| Konu: | 684 Sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname (1/810) ile İçtüzük'ün 128'inci Maddesine Göre Doğrudan Gündeme Alınmasına İlişkin Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı Tezkeresi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 3 |
| Birleşim: | 53 |
| Tarih: | 31.01.2018 |
HDP GRUBU ADINA AYHAN BİLGEN (Kars) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye bir buçuk yıldır OHAL'le yönetiliyor, birkaç haftadır da savaş hâli içerisinde yönetiliyor. Elbette orduların görevi savaşmaktır ama siyasetçilerin görevi de savaşları bir an önce bitirmek, sorunları diyalogla, konuşarak, demokratik mekanizmaları harekete geçirerek diplomasiyle çözmeye çalışmaktır. Suriye'deki savaşı bitirebilecek bir siyasi perspektif, bir siyasi iddia, bir siyasi sorumluluk var mı? Sadece bugün Sayın Başbakanın Hariri'yle yaptığı görüşme sonrasındaki açıklamasındaki şu cümleyi dikkatinize sunmak istiyorum, Sayın Başbakan diyor ki: "Suriye'de bütün grupların, eline silah almamış, terör faaliyeti yapmamış bütün etnik yapıların temsil edileceği, uzun vadede bu olayların sorumlusu olanların da yer almayacağı bir barışın tesis edilmesi..." Şimdi, Suriye'de eline silah almamış grup hangisi, doğrusu ben bilmiyorum yani böyle bir örnek benim bildiğim yok. Peki, Suriye'de eline silah alanların hangileri terör örgütü, kime göre terör örgütü, bu konuda da bir kriter yok. Cümlenin devamında da "Bu işlerin asıl sorumlusu uzun vadede gidecek." diyor, o da galiba Esad olsa gerek. Şimdi, bir taraftan "Suriye'nin toprak bütünlüğü", bir taraftan "eline silah almamış gruplar" gibi bir iç savaş ortamında hiçbir anlamı olmayan bir tanımlama ve nihayetinde de yani oradaki rejimle ilgili doğrudan doğruya bir irade beyanı, başka bir ülke adına, başka bir ülkenin temsilcisi olarak. Şimdi, bu üç cümleyi yan yana koyduğunuzda "Türkiye'nin bir Suriye politikası var." demek mümkün mü? "Suriye'deki ateşi söndürecek bir irade, bir karar var." demek mümkün mü?
Değerli arkadaşlar, nasıl bu siyasi yaklaşımlarla komşudaki ateş sönmezse, komşudaki ateş sönmedikçe de aslında bu coğrafyada, Orta Doğu'da hiçbir halk, hiçbir toplum, hiçbir ülke güven içerisinde olmazsa aynı şekilde, tıpkı bu savaş hâli gibi OHAL'le ilgili de çok net bir irade, çok net bir kararlılık ortaya çıkmadıkça bu ülkede huzur, barış ve güven olmayacak.
Öncelikle, tabii OHAL ve KHK'lerle ilgili birkaç şeyi ifade etmek isterim. Çünkü, üzerinde konuştuğumuz 684 sayılı KHK de aslında çok tipik bir örnek bu açıdan. Çünkü, içerisinde, bir yandan gözaltı sürelerinin kısaltılması gibi yani kısmen olumlu ama 15 Temmuz sonrasında çok kötü bir pozisyona çekilmiş düzenlemenin kısmi iyileştirilmesi ya da işte müdafilerle görüşme hakkı konusunda yeni düzenlemenin yapılması gibi 684'te olumlu diye tarif edebileceğimiz şeyler var. Diğer yandan, başından beri söylediğimiz, uyardığımız, OHAL'le hiçbir ilgisi olmayan, KHK'lerin varlık sebebiyle hiçbir izahı mümkün olmayan düzenlemeler var. Merkez Bankasının banknot basmasıyla ilgili, yine kamu bankalarının alacaklarının yönetimiyle ilgili, konut satış sözleşmeleriyle ilgili, Varlık Fonu'nun kaynaklarıyla ilgili düzenlemeler var. Şimdi, bir ülkede devlet hukuka uymazsa, devlet anayasaya uymazsa, anayasada tarif edilmiş olan düzenlemeleri yok sayarak yönetmeyi alışkanlık hâline getirirse kimsenin hukuka uymasını bekleyemezsin. OHAL'in ne için ilan edildiği belli. KHK'lerin hangi alanı düzenleyebileceği yine Anayasa'da çok net biçimde tarif edilmiş ama bile bile, buna rağmen bütün KHK'lerde olduğu gibi 684 sayılı KHK'de de OHAL'le, güvenlikle, terörle, darbeyle hiçbir ilgisi olmayan düzenlemeler yapılıyor, yapılmaya devam ediliyor.
Değerli milletvekilleri, tabii, bu düzenlemeler aynı zamanda bir pratiğin de aslında yansımasını şekillendiriyor. Bugün tahliye kararı çıkan Büyükada davası bu açıdan aslında ilginç bir dava. Ben, sadece hatırlatmak için bir tanesini buraya getirdim. Büyükada'da gözaltılar başladığında, Hükûmete yakın gazetelerden birisi, bol resimli gazetelerden birisi, çok okuyucu değil, resim bakmayı tercih edenler için düzenlenmiş gazetelerden birisi "Büyükada'daki sır toplantının amacı belli oldu. Büyükada'da 10 ajanın yaptığı gizli toplantıda yakalananların arasında İsveç uyruklu filanca vardı ve 10 ajan önlerine harita koymuş Türkiye'yi nasıl böleceklerinin planlarını yapıyorlardı..."
Şimdi, değerli arkadaşlar, bu mantıkla 10'un üzerinde insan aylarca tutuklu kaldı. Şimdi, 10 ajan idiyse bu isimler ki burada o isimleri çok yakından tanıyanlar var, birlikte mesai yapanlar var, aynı derneklerde insan hakları mücadelesi yürütenler var; en son tahliye olan Taner Kılıç'la bizatihi mesai yapan iktidar partisi milletvekilleri var. Şimdi, eğer bu isimler daha yargılama başlamadan, haklarında iddianame hazırlanmadan peşinen "ajan" diye ilan ediliyorlar, doğrudan doğruya Türkiye'ye yönelik bir ihanetin nesnesi oldukları deklare ediliyorsa zaten yargılamanın da hiçbir önemi, hiçbir değeri kalmıyor. Aslında, sadece bu vaka bile yani bugün nihayet aylar sonra son tutuklusu da tahliye olan Büyükada davası Türkiye'nin OHAL sürecini, Türkiye'nin KHK'lerinin neye hizmet ettiğini ifade etmeye, göstermeye galiba tek başına yetiyor.
Değerli arkadaşlar, artık, Af Örgütü Türkiye'yi defterinden sildi yani Türkiye'yi, artık, üzerinde rapor yazılmaya, insan haklarıyla ilgili çağrı yapmaya, uyarı yapmaya değer bir ülke pozisyonunda görmüyor çünkü neredeyse bütün çalışanları töhmet altına itilmiş durumda, neredeyse bütün çalışanları hedef gösteriliyor, yargısız infaz ediliyor, âdeta bir siyasi lince maruz bırakılıyor. Elbette ki insan hakları örgütlerinin uluslararası ilişkiler bağlamında, boyutunda eleştirilecek, tartışılacak boyutları vardır ama siz tanıdığınız, bildiğiniz insan hakları savunucularını bile bu kadar keyfî biçimde tutuklamayı, bu kadar uzun bir süre mağdur etmeyi normal görmeye başlarsanız artık o ülkede yapılan olumlu işlerin bile savunusu olmaz, savunusuna imkân kalmaz.
Değerli arkadaşlar, Taner Kılıç hangi alanda çalışıyordu Af Örgütü dışında? MÜLTECİ-DER'in yöneticisiydi, kurucusuydu. İzmir'de mültecilere hukuki yardım veren neredeyse uzman birkaç dernekten birisi MÜLTECİ-DER. Şimdi, Türkiye, bir taraftan Suriye savaşı dolayısıyla Suriye'den göç eden geçici sığınmacı, mülteci, ne derseniz deyin, binlerce, yüz binlerce, milyonlarca insanın sorununu çözmeye aday, talip, böyle bir sorumluluk var, coğrafyadan kaynaklanan bir yük var üzerinde ama öbür taraftan da bu yükü paylaşan, bu görevi yapmaya talip bir sivil toplum örgütü fiilen düşmanlaştırılıyor, doğrudan doğruya tehdit kategorisi içerisinde ele alınıyor. Bu, aslında 15 Temmuzdan bu yana nasıl bir atmosfer istendiğini, 15 Temmuz gerekçe gösterilerek, 15 Temmuz bahane edilerek, hayatı boyunca darbeye karşı çıkmış, hayatı boyunca şiddete karşı çıkmış, hak savunuculuğundan başka hiçbir şey yapmamış insanların bu bulanık suda nasıl avlandığını, nasıl hedef hâline getirildiğini göstermeye yetiyor.
Değerli arkadaşlar, birkaç saat önce bir tutuklama daha gerçekleşti, Leyla Güven, DTK Başkanı tutuklandı. Demokratik Toplum Kongresiyle ilgili, burada, ben de dâhil olmak üzere, birçok milletvekilimizle ilgili hazırlanan fezlekeler var. Bu fezlekelerde, değerli arkadaşlar, zaten bir şiddet iddiası falan yok yani sadece katıldığımız toplantılar var, bu toplantılarda yaptığımız konuşmalar var. Leyla Güven de daha önce Anayasa toplantılarına çağrılmış olan, Anayasa toplantılarında görüşüne başvurulmuş olan DTK'nin sözcüsü, temsilcisi. Ve hepimizin fezlekelerinde olduğu gibi, Leyla Güven'le ilgili iddialarda da sadece ama sadece Türkiye'nin demokratikleşmesi, barışı, özgürlüğüne dair söylemler, iddialar var.
Benim DTK'nin düzenlediği bir Anayasa paneline katılmış olmam fezleke olarak düzenlendi, Meclise gönderildi. Yine, DTK'nin İslam ve barış konulu bir paneline katılmış olmam bir başka fezlekeyle Meclise gönderildi.
Şimdi siz gerçekten bu ortamı, bu yaklaşımı Türkiye'nin demokrasisine, Türkiye'nin barışına, huzuruna, güvenine hizmet edecek bir yaklaşım olarak görebiliyorsanız doğrusu söylenecek çok şey kalmıyor.
Herkesi saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Bilgen.