| Konu: | ANKARA MİLLETVEKİLİ ZÜHAL TOPCU VE 21 MİLLETVEKİLİNİN; BAKANLIĞI YÖNETEMEDİĞİ, YENİ OLUŞTURULAN SİSTEMLERİN VE PROJELERİN YÜRÜTÜLMESİNDE SORUNLAR YAŞANDIĞI VE ÖĞRETMENLİK MESLEĞİNİN İTİBARINI DÜŞÜRDÜĞÜ İDDİASIYLA MİLLÎ EĞİTİM BAKANI ÖMER DİNÇER HAKKINDA GENSORU AÇILMASINA İLİŞKİN ÖNERGENİN ÖN GÖRÜŞMELERİ |
| Yasama Yılı: | 3 |
| Birleşim: | 24 |
| Tarih: | 14.11.2012 |
BDP GRUBU ADINA HÜSAMETTİN ZENDERLİOĞLU (Bitlis) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına gensoru hakkında söz almış bulunmaktayım. Bu vesileyle, hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Bilindiği gibi, bugün 64'üncü gün, gelinen aşama çok kritik. Hükûmetin ölümlere karşı vurdumduymazlıktan gelmesi, ölümlerle karşılaşma riski her saat artmaktadır. Destek amaçlı kitlesel açlık grevi başlamaktadır; içeride 10 bin, dışarıda 10 bin. Siz bu çığlıklara sırtınızı çeviremezsiniz. Cezaevlerinde yaptığımız incelemede gördük ki kanamalarla, kilo kaybı, tansiyon düşmesi, sıvı alma güçlüğüyle karşı karşıyadırlar. Bu çığlığı, tüm insanlar, kendine "Demokratım, insanım." diyen? Çağrımız insani ve vicdanidir. Gelin, bu sorunu hep birlikte çözelim. Yarın çok geç olabilir, şimdiden el ele verelim, bu sorunu çözelim.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye'nin eğitim karnesine baktığımızda, kuşkusuz çok iç açıcı olduğunu söyleyemeyiz. Zaten eğitim sistemi iyi işlemiyordu, 4+4+4 ile tam bir kargaşa yaşandığı da gözler önündedir. Okul öncesi eğitim dışında tutularak ilkokul, ortaokul, lise eğitimi zorunlu hâle getirildi. Ancak, 3'üncü kademede olan liselere getirilen açık öğretim sistemi daha şimdiden "12 yıl eğitim" söylemini boşa çıkarmıştır.
Dünya genelinde Türkiye halkı okuma becerisinde 32'nci, eşitsizlikte 84'üncü, cinsiyet eşitsizliğinde ise 77'nci sıradadır. Ülkemizde yüzde 4,87 hâlâ okuma yazma bilmemektedir; bu çağda büyük bir ayıp olarak değerlendiriyorum. Ayrıca, okullaşma sorunu hâlen tam anlamıyla çözülmemiştir. AKP'nin İktidar olduğu son on yılda, eğitim bütçesinden yatırımlara ayrılan pay 4 kat azalarak, yoksul halk kesiminin çocuklarının eğitim masraflarını üstlenmesi gerekirken daha çok aileye yükümlülük getirmiştir Eğitim alanındaki kaynak kullanımı düştükçe halkın cebinden yaptığı eğitim harcamalarının miktarı yükselmiştir. Millî Eğitim Bakanlığı, 4+4+4 düzenlemesinde her ne kadar "Zorunlu eğitimi 12 yıla çıkardık." dese de aslında, zorunlu eğitim 4 yıla indirilmiştir Sayın Bakanım.
Bir taraftan örgün eğitimin 12 yıl zorunlu olduğunu iddia ederken, diğer taraftan ise lise eğitiminin örgün eğitim dışına çıkarılması büyük bir çelişki değil mi? Burada amaçlanan şey şudur: Mesleki ortaokulların açılmasıyla birlikte çocuk emeğinin sömürüsü ortaya çıkacaktır. Bu, sömürüyü artıran işaretlerden başka bir şey değildir.
Bu eğitim sistemi, 4 yıldan sonra fakir ailelerin kız çocuklarının gelin olmasının önünü açarak yasalaştırılmıştır. İşte, buradaki görünümü hepiniz görebilirsiniz.
2'nci 4 yıllık dönemde ise yönlendirme, çıraklık ve staj gibi uygulamalar sonucu doğrudan iş gücü piyasasının içine çekilmesi söz konusudur. Seçmeli olan bazı dersler zorunlu olacak ve bu dersleri seçmeyen öğrenciler şimdiden dışlanmaktadır.
Millî eğitim bütçesinin önceki yıla oranla yüzde 20 arttığı görülmektedir. Bu artışı önemsiyoruz. Bu önemsemeyle birlikte yeterli olmadığını da açıkça söylüyoruz. Kaldı ki bu artışın en büyük nedeni 4+4+4 olarak bilinen eğitimdeki yapısal dönüşümün Millî Eğitim bütçesine getirdiği devasa yüktür.
Ayrıca, bütçenin yüzde 70'inin personel giderlerine, yüzde 11'inin sosyal güvenlik devlet primi giderlerine harcandığı görülmektedir. Eğitim bütçesi içinde asıl bakılması gereken mal ve hizmet alımı giderlerinin oranı ise sadece yüzde 8'dir. Eğitimde ticarileştirme ve özelleştirme uygulamaları, geçtiğimiz on yıl içinde planlı bir şekilde adım adım hayata geçirilmiştir.
Eğitim hizmetleri veren kamusal olmayan şirketlerle yönetim anlaşmaları yapılması, toplumun eğitimi parasal olarak desteklemesini teşvik edici önlemler alınması gibi farklı uygulamalar da hayata geçirilmektedir.
2003 yılından itibaren eğitimde kadrolu istihdam yerine sözleşmeli, ücretli, taşeron ve 4/C uygulamalarının aracılığıyla istihdam edilen parçalı ve güvensizliğe dayanan bir yapı oluşturulmaktadır. Devletin elinde yeterli sayıda kadrolu öğretmen atayacak, yeterli derslik ve okul yapacak kaynaklar varken, bu kaynakların -kamu okullarına aktarılmak yerine- her biri aynı zamanda birer ticari işletme olan özel okulları destek amacıyla kullanılmaktadır.
AKP İktidarının bir diğer önemli rant projesi kuşkusuz FATİH Projesi'dir. FATİH Projesi kapsamındaki akıllı tahtalardan, tabletlerden, içerikli yazılımlardan İnternet'e kadar pek çok alanda Kamu İhale Kurumu (KİK) devre dışı bırakılırken bunun üzerinden yaklaşık 100 milyar lira rant sağlanacağı tahmin edilmektedir.
Hakkâri'de bir öğrenci ile İstanbul'da özel okuldaki öğrencinin sadece tablet bilgisayarından izlediği bir ders ile eşit fırsatlara sahip olamayacağı çok açıktır, tıpkı burada görüldüğü gibi.
Bakınız, Sayın Bakanımız her söz aldığında, eğitime ilişkin kavramlardan çok piyasaya ilişkin kavramlar kullanmaktadır. Daha çok piyasaya ilişkin olan bu kavramlar ile eğitimde nitelik piyasanın acımasız rekabet koşullarına indirgenmiş durumdadır.
2012 bütçesi görüşmelerinde, Millî Eğitim Bakanının en büyük amacını "öğrencileri uluslararası rekabete hazırlamak" olarak açıklaması resmin ne kadar piyasaya ilişkin olduğunun en açık göstergesidir.
Öğretmenlik aydın kimliğiyle ön planda olan, özel ihtisas gerektiren saygın bir meslektir. Köy enstitülerinden günümüze değin, değişik kurumlarda bu öğretmenler eğitiliyordu ama maalesef, bugün, tüm fakültelerde eğitilen insanların birçoğu iş bulamadığından dolayı öğretmen olmak istiyor veya birini bulup araya koyduktan sonra bir atamayla bu işi halletmeye çalışıyor. Fakat 1980'lerden günümüze, neoliberal ekonomik politikalar temelinde öğretmenler yoksullaştırılmakta, mali ve özlük hakları bir bir ellerinden alınmaktadır. Aydın kimlikleri aşındırılarak öğretmenlik mesleği hızla itibarsızlaştırılmaya çalışılmaktadır. AKP döneminde bu çabaların daha da yoğunlaştığını, öğretmenlik mesleğinin ne kadar niteliksizleştirildiğini görmekteyiz. Öğretmen maaşları açlık sınırının altına düşürülmüş, ek ders ücretleri gasbedilmiştir. İl içi, il dışı ve özür durumu, yer değişikliği hakları sınırlandırılarak on binlerce öğretmen mağdur edilmiştir, binlerce öğretmenin aile bütünlüğü bozulmuştur. Burada, acaba ailenin ne kadar kutsal olduğunu Sayın Bakanımız görebiliyor mu diye sormak istiyorum.
Yüz binlerce öğretmenin ataması yapılmamış, düşük ücret, iş güvensizliği, esnek istihdam koşullarında çalıştırılan ücretli öğretmen uygulaması genişletilmiştir. Öğretmenlerin örgütlenme hakkı engellenmiştir. Yandaş sendikalı olmaları konusunda baskı uygulanmıştır. Bütün bunlara rağmen örgütlenen öğretmenler ise polis copu, gazı ve operasyonlarla yıldırılmaya çalışılmıştır. Bugün Eğitim-Sen'in 30 öğretmeni tutukludur. Biz, BDP olarak, öğretmenlik mesleğinin AKP politikaları ve Millî Eğitim Bakanının söylemleriyle itibarsızlaştırılmasına, öğretmenlerin haklarının birer birer gasbedilmesine, neoliberal politikalar ile öğretmenlik mesleğinin dönüştürülmesine "dur" demeye, öğretmenlerin yükselttikleri mücadeleyi desteklemeye devam edeceğiz. Bilimsel, demokratik nitelikli bir eğitim yaratmak ve tüm eğitim emekçilerinin insanca yaşayabilecekleri ve meslekleri ile bütünleşebilecekleri bir yaşam için mücadelelerini her zaman desteklemeye de gayret göstereceğiz.
Devletin -ihmal ya da kasıt- tutumu sonucu yaşamını yitiren çocuklar: Bir ülkede eğitimin niteliğinden bahsederken ilk bakılması gereken gösterge o ülkede insan yaşamına ne kadar önem verildiğidir. Yaşam hakkı kutsaldır ve hiçbir gerekçe ile -devlet dâhil- hiçbir güç tarafından müdahale edilemez. 27 Aralık 2011 tarihinde, Şırnak Uludere'de, Roboski köyünün yakınlarında, İsrail yapımı Heron'lardan edinilen istihbarat sonucu, F-16'larla aralarında çocukların bulunduğu 35 sivil yurttaşımız bombalanarak katledildi. 35 sivil yurttaşın 19'u çocuktu. Devletin -ihmal ya da kasıt- tutumu sonucu yaşamını yitiren, yalnızca Uludere katliamında yaşamını yitiren çocuklar değildir; son altı yıl içinde Ceylan Önkol, Uğur Kaymaz dâhil 59 çocuk bu nedenle yaşamını yitirmiştir, bunlardan 25'i ilköğretim çağında olan çocuklardır.
Ulus devlet sınırları içinde tek devlet, tek bayrak, tarih, dil adına, ne kadar yerel zenginlik varsa neredeyse hepsi ortadan kaldırılmış ya da itibarsızlaştırılmıştır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ana dil aslında doğal olarak her insanın hakkıdır. Dil aslında bir iletişim aracıdır da. Her dil, o dili konuşan toplumun tarihinin, kültürünün taşıyıcısıdır. Bir diden fazla dil bilmenin kişiye katacağı zenginlik önemlidir. Her birey için, her insan için ana dil çok önemlidir. Ana dil, kişinin dünya ile iletişim kurma sürecinde öğrenmeye başladığı, dolayısıyla kişinin kimliğinin, duygusunun, zihinsel gelişiminin ayrılmaz bir parçasıdır. İkinci dil öğrenmediğimizde bir eksiklik yaşamayabiliriz ama ana dilimizi yitirdiğimizde benliğimizin ve kimliğimizin duygusal ve zihinsel bütünlüğü eksik kalır. Dil zenginliği, o toplulukları güçlendirir. Dil bir halkı birleştiren, ortak hedeflere yönelten, sosyal olarak kendini yeniden üreten bir kültür mirası ve o halkın, o topluluğun zenginlik kaynağıdır.
Bir toplumun kimliğini, kültürünü belirleyen özünde dildir. Kim, hangi dille konuşursa konuşsun, halk için bir kültür anıtıdır. Dilin kullanılması, korunması o toplumun, o halkın kendi has özelliklerini oluşturur. Ne yazık ki günümüzde binlerce dil yok olmuş, birçok dil de yok olma tehlikesiyle yüz yüzedir. Ana dil yasaklanması, en ağır? Hiç kuşkusuz, ana dildeki eğitimin yasaklanmasıdır çünkü burada amaç şudur: "Siz dünyayla konuşmayın, ilişki geliştirmeyin." Hâlbuki, insan olmanın en doğal hakkı, kendi ana diliyle kendini özgürce ifade etmesidir.
Bugüne kadar, dünyada 6 bine yakın dil konuşuluyor. Bu dillerin tümü 200 ülkede konuşuluyor. Bu da gösteriyor ki tek dillilik değil, daha çok dilli olmalıdır. Bazı ülkelerde yüzlerce dil konuşuluyor. Yeni Gine'de 850, Nijerya'da 427, Kamerun'da 270, Hindistan'da 380, daha dün Başbakanımızın ziyaret ettiği ülkede, Endonezya'da 670 farklı dil konuşulmaktadır. Bu politikalar? Eskiden şu söyleniyordu: "İşte, dil bölünmeyi getirir." Öyle bir şey yok. Bu politikalar? İnsan iki dilinden birini kimlik dili, diğerini ise ortak anlaşma dili olarak kullanmalıdır. Çift dilli olmanın zihinsel ve dilsel gelişime olumlu etkileri vardır. Farklı dillerin varlığını inkâr eden, tek dil, tek millet ideolojisi artık terk edilmelidir. Dillerin önündeki engeller kaldırılmalı, toplumsal bütünleşme sağlanmalıdır, çok dilde eğitim politikaları oluşturulmalıdır. Bazı ülkelerde egemen dilin yanı sıra ikinci dil ile eğitim görülmesi hukuki ve doğal bir haktır. Ana dil meselesi iktidar için o kadar önemli bir alan oluşturmuştur ki Türkçenin dışında kullanılan ana dillere ilişkin sergilenen katı tutum, eğitimde ana dile yer verilmesi gerektiği konusundaki en ufak talepler karşısında dahi cezalandırma yoluna gidilmesine yol açmıştır.
Eğitim-Sen'in Tüzüğü'nde yer alan "Eğitim-Sen, toplumun bütün bireylerinin demokratik, laik, bilimsel ve tarafsız bir eğitim, kendi ana dilinde eşitlik içinde özgürce yararlanabilmesini savunur." ifadesi nedeniyle kapatılma tehlikesiyle yüz yüzedir.
Türkiye, egemenleri tarafından ana dili öğrenme ve ana dilde eğitim talepleri güvenlik sorunu, bölünme sorunu olarak algılanıp buna uygun nasıl düzenlemeler yapılabilirin arayışı içindedir. Bu yaklaşım sonucu, Türkiye'de başta Kürtçe olmak üzere, Süryanice gibi diğer diller inkâr ve asimilasyon politikalarına maruz kalmıştır. Türkiye'de konuşulan yaklaşık 36 dilin yarısından fazlası yavaş yavaş yok olmaya başlamış durumdadır ancak bu dillerden 15 tanesi hâlen yaşamaktadır. Bu dilleri destekleyen akademik araştırma merkezleri, eğitim ve kullanım alanları yaratılmamış, hatta bildiğimiz gibi, bu dillerin ezici çoğunluğu yok sayılmıştır.
Türkiye'de Kürt sorununun temel dinamiklerinden birini oluşturan ana dilde eğitime ilişkin taleplerin ne olduğu, Kürt dilinin ne kadar, nerede, nasıl öğretileceği, çalışılacağı ve araştırılacağı üzerine araştırma yapılmalıdır.
Günümüzde dünya ülkelerini incelediğimizde, Birleşmiş Milletler üyesi 194 ülkenin 113 devletinde birden çok resmî dil olduğu, İsveç, Almanya, Hindistan gibi birçok ülkede de ana dilde eğitim ve öğretim yapıldığı görülmektedir. Halkların ana dilini sahiplenmek için verdiği mücadele sonucu kazanılan haklar ile bugün birçok sözleşme ile uluslararası metinde ana dilde eğitimin önemi vurgulanmaktadır ve hiç kimsenin ana dili öğrenmekten alıkonamayacağı bir gerçektir.
Eğitim sistemi, ilköğretimden başlamak üzere üniversite sırasına kadar sınav merkezi hâline gelmiş durumdadır. Bir öğrenci, ilköğretimden başlayarak yükseköğretim sonuna kadar on altı yıllık eğitim hayatı boyunca yaklaşık 750 sınava giriyor. Bu -arkadaşlarımız ifade ettiler- KPSS sorunu olsun üniversite sorunları olsun bu yıl çok şaibeli bir biçimde topluma arz edildi. Ne kadar doğru ne kadar yanlış olduğuna dair henüz resmî ağızlar tarafından tatmin edici bir beyan da yoktur.
Çocuk gelişim uzmanları, eğitimciler, 0-6, 3-5, 5-6 gibi yaş kategorilerini genellikle oyun çağı çocuğu ve okulöncesi çocuğu olarak sınıflandırmaktadır. Bu yaş grubu çocukları dikkat süreleri, bir konuya motive olma durumları, kişisel ihtiyaçları karşılamada başkasının yardımına gereksinme duyan grup olarak ifade edilmektedir. Zaten bu okulların açılışında hepiniz gördünüz, böyle bir okullaşma, böyle bir sınıflaşma hazır olmadığı hâlde, çocukların boyunda lavaboların olması, hatta çocukların doğal ihtiyaçlarının giderilmesi konusunda bir başkasının ne kadar yardımına ihtiyaç duydukları ortadadır. Birçok çocuğun ebeveynleri onları terk ettiğinde ağlamaklı olduklarını tümümüz televizyonlarda zaman zaman izledik.
2011 yılı verilerine göre, büyük çoğunluğu Kürt illerinde olmak üzere, toplam 539 yatılı ilköğretim okulu bulunmaktadır. Bu okullarda, 115.689'u kız, 131.874'ü erkek çocuk olmak üzere, toplam 247.563 öğrenci eğitim görmektedir?
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
HÜSAMETTİN ZENDERLİOĞLU (Devamla) - 12.990 öğretmen bu okullarda çalışmaktadır. Kısaca kamuoyumuzda YİBO olarak bilinen yatılı ilköğretim bölge okulları, Kürt çocukları arasında âdeta asimilasyon merkezi olarak işlev görmüştür. Bu okullar birer kışla eğitimine yöneldi, hatta bunlara "ölüm okulları" deniliyordu. Özel yetkili valiler, Abdullah Doğan'ın 1938'lerdeki söylemiyle, Kürt çocuklarına Türkçeyi öğreterek iyi birer Türk vatandaşı olarak yetiştirmelerinde YİBO'ların önemine sıkı sıkı vurgu yapmıştır. Hâlen?
BAŞKAN - Sayın Zenderlioğlu, süreniz tamam efendim.
HÜSAMETTİN ZENDERLİOĞLU (Devamla) - Bu temelde çocukların iyi birer dünya vatandaşı olmaları için, çevre bilinci, cinsiyet eşitliği, insan hakları, çok kültürlü, çok dilli yurttaşlık hakları, demokratikleşme sürecinin iyi eğitimli, çoğulcu, özgürlükçü bir kişiliği kazandırmak gerektiğine inanıyorum.
Hepinize sevgi ve saygılarımı sunuyorum. (BDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Zenderlioğlu.