| Konu: | Başbakanlığın, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 21/7/2016 tarihli ve 1116 sayılı Kararı'yla ülke genelinde ilan edilen ve 17/10/2017 tarihli ve 1165 sayılı Kararı uyarınca devam etmekte olan olağanüstü hâlin, 19/1/2018 Cuma günü saat 01.00'den geçerli olmak üzere üç ay süreyle uzatılmasına ilişkin tezkeresi (3/1392) münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 3 |
| Birleşim: | 51 |
| Tarih: | 18.01.2018 |
HDP GRUBU ADINA AYHAN BİLGEN (Kars) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri ve belki, hani ezkaza bir şey olur, birilerinin başına bir taş falan düşer de bu OHAL bu kez uzatılmaz umuduyla televizyonlarının başında bizi izleyen değerli halkımız; bundan beş yıl öncesine kadar, Türkiye darbe anayasasından kurtulmanın yolunu tartışıyordu. Bu çatı altında, yine, iktidar partisinin de şu anda iktidar partisini destekleyen partinin de CHP'nin de bizim de destek olduğumuz bir komisyon kurulmuştu. Bu komisyonda, Türkiye'yi darbe anayasasından nasıl kurtarırız, bu anayasayı aşan, eşit, özgür, insanca ve demokratik bir hukuk devletinde birlikte yaşamanın yolunu, yöntemini nasıl geliştiririz, bunun için birkaç yıl süren çalışmalar yapıldı, sivil toplum örgütlerinden öneriler toplandı. Burada bir komisyon oluşturuldu, komisyonda 4 parti Türkiye'yi darbe anayasasından nasıl kurtarırız, bunun tartışmasını yaptı. Geldiğimiz noktaya bakın ki biz şimdi kürsüye çıkıyoruz ve bu mevcut darbe anayasasındaki azıcık kazanılmış hakları bile uygulayın diye feryat figan size çağrıda bulunuyoruz. Bu mevcut Anayasa'daki düzenlemeleri, darbe anayasasının, Kenan Evren anayasasının bile uygulanmayan iyi noktalarını sizlere hatırlatmak zorunda kalıyoruz.
Değerli arkadaşlar, biraz önce ifade edildi ama ben de bir kez daha altını çizeyim: Eğer ortada bir sorun varsa yani bir tehdit varsa, bir tehlike varsa bu sorunu tespit etmek, somut biçimde tarif etmek; sonra her OHAL uzatmasında ne kadar mesafe alındı, ne kadar o sorunu çözecek irade gelişti, kararlılıkla hareket edildi ve sorun ne kadar çözüldü, çözülemediyse niye çözülemedi? Hangi noktalardan kaynaklı olarak OHAL'de tarif edilen, OHAL ilan edilirken kabul edilen, ilan edilen gerekçeler neden ortadan kaldırılamadı ve bir kereye mahsus değil, şimdi, işte bir yılı geçmiş olarak bu yeniden uzatmayla toplumun önüne, Genel Kurulun önüne getirildi? Böyle bir açıklama var mı, MGK kararında var mı? Yok. Bakanlar Kurulu böyle bir açıklama yapma ihtiyacı hissediyor mu? Yok. Yani biraz sonra iktidar partisi adına yapılacak konuşmada dinleyecek miyiz? En azından, önceki uzatmalardan bildiğimiz kadarıyla ikna edici, somut gerekçeler yine sunulmayacak.
Değerli arkadaşlar, elbette ki Anayasa'da tarif edilen, bu darbe anayasasında, 12 Eylül anayasasında tarif edilen OHAL ilan gerekçesi ve KHK'lerin usulüyle ilgili düzenlemeyi yok sayabilirsiniz, bugün bunu çok önemsemeyebilirsiniz. Yargı üzerindeki gücünüz ya da Parlamentodaki gücünüz, medya gücünüz, ekonomik gücünüz dolayısıyla bunları önemsemeyebilirsiniz. Ama eğer suç işlemeye bu kadar cesur, bu kadar cüretkâr davranırsanız bir gün hesap vermek zorunda kalırsınız. O zaman "Biz bilmeden, metinleri okumadan, KHK'lerin içerisinde ne olduğunun farkına varmadan imza atmıştık." demek de sizi kurtarmaz.
Değerli arkadaşlar, özellikle kendi ülkesine Fransız siyasetçiler için Fransa örneğini ben de vermek istiyorum. Fransa'da -benim bildiğim kadarıyla- kapatılan televizyon yok, Türkiye'de 30'un üzerinde televizyon, yine 40 civarında radyo kapatıldı, internet siteleri, gazeteler yani ayrıca çok büyük rakamlar; OHAL nedeniyle işten atılan on binler yok. OHAL nedeniyle tutuklanan, sonra "Pardon, teknik yanlışlık olmuş." denerek, yargılamadaki bütün mağduriyetlerin üstü örtülen insanlar yok ama buna rağmen, Türkiye'de ısrarla birileri OHAL'e gerekçe olarak Fransa'yı gösteriyorlar, televizyon ekranlarına çıktıklarında "Fransa'da da OHAL var." diyorlar. Bir kere, insan hakları açısından suimisal emsal olmaz yani bir kötü örnek Avrupa'da da olsa, bir başka yerde de olsa emsal olmaz. Kaldı ki Fransa'nın doğrudan doğruya somut şiddeti gerekçe göstererek aslında OHAL'i ilan ettiğini hepimiz biliyoruz. Ama buna rağmen, geçtiğimiz aylarda 2017'nin sonunda bir rapor hazırlandı ve dendi ki: "Fransa'da OHAL güvenlik için bile bir fayda ifade etmiyor, bir anlam ifade etmiyor." Yani artık uzatılmasının güvenlik için bile faydası yok, bırakın hayatın diğer alanlarını güvenlik için bile bir faydası yok. Şimdi, Fransa'da güvenlik için faydası olmayan, faydası görülmeyen ve daha fazla uzatılmak istenmeyen OHAL, Türkiye için hangi faydaları içeriyor, hangi alanlarda, hayatın hangi noktalarında toplumu rahatlatıyor, toplumsal yaşamı iyileştiriyor?
Bir meşhur misaldir; OHAL konusu çok dikkat çekmiyor galiba Genel Kurulda, bari biraz misaller verelim. Ezidilerden özür diliyorum; aslında İslam'da da şeytan melektir ama Ezidiler Melek Tavus kabul ederler. Birisi duyar ki bir köyde ağaca tapılıyor, eline baltayı alır, ağacı kesmeye karar verir, insanların ağaca tapmasını böylece ortadan kaldırmak ister. Tam ağaca yaklaşır ve birden şeytan karşısına çıkar, der ki: "Kesme bu ağacı." Tabii çok inanmış vaziyette, kesmek için ısrar eder, şeytan engeller ve şeytana bir yumruk sallar, şeytanı devirir. Sonra, tam ilerlerken şeytan arkasından bağırır, der ki: "Bekle, ağacı kesmezsen ben sana her sabah bir altın vereceğim. Sabah kalktığında yastığının altında altını bulacaksın." Bu inanmış şahıs altını duyunca tabii bir taahhüt de almak ister; "Ama eğer bulamazsam altını, gelir keserim." der. Sonra evine döner, akşam yatar, sabah kalktığında bakar ki yastığın altında altın var; o gün tamam. Sonraki gün yine yatar, bu sefer, sabah kalkar, bakar altın yok. Baltayı yine eline alır ve yine yola çıkar. Tam köyün yanındaki ağacın yanına varır, o sırada şeytan yine karşısına çıkar, bu der ki: "Sen sözünde durmadın, ben ağacı keseceğim." Şeytan yine engellemeye çalışır. Bu sefer elinde baltayla şeytana vurmaya çalışır ama vuramaz; yumruk sallar, şeytana ulaşamaz, şeytanı deviremez. Şaşırır, der ki: "Ben seni iki gün önce bir yumrukta devirdim. Şimdi ne oldu da seni deviremiyorum, seni yıkamıyorum?" Şeytan der ki: "O zaman bir şeye inanıyordun ve inandığın için ağacı kesmek üzere gelmiştin, inandığın şey için yaptığından dolayı da güçlüydün ama şimdi kendin için geldin ve aslında altın için ağacı kesmek istiyorsun. Bundan dolayı da bütün gücünü kaybettin."
Değerli arkadaşlar, 15 Temmuzda, 15 Temmuz koşullarında her şey netleşmeden, her şey anlaşılmadan, elbette o kaos içerisinde OHAL'i ülke yararına bir şey gibi tarif etmiş olabilirsiniz, böyle inanabilirsiniz ve o inançla bir tercih yapmış olabilirsiniz. Ama şu anda bütün dünya, herkes görüyor, herkes biliyor ki OHAL sadece bir iktidarın devamına hizmet ediyor çünkü OHAL olmadan artık bu ülkenin yönetilemeyeceğini, istenen şekillerde tayinlerin yapılamayacağını, istenen şekillerde belediyelere kayyum atanamayacağını, siyasetçilerin mahkemelere getirilip getirilmeyeceğine karar verilemeyeceğini, cezaevlerine tek tip kıyafet gibi bir sürü düzenlemenin başka türlü dayatılamayacağını her türlü, gayet iyi biliyorsunuz.
Değerli arkadaşlar, elbette ki OHAL Türkiye tarihinde de -ki zaten 1982 Anayasası'yla Türkiye hukuka girmiştir- darbelerle iç içe bir düzenlemedir. Yani ister sıkıyönetim ister olağanüstü hâl olsun, olağanüstü yönetim biçimleri ya darbelerden önce ilan edilir, darbeye ortam hazırlamak için ya da darbe koşullarını önlemek için düzenlenir ya da darbelerden sonra düzenlenir, darbeden sonra, darbe başarılı olduğunda kolay yönetebilmek için ki 82 Anayasası'ndan bir yıl sonra, OHAL Kanunu 83'te düzenlenmiş ve Türkiye hukukunun bir parçası olmuştur.
Şimdi, bu geçen bir-bir buçuk yıl içerisinde yani 15 Temmuzdan bu yana Türkiye'de OHAL sayesinde, OHAL'de çıkarılan ve Parlamentodan kotarılan, kaçırılan KHK'ler sayesinde Türkiye darbe koşullarından uzaklaştırıldı mı yoksa gittikçe -son KHK'lerde de olduğu gibi- toplumda kamplaşmayı, gerilimi artıracak bir ortama zemin mi oluşturuldu?
Şüphesiz OHAL'in faturasıyla ilgili çok şey var ama önümüzdeki günlerde Türkiye'nin Avrupa Konseyinde statüsünün tartışılmasıyla karşı karşıya kalırsanız hiç şaşırmayın çünkü bir üye ülkenin OHAL'i bu kadar keyfî, KHK'leri bu kadar canının istediği gibi düzenlemesinin Avrupa Konseyi açısından kabul edilebilir bir tarafı yok. Ama tersi de olabilir gayet tabii, bugün Deniz Yücel'in basına yansıyan sözlerinde olduğu gibi birtakım kirli pazarlıklarla, biraz uçak alarak, biraz füze alarak, biraz tank alarak bu statü korunabilir de. Deniz Yücel "Ben böyle bir kirli pazarlığın tarafı olmam." diyor, Alman Hükûmeti Dışişleri Bakanı açıklama yapıyor, "Biz böyle bir şeye girmeyiz." diyor ama siz ne düşünürsünüz bilmiyorum.
Ve bir Komisyon kuruldu, mağduriyetlerin olduğunu kabul ederek aslında bu Komisyon kuruldu. Çok ilginç, Avrupa'yla aslında belki de suç ortaklıklarından birisi bu Komisyondur çünkü Avrupa da bu Komisyonu sanki normal, olağan ve iş görür, işe yarar bir Komisyonmuş gibi tarif etti. Bu Komisyonun en iyi tanımını geçtiğimiz hafta sonu bir toplantıda, OHAL Karşıtı İnisiyatifin bir toplantısında Veli Saçılık tarif ediyor değerli arkadaşlar, diyor ki: "Türkiye'de en illegal örgüt bu OHAL Komisyonu çünkü nerede olduğunu, kimlerden oluştuğunu, hangi kararları niye aldığını, gerekçelerini, hiçbir şeyi öğrenme imkânına sahip değiliz." Dolayısıyla bir mağduriyeti gidermek için kurulan Komisyonun bile gizli saklı çalışması aslında her şeyi ortaya koymaya yetiyor.
Yine, dış politikada OHAL'in ciddi bir faturası var. Türkiye, bundan yine on yıl öncesinde Orta Doğu'ya model olma iddiasındaydı, Orta Doğu'ya işte, muhafazakârlık ile demokrasi nasıl birlikte yürür, bunun örneklerini verme iddiasındaydı. Şimdi, bırakın Orta Doğu'ya örnek olmayı, Orta Doğu'da bir ülke nasıl bu kadar tutarsız dış politika yürütür, bunun örnekleri sergileniyor. Düşünün ki İran'da insanlar sokağa çıkıp protesto yaptığında İran'ın istikrarını düşünen açıklamalar yapılıyor Türkiye Hükûmeti tarafından ama Suriye'de alternatif ordu kuruluyor; bir alternatif orduyla bir ülkede istikrarı mı sağlamaya çalışırsınız, barışı, bir an önce huzuru mu sağlamaya çalışırsınız, bunu galiba herkes takdir edebilir.
Bir başka yaman çelişki, belki OHAL tartışmalarını örten, Afrin'le ilgili değerlendirmelerdir. Değerli arkadaşlar, bütün dünyanın gözünün önünde, sanki Afrin'de kontrol Amerika'daymış gibi hem Amerika'ya meydan okuyup ama hem de bir taraftan Afrin'e girme iddiası dış politikanın geldiği çelişkiler yumağının çok somut bir göstergesidir.
OHAL'in ekonomiye faturası var -uzun uzun anlatmayacağım- hak hukuk açısından ifade ettiği anlam var, telafisi imkânsız mağduriyetler var, intiharlar var, hayata küsmeler var, ülkeyi terk etmek zorunda kalmalar var ama bir de yapısal sorunlar var. Anayasa Mahkemesine izninizle buradan bir kez daha sormak istiyorum: Nasıl bir KHK çıkarsa Anayasa'ya aykırı davranılmış olur? Mesela, seçimleri iptal eden bir KHK çıkarsa, siyasi partileri kapatan bir KHK çıkarsa, yetmez, Anayasa Mahkemesini kapatan bir KHK çıksa acaba Anayasa Mahkemesi bunu görüşülmeye değer görür mü, görmez mi? Şimdi, düşünün ki Anayasa Mahkemesi kararlarının bağlayıcılığını tartışıyoruz. Değerli arkadaşlar, bu düzenleme yapıldığında, o referandum döneminde -herhâlde Türkiye her şeyi birden unutmuyor- bireysel başvuru hakkı devrim olarak tarif ediliyordu. Yani Türkiye'de büyük bir devrim gerçekleşti; iç hukuk yollarında Türkiye'yi AİHM'de tazminata mahkûm etmeyecek bir düzenleme olarak bireysel başvurunun önü açıldı. Şimdi bireysel başvurularla ilgili alınan kararların yerel mahkemeler tarafından dikkate alınmasına bile gerek olmadığına dair çok ilginç analizler, hukuki yorumlar yine iktidar partisi temsilcileri tarafından dile getirilebiliyor.
Değerli arkadaşlar, ben süremi bitirirken aslında, tersine bir çağrı yapmak istiyorum. Bir KHK'yle OHAL'i temelli uzatın. Nasıl olsa 2019'dan sonra başkanlık kararnameleriyle Türkiye yönetilecek. Dolayısıyla da böyle, üç ayda bir zahmet edip MGK'yi toplamayın, Bakanlar Kurulundan bir tavsiye kararını Meclise göndermeyin, biz de burada boşuna çenemizi yormayalım. Ve Türkiye'nin artık KHK'ler olmadan, OHAL olmadan yönetilemeyeceğini ilan edin. Çünkü, OHAL artık kaç yıl sürsün diye umut ediyorsunuz, bekliyorsunuz bilmiyorum ama hepimiz biliyoruz ki bu ülkede, bundan yirmi yıl önce 28 Şubatın da bin yıl devam edeceğini ilan edenler vardı. Siz de aynı niyette olabilirsiniz.
Ben bu ironiden sonra isterseniz bir fıkra anlatayım. Erzurumlu fıkrası anlatayım çünkü Karslılar Erzurum fıkralarını çok severler. Bir gün, Erzurum'da bir caminin imamı sabah namazı kılındıktan sonra tam kapıyı kilitleyip çıkmak üzere hazırlık yaparken bakmış, kapının yanında bir sarhoş elini açmış çok samimi biçimde dua ediyor; işte Adn cennetini talep ediyor Hocam. Tabii, imam diyor ki "Ya, bu ağzınla, bu sarhoş hâlinle hem de utanmadan Adn cennetini mi istiyorsun?" O, alkollü vaziyette diyor ki...
İBRAHİM AYDEMİR (Erzurum) - "Sana ne?"
AYHAN BİLGEN (Devamla) - "Sana ne?" diyor, evet, "Senden istemiyorum." diyor.
Değerli arkadaşlar, artık biz sizden bir şey istemiyoruz. Demokrasi, insan hakları, hukuk devleti adına sizden bir şey istenmesinin bir anlamı kalmadığını gayet iyi biliyoruz ama halkımızdan bir şey istiyoruz: Kararnamelerle peşinen, yargılanmadan suçlanan, mahkûm edilen çocuklarınızın öğretmenlerini, komşularınızı öyle terörist falan sanmayın çünkü suçu ispat edilene kadar herkes masumdur. Birilerini ihbara kalkmayın. Toplumsal kamplaşmaya alet olmayın. Umudunuzu asla tüketmeyin. Enseyi karartmayın. Cesaretinizi asla ama asla kimseye sorgulatmayın. Emin olun ki eğer halk karar verirse, halk isterse ödediği bu ağır bedelin neticesinde Türkiye'yi bu karanlıktan mutlaka çıkaracaktır. Anadolu tarihi fetret dönemlerinin tarihidir. Her şeyinizi kaybedebilirsiniz ama nefreti ortadan kaldırırsanız, öfkeyi, husumeti, kamplaştırarak, gererek yönetmeyi engellerseniz yani toplumsal barışı, hesap sormayı ve hesap vermeyi egemen kılarsanız her şeyi kurtarabilirsiniz. Türkiye de OHAL'den bir gün mutlaka ama mutlaka kurtarılacak.
Herkesi saygıyla selamlıyorum. (HDP ve CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum.