| Konu: | Yükseköğretim Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 3 |
| Birleşim: | 61 |
| Tarih: | 20.02.2018 |
HDP GRUBU ADINA MAHMUT TOĞRUL (Gaziantep) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Başkan, 519 sıra sayılı, aslında kamuoyuna "yardımcı doçentliğin kaldırılması" şeklinde takdim edilen bir yasa teklifi üzerine grubum adına söz aldım. Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.
Sayın Başkan, aslında son dönemde ülkemizde birçok kararın tek kişi tarafından verildiğini ve sonrasında bakanların alelacele verilen bu kararlara yasa tasarısı yetiştirmek ya da çözüm önerileri yetiştirmek gibi bir derde düştüğünü görüyoruz.
Bakın, bu ülkede en az oynamamız gereken bakanlık Millî Eğitim Bakanlığıdır, en az müdahale etmemiz gereken alan eğitim alanıdır. Çok uzun tartışmalar ve mutlaka örnek çalışmalar yapılarak hayata geçirilmesi gereken birtakım çalışmalar maalesef AKP Genel Başkanı Sayın Erdoğan'ın taksi durağında ya da bir grubu ziyaret ederken ya da bir açılışta yaptığı konuşmalar üzerine gündeme geliyor. Bakın, hepimizin çocuklarının geleceğini ilgilendiren TEOG sınavı bunlardan bir tanesiydi. Bir gün taksi durağında Sayın AKP Genel Başkanı "Bu TEOG nedir? Kaldırılmalıdır." dedikten sonra, maalesef Millî Eğitim Bakanı hazırlıksız yakalandı ve alelacele "Sınav sisteminden TEOG'u kaldırıyoruz." dendi, hiç tartışılmadı. Sonra bir çember formülü uyduruldu. "Efendim, üç çemberden oluşacak, çocuklar istediği yere gelecek." Bugün de kamuoyundan duyuyoruz ki çember daraltılacak ve maalesef, geleceğimiz olan çocuklarımız psikolojik baskı altında geleceklerini, hâlâ sınavın olup olmayacağını ya da nasıl okul seçeceklerini bilemez hâldeler.
Değerli arkadaşlar, peki, bu söz konusu, üzerinde konuştuğumuz yasa teklifi nasıl gündeme geldi? Hemen söyleyeyim. Bakın, yine sarayda İslam Dünyası Yükseköğretim Alanının Oluşturulması Toplantısı'nın açılış konuşmasında Erdoğan şu açıklamayı yaptı: "Ülkemdeki rektörlerimizden bir ricam var. YÖK Başkanımızla da bunu konuşuyorum. Allah aşkına, şu yardımcı doçentlik olayı nedir? Şunu bir gözden geçirin. Yardımcı doçentlikte ön kesiyoruz. Dünyanın kaç yerinde acaba yardımcı doçentlik var? Ben araştırdığım yerlerde doğrusu böyle bir mekanizma pek görmüyorum. Bunu birilerini oyalamak için yapmışlar. Bu, gerçekten ilmiye sınıfına bir paravan, engel oluşturuyor. Bunu aşmamız lazım ve aşacağımıza inanıyorum." Böylelikle yardımcı doçentliğin kaldırılması gündeme giriyor. Peki, gerçekten, değerli arkadaşlar, yardımcı doçentlik kaldırılıyor mu? Kaldırılmıyor. Üniversitelerimizde üçlü hiyerarşik kadro yapısı vardır öğretim üyeliğinde; şu anda mevcutta yardımcı doçent, doçent ve profesörlük kadrosu. Peki, bu getirilen taslakla yardımcı doçentlik kaldırılıyorsa o zaman herkesin aklına ikili hiyerarşik sisteme geçtiğimiz gelir. Yok arkadaşlar, isim değiştiriliyor, yerine "doktor öğretim üyesi" getiriliyor. Bir an için gerekçede yazılı olan işte -6 Kasım 1981'deki- YÖK'te bu yardımcı doçentliğin o "yardımcı" kelimesinin kötü bir ifade olduğunu ve haklı olarak bunun değiştirildiğini düşünüyorsanız peki, yerine niye böyle bir mekanizma kuruyorsunuz şimdi "doktor öğretim üyesi" diye?
Değerli arkadaşlar, AKP'nin on altı yıllık iktidarında üç temel hedefi vardır eğitimde: Piyasalaşma, merkezîleşme, kadrolaşma. Eğer gerçekten sadece bir isim değişikliği olmuş olsaydı bu, kamuoyuna bu kadar değişik bir şekilde "Kaldırıyoruz." diye pompalanmazdı. Değerli arkadaşlar, aslında AKP Genel Başkanı bu tasarıda ne demek istemiştir? Bakın, diyor ki: "Paravan, engel oluyor." Birilerine şu talimatı veriyor: "Bizim arkadaşlarımızı hızlı bir şekilde yardımcı doçent yapalım, doçent yapalım, profesör yapalım, bir an önce bunların atamasını sağlayalım." şeklindedir. Eğer böyle olmamış olsaydı bakın, bunu hangi ortamda yaptığına da dikkat etmemiz gerekirdi. Bugün üniversitelerimiz ne hâldedir? Bugün üniversitelerimizde özellikle 15 Temmuz darbe girişiminden sonra başlatılan OHAL ve KHK rejimiyle üniversitelerin ne hâle getirildiğini vurgulamamız gerekir. Kimdir üniversiteleri yönetenler, bunu söylememiz gerekir.
Değerli arkadaşlar, bakın, o tarihten bu yana yapılan çalışmalardan birkaç tanesini söyleyeceğim. Yükseköğretim Kurulu Başkanlığı Türkiye'de görev yapan 1.577 fakülte dekanını bir günde işten el çektirdi, dekansız kaldık. Hatırlayın, kamuoyuna yansıdı; rektör 7 fakülteye kendisini dekan olarak atadı, üniversite kurulunu ve senatosunu böyle oluşturdu.
Değerli arkadaşlar, başka ne darbe vuruldu? Darbe girişiminin hemen ardından üniversitelerden 4.225'i akademisyen, 1.117'si idari personel olmak üzere toplam 5.342 kişi hızla görevlerinden uzaklaştırıldı. İhraç edilen akademisyenlerin pasaportları iptal edildi. Yabancı uyruklu imzacı akademisyenlerin çalışma izinleri hukuksuzca iptal edildi. TÜBİTAK, ihraç ya da açığa alınmış akademisyenlere ULAKBİM bünyesindeki dergilerde görev verilmesini engelledi. İhraç edilen akademisyenlerin özel alanda bile çalışması yasaklandı. 15 vakıf üniversitesi kapatılarak bu kurumlarda çalışan 2.808 öğretim elemanı olmak üzere çalışanlardan 6 bin kişinin üzerinde insan bir gecede işsiz kaldı.
Değerli arkadaşlar, disiplin yönetmeliğine yeni suçlar ihdas edilerek 12 Eylül darbe, cunta döneminden daha ağır hâle getirildi. Bakanlara, YÖK'e, rektörlere istediği kişiyi herhangi bir soruşturma yapmaksızın işten atma yetkisi verildi 667 sayılı KHK'yle. Disiplin soruşturmalarındaki süre kaldırıldı 669 sayılı KHK'yle. Görevden uzaklaştırma uygulamasındaki üç aylık süre sınırı kaldırıldı 675 sayılı KHK'yle. Rektörlük seçimleri kaldırılarak rektörlerin doğrudan Cumhurbaşkanı tarafından atanması sağlandı 676 sayılı KHK'yle. 683 sayılı KHK'yle terör örgütüyle irtibatı olduğu iddiasıyla hakkında adli soruşturma ve kovuşturma yürütülen doçent adaylarının doçentlik başvuruları engellendi bir süre ve böylece devam eden bir sürü engelleme.
Şimdi, değerli arkadaşlar, yardımcı doçentliğin adı değişiyor, üçlü hiyerarşik yapı korunuyor ama atama kriterleri değiştiriliyor. Eğer gerçekten liyakati önemsiyorsanız... Değerli arkadaşlarım, şu anda üniversitelerde -Millî Eğitim Bakanımız da burada değil- doktorasını bitirmiş araştırma görevlisi doktor görevliler var, yıllardır atanamıyorlar yardımcı doçentlik kadrolarına. Niye? Keyfiyet ya da üniversite yönetimleriyle, AKP siyasi iktidarıyla uyum içinde olmadıkları gerekçesiyle.
Peki, bir anda yardımcı doçentlerin hepsi doktor öğretim görevlisi kadrosuna atanırken doktorasını bitirmiş bu arkadaşlarımız yıllardır... Bakın, ben Dicle Üniversitesinden örnek verebilirim: Yedi yılı aşkındır doktor araştırma görevlisi olarak çalışan insanlar var. Böyle bir hakkaniyet olur mu? Aynı şekilde, doçentliğini almış, yıllardır doçentlik kadrosu bekleyenler var. Bunu yaşayan biri olarak da söylüyorum değerli arkadaşlar, benden dört yıl sonra doçent olan arkadaşım benden önce profesörlüğe atandı. Bekleyenler bekliyor ama AKP kendi yandaşları önündeki engelleri bir bir kaldırıyor. Hiyerarşik yapı korunuyor, sözde yardımcı doçentlik kaldırılıyormuş gibi yapılıyor ama aslında hedeflenen tamamen kadrolaşmadır.
Şimdi, AKP bunları... "Efendim, ben üniversitelere devrediyorum, rektörlere devrediyorum. İşte, siz demiyor muydunuz 'YÖK'ün görevlerini üniversitelere bırakın.'" Peki, biraz önce söyledim, hangi üniversitelere bırakıyoruz değerli arkadaşlar? Kendisini Cumhurbaşkanının il temsilcisi olarak gören rektörlere mi?
Bakın, size birkaç örnek söyleyeyim değerli arkadaşlar, rektörlerin icraatlarından birkaç tane örnek. Hepiniz duydunuz, rektörlerin kendi akrabalarını, dostlarını, siyasi partiye yakınlıklarını esas alarak, liyakati bir tarafa bırakarak nasıl kadrolaştıklarının bir örneği. Osmaniye Korkut Ata Üniversitesi rektörü -ismini söylemeyeyim- eşini OKÜ İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi dekan vekili yapıyor, YÖK görevden alıyor. Bakın, rektör, aynı zamanda, yakını olan birini rektör yardımcısı yapıyor, o rektör yardımcısı yaptığı kişinin eşini Mimarlık Tasarım ve Güzel Sanatlar Fakültesine dekan yapıyor, yine bir yakınını Sosyal Bilimler Enstitüsüne atıyor, o Sosyal Bilimlere atadığı kişinin eşini de, gıda mühendisi olan bu kişiyi de Sağlık Yüksekokuluna müdür atıyor; hepsi akraba.
Bakın, birçok üniversitede, girin, rektörle aynı soy ismini taşıyan 10'un üzerinde yakınını görürsünüz. Şimdi, bu örnekleri çoğaltmak mümkün değerli arkadaşlar, bizim muhalefet şerhimiz de var, ben süremi bunlarla öldürmek istemiyorum.
Şimdi, dolayısıyla, kadrolaşmanın önünü açıyoruz ama aynı zamanda "Merkezîlikten çıkıyoruz." adı altında, rektörlerin tamamen bir kişi tarafından atandığı, üniversite kurullarının rektörlerin üzerinde herhangi bir etkisinin olmadığı... "Efendim, rektör atıyor, ne var işte, YÖK'ün görevini rektöre veriyoruz." diyerek merkezîlikten çıktığını iddia ediyorlar. Tam tersi, değerli arkadaşlar, merkezîleştiriliyor.
Bakın, merkezîleşmeye bir başka örnek: Üniversitelerarası Kurulun yapısını değiştiriyorlar, Üniversitelerarası Kurulda bir yönetim kurulu tahsis ediyorlar. Kaç kişiden oluşuyor? 11 kişiden. Bugün üniversite sayımızın artmasıyla övünüyoruz ama Üniversitelerarası Kurulda tüm üniversitelerin iş ve işlemleri 11 kişilik yönetim kurulu tarafından yürütülecek. Daha önce doçentlik sınavını yürüten Üniversitelerarası Kurul şimdi kurallarını belirleyemeyecek, sadece ve sadece eserler aşamasını yaptıracak; zaten sözlü sınavı da kaldırıyoruz.
Değerli arkadaşlar, doçentliğe atanmada işi kolaylaştırdığını ifade ediyor: "Efendim, dil barajını 65'ten 55'e düşürüyoruz." Değerli arkadaşlar, üniversitede mesele nicelik değildir. 65'ten 55'e düşürmeniz, bu dili geçeceği anlamına gelmez. Bir sınavla bir insanın bilimsel üretim yapacağı, okuduğu makaleyi anlayacağı, sunum yapabileceği ya da bir makale yazıp uluslararası indekslerde yayınlayabileceği anlamına gelir mi? Gelmez. 40'a düşürün isterseniz; sınavı zorlaştırırsınız, yine kimse geçemeyebilir. Mesele, nicelik, bir puan barajı koymaktan değil; mesele, gerçekten öğretim üyesi yetiştirmekten geçiyor.
Bakın, başlangıçta çok eleştirmiş olabiliriz ama ÖYP aslında bir adımdı. Peki, ne yaptık değerli arkadaşlar? Özellikle gelişmiş üniversitelerde doktorasını yaptırdığımız 13 binin üzerinde kişinin kaderini rektörlerin iki dudağı arasına bıraktık. Rektörler keyfine göre, yakınıysa, iltisaklıysa kadrosunu verdi ama beğenmediyse, kendisine aykırı bulduysa, hele hele siyaseten muhalefet eden biriyse kadrosunu vermedi. Bu kadar yetişmiş insanı kapının önünde bekletiyoruz. ÖYP, bu ülkenin kanayan bir yarası olarak önümüzde duruyor.
AKP her aşamada esnek çalıştırmayı dayatıyor önümüze. Bakın, esnek çalıştırmadan kastım nedir? Örneğin, yardımcı doçentlik kadrosu -biraz önce Lale Hocam söyledi- her üç yılda bir... Ama üniversite isterse bunu daha kısa aralıklarla yapardı. "Şimdi dört yıla çıkarıyoruz -ne yapıyoruz- biraz daha güvence veriyoruz." Değerli arkadaşlar, eğer samimiyseniz bu arkadaşlarımızı, o zaman, aynen doçentlikte, profesörlükte olduğu gibi bunları daimî kadroya geçirelim. Niye bu baskı altında hissetsinler? Üniversitenin yükünü taşıyan araştırma görevlilerinin hepsini 33/a'ya göre değil -eskiden 33/a kadrosu daimî kadroydu- hepsini 50/d'ye... Yani yine kaderlerini rektörlerin iki dudağı arasına bıraktık. Rektörler kim? Sayın Erdoğan'ın illerdeki temsilcileri. Bunu ifade eden rektörler var, bunu ben söylemiyorum. Bu, o rektörlerin ifadeleridir, basına yansımıştır değerli arkadaşlar. Şimdi böyle olduğunda araştırma görevlilerinin kadrosu tamamen iki dudak arasındaysa, güvencesizse ve asıl yükü taşıyorsa -burada öğretim üyesi arkadaşlarım var- hepimiz biliyoruz en alttakilerin canı çıksın anlayışıyla o insanların kadrolarını iki kişiye bağlıyoruz.
Değerli arkadaşlar, doçentlikte dili biraz önce söyledim. Sözlü sınavın kaldırılması... Bakın, eğer üniversiteler gerçekten rahat bırakılırsa kendi dinamikleriyle, tüm üniversite bileşenlerinin katılımıyla yönetimlerini de seçebilirler ve nasıl bir sınava tabi olmaları gerektiğinin de kararını verebilirler. Ama YÖK bir karabasandı, AKP iktidarı 2007'den sonra üniversiteler üzerinde zifirî karanlığa dönüştü. "YÖK'ü kaldırmak istiyoruz." diyerek iktidara gelen tüm yönetimler, maalesef, YÖK'ü böyle istedikleri gibi, kendi -tırnak içinde söylüyorum- istedikleri tipte insan yetiştirmek için, kadrolaşmak için bir araca dönüştürdüler. Bugün tabeladan ibaret üniversiteler kurduk.
Değerli arkadaşlar, üniversiteleri piyasalaştırdık. Bakın, YÖK'ün bütçesi artıyor, üniversitelerin bütçesi düşüyor. Üniversitelerin kantinlerini... Üniversiteleri şuna zorluyoruz: Kendi kaynaklarını yarat diyoruz ve birçok mesleği, birçok ana bilim dalını iş bulamadıkları gerekçesiyle ya da para getirmediği gerekçesiyle kapatıyoruz.
Şimdi, bu tasarıda ne var peki? Üniversiteler istedikleri kadar tezsiz yüksek lisans programı açabilecekler, ücretini de kendileri belirleyecek. Yani kaynak yarat, nasıl yaratırsan yarat.
Bakın, hepiniz bilirsiniz, normalde, geçmişte, üniversite kantinlerini öğrenciler kurdukları kooperatifler aracılığıyla çalıştırırlardı. Ne yaptık şimdi? AVM'ler kurduruyoruz, kantinler zinciri kuruyoruz, üniversiteyi tamamen piyasalaştırıp piyasanın istediği araçla, piyasanın istediği kişilikte insanlara teslim ediyoruz.
Öğretim üyelerinin ihracından kaynaklanan... Bu ülkenin değerleri, sadece bir basın bildirisine imza attıkları gerekçesiyle kapı önüne konuyor. Onların yerine kendi adamlarını atamanın tasarısıdır bu değerli arkadaşlar, kendi adamlarını atamanın tasarısıdır. Kadrolaş, merkezileştir ve piyasalaştır.
Şimdi, tüm bunların yanında getirilen tasarı, değerli arkadaşlar, gerçekten iyi niyetliyse biraz önce söylediğim üç şeyi Sayın Millî Eğitim Bakanı duymalıdır, YÖK duymalıdır.
Yıllardır kadro bekleyen araştırma görevlilerinin, yıllardır kadro bekleyen doçentlerin, yıllardır kadro bekleyen profesörlerin gerçekten bir an önce kadroları verilmelidir, liyakat esas alınmalıdır.
Üniversiteler gelecektir, hepimizin geleceğidir. Üniversite, bilimin üretildiği yerdir ve üretilen bilimin toplumla paylaştırıldığı yerdir. Üniversite, kafasını kuma gömen, dünyadaki problemlerden, ülkemizde yaşananlardan bihaber kişilik yaratmak değildir. Öğrencilerimizi cemaatlerin yurduna teslim ettiğimiz ve 3 öğrenci bir araya geldiği zaman memleket meselesiyle ilgili bir forum bile yapmalarına engel olduğumuz zaman biz üniversiteyi üniversite ortamından çıkarmış oluruz.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Tamamlayın lütfen.
MAHMUT TOĞRUL (Devamla) - Lütfen tamamlayayım.
Değerli arkadaşlar, çağrımızdır, bir an önce üniversiteleri kendi dinamikleri üzerinde dikilen, kendi dinamikleriyle yönetimlerini belirleyen, özgürlükler ortamı olan üniversiteyi tekrar o ortamı sağlayan bir yapıya dönüştürürsek bilim de üretiriz, uluslararası alanda diğer dünyayla da rekabet ederiz. Ama her şeyi bir kişiye bağlayan bu sistemi, eğitimi de tesadüflere ve Sayın AKP Genel Başkanının istem ve beklentileri doğrultusuna verdiğiniz zaman yaşanan bu.
Yargıyı teslim ettik, yürütmeyi teslim ettik, gelin bari millî eğitimi teslim etmeyin, ülkenin geleceğini karartmayın diyorum.
Saygılar sunuyorum. Teşekkür ederim. (HDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum.