| Konu: | 2018 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2016 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesabı Maddeleri münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 3 |
| Birleşim: | 44 |
| Tarih: | 21.12.2017 |
MHP GRUBU ADINA AHMET KENAN TANRIKULU (İzmir) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 2016 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı'nın 2'nci maddesi üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Öncelikle Genel Kurulumuzu saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, ekonomimiz kritik bir süreçten geçiyor. Dışa bağımlı üretim yapımız nedeniyle hem ekonomik büyüme hem enflasyon ve faiz oranımız sermaye akımlarına olağanüstü bir şekilde bağlıdır, tabii sermaye akımları da faiz oranlarına bağlı. Söz konusu bu durum Merkez Bankasını bir ikileme götürüyor. Bir tarafta, banka bir yandan sermaye akımlarını çekmek için faiz oranlarını artırıyor, TL'nin değersizleşmesiyle de enflasyonu kontrol altına çekmeye çalışıyor ama öbür tarafta yani ikilemin diğer yanında ise Hükûmetten gelen ekonominin büyümesinin sürdürülmesi talebi bulunmakta. Bu nedenle de en azından faiz artırmama, hatta faiz indirimi talebiyle karşı karşıya banka. Tabii, banka da bir süredir yürüttüğü bu örtülü para politikasıyla resmî politika faizi ile fiilî faiz arasında 4 puandan fazla bir farkın oluşmasına sebep olmuş durumda, hatta bu son faiz artışıyla birlikte bu fark daha da açılmış gözüküyor.
Sayın milletvekilleri, ekonomi politikasının alt başlıklarını oluşturan para ve maliye politikaları eş güdüm içinde yürütülmek zorunda. Eğer bunu eş güdüme sokamazsak, birlikte götüremezsek, bunu tıpkı iki atın çektiği bir faytona benzetirsek, biri bir tarafa, diğeri öbür tarafa gidebilir ve fayton da düz gitmek yerine güçlü olan tarafa doğru yönelecek ve yolundan çıkacaktır. Türkiye'nin, 2002'de 57'nci Hükûmet döneminde gerçekleştirilen, finans kesiminde özellikle yapılan yapısal reformlar sayesinde -Merkez Bankası ve diğer kesime yönelik- 2007'ye kadar ekonomisi tökezlemeden geldi ancak sonraki politikalarda, biraz önceki örnekte olduğu gibi, maalesef faytonumuz düz gidemedi, sürekli bir tarafa doğru çekmiş oldu.
Günümüzde ekonomik başarı sadece ekonomik büyüme hızından ibaret değildir yani karşımıza bir tek bu makroekonomik göstergeyi alıp "Başarılı oldu." veya "Olamadı." şeklinde bir sonuca, kanaate varamayız.
Şu anda büyüme hızından daha önemli olan sorun, büyümenin niteliği ve kalitesidir, sürdürülebilirliğidir. Büyüme eğer yüksek cari açık, yüksek borçlanma ve yüksek enflasyon yaratıyorsa, çok yüksek seyreden işsizliği aşağıya çekemiyorsa, o zaman konunun bu boyutunun üzerinde durmak lazım ve bu, büyüme hızından da daha önemli hâle gelmekte. Yüzde 11'lik büyüme, geçmişte yarısı kadar olan bir büyüme hızının yarattığı kadar bile -maalesef- bir refah etkisi yaratamadı şu anda.
Zincirleme Hacim Endeksi'nden yararlanarak yaklaşık olarak reel artışlarını hesapladığımız zaman, ülkemiz yüzde 11 büyürken, öbür tarafta, toplam ücret ve maaşlardaki büyüme de sadece yüzde 3 civarında kalmış gözüküyor. Bu sonuç da bizlere, özellikle çalışan kesimin büyümeden düşen payı yeterince alamadığını gösteriyor ve gelir dağılımının da giderek bozulduğunu ifade ediyor.
Sayın milletvekilleri, bir ülkede topyekûn refah artışını ortaya koyabilmemiz için, huzur ve mutluluktan söz edebilmemiz için o ülkede yaşayanların arasında da gelir adaletinin tam ve hakkaniyetli bir şekilde bölüşülmesi, dağıtılması gerekmektedir. Eğer ülkede üretim sonucunda elde ettiğimiz toplam gelir, bu "pasta" diye tarif edilen toplam gelir toplumu oluşturanlar arasında adil bir şekilde dağıtılıyorsa, paylaştırılıyorsa o zaman ülkede yaşayanlar hem birbirleriyle daha mutlu olabiliyorlar hem de birbirleriyle barışık bir şekilde yaşamlarını sürdürebiliyorlar. Ancak, ülkede -biraz önce de söyledim- adil gelir dağılımı maalesef bu süreç içerisinde, geçtiğimiz yıllar içerisinde giderek bozuldu ve bir türlü belirli bir seviyenin üstüne gelemedi.
2016 verileri, son açıklanan veriler, o yüzden onları sizlerle paylaşacağım: En yüksek gelire sahip yüzde 20'lik grubun toplam gelirden aldığı pay, geçen seneye göre -yani bir önceki sene, 2015'i kastediyorum- yüzde 47,2'ye çıktı. Daha alt gelir grubuna sahip, en düşük gelirli yüzde 20'lik grubun payı da yüzde 6,2. Yani arada neredeyse 8 katlık bir fark var. Bu ifade etmek isteğim gelir dağılımı bozukluğu da burada yatıyor değerli milletvekilleri.
Vatandaşımızın yüzde 68'i borç içinde. "Ciddi maddi yoksunluk oranı" dediğimiz, TÜİK'in hesapladığı maddi yoksunluğu gösteren göstergemiz gene 2015'te yüzde 30,3'müş, bu sene -2016'yı kastediyorum "bu sene" derken çünkü en son rakam o- yüzde 32,9'a gelmiş. Demek ki bir miktar daha bu anlamda maddi yoksunluk oranında bir bozulmayla da karşı karşıyayız. Gelir eşitsizliği de, biraz önce söylediğim gibi, maalesef daha da şiddetleniyor bozulma anlamında.
Değerli milletvekilleri, sonuç olarak, uluslararası göstergeler doğrultusunda, ülkemizdeki gelir dağılımı adaletsizliği bizi gelişmiş ülkeler liginde bir miktar geriye itiyor ve yerimizi, maalesef, orta sıralarda yer almamıza neden olan bir basamağa doğru geriletiyor. Tabii, adaletsiz gelir dağılımının azaltılacağı yönünde yıllık programlarda veyahut beş yıllık kalkınma planlarında sürekli birtakım tedbirler var ama bu tedbirler her nedense bugüne kadar hep ertelenmiş gelmiş, bu sene de muhtemelen gene erteleneceğe benziyor. Bu yüzden, uzun süredir devam edegelen bu adil bölüşüm problemimizin bizim öncelikli maliye politikalarımızın arasında olması lazım. Gerçi, biz bunu konuşurken Sayın Maliye Bakanı yok burada ama netice itibarıyla bu konuştuğumuz şeyler bütçe politikasında, sonuçta maliye politikasına gideceği için Sayın Bakanı ve dolayısıyla bir silsile içerisinde de Hükûmeti ilgilendirmekte.
2017 yılı merkezî bütçe hedefinde bütçe açığımız 46,9 milyar yani 47 milyar diyelim biz buna bütün olarak. Son açıklanan orta vadeli program, OVP'de ise 61,7 milyar. Daha yani mürekkebi kurumadan belgelerde, birbiri ardına, bakıyoruz, bu açıklar ciddi manada artmış ve açığın finansmanı konusunda da bir problemle karşı karşıyayız. Hazinenin yasal borçlanma limitini de artırdık ve neticede, Hazine bu yıl hem yüksek faizle borçlanmış -ki ağırlıklı ortalaması yüzde 11,5'e geliyor- hem de borç çevirme oranı yüzde 127'yle 2001 yılından bu yana en yüksek seviyeye çıkmış gözüküyor. Yani borçlanma kalitemiz, yönetimimiz hem bozuluyor, bir yandan da çevirme oranlarımızda bozulmayla karşı karşıyayız. Hazinenin daha çok iç borçlanmaya gitmesi ise bir başka sıkıntıya yol açıyor çünkü ekonomide borçlanılabilir kaynaklar açısından baktığımız zaman, kamu daha fazla borçlandığında özel kesime giden kaynaklar doğal olarak azalacağı için o kesimin faiz oranları da yükselmekte.
Değerli arkadaşlar, zaten, yıllar içerisinde kârlılık oranları azalan firmalarımız seri iflas riskiyle de karşı karşıya. Bakın bunu tahsilat riskinin artması noktasında tespit eden uluslararası risk sigortası firması Euler Hermes, Türkiye'de bu yıl içerisinde, aralık sonuna kadar yaklaşık 13 bin firmanın iflas edebileceği noktasında bir öngörüde, tahminde bulunmuş. Bir başka uluslararası kuruluş da iflasta inşaat şirketlerinin ön planda olacağını söylüyor ve bu noktaya dikkat çekiyor. Dolayısıyla, bizim, büyümeyi inşaata değil, sanayiye yaslamamız lazım, sanayi sektörü bu anlamda daha ön plana çıkıyor.
Bu manada baktığımız zaman sayın milletvekilleri, merkezî yönetim brüt borç stokumuz da bu geçtiğimiz ekim ayı itibarıyla 867,4 milyar. Bu da önemli bir rakam çünkü şimdi söyleyeceğim rakamla mukayese yapmamız lazım. Bizim, 2002'nin üçüncü çeyreğinde yani yaklaşık bu döneme denk gelen süreçte özel sektörümüzün borçluluğu 41,4 milyar dolardı. Şimdi baktığımız zaman yani 2017'nin bu çeyreği itibarıyla baktığımız zaman 302,1 milyara gelmiş; dolar olarak konuşuyorum. Demek ki yine, girişimcimizin yükümlülüklerinden doğan uluslararası net pozisyon açığı da eylül ayı itibarıyla 210 milyar dolar. Bütün bunlar, bizim, dış borç anlamında veyahut döviz yükümlülüğümüz anlamında ekonomimizin birtakım sıkıntılarla da karşı karşıya kaldığını gösteriyor. Zaten, döviz yükümlülüğü bulunan 25 bin şirketin yaklaşık 23 binine dövizle borçlanma yasağı getirileceği haberi de bu yüzden ortaya çıktı. Demek ki ciddi bir bozulma var ve endişe giderek artmış ki bu noktada bir tedbir geliştirme ihtiyacı hissedilmiş. Bizim yıllardır dile getirdiğimiz verginin tabana yayılması meselesi ve bu anlamda, genişletilmesi meselesi, dolaylı vergilerin yüksekliği konusu nihayet duyulmuş ki Hükûmet sıralarından, önümüzdeki aylarda yeni bir vergi düzenlemesinin geleceğini mutlulukla öğreniyoruz, bunun iyi bir haber olduğunu düşünüyoruz. Maliye politikasında yapılacak olan bu gecikmiş vergi reformlarıyla kayıt dışı ekonomi azaltılmalı ve girdi mallarının vergilerinde de indirimler yaparak üretim maliyetlerini düşürmemiz lazım.
Değerli milletvekilleri, burada şunu da söyleyeyim: Yine bir 2002 oranı vereceğim size. 2002'de vergi yükü oranı yüzde 18,1 iken geçtiğimiz sene bu oran yüzde 20,3'e çıkmış. Yani bir yandan da vergilendirmede belirli limitlerin üstüne doğru çıkıyoruz yavaş yavaş. Eğer genel bütçe vergi gelirleri ile sosyal güvenlik sistemi primlerini birlikte oluşturup geniş anlamda vergi yükünü hesaplarsak, bu da yine 2002'de yüzde 21,2'den geçtiğimiz senenin sonu itibarıyla yüzde 30,4'e kadar çıkmış. Şimdi, baktığımız zaman, demek ki 2018'in vergi gelirlerinin millî gelire oranında yaklaşık 0,3 puanlık da bir artış hedefleneceğini bu bütçeden görüyoruz. Vergi yükü altında, demek ki, vatandaşlarımız, özellikle yoksul kesim ciddi manada bir baskı altında, sıkıntıda; bu da onu gösteriyor. TÜRK-İŞ'in açıkladığı kasım ayı verilerine göre, 4 kişilik bir ailenin açlık sınırı 1.567 lira, yoksulluk sınırı 5.106 lira. Yani bu rakamlar şunu gösteriyor bize: Artık bu durumda mevcut asgari ücretin de bir anlamı kalmıyor ve anlamını yitiriyor.
Değerli milletvekilleri, Sayın Maliye Bakanı da dün bir soruya aynı şekilde cevap vermiş, Sayın Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek'in de bu konuda bir demecini yine gazetelerde okuyoruz. Projelerimize, yatırımlarımıza kaynak sağlayacak diye kurulan Türkiye Varlık Fonu Yönetim AŞ'yle ilgili olarak strateji belgeleri maalesef Bakanlar Kurulundan çıkmadı ve bugüne kadar da bu anlamda, Türkiye Varlık Fonu, faaliyetini tam anlamıyla yapamadı. İşte tam bu noktada özellikle şunu söylemek istiyorum: Son günlerin yine yoğun gündem maddesi olan dijital ürünler ve blok zincir dediğimiz konularda gerekli yasal düzenlemelerin bir an önce hayata geçirilerek Türkiye Varlık Fonu Yönetim AŞ tarafından ve onun bünyesinde, onun varlıklarına dayalı bir dijital para çalışmasının da yapılmasını Hükûmetten bekliyoruz açıkçası.
Değerli milletvekilleri, tamam, kol kırılsın yen içinde kalsın, bu noktada çok da fazla bir şey söylemiyoruz ama önümüzdeki bir yıl içerisinde 210 milyar doları aşan bir kaynağa ihtiyacımız var yani biraz önce söylediğim dış yükümlülük artı orta vadeli programdaki ödemeler dengesi açığını da koyarsak, yaklaşık, 250-260 milyar dolara yaklaşan bir kaynak ihtiyacıyla ekonomimiz karşı karşıya. Bu kaynağın maliyeti de giderek artıyor, burası önemli. Elimizdeki kıt kaynakları maksimum seviyede, en üst seviyede kullanabileceğimiz ve özellikle de ülkemize atılım yaptıracak olan bütçelerin de hazırlanması lazım. Bu bütçenin esas bakış açısının, ileriye yönelik fokuslanacağı, hedefleneceği alanın da bu olması lazım. Bu kapsamda, para politikası ile maliye politikasını -biraz önce söyledim- birlikte götürmeli; ona engel olacak değil, onunla birlikte koşması lazım. Sadece enflasyon hedefli bir para politikamız olursa o zaman işte bugünkü uygulamalarla karşı karşıya kalıyoruz. Diğer ekonomik büyüklüklerin de bir amaç hâline gelmesi gerekiyor değerli milletvekilleri. O yüzden, birbirini paralel götürecek, birbirlerinin açık pozisyon edinmesini önleyecek birtakım hedeflerin ve reel ortamın da sağlanması gerekiyor.
Değerli milletvekilleri, bugün ifade ettiğimiz bu sorunları çözen ve önerilerimizi dikkate alan bütçeler eğer hazırlanabilirse, çalı gölgesine sığınmadan, hem ön sözünü hem son sözünü yazdığımız metinleri burada görüşebiliriz diyoruz ve hepinize tekrar saygılarımızı sunuyoruz. (MHP sıralarından alkışlar)