GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: MİLLİYETÇİ HAREKET PARTİSİ GRUBU ADINA GRUP BAŞKANVEKİLLERİ İZMİR MİLLETVEKİLİ OKTAY VURAL VE MERSİN MİLLETVEKİLİ MEHMET ŞANDIR?IN; TERÖR VE BÖLÜCÜ TERÖR ÖRGÜTÜ İLE İLGİLİ YAPTIĞI AÇIKLAMALARLA TERÖRLE MÜCADELE EDEN GÜVENLİK GÜÇLERİNİN MORALİNİ VE AZMİNİ ZAYIFLATTIĞI İDDİASIYLA BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ HAKKINDA GENSORU AÇILMASINA İLİŞKİN ÖNERGENİN ÖN GÖRÜŞMELERİ
Yasama Yılı:3
Birleşim:23
Tarih:13.11.2012

SIRRI SAKIK (Muş) - Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; ben de hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Gensoruyla ilgili ne söyleyeceğimi bilmiyorum. Yani böyle gayriciddi gensorulara cevap vermek bile züldür. Ve ama iyi bir şey oldu, iyi bir şey oldu, hiç olmazsa biz, Cumhuriyet Halk Partisinin de bu konuda ne olduğunu birlikte gördük. Bir ana dilde savunmayı bile, bu şekilde faşizan bir şekilde tahlil etmek? Vallahi, geçmişte o partide görev almıştım, militanlık yapmıştım, şimdi acıyorum        o yıllarıma, üzülüyorum ve üzülüyorum.

AYTUN ÇIRAY (İzmir) - Söylemediğim şeyi bana söyledi demeyin, söylemediğim şeyi bana mal etmeyin.

HASAN ÖREN (Manisa) - Savunma demedi.

UĞUR BAYRAKTUTAN (Artvin) - Biz üniter devlet diyoruz, bayrak diyoruz.

SIRRI SAKIK (Devamla) - Şimdi, bu sorunları söylediniz, ettiniz yani sürekli terör, terör, terör? Bu ülkenin bir sorunu yok mu? Bu ülkenin Kürt sorunu yok mudur? Sizin bir projeniz olmaz mı? Bu kanı, şiddeti durduracak bir proje sundunuz mu? Bir projeniz yok. Yani AKP'nin de projesi yok ama sizin de bir projeniz yok.

ALİ SERİNDAĞ (Gaziantep) - İktidar onlar!

SIRRI SAKIK (Devamla) - Dünyanın her yerinde, muhalefet partisi iktidarları zorlar özgürlükleri hayata geçirmek için ama ne hikmetse, benim ülkemde, muhalefet partileri, özgürlükleri kısıtlamak, özgürlükleri baltalamak adına ne gerekiyorsa onu yapıyor. Şimdi, Allah rızası için, sizin bir tek projeniz, bu mazlum halkla ilgili bir tek projeniz olmaz mı?

Yanı başınızda, güney Kürdistan'da, orada Kürtler devlet; orada okulundan eğitimine, orada polisine askerine kadar, kurumlaşmış, bir devlet oluşmuş ve oradaki Kürtler 4-5 milyon. Suriye'de Kürtler demokratik özerklikle kendilerini yönetecekler, Türkiye'nin bütün kırmızı çizgilerine rağmen. Ama Türkiye Kürtlerini, 20 milyon Kürt'ü, bu şekilde, siz terör, şiddetle, bu politikalarınızla sindireceğinizi düşünüyorsanız yanılıyorsunuz.

İşte, bu politikalarınız asıl ülkeyi bölecek politikalardır ve ben, büyük bir üzüntü içerisinde, iki partinin sözcülerini dinlerken "Evet, Kürt sorunu bir rant sorununa dönüşmüş. Kürt sorunu olmadan Türkiye'de siyaset şekillenmiyor?" Artık elinizi yakamızdan çekin! Artık, bu sorunu, kandan ve şiddetten? Sadece Kürtlerin yakasından değil, yoksul Anadolu çocuklarının da yakasından çekin. Her gün bize AKP sıralarından laf atanlar, "çocuklarınız" diyenler, asıl, siz dönün bakın çocuklarınıza. Yakın bir tarihte, kimin çocuklarının nerede okuduğunu buradan sereceğim. Bize laf yetiştirmeyin. Bu yoksul çocukların üzerinden artık siyaset yapmayın.

Bakın, bugün 63'üncü günündeyiz açlık grevlerinin. Dünyanın dört bir tarafında tepkiler oluşuyor. Yani Kürt coğrafyasında, bir bütün olarak şu saatte, bir Diyarbakır'da, arayın Cumhuriyet Halk Partisi il başkanını, ne olduğunu, arayın MHP il başkanını, ne olduğunu görürsünüz. Siz de kendi il başkanınızı arayın, orada, halkın tepkisini görürsünüz. Bu saatlerde insanların nasıl sokakta, çocuklarının ölmemesi için neler yaptığını hep birlikte görürsünüz. Ama sizler, hem sağır hem körleri oynuyorsunuz. Avrupa, biraz önce, Avrupa Parlamentosu Başkanı?

ALTAN TAN (Diyarbakır) - Sağır, kör ama diller uzun, diller! Sağır, kör ama dilleri çok uzun!

SIRRI SAKIK (Muş) - Evet, diller uzun.

Parlamento Başkanı, Adalet Bakanına "Derhâl bu sorunu çözün, biz kuşkuluyuz, endişelerimiz var." diyor, Avrupa Birliği aynı şeyi söylüyor, Amerika aynı şeyi söylüyor eğer dün akşam televizyonları izlediyseniz. Ama ne hikmetse bu ülkenin Başbakanı çıkıp her gün? Barış ve Demokrasi Partisinin mağdur milletvekilleri bütün gecesini gündüzünü birbirine katıp bu cezaevlerinden tabut çıkmasın diye bedenlerini onlar da açlığa yatırıyor ama Sayın Başbakan çıkıyor, ne diyor? Diyor ki: "Bunlar şov yapıyor." Ölümün şovu olmaz, açlığın şovu olmaz Sayın Başbakan.

Bir kebap muhabbetidir, ciğer kebap muhabbetidir, yapıyorsunuz. Bu size yakışmıyor. "Hele hele, cezaevlerinde böyle bir şey yok." diyor. Peki, Sayın Başbakan, ben size söylüyorum: Sizi yönlendirenler size yanlış bilgi veriyorlar. Yarın, Allah korusun, cezaevinden iki tane tabut çıkarsa siz dönüp bu topluma ne diyeceksiniz? Bu, dağda çatışmaya, yani dağdaki çatışmada ölümlere benzemez, sokaktaki çatışmalarda hayatını kaybedenlere benzemez, işkencede hayatını kaybedenlere benzemez. Sizin "namusumuzdur" dediğiniz, dört duvar arasındaki insanların hiçbir silahları yok, tek, bedenlerini ölüme yatırıyorlar, ana dilde savunma istiyorlar, ana dilde eğitim istiyorlar ve uzun süredir barış süreci kilitlenmiş, "Bu barış sürecini açın." diyorlar. Siz "İmralı'da görüşmeler olduğu için talimat verildi, ondan dolayı görüşmeleri kestik." diyorsunuz. Oysaki İmralı'dan görüşmeler ve talimat sonrası 1.100 insan yaşamını yitirdi. Demek ki bu politikalar doğru değil.

Şimdi, bu şekilde talepler varken Sayın Başbakan çıkıyor? Vallaha, şimdi, bunu eğer Şamil Tayyar söyleseydi anlardık, bir başka milletvekiliniz söyleseydi anlardık. Ya, 17 Temmuzda yenilen bir yemekle ilgili her gün, grubunuzda konuşmalar yapıyor. Bugün de çıktı, farklı bir şey söylemeye başladı. Dedi ki: "Elimizde resimler var." Biz araştırdık. Ne resmi var biliyor musunuz? İsmail Beşikçi'yi bu ülkede herkes çok iyi tanır. İsmail Beşikçi, açlık grevinden önce Diyarbakır Büyükşehir Belediyesini ziyaret ediyor ve Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi konukseverlik yasalarını uygulayarak küçük, mütevazı bir ciğerciye İsmail Beşikçi'yi götürüyorlar, baş başa bir kebap yiyorlar. Şimdi, Başbakanın elindeki belgelere bakın. Bu İsmail Beşikçi, bu ülkede tam on yedi yıl cezaevinde kalmış bir aydın, Kürt de değil, vicdan sahibi, çıkıp "Kürtler bu ülkede eziliyor..." Onun bedeli olarak yüz yıl ceza alıyor, 8 kez tutuklanıyor, on yedi yıl cezaevinde kalıyor ve Sayın Başbakan, İsmail Beşikçi'ye ikram edilen bir ciğere, kebaba tenezzül ediyor. Ayıptır, yani ikide bir bunları söylemeniz, dönüp BDP'li vekilleri aşağılamanız? Ve sonra diyorsunuz ki "Gizli gizli şiş kebaplar falan."

Vallaha, geçmişten beri hep söylenir. O Fransız turistler gelir ya, işte, genelde Türkiye'yi tarif ederler: "Güneş, deniz, şiş kebap, rakı, Türkiye çok güzel." Sayın Başbakan da bu ülkede, açlık grevlerini bir Fransız turist gibi değerlendiriyor. O da zannediyor ki açlık grevlerinde insanlar şiş kebap yerler, bilmem ne yerler. Sayın Başbakan, senin bu geleneği iyi bilmen lazım, tanıman lazım. Bu gelenektir ki senin bugün, hele böyle idamı gündeme getirdiğinde? İdam etmek istediğin Öcalan'ı, hele hele getirildiği dönemde onlarca genç bedenlerini ateşe vererek "Yapamazsınız -idam vardır- biz kendimizi feda ederiz." dediklerinde? Sen bu geleneği tanıyorsun. Bu geleneğin hele hele önünde, arkasında duramayacağı hiçbir şeyi yapmayacağını Sayın Başbakan iyi bilmelidir. Bu sorunlar bu şekilde çözülmez. Sayın Başbakanın hele son günlerdeki idam sözü, yeniden Türkiye'deki toplumsal dokularla oynamaktır. Kürtleri terbiye etmek istiyorsanız, vallaha, Kürtler geçmişten bugüne kadar çok ağır bedeller ödeyerek geldiler, ataları idam edildi. Yani Şeyh Sait Efendi'den Seyit Rıza'ya kadar, Denizlerden? Onlarca genç idam edildi. Eğer zorun, zulmün önünde boyun eğmiş olsaydılar o idamlardan, evet, ondan dolayı ses çıkarmazlardı ama siz ne kadar idam ne kadar öldürme ne kadar faili meçhul cinayet ne kadar hukuksuzluk uyguladıysanız bir o kadar direnç karşınızda dikildi ve hele hele, eğer bugün bu ülkede idam tartışılıyorsa abesle iştigaldir.

Bakın, Sayın Başbakan 9 Haziran 2002'de ne diyor: "AB'ye giden yoldaki bütün engellerin kaldırılması gerekir. Türkiye, artık AB'nin kenar mahallesi olmaktan kurtarılmalı, idam cezası tamamen ortadan kaldırılmalıdır." Yine, 20 Temmuz 2010'da, 12 Eylülde idam edilenlerle ilgili yaptığı konuşmada -ben de dinlemiştim, grupta onlarca insanın ağladığı- Allah adına söylüyorum ben de ağladım. Evet, böyle, ciğer muhabbeti yapan bir Başbakana değil ama ciğerli bir Başbakana bu ülkede ihtiyaç var demiştim ve ben de ağlamıştım. Şimdi de dönüyorum ki gerçekten, ciğerli bir Başbakanı hâlen arıyoruz ve şimdi, yıl 2012, yine seçimler var. 2007 seçimlerinde Sayın Bahçeli -elinde bir ip vardı- idam muhabbeti yapıyordu. Aradan dört yıl geçtikten sonra, Sayın Başbakan bu kez -elinde bir ip- idam muhabbeti yapıyor ve tekrar, 9 Haziran 2011'den sonra, 11 Kasım 2012'de yine, işte "idam" sözünden bahsediyor.

Şimdi, sevgili arkadaşlar, evrensel hukukta idam yoktur. Hele hele, bizim "AB süreci" dediğimiz, orada bir Bakanlığımız da var? Eğer gerçekten AB sürecini askıya almışsanız, o zaman o Bakanı derhâl alın. Ona yeni görevler biçebilirsiniz, sunabilirsiniz ama bu süreç hiçbir zaman hayata geçmez.

Bakın, geçmişte terörle mücadele yasaları geldiğinde en çok askerler müdahale ederdi. Terörle Mücadele Yasası kime uygulanır? Kürtlere, sosyalistlere. Kimlere? Muhalif olanlara, bir dönem sizler de muhaliftiniz, size de uygulandı ama sonra iktidar oldunuz, zalimleştiniz siz de, iktidar elinizde. O dönem, mesela Başbuğ "Yetmez, bunu arttırın, arttırın." diyordu.

Şimdi, bakın, hayat nerede? Bu Terörle Mücadele Yasası'ndan, o dönem "Bunu artırın." diyen Genelkurmay Başkanı Terörle Mücadele Yasası'ndan dolayı yargılanıyor. İdamı getirmek isteyenler, yarın o ipte siz de sallanabilirsiniz çünkü bakın, bu ülke Başbakanını da asmış, bu ülke Cumhurbaşkanını zehirlemiş, bu ülke Generalini uçakla düşürmüş. Demeyin "Bugün iktidarız, bugün bize bir şey olmaz.". Yarın öbür gün, bu sizin kapınıza da gelir. Onun için, bu idamdan bir an önce vazgeçin ve bu sürecin sadece gündemi zaman zaman manipüle etmek için ortaya atıldığını biliyoruz çünkü idamın geriye doğru yürümeyeceğini biz de biliriz, Sayın Başbakan da bilir, yani Sayın İnce'nin dediği gibi, liseli bir öğrenci de bunu bilir. Yani olmayacak şeylerle Türkiye'nin gündemini lütfen meşgul etmeyiniz. Şu anda gündem, asıl, hepimizin gündemi, bu ölümleri nasıl durdurabiliriz yani 63'üncü gününde olan bu açlık grevini nasıl birlikte durdurabiliriz?

Ve aslında, Sayın Arınç'a birkaç şey söyleyeceğim. Aslında, burada 2012 yılı bütçesi görüşülürken kürsüde çok önemli açıklamalarda bulunmuştu ve biz, grubumuz olarak da kalkıp sizi alkışlamıştık, tabanımızda belli kesimlerin tepkisine rağmen ve bugün keşke onlar hayata geçmiş olsaydı, sizi bugün burada, bu kürsüde alkışlamış olabilseydik. Grubumuz -keşke- -kalkıp- o süreçte söylediklerinizin hepsi hayata geçmiş olsaydı, biz de sizi destekleyebilseydik. Bakın, o tarihte ne diyorsunuz Sayın Arınç? Diyorsunuz ki: "Kürt kimliğinin tanınması çok önemli bir konudur. Bu bir insan hakları konusudur. Türkiye'de yaşayan bir insan `Ben Kürt'üm ve bu kimliğimle iftihar ediyorum. Benim bu gerçeğimle tanınmamı istiyorum.' dediği zaman, bizim buna saygı göstermemiz, bunu kabul etmemiz gerekir. Bir insan kendi kimliğinden şeref duyar. Tüm etnik kimliklere saygı duymak? Hepsinin doğuştan gelen insan haklarına sahip oldukları bilinmelidir." diyor. "Kürt meselesi veya Kürt kimliği üç sene önce, otuz sene önce, yirmi sene önce ortaya çıkmış bir kimlik değildir. Kürtlerin varlığı en az bin senedir bir gerçektir, bunu inkâr edemeyiz." Çok doğru tespitler yapmışsınız. "Bir insanın kimliğini inkâr etmek, onu inkâr etmek gibi bir şeydir." diyorsunuz. "Kim varsa bu topraklar üzerinde, kendi kimliğini rahatlıkla söyleyecektir. O kimliğe saygı duyacağız, o kimliğin bütün kültürel haklarını, anayasal haklarını vereceğiz, tanıyacağız, diline saygı duyacağız." diyorsunuz, çok doğru söylüyorsunuz. "Kürtçe konuşmanın yasak olduğu günlerde cezaevinde işlenen işkencelere ve sonrası faili meçhul cinayetlere, ölüm listeleri yapılmasına kadar bütün bunlar bir kimliğin inkâr edilmesiyle ortaya çıkmış kötü sonuçlardır. Hayır, inkâr etmeyeceğiz." diyor. Çok doğru söylüyorsunuz. "BDP'li arkadaşlarımın kimliğine saygım var, onların siyaset hakları olduğuna inanıyorum. Siyaseti sonuna kadar yapmalıdırlar. `Ben Kürt'üm.' diyen bir insanın, bu ülkede, hepimiz kadar, en az hepimiz kadar hayat hakkı, bilgi hakkı, eğitim hakkı, dil hakkı, kültür hakkı, kimlik hakkı, ne varsa vereceğiz." Aslında, lütuf etmiyorsunuz yani böyle bir göreviniz de yok. Bu bizim hakkımız ama bunu da saygıyla karşılıyoruz. Bunu da söylüyorsanız, sizi yürekten alkışlıyoruz. "Bu bizim cebimizden verdiğimiz bir şey değildir." Bunun için de teşekkür ediyoruz. "Millet seçiyor, gelecek, siyaset yapacaklar." diyorsunuz. "Etnik kimliğin varlığını kabul edeceğiz. Sadece lütfetme değil, bu, bahşiş değil, ulufe değildir. Kimliğini tanıdığınız bütün insanların haklarına saygı göstereceksiniz. Siyaseti yanlışsa, yanlışlığa karşı söyleyecek sözlerimiz olacak."

Şimdi, bunları siz söylüyorsunuz, bunlar çok doğru ama biz Kürtler bu söylemlerden bıktık. Bunların hayat bulmasını istiyoruz. Eğer bu bir haksa, eğer sizin vicdanlarınızda bu? Yani ben eminim ki siz bunları söylerken vicdanınızdan, beyninizden geçenleri söylüyorsunuz. Ama bunların hayata geçmesi için ne yapılıyor? İşte, bugün, tam bu noktada, Kürt çocukları ana dilde eğitim talebinde bulundukları için, ana dilde savunma talebinde oldukları için altmış üç gündür cezaevindedirler.

Sizin göreviniz, Sayın Başbakanın bu söylediklerine karşı kalkıp, vicdanın sesine kulak vererek "Sayın Başbakanım, siz haksızlık ediyorsunuz çünkü bu söylemler, sizin söylemleriniz ve Kürtlerin talepleridir." Bunlar hayata geçerse iç barışımızı sağlayabiliriz ama öyle bir tek adam diktatörlüğü var ki bu ülkede, hepimiz korkmaya başladık ve bu savaş, bu siyasal rant hepimizi, hepinizi kirletti, asıl sorun burada.

Bakın, Diyarbakır Emniyet Müdürü çok insani bir talepte bulunuyor, çıkıp ne diyor? "Dağda ölenler için eğer gözyaşı dökemiyorsak insan değiliz." diyor. Bundan daha insani bir duygu olabilir mi? Bizler bu Emniyet Müdürünü çok iyi tanıyoruz; yani 1990'lı yıllarda Diyarbakır'da kalmış, faili meçhul cinayetleri iyi bilen, yani yakılıp yıkılan köylerde, o bölgede bulunan, o süreci yaşayan, işkenceden adam kaçırmaya kadar, JİTEM'e kadar bütün sürecin içerisinde olan birisidir ama bir öz eleştiri var ve bir keşkeler var. Çıkıp şunu söylüyor: "Keşke bunlar olmasaydı ve önce vatan değil, insan." diyor. Şimdi, bundan daha kutsal bir şey var mı? Eğer bu topraklarda insan yoksa vatanın ne anlamı vardır, bayrağın ne anlamı vardır? Hepimiz insanız, hepimiz insan için çaba sarf etmeliyiz. Bunu söylüyor, Sayın Arınç'tan ilk açıklama, çok olumlu ve insani olduğunu söylüyor. Vallahi, biz de çıktık bugün de söylüyoruz ama biz bunu söylerken, Sayın Başbakan bir gün sonra çıkıp "Hayır söyleyemezsiniz." dediği zaman, kimsenin geri adım atmaması lazım.

Vallahi hepimiz öleceğiz, gideceğiz. Bu mevkileri, makamları da belli bir süre sonra hepimiz terk edip gideceğiz ama önemli olan, bu halkın içerisinde onurlu bir şekilde yürümektir, dolaşmaktır. Yani Başbakan her şeye kadim değil ki, her şeyi bilecek noktada değil ki, yani herkesi azarlayacak noktada değil ki bütün gün boyu, mesela bizim grubumuzu, vekillerimizi aşağılayarak siyaset yapıyor ama ayıptır. Biz de o dili kullanabiliriz. Bu dil çözüme, bu dil barışa hizmet etmiyor ki. Ama o hakaret edecek, onun yandaşları da gelecek "Aman, Başbakan bu konularda zaman zaman sert yapıyor, siz cevap vermeyin." Ama nereye kadar? Ne yapacağız? Vallahi, bu çocukların burnu kanamasın diye, bu insanlar ölmesin diye birçok şeyi, biz de gerçekten yüreğimize taş basarak söylemiyoruz. Çünkü bu, çözüme katkı sunmaz ve geçen gün de söyledim, bugün de söylüyorum: Bizi ve geleceğimizi, bu ülkenin geleceğini, ne olursunuz, bir Cumhurbaşkanlığı seçimine heba etmeyiniz. Milliyetçi dalgalara oynamayınız. Size bu ülkede yüzde 50 oy veren bir halk var ve bu oyu verirken de "sorunlarımızı çözün" diyen bir halk var. Bu halkın sesine kulak veriniz ve bu açlık grevinde olan arkadaşlarımızın, kardeşlerimizin, yoldaşlarımızın ölmemesi için, bu gece, ne olursunuz, bir miktar empati yapın.

Bakın, ramazan ayında oruç tutan her arkadaşımız akşamı, iftarını sabırsızlıkla bekliyor, eğer günde 2 kez yemek yemezse oruç tutamıyor ama bu yiğitler altmış üç gündür? İddia ediyorum, böyle boş savurmak değil?

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

SIRRI SAKIK (Devamla) - ? Altmış üç gündür bu insanlar bedenlerini ölüme yatırmışlar. Bu noktada duyarlı olmanızı diliyorum.

Bizim, grup olarak zaten bu gensoruyu ciddiye almadığımızı paylaşmak istiyorum. (BDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkürler Sayın Sakık.