| Konu: | ANKARA MİLLETVEKİLİ ZÜHAL TOPCU VE 21 MİLLETVEKİLİNİN; BAKANLIĞI YÖNETEMEDİĞİ, YENİ OLUŞTURULAN SİSTEMLERİN VE PROJELERİN YÜRÜTÜLMESİNDE SORUNLAR YAŞANDIĞI VE ÖĞRETMENLİK MESLEĞİNİN İTİBARINI DÜŞÜRDÜĞÜ İDDİASIYLA MİLLÎ EĞİTİM BAKANI ÖMER DİNÇER HAKKINDA GENSORU AÇILMASINA İLİŞKİN ÖNERGENİN ÖN GÖRÜŞMELERİ |
| Yasama Yılı: | 3 |
| Birleşim: | 24 |
| Tarih: | 14.11.2012 |
CHP GRUBU ADINA MUHARREM İNCE (Yalova) - Teşekkür ederim.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Eğitim ciddi bir iştir, ciddiyet ister, ama bu ciddiyetten asık suratlılık anlaşılmamalıdır tabii ki.
Sayın Bakanı bazı çevreler önceden beri tanıyabilir ama biz Sayın Bakanı Başbakanlık Başdanışmanlığından ve Başbakanlık Müsteşarlığından beri tanıyoruz. Şimdi, bir kişinin, bir olayın çarşambası neyse perşembesi de odur.
19-21 Mayıs 1995. Sayın Bakanın bir Sivas konuşması var, "Laiklik bitmiştir, cumhuriyet bitmiştir, ulus devlet bitmiştir, cumhuriyet ilkesini ve işlevini kaybetmiştir; günümüz, mahallî kültürlerin öne çıktığı dönemdir." diyor.
Şimdi, bunları söyleyen bir kişi Türkiye Cumhuriyeti'nin bir numaralı memuru oluyor, Başbakanlık Müsteşarı oluyor. Bu sözler kendisine hatırlatıldığında ise "Sözlerimin arkasındayım." diyor. Şimdi de Millî Eğitim Bakanlığını bu sözlerine uygun şekilde yönetiyor. Biz şimdi, hâlâ çarşambadayız. Bakan 1995'te bir kitap yazıyor, kitabın adı: "İşletme Yönetimi" 21/10/2005 tarihinde YÖK kendisinin profesörlük unvanını elinden alıyor. 7/11/2005'te Sayın Dinçer itiraz ediyor, itiraz kabul edilmeyince 2008'de Bakan yargıya başvuruyor. Yargı, YÖK'ün kararını onaylıyor. Sonra, 2/5/2009'da Sayın Bakan, Çalışma Bakanı oluyor ve 27/7/2009'da Sosyal Güvenlik Kurumunun başına şu andaki Müsteşarı Emin Zararsız'ı atıyor. Üç ay sonra ise Emin Zararsız YÖK üyesi oluyor. YÖK üyesi olduktan sonra Emin Zararsız'ın ilk yaptığı iş, beş yıl önce Sayın Dinçer'in verdiği dilekçeyi gündeme almak oluyor.
ALİM IŞIK (Kütahya) - Vay, vay, vay, vay!
MUHARREM İNCE (Devamla) - 23/12/2010'da YÖK tarafından Ömer Dinçer'in hakları geri veriliyor. Yani hangi YÖK? "İsterse yapmasın!" denilen YÖK, yani emrindeki memuru amir olarak atadığı YÖK.
Değerli arkadaşlarım, mahkeme kararı ancak bir mahkeme kararıyla ortadan kaldırılır. Bir mahkeme kararı idari bir kararla ortadan kaldırılabilir mi? Hukukçulara soruyorum.
Sonra, Sayın Bakanı -yine çarşambadan devam ediyoruz- Yüzüncü Yıl Üniversitesindeki Yücel Aşkın olayında savcıya telefon etmesiyle tanıyoruz. Sonra, aile bireylerini tanımaya başladık, Sayın Bakanın kardeşini tanıdık. Sağlık Bakanlığında sıradan bir doktor olan kardeşi, Bakanlığın Dünya Bankasıyla destekli bir projesi için açtığı saha koordinatörlüğüne 7 bin dolarlık maaşla atanıyor. Kardeşini de böyle tanıdık.
Demek ki Sayın Bakanın çarşambasında laiklik karşıtlığı var, cumhuriyet karşıtlığı var, Atatürk karşıtlığı var, yargıya müdahale var, makamının imkânlarını kendisi ve çevresi için kullanmak var.
Şimdi gelelim perşembeye. Sayın Bakanın ilk icraatı 652 sayılı Kanun Hükmünde Kararname. Bu kararnameyle teşkilat yapısını topyekûn değiştiriyor Sayın Bakan ve bu kararnameyle Millî Eğitim Bakanlığının yetkileri, görevleri değiştiriliyor.
Bakınız, değiştirilenler neler:
Atatürk ilke ve devrimlerine bağlılık.
Ailesini, vatanını, milletini seven bireyler yetiştirmek.
Türkiye Cumhuriyeti'nin temel ilkelerini bilen bireyler yetiştirmek.
Türkiye Cumhuriyeti'ne karşı görev ve sorumluluklarını bilen ve bunları davranış hâline getiren bireyler yetiştirmek.
Bunları değiştiriyor Bakan. Yani diyor ki: Millî Eğitim Bakanlığının görevleri arasında artık bunlar yoktur. Ailesine, vatanına, milletine bağlılık, böyle bir görevimiz yoktur diyor. Türkiye Cumhuriyeti'nin temel ilkelerini bilen bireyler yetiştirmeyeceğim diyor. Bunların yerine, uluslararası ve yerli iş dünyasına uygun insan yetiştirmek diyor Millî Eğitimin görevleri arasında. Yani piyasa adamı yetiştirmek istiyor. Yurttaş yetiştirmek istemiyor. Tarih bilinci olan, ulus bilinci olan yurttaş yetiştirmek istemiyor, piyasa adamı yetiştirmek istiyor.
Üniversitede bunu yapabilirsiniz, ona itirazım yok. Temel eğitimde bunu yapmak ancak sömürge ülkelerinde mümkündür. Bu anlayış ancak devşirilmiş kafalar tarafından yapılabilir.
Değerli arkadaşlarım "Bunları neden çıkardın?" diye sorduklarında, Sayın Bakan "İdeolojikti, ondan çıkardık." diyor. Yani vatanını, milletini sevme ideolojisinden korkan bir Bakan.
Bu kanun hükmünde kararname ile üst düzey yöneticiler görevlerinden alındı, maaşları artırılarak görevlerinden alındı yani maaşa zam, işe son yapıldı. Kaç kişi bunlar? 620 kişi toplama kampına çekildi. Bu memurlar kimler? AKP döneminin bürokratları. Kendi arkadaşlarıyla bile çalışmayıp en samimi arkadaşlarını getireceğim diye milletin parası çarçur edildi. Bankamatik memuruna maaş bulundu ama ataması yapılmayan öğretmenlere bulunmadı.
Sayın Bakan, siz nasıl bir işletme profesörüsünüz? Özel sektörde bunu yapsanız sizi kapının önüne koyarlardı. Kaynakları verimli kullanmak işletme profesörünün ilk işi değil midir?
Bu kanun hükmünde kararname ile görevden alınan millî eğitim müdürlerinin 16'sı tekrar atandı, 65 vekâleten atama yapıldı. 21/11/2011 tarihinde Bakan bir genelge yayımladı. Genelgesine göre "Yönetim görevlerinde esas olan, yönetimin atanma şartlarını taşıyanlar ile yönetilmesidir." diyor, yani diyor ki: "Vekâleten birini atadığınızda, o kişi asaleten gelenlerin şartlarını taşımalıdır."
Sayın Bakan, 65 atamanızın 8'i kendi genelgenize uygun değil. Celalettin Ekinci, İsmail Çetin, Pervin Töre, Lütfiye Deneri, Yakup Sarı, Mustafa Altınsoy, Coşkun Esen, bunlar il millî eğitim müdürleri, hiçbirisi kendi genelgenize uygun değil.
Bir işletme profesörü işe uygun olmayan bir kişiyi işe alır mı yani liyakati esas almaz mı, sadakati niye esas alır? İş deneyimi olmayan birisini, şartları tutmayan birisini, siz bir fabrikanın genel müdürü olsaydınız Sayın Bakan, bunları o fabrikaya alabilir miydiniz?
Sayın milletvekilleri, eğitimin temeli öğretmendir. Öğretmeni yüceltmeyen, öğretmenin sorunlarına duyarlı olmayan, öğretmeni için empati yapmayan bir bakan başarılı olamaz.
Ömer Dinçer'in öğretmenlere yönelik sözlerine bir bakalım, onları dışlayan, onları yaralayan, onları inciten sözlerine bir bakalım: "Üç ay tatil yapıyorlar." Allah aşkına, siz, bunu size kim söylediyse, onu hemen görevden alın. Üç ay tatil yapan öğretmenler değil Sayın Bakan, öğrencilerdir. Size bu bilgiyi kim verdi?
ALİM IŞIK (Kütahya) - Onlar gelecekte öğretmen olacaklar.
MUHARREM İNCE (Devamla) - İki: "Beş çayını Paris'te içiyorlar."
Üç: "Her gün altın, don, pijama günü yapıyorlar."
Sayın Bakanın gafları öğretmenlerle sınırlı değil, madenciler için de "Güzel öldüler." demişti. Atanamayan öğretmenlere ise en kötüsünü söyledi. Bakınız, tekrarlıyorum bunu: "Ben, öğretmen olmak isteyenleri Eminönü Camisi'nin önünde bekleyen güvercinlere benzetiyorum. Bekliyorlar ki biri önlerine yem atsın. Allah'tan çocuklarım memur olmadılar." diyor. Sayın Bakan, çok doğru söylüyorsunuz.
OKTAY VURAL (İzmir) - Ne olmuş çocuğu?
MUHARREM İNCE (Devamla) - Çocuklarınız memur olmamış ama Türk Hava Yollarında güzel bir işe girmişler. (MHP sıralarından "Oo" sesleri) KPSS'yle mi girdiler? Hiç sanmıyorum.
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI ÖMER DİNÇER (İstanbul) - İftiranın sonu yok, istediğin kadar söyleyebilirsin.
MUHARREM İNCE (Devamla) - Şu oğlanın bordrosunu bir çıkarsan, ortaya koysan da bir de öğretmenler görse o bordroyu, olur mu? Bir de onu bir görseler. (CHP sıralarından alkışlar)
OKTAY VURAL (İzmir) - Vay, vay, vay, vay!
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI ÖMER DİNÇER (İstanbul) - Şimdi koyacağım, göreceksiniz.
MUHARREM İNCE (Devamla) - Sayın Bakan, eş durumundan özür grubunu kanun hükmünde kararnameyle ikiden bire düşürdünüz. "Hiçbir şekilde taviz vermeyeceğiz." dediniz. Önce "156 bin" dediniz, sonra öğrendiniz ki 22 binmiş! Ben size mektup yazdım, mektubuma cevap bile vermediniz. Orası kimsenin babasının çiftliği değildir. Hani millî irade, hani demokrasi, hani hukuk, hani hesap sorma, hani muhalefetin hakkı? O bürokratlarınıza söyleyin, o mektuplarıma, o yazılarıma cevap versinler.
Sayın Bakan, ailenin korunması anayasal hak olmasına rağmen, bunu kullandırmayacağınızı söylediniz. Sonra, bu insanlar Başbakana ulaştı, Başbakan "Çözün." dedi. Kanunla olması gerekirken bu çözümü genelgeyle yaptınız. Bu nasıl bir yönetim anlayışıdır Sayın Bakan? Çelişkili açıklamalar yapmaya devam ettiniz.
Millî Eğitim Bakanlığından ancak şunlar istenebilir: Sorununuz varsa sakın Bakana gitmeyin, çözemez; ya seçimi bekleyeceksiniz ya Başbakana ulaşacaksınız. Eş durumu tayinini Başbakan çözdü, yarım çözdü o da. Sözleşmeli öğretmenlerin kadroya alınmasını seçim çözdü. SBS'nin 3'e çıkarılmasının yanlışlığı Batman'da bir öğrenci Başbakana söyleyince çözüldü. Okullarda velilerden toplanan paralar Başbakanın talimatıyla çözüldü. İlk çıkan öğrenci affı Başbakanın talimatıyla oldu. Millî Eğitim Bakanlığından artık sorun çözmeyi kimse beklemesin.
Değerli arkadaşlarım, gelelim 4+4+4'e yani "dert+dert+dert"e. Bizim eğitim tarihimiz ne yazık ki bir yapboz tarihidir. Gelen de reform yapıyor, giden de reform yapıyor! Bir uygulamayı getirme gerekçesi reform, uygulamayı ortadan kaldırma gerekçesi de reform. Getirirken reform, kaldırırken reform. Örnek mi istiyorsunuz? Bakın, söyleyeyim: Önümüzdeki yıl SBS kaldırılacak. Gazetelere bir bakın? LGS, SBS oldu, adı reform oldu. SBS 3'e çıkarıldı, adı reform oldu. SBS 1'e indirildi, reform oldu. SBS kaldırılıyor, bu da reform.
1983'te, altmış aylık çocukları biz okula başlattık, bu 1986'ya kadar devam etti. 442.722 öğrenciyi kaydettik biz. O günkü gerekçeyle bugünkü gerekçe aynı. "Çağdaş ülkeler böyle yapıyor, çocuklar iyi besleniyor, çabuk öğreniyor, onun için bu yapılmalı." denmiş 1983'te, bugün de aynısı söyleniyor. Peki, 1986'da niye vazgeçtik, bunu kimse konuşmuyor.
Değerli arkadaşlarım, 1986'da, raporda şöyle yazılmış: "Sınıflar yetersiz, araç gereç ve yardımcı personel yetersiz, öğretmenler hazır değil." Bugün de aynı gerekçeler ortadadır.
Değerli arkadaşlarım, 1983-1986 arasında çok ilginç bir başarısızlık gerekçesi var, diyor ki: "Yoksul çocukları daha az başarı gösterdiler." "Yoksul çocuklar daha az başarı gösterdiler." Bu sistemde de yoksul çocuklar daha az başarı gösterecek. O günlerde de, 83'te de velilerin, öğretmenlerin yüzde 70'i buna karşıydı, bugün de karşı ama tek fark var, o günlerde karşı olanlara "Ergenekoncu, PKK'lı" denmiyordu, bugün karşı olursanız "Ergenekoncu, PKK'lı" damgasını yiyorsunuz.
"Öğretmenleri mağdur etmeyeceğiz." dediniz, öğrenci mağdur, veli mağdur, öğretmen mağdur, herkes mağdur, bir tek kazanan sermaye oldu. Bakın, bu sermayenin kazanması çok ilginçtir. İş yerlerinde stajyer sayısı yüzde 10'u geçemezdi yani 300 kişi çalışıyorsa 30 stajyer olacak. Bunu kaldırdınız yani ucuz iş gücünün yolunu açtınız yani siz, sermayeden yana tavır koydunuz. Fakir fukara çocuklarının o işletmelerde "stajyer" adıyla ucuz iş gücü yaratmalarını sağladınız. Yine, onlara dağıtacağınız tabletleri kamu ihale kapsamının dışına çıkararak sermayenin önünü açtınız.
Türkiye açlık grevlerini konuşuyor ama atanamadığı için intihar eden 36 öğretmeni konuşmuyor.
Türkiye Cumhuriyeti'nin en önemli kurumu olan Talim Terbiye Kurulunu yok ettiniz Sayın Bakan.
Yine, Osmanlıcayı yabancı dil yaparak tarihe geçen ilk bakansınız Sayın Bakan.
Hakkında tekerleme uydurulan ilk Millî Eğitim Bakanısınız. Bakın, ne diyor öğretmenler biliyor musunuz: "Bir öğretmen bir öğretmene, gel beraber tayin isteyelim de Ömer Dinçer hangi gerekçeyle engelleyecek demiş." "Bir öğretmen bir öğretmene, gel beraber tayin isteyelim, Ömer Dinçer bir genelgeyle nasıl engelleyecek görelim demiş." Bu artık, öğretmenler arasındaki en çok kullanılan tekerlemelerden birisi.
Sayın Bakan, sizin bürokratlarınızı sizin önünüzde uyarıyorum: Soru önergelerime verdiğiniz yanıtlar yalandır, palavradır, komiktir, ayıptır. Yanlış ve yalan bilgi veriyorsunuz. Benim elimde olan belgelere "yok" diyorsunuz. O belgeler benim elimde var, sizi mahcup ederim. Bekletiyorum, tek tek, onları zamanı gelince bu kürsüden anlatacağım. Örneğin -bürokratlarınıza söyleyin araştırsınlar- İstanbul Lisesiyle ilgili belge benim elimdedir, zamanı gelince ortaya koyacağım. Ben, şimdi, sadece, size bunları devletin kayıtlarına geçmesini istediğim için soruyorum. Devlet yönetmek ciddi bir iştir.
Yine, bugün, burada, Sayın Hüseyin Çelik ve Sayın Nimet Baş yok galiba. Sanırım size güvenoyu vermiyorlar.
OKTAY VURAL (İzmir) - Ya da birbirlerine girmişler.
MUHARREM İNCE (Devamla) - Bir başka konu ise şu: Siz on yıllık İktidarınızda eğitimin hangi konusunu çözdünüz? On yılda bir tek sorun çözülebildi mi? Bakınız, eğitimin temel sorunları bellidir. Bunlardan birisi nitelikli eğitimdir. Bilgisayar almak, tablet almak eğitimin sorunu değildir, basarsın parayı bir günde halledersin. Önemli olan eğitimin niteliğini yükseltmektir. Bu konuda bir arpa boyu yol gittiniz mi? PISA sınavlarındaki durumumuz nedir?
İki: Kalabalık sınıflarda neredeyiz? Atanamayan öğretmenler sizi bekliyor. Okula erişim ne durumda? Fırsat eşitliği ne durumda? Yapısal sorunların tümü duruyor.
Sayın milletvekilleri, yine, öğretmenlerin öğrencilere şiddet uyguladığını duyardık da, son yıllarda, AKP İktidarıyla birlikte öğrencinin öğretmene şiddeti korkunç boyutlara ulaştı. Servis şoförlerinin öğretmeni dövmesi, öğrencinin kendisini derse almayan öğretmeni kalbinden bıçaklaması, baba ve oğlunun öğretmenin kolunu kırması, liseli öğrencilerin öğretmenini darbetmesi. Bunlar artık o kadar çok olmaya başladı ki.
Yine bir başka konu, mesleki haklarını korumaya çalışan öğretmenlere karşı -öğrenciler şiddet uyguluyor ama- devletin kendisi de şiddet uygulamaya başladı. Onlara biber gazıyla, tazyikli suyla, copla saldırdınız.
Sayın Bakan, "Ana dilde eğitim yapılmıyor." diye okulu yakan kafayla, "Hasta tedavi edilmiyor." diye hastaneyi yakan kafa da aynı kafadır. Bu, doğru bir kafa değildir, 21'inci Yüzyılın kafası değildir, 2012'nin mantığı değildir.
İktidarınızda eğitimin temel sorunlarından hiçbirisi çözülmedi. Öğretmeni esas almayan, eğitimin odağına öğretmeni oturtmayan, öğretmeninin sorunlarını çözmeyen, iş barışını engelleyen, çalışma koşullarını yok eden, liyakatsiz insanları öğretmenlerin başına müdür yapan, amir yapan, il millî eğitim müdürü yapan yani bu tür yeteneksiz insanları, sırf bizden diye, likayatlerini devre dışı bırakarak, sadece sadakatini öne çıkartarak hiçbir yere varamazsınız. Kadrolaşabilirsiniz, onları genel müdür yapabilirsiniz ama ülkenin geleceğini satarsınız, geleceğini yok edersiniz. Millî Eğitim Bakanlığında bir kişinin uzman olması, müdür olması, yönetici olması sağcı solcu olmasıyla, CHP'li AKP'li olmasıyla, din dersi öğretmeni, fizik öğretmeni olmasıyla ölçülmemelidir, iyi yönetici olup olmamasıyla ölçülmelidir. Ne yazık ki bunların hiçbirini yapmadınız. En çok değer verdiğimiz çocuklarımızı ne yazık ki bu okullarda okutmak zorunda kalıyoruz ve bir öğretmen olarak diyorum ki -sön söz olarak diyorum ki- çocuklarınızı Millî Eğitim Bakanlığından koruyunuz.
Hepinize teşekkür ediyorum.
Saygılar sunuyorum. (CHP ve MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkürler Sayın İnce.