GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: 2018 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2016 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesabı 8'inci Tur görüşmeleri münasebetiyle
Yasama Yılı:3
Birleşim:42
Tarih:19.12.2017

HDP GRUBU ADINA AHMET YILDIRIM (Muş) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ben de parti grubumuz adına TÜBA, TÜBİTAK ve Orman ve Su İşleri Bakanlığı üzerine düşüncelerimizi ifade etmek üzere söz aldım. Bütün Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

Ancak bugün 19 Aralık. Türkiye demokrasi tarihi açısından iki ayrı müessir olaydan ötürü utanç verici bir gün. Birincisi, 19 Aralık 1978 günü Maraş katliamının başladığı, planlı olarak başlatıldığı günün yıl dönümü, ki, o zaman da aynen bugün olduğu gibi vatanın ve vatan sevgisinin bütün toplumsal katmanlar arasında ortaklaştırılmak bir yana ayrıştırıldığı bir süreçten geçmiştik ve vatan sevgisi adına, millet sevgisi adına, sözüm ona, bir katliam planlı bir şekilde, adım adım hazırlandı.

Nasıl hazırlandı? 19 Aralık gecesi saat 21.00'de Maraş Çiçek Sineması'na bir sağcı militan tarafından tahrip gücü düşük bir bomba yerleştirildi ve daha sonra gelişen olaylarda -katliama giden yollar- Türkoğlu ilçesinden gelen bir ırkçı grup tarafından "kanımız aksa da zafer İslam'ın" ve "Müslüman Türkiye" sloganlarıyla seyirci kitlesi coşturularak belli parti binalarına saldırılar başlatıldı. 21 Aralıkta ise bir öğretmen öldürüldü, öğretmenin cenazesi kaldırılırken gruba saldırı düzenlendi. 22 Aralık günü -asıl bomba- Bağlarbaşı Camisi İmamı Mustafa Yıldız cuma vaazında şunları söyledi ve kıyamet koptu orada: "Oruç tutmak, namaz kılmakla hacı olunmaz. 1 Alevi öldüren 5 sefer hacca gitmiş gibi sevap kazanır. Bütün din kardeşlerimiz Hükûmete ve komünistlere, dinsizlere karşı ayaklanmalıdır. Çevremizde bulunan Alevileri ve Sünni imansızları temizleyeceğiz." Daha sonra ne oldu? Resmî kayıtlara göre 111 kişi öldürüldü, 270 ev ve iş yeri tahrip edildi ama gayriresmî kayıtlara göre 500 civarında yurttaşımız hunharca katledildi. Öyle bir günün yıl dönümündeyiz. O katliamı gerçekleştirenleri, sessiz kalanları, ortak olanları şiddetle kınıyorum.

Yine, değerli arkadaşlar, 19 Aralık 2000 günü hayatı karartma operasyonları eş zamanlı olarak 20 cezaevine saldırıyla başlatıldı ve birçok kişinin hayatını kaybetmesi dışında, yüzlerce kişi ondan sonraki yaşamını maalesef engelli sürdürebilecek konuma getirildi.

Her iki 19 Aralıkta, 1978 ve 2000 yılında taammüden gerçekleşmiş olan bu katliamlar bu ülkenin demokrasi tarihine düşmüş utanç günleridir.

Değerli arkadaşlar, şimdi, şunu söyleyelim: Değerli Hocamız Mithat Sancar TÜBİTAK ve TÜBA'yla ilgili değerli değerlendirmelerde bulundu. Ancak bu kurumlar bilimsel kurumlar, proje ve araştırma kurumları olmasına rağmen bilimsel bir akıl ve kişilerce değil tümüyle siyasi saiklerle yönetiliyor. Siyasetin esiri durumuna getirilmişler. Yıllar yılı buradaki projelerin yandaşlara nasıl dağıtıldığını biz ibretle izledik. O dönem de AKP iktidarına itirazlarımızı yükseltirken, özellikle Gülen cemaatinin burayı nasıl ele geçirdiğini ve projeleri hurafe gibi dağıttığını söylerken üniversitelerimizde iktidarın hışmına uğruyorduk ama demek ki ondan hiç ders çıkarılmamış ki şu anda adını anmak istemediğim üç dört ayrı cemaate bu kurumlar, aynen üniversitelerdeki kadrolaşmalar gibi peşkeş çekiliyor. Şimdi, İlim Yayma, Kırkıncı Hoca, Menzil cemaatlerinin üniversitelerde, sözüm ona "FETÖ'yle mücadele" adı altında, haksızca kadrolaşmalarla önü açılmış... Yeni cemaatlerin bizzat iktidar eliyle ihdas ediliyor olması hâlâ geçmişten ders çıkarılmadığının göstergesidir. Bu yönüyle, siyasi yandaşlık üzerinden değil bilimin evrensel normları üzerinden, liyakat üzerinden, bilimsel liyakat üzerinden bu kurumların yönetilmesi, böyle bir aklın baskın gelmesi gerekiyor.

Bir diğer husus özellikle bugüne dair: Bugün sabah, sadece İzmir'de farklı parti teşkilatlarımıza üye ve yöneticilerden 55 kişinin gözaltına alınmasıyla ve utanmazca bunun medyaya, sözüm ona "PKK-KCK operasyonu" diye servis edilmesiyle uyandık. Bu, siyasi soykırım operasyonlarının partimiz üzerinde iki yıldan beri süregelen zincirinin yeni bir halkasıdır, bunu da şiddetle kınıyoruz. Düşünün, İzmir'de, sözüm ona, bunlardan biri canlı bombaymış -ama size canlı bombayı söyleyeyim- anne, baba ve bunun yanı sıra yürüme engelli bir çocuk alınıyor. Şimdi, bu mudur canlı bomba? Bu mudur PKK-KCK'ye dönük operasyonlar? Yaşlı anne, baba ve engelli çocuk, aynı aileden 3 kişi... Ya, açıkça çıkın, deyin ki: "Kongreler sürecinde bütün baskılarımıza şiddet dalgalarımıza rağmen HDP il, ilçe kongrelerini yaparak coşkulu bir şekilde genel kurultayına doğru gidiyor, bunu hazmedemiyoruz çünkü iki yıllık bütün kirli politikalarımıza rağmen amacımıza ulaşamadık." Aynı şekilde, bakın, bir parti binasında arama kararı almak başka bir şeydir, onun ilçe başkanını avukatların denetiminde çağırmak başka bir şeydir; korsanvari bir şekilde bir parti binasının kapısının kırılarak içeri girilmesinin hukukla, yargıyla bir ilgisi yok. Bugün Kadıköy İlçe Başkanlığımızda, bina resmen haydutça, korsanca kapısı kırılarak kimseye haber verilmeden içeri giriliyor...

FİLİZ KERESTECİOĞLU DEMİR (İstanbul) - Anahtar olduğu hâlde.

AHMET YILDIRIM (Devamla) - ...ve orada anahtar olduğu, "Bekleyin, kapıyı açalım." dendiği hâlde. Siyasi iktidarın partimize dönük bu siyasi soykırım operasyonunu da şiddetle kınıyorum.

Yargı demişken, dokuz gündür Manisa'da 160 sanıklı davada -57'si tutuklu- partililerimiz yargılanıyor. Sözüm ona bu iktidarın övündüğü en önemli hususlardan biri neydi? Şuydu: "Biz ana dilde savunma hakkını çıkardık." Partililerimiz, arkadaşlarımız kendilerini Kürtçe daha iyi ifade edeceğini düşündüğü için ana dilinde savunma yapmak istiyor. "Yok, bu örgüt propagandasına girer." Ya, bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu? İleri demokrasi diye "Ana dilde savunma hakkı verdik." diyeceksiniz, kalkıp bunları bir de bu ülkeye 21'inci yüzyılda yaşatma utancını yaşatacaksınız.

Bir diğeri, bakın, dün siyasi iktidar Suriyeli aşiret ve kabilelerle İstanbul'da bir toplantı yapıyor. Şimdi, komşunuzdan, komşu ülkeden farklı aşiretler ve kabileleri toplayıp kendi ülkenizde toplantı yapıyorsunuz ve açıklama yapılıyor. Neymiş? "ÖSO'yla ulusal ordu kurma amacıyla." Bu, başka bir ülkenin egemenlik hakkına müdahale değil midir? Ne hakla? Şimdi, düşünün, İran, Irak, Rusya Türkiye'deki ileri gelenleri, aşiretleri toplarsa kendi ülkesinde ve "Biz Türkiye'de bir ulusal ordu kurma adına bu toplantıları yapıyoruz." derse biz ne hissedeceksek Suriye de şu anda onu hissediyor. Soruyoruz siyasi iktidara: Bu aşiretlerle, bu kabilelerle İstanbul'da ÖSO'yla ulusal ordu kurma amacıyla yapmış olduğunuz toplantı Astana Süreci'nin bir parçası mıdır veya Cenevre sürecinin bir parçası mıdır? Yoksa biz başka ülkenin de egemenlik hakkını ihlal ederek kendimize dönük saygıyı azaltmanın özel çabası içerisinde miyiz? Bir de ne diyor: "PYD, Rusya, İran ve DAEŞ karşısında ortak tavır geliştirmek üzere..." Hani siz Rusya ve İran'la ortak iş tutmuştunuz orada. Bu ne iş ya!

Şimdi, başka bir ülkenin kendi ülkemiz için bunu yapması durumunda ne hissedeceksek şu anda Suriyeliler de... Kaldı ki öyle, orada aşiret falan çağrıldığı da yok. Sadece, Türkiye'nin ajanlaştırdığı ve iş birlikçileştirdiği kendine yakın kesimleri çağırması dışında başkaca hiçbir şey yapılmıyor. Başka bir ülkenin içini karıştırmak, orada, sözüm ona istikrarı sağlamak adına yürütülen, orayı daha fazla istikrarsızlaştırma çabalarıdır.

Son olarak da Urfalı olduğu için Tarım Bakanına bir şey soruyorum: Bu ülkenin en büyük HES ve sulama projelerinden biri Atatürk Barajı'ydı. Sayın Bakan, 1992'de bitti. Ben 1997'de genç bir akademisyenken Atatürk Barajı ve sulama rezervuar alanlarıyla ilgili bir çalışma yapıyordum, makale yazacağım. O zaman şunu söylemiştim, demiştim ki: "Bu, 8 üniteli, 2.400 megavat gücünde, dünyanın sayılı büyük barajlarından biri." Peki, bugün de DSİ Urfa Bölge Müdürlüğünden teyit ettim, o zaman da söylenmişti, bugün de söylendi; 930 bin hektar alan sulanacak idi, değerli arkadaşlar, 9 milyon 300 bin dönüm. Bugüne kadar...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

AHMET YILDIRIM (Devamla) - Başkan, tamamlıyorum.

BAŞKAN - Buyurun, tamamlayın.

AHMET YILDIRIM (Devamla) - Teşekkür ederim. 930 bin. Barajın yapımının bitiminin üzerinden çeyrek asır geçmiş. Ben de 1997'de makaleyi hazırlarken şunu yazmıştım hayıflanarak: "Ya, beş yıl sulamasız geçti; yazık oluyor, bu baraj yapıldı, ömründen tüketiyor. Çünkü hiçbir deprem mukavemetine, direncine maruz kalabilecek sarsıntı geçirmezse elli yıl ömrü." Yirmi beş yıl gitti Sayın Bakan. Peki, ne kadarını suladık: 290 bin hektar, yüzde 31'ini. Ne oldu? Bir proje, milyar dolarların çok çok üzerinde, onlarca milyar dolarlık bir proje, cumhuriyet tarihinin en büyük projesi böyle heba edildi. 1992'de sözüm ona 930 bin hektar sulanabilir arazi olacaktı, gelmişiz 2017'ye, baraj ömrünün yarısını tamamlamış, bitirmiş, daha 290 bin hektar suluyoruz. Ne kadar amacından kopuk, bu ülkenin kaynaklarını ne kadar kötü kullandığımızın göstergesidir diyorum, bütün Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)