok ama şunu ifade edeyim ki tarım sektörü içerisinde, tarım paydaşları içerisinde en sahipsiz olan kesim çiftçi kesimidir, diğer kesimlerin lobisi çok güçlüdür, derinden lobide bulunurlar. Yani bir taraftan, siz 21 milyon ton buğday hasadı beklerken öbür taraftan, size buğdayın gümrük vergisini düşüren kararnameyi imzalatırlar.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
MEVLÜT KARAKAYA (Devamla) - Ben bütçenin hayırlara vesile olmasını, öncelikle Bakanlığa, çiftçilerimize ve yüce Türk milletine hayırlar getirmesini diliyor, heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)