| Konu: | Yükseköğretim Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 3 |
| Birleşim: | 61 |
| Tarih: | 20.02.2018 |
MHP GRUBU ADINA ZÜHAL TOPCU (Ankara) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Değerli milletvekilleri, 519 sıra sayılı Kanun Teklifi'nin tümü üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Evet, konuşmama bir ön sözle, bir kitabın ön sözünü okuyarak başlamak istiyorum, ondan sonra da açıklamayı yapacağım: "Temelinde ilim bulunmayan içtimai ve iktisadi kalkınma düşünülemez. Gerçekte de, ilim müesseselerini ve ilim zihniyetini tesis etmeden kalkınmış, endüstrileşerek bugünkü manada modern cemiyet hâline gelmiş bir memleket bilinmemektedir. Bilakis tarih, ilim müesseselerinden evvel endüstri kurma teşebbüslerinin daima boşa çıktığını göstermektedir. Kaldı ki, ilim yalnız iktisadi kalkınmayı temin etmekle kalmıyor manen ayakta durabilme, müstakil ve hür kalabilme imkânlarını da veriyor. Bugün bütün milletlerin ilme ve ilim müesseselerine dört elle sarılmaları, bu uğurda büyük fedakârlıklara girmeleri bu yüzdendir. Beride bütün eksiklik ve kusurlarına rağmen ilmi ve ilim müesseselerini üniversiteler temsil etmektedir. Hakikaten hiçbir müessesede ilim üniversitede olduğu gibi geliştirilip idame ettirilememektedir. İşte bunun içindir ki 'ilim' ve 'ilim müessesesi' denilince akla üniversiteler gelmektedir. İstikbale emniyetle bakabilen ve bakabilecek olan memleketler üniversite problemini layıkıyla halleden, yeteri kadar hakiki ve yüksek seviyede üniversitelere kavuşabilen memleketlerdir, ancak bunlardır. Bugün hiçbir medeni millet istikbalinin teminatını sahip olduğu veya olacağı fabrikalarda, barajlarda vesair sanayi tesislerinde göremiyor çünkü bugünkü medeniyeti fabrikalar değil üniversiteler temsil ediyor, üniversiteler ayakta tutuyor. İşte, hakiki ve asıl gerilik bu idrake erişememektedir."
Bunu yazan yazarın kitabına baktığımızda -Allah rahmet eylesin, merhum Profesör Doktor Mümtaz Turhan- 1960'lı yıllarda yazılmış bir kitap ve hâlâ günümüzde, biz, bugün şu kürsüde aynı sorunların tartışmasını dile getiriyoruz, aynı sorunlarla boğuşuyoruz. Kırk yıl geçmiş, kırk yıldan fazla bir zaman var ama görüyoruz ki gide gide bir adım bile mesafe katedememişiz.
Evet, sorunlar hep aynı, öğretim elemanlarının kalitesi, öğretim elemanlarının yetiştirilmesi ve seçilmesi, atanması, yabancı dil eğitimi -evet, bu kitapta hepsi var- yabancı dil eğitiminin nasıl olması gerektiğine yönelik olarak, yurt dışına öğrenci göndermeye yönelik olarak, öğrencilerin seçilmesi, Avrupa, Amerika, Almanya bu konuda neler yapmış, onlara yönelik çalışmalar var. Ordinaryüs profesör ve profesör akademik unvanlarının profesörler kurulundan kurtarılıp ihtisas komisyonlarına yönelik bir çalışmanın yapılmasından da bu şeyde bahsedilmektedir.
Evet, üniversite problemi demek ki hâlâ yakıcı hızıyla devam ediyor. Bu kanuna baktığımızda da üniversitelerde acaba gerçekten hangi ihtiyacı ve hangi problemi çözmeye yönelik olarak bir öneri sunuyor? Bunlara baktığımızda, aslında, çok fazla dikkate değer bir önerinin de olmadığına şahitlik ediyoruz biz burada. Şimdi, üniversitelerin akademik kadrolarına baktığımızda bunlar birçok başlık altında toplanmaktaydı. Profesör, doçent ve yardımcı doçent olarak aldığımızda, öğretim üyesi olarak alınıyordu; şimdi, yardımcı doçentlik yerine doktor öğretim üyesi kadrosunun ihdas edildiğini görebiliyoruz. Uzmanlar, okutmanlar da öğretim görevlisi kadrosu altında toplanırken bir de araştırma görevlilerinin tasnif edildiğini görebiliyoruz.
Burada o kadar çok gün yüzüne kavuşturulması gereken sorun var ki... Doktor öğretim üyesi olarak ihdas ettiğiniz bir makamda acaba neler değişecek, nasıl, hangi konular açıklığa kavuşturulacak? Üniversitelerde o kadar çok kadrolar var ki. Doktor uzmanlar var, doktor okutmanlar var yani doktorasını almış olan okutmanlar var. Acaba, bunlar bu kadroya geçiş yapabilecek mi, bunları sormak istiyoruz çünkü bu arkadaşlar sürekli olarak bizi arayıp soruyorlar. "Bu kadroya geçebilecek miyiz, yoksa öğretim görevlisi kadrosuna mı aktarılacağız?" şeklinde problemleri var, sorunlar hâlâ netleşmedi.
Bir diğeri, yardımcı doçentken alınan maaşlar acaba doktor öğretim üyesi olunduğunda direkt olarak yansıyacak mı yansımayacak mı, bunların da kafalarda karışıklık yarattığını buradan paylaşmak istiyoruz. Maaşlar aynen alınacak mı? "İyileştirmeler yapılacak." deniliyor. Biz de diyoruz ki ta, Mümtaz Turhan'ın 1960'lı yıllarda yazdığı kitapta da altını çizerek belirttiği gibi, akademisyenlerin veya bütün eğitim kurumlarında öğretim görevini icra eden bütün çalışanların, öğretmen, müdür, akademik hayatta, üniversitelerde hocalık yapanların, artık çok rahat bir şekilde görevlerini ifa edebilmeleri için, yeterli hayat standardına karşılık gelebilecek bir ücreti alabilmeleri gerekmektedir. Gözlerini başka tarafa çevirmeden ve akademik çalışmayı tam anlamıyla yapabilmek için, hayat kaygısı olmadan, "Evime ekmeği nasıl götürebilirim?" kaygısı olmadan bunların yapılması gerekiyor. O kadar muallak kavramlar var ki bunlar düzeltilecek. "Düzeltme" kavramını tırnak içerisinde belirtmek istiyorum, "düzeltme" derken hangi standarda uygunluktan bahsedilmektedir? Onun için, geri gitmemeleri lazım, bu arkadaşlarımızın, buralarda görev yapan arkadaşların motivasyonlarının sürekli olarak yüksek tutulması gerekmektedir. Ve maaşlardaki bu düzenlemeler yapılırken neye göre yapılacak? Ne kadarlık bir artış öngörülüyor? Şu anda, sosyal medyada yazılan böyle rakamlar var; bin liralık, 1.250 liralık, 1.750 liralık şeklinde artışlardan bahsediliyor. Onun için, bunların bir an önce netleştirilip kafa karışıklığının ortadan kaldırılması gerekmektedir ve aynı düzenlemelerin bütün akademik personel için, doçent, profesör, öğretim görevlileri için ve aynı zamanda diğer yardımcı personel için de yapılması gerekmektedir.
Özellikle yine yurt dışına giderken akademik personele birtakım kolaylaştırmaların yapılması ve yurt dışına çıkışlarda, vize almalarda... Gerçi gri pasaport alınıyor ama yine de bir sürü işlemlerden geçilmesi, işlemlerin başlatılması gerekiyor. Burada da kolaylıklar sağlanması, her zaman çalışma şartları açısından ve sürecin daha rahat ilerletilmesinde iyi bir adım olur diye düşünüyoruz.
Yine, doktor öğretim üyelerinin idari makamlardaki ve kurullardaki hak ve yetkileri devam edecek mi? Yardımcı doçent arkadaşların bazı kadrolarda, yönetici kadrolarında veya kurullarda görev aldığını biliyoruz. Bunlar, doktor öğretim üyesi olduğunda devam edecek mi? Bunların da açıklığa kavuşturulması gerekmektedir.
Doçentliğe geçtiğimizde, doçentlik kademesi için kâbusa dönüşen ve sürekli olarak mektup aldığımız, bu şikâyetten de her tarafta bahsedilen bir problemimiz var. Burada, bu 519 sıra sayılı Teklif'te dil puanı, doçentliğe geçişte 55 olarak belirleniyor. Ben şimdi sormak istiyorum: Acaba 54 aldığında bu dili çok iyi bilmiyor mu veya bu yapılan sınavlarda 80 aldığında -hangi dilden aldıysa- gerçekten okunan bir yabancı kitap çok rahatlıkla anlaşılabiliyor mu, okunan makale anlaşılabiliyor mu? 79 aldığınızda kalıyorsunuz, 80'de geçiyorsunuz. Yani bunun kriteri nedir, bir tek sınav mı? Sınavla mı ölçülüyor? Şimdi 55 alan geçiyor, 54 alan kalıyor. Bir sürü akademisyen arkadaşımız var, üniversite camiasında çalışan arkadaşlarımız var. Bizler, neyse, 70-80 aldık, geçtik ama uygulamaya baktığımızda, gerçekten hangimiz derdimizi anlatabiliyoruz ve hangimiz okuduğumuz makaleyi tam olarak çözümleyebiliyoruz? Onun için buradan diyoruz ki: Gelin, bunu sınava indirgemeden, "Şu kadar puan aldı, bu kadar puan alması gerekiyor." şeklinde stres katsayısını yükselterek değil de devletin, YÖK'ün, Millî Eğitim Bakanlığının bu sorunu kökünden halledecek bir şekilde çözüme kavuşturması lazım. Ya öğretecek bu dili ya da öğretmesi lazım yani "ya, ya". İkisinin de sonunda başarılı bir öğrenmeyle, bu dili kullanmayla -hangi dilse- o şekilde sonuçlanması gerekiyor. Kamp mı olur bu, kampa mı alınır, yoksa herkesin daha ilk üniversiteye girdiğinde mutlaka yurt dışına mı gitmesi gerekiyor, dil okuluna mı veya Türkiye'de belirli bir dil eğitiminden mi geçirilmesi lazım, bunun kesinlikle çözümlenmesi gerekiyor.
Şu anda 50 yaşında, 60 yaşında olup yabancı dili aşamadığı için ilerleme kaydedemeyen, doçent olamayan mağdur arkadaşlarımız var. Bunların sayısı azımsanamayacak derecede, onu da belirtmek istiyorum ben; bayağı çok rakam var.
Şimdi, deniliyor ki: "55 oldu, biz 55 alamayız." Çünkü öğrenilmiş çaresizlik var. Artık o dil barajı beyinde öyle bir baraj oluşturdu ki "Ben bu dil sorununu halledemiyorum, bu sınavdan ben geçemem artık." diyor. Biraz önce bir arkadaşımız bir mektup gönderdi, aynı şekilde bu sorundan bahsediyor. Yani bu arkadaşlarımızı dil kamplarına alabiliriz. Motivasyonlarını yükselterek, bu öğrenilmiş çaresizliğin biraz ötesine geçerek "Sen yapabilirsin, bu dili geçebilirsin." mantığından hareketle, bu arkadaşlarımızın problemlerini de bir an önce YÖK olarak çözmek lazım, bir an önce. Çünkü alanlarında gerçekten otorite olan arkadaşlarımız var ama bir dil problemi yüzünden ilerleyemiyor, doçentliğini, profesörlüğünü alamıyor. Çok kaliteli olan bu arkadaşlarımız, yardımcı doçent olarak kalanlar ne doçentler ne profesörler yetiştiriyorlar. Yani dünyada böyle literatüre girenleri yetiştirirken kendileri bu ilerlemeden veya doçent, profesör olma haklarından bir dil yüzünden mahrum kalıyorlar. Bunun için diyoruz ki burada mutlaka ve mutlaka, nasıl çözümlenirse çözümlensin mutlaka çözümlenmesi lazım. Kampa alalım bu arkadaşları ve ona göre sınav yapalım ve bu problemi çözüp bu arkadaşların da önlerinin açılması gerekiyor. Onun için diyoruz ki bunun tekrar sınav odaklı olmadan, 1-2 puanla veya "40 tane soru yaptın, tamam, sen geçtin, bu dili öğrendin." şeklindeki bir uygulamayla değil de artık farklı bir şekilde çözülmesi gerekiyor. Beyin fırtınaları yapılabilir. YÖK'ün bu konu üzerine acil olarak eğilmesi gerekmektedir, onu diyoruz.
Şimdi, diğer şeye geldiğimizde, doçentlik yeterlilik belgesine geldiğimizde orada da problemlerin olduğunu görebiliyoruz ve çelişkilerin olduğunu görebiliyoruz. Üniversitelerarası Kurul yayınlardan geçen arkadaşa doçentlik yeterlilik belgesi veriyor, doçentlik belgesi veriyor, "Doçent olabilir." diyor. Ama ondan sonra üniversitelere başvurduğunda görülüyor ki üniversite eğer gerekirse Üniversitelerarası Kuruldan dil sınavı isteyebiliyor. Yani bu ne biçim bir çelişkidir? Hem diyorsunuz ki: "Sözlü sınavı kaldırdık, artık yapmayacağız." ama ondan sonra diyorsunuz ki: "Üniversitelerarası Kurulun belirlediği komisyonlarla -ondan komisyon istenecek- tekrar sözlü sınava tabi tutulacak." Madem öyle, neden bu sözlü sınav kaldırılıyor doçentlikte? Yok, eğer kaldırılmayacaksa kesin bütün üniversiteler için uygulanabilecek bir maddenin yerleştirilmesi gerekiyor. Burada da çelişki var. Tamam, yayınlardan geçince doçentlik hakkını elde ediyorsunuz. Ne yapılması lazım? Sözlü sınav var mı, yok mu, kesin olarak belirlenmesi lazım. Sözlü sınav yapılacak mı? Ama bu arada sözlü sınav yapılmazken... Biz biliyoruz ki çok büyük şirketler var, tez yazıyor, makale yazıyor, her şeyi yapıyor sizin için. Bunların da adım adım takip edilerek ortadan kaldırılması ve tedbirli olunması gerekmektedir.
Bir diğeri madde 5'te, özellikle doçentliğe atamanın... Madde 24/(b) bendinde "Üniversitelerarası Kurul, adayın başvurduğu bilim ve sanat dalından" gibi ifadeler var. Şimdi, bilim ve sanat dalının kullanımı yüksek lisans ve doktoralar için geçerliyken doçentlik için "bilim ve sanat alanı" olarak değiştirilmesi gerekir, bunu da zaten biz o madde geldiğinde bunları da önerge olarak, değişiklik önergesi olarak vereceğiz.
Ve yine, doçent kadrosuna, 5/(c)'deki doçent kadrosuna "fazladan başvuru olunca ek düzenleme yapılır." diye... Ek düzenleme nedir, bunun açıklanması lazım yani ek düzenleme kime göre, hangi üniversiteye göre, bunlar olmaz. Doçentlik belgesini alan, yetki belgesini alan hiçbir arkadaşımızın mağdur edilmeden hepsine kadro sağlanması gerekmektedir. Yani üniversite gerekli görürse ÜAK'tan sözlü için jüri ataması isteyecek, bunlar da çelişkili ifadeler. O zaman soruyoruz: Sözlüyü niye kaldırıyorsunuz? Üniversite sizden tekrar sözlü yapılmasını isteyecekse, komisyon oluşturulmasını isteyecekse o zaman kaldırmayın veya buna daha farklı... Böyle bir çelişki içerisine düşmeyin diyoruz.
Ve yine, 5/(b)'de eserlerden geçen adaya sözlü için geri bildirim yapılıyordu, Şimdi, tekrar geri bildirim yapılıyor, niye? Doçentlik belgesiyle beraber geri bildirim yapılıyor. Niçin? Zaten sen doçentlik belgesini de veriyorsun, burada da bir çelişkinin olduğunu görebiliyoruz.
Bir diğeri, şu anda, hâlâ gündemde olan ve birçok genç arkadaşımızın mağdur olduğu ÖYP ve 50/(d) sorunuyla karşı karşıyayız, hâlâ çözülmüş değil bu sorunlar. Diyoruz ki: Bu sorunların hemen çözülmesi lazım, bu çocuklar bizim çocuklarımız. Devlet anadır, devlet babadır, devlet şefkattir. Bunun için, devlette çalışan, karar mercisinde bulunan yetkililerin bu çocukların, bu genç arkadaşların mağduriyetlerini bir an önce gidermesi gerekmektedir. O kadar fazla üniversite açıldı ki üniversitelerde şu andaki bu arkadaşların bir an önce doktora çalışmalarını bitirerek atanmalarında fayda var. Kadroya alınıp alınmamalarının bir üniversite dekanının veya rektörünün iki dudağının arasında olması kabul edilemez. Onu belirtmek istiyoruz. Bazı üniversiteler hepsini kadroya geçirirken bazıları ne yapıyor, kadroya geçirmiyor. Eğer bir suçu varsa, eğer hatası varsa, herhangi bir terör örgütüne üyeliği varsa, onun için çalışması ve aidiyeti varsa tabii ki gerekçe gösterilerek el çektirilmesi lazım ama bunlar belirtilmeden bu şekilde bir uygulamayla -ÖYP'nin toptan 50/(d)'ye, burada çok tartıştık ama- "Sizi kadroya almayacağız, bitirdikten sonra yolunuz açık olsun." deme lüksü yok. Onu burada belirtmek istiyoruz. Ve yine devlet kadrolarının bir başkasını korkutmak için -iki dudağının arasında- "Gerekirse işten atarız." "Şunu yapmazsanız şöyle yaparız." şeklinde tehdidin yerine... Şu anda baktığımızda, ülkenin içinde bulunduğu zor durum da dikkate alındığında, milletin birliğe ve beraberliğe ihtiyacının olduğu bir dönemde gerçekten bu vatanı seven, bu vatan için kalbi çarpan herkes için bir birlik zamanıdır ve her arkadaşımızı, bu vatan için kalbi çarpan arkadaşımızı genciyle, yaşlısıyla ötelemeden bu çalışmalara dâhil etmemiz gerekmektedir. Yine diyoruz ki tepede yapılan iyi niyet kararlarının üniversitelerde de artık gösterilmesi gerekiyor. Üniversitelerdeki bu makamların, kadroların olumsuz, birini tehdit makamı olarak da hiçbir zaman kullanılmaması gerekmektedir. Devlet makamlarında bulunanların, kararlarında objektiflikten, devlet sadakati ve bilimsellikten uzaklaşmadan bu kriterler çerçevesinde de elemanları yerleştirmeleri gerekmektedir. Üniversitelerdeki idari yapılanmaların da herhangi bir sendikaya bağlı olmadan yapılması gerekmektedir.
Hepinize bu sorunların çözülmesi ümidiyle teşekkür ediyoruz. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Topcu.