GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Yükseköğretim Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarı ve Teklifi münasebetiyle
Yasama Yılı:3
Birleşim:94
Tarih:02.05.2018

HDP GRUBU ADINA MAHMUT TOĞRUL (Gaziantep) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Değerli milletvekilleri, evet, Yükseköğretim Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair -556 sıra sayılı- Kanun Tasarısı üzerine grubum adına söz aldım. Bu vesileyle Meclis çalışanlarımız dâhil herkesi saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlar, şimdi bu tasarı incelendiğinde aslında iki başlık söz konusu. Birincisi, bazı üniversitelerin bölünmesi; ikincisi, bazı yeni üniversitelerin kurulması meselesi. Bunları ayrı ayrı ele alalım. Bakın bazı üniversitelerin bölünmesine: Öncelikle gerekçe olarak öğrenci sayısının arttığı ve yönetilemez olduğu fikrinden hareket edilerek bölünmesi gerektiği düşünülüyor. Değerli arkadaşlar, üniversitenin yönetilmesi meselesinin sadece bir rektörlük meselesi olmadığını kavramış olsaydık bu iddiayı, bu gerekçeyi buraya koymazdık. Üniversitelerde yönetsel mekanizma sadece rektörlerden oluşmaz; fakültelerin dekanlıkları var, bölümlerin bölüm başkanlıkları var, ana bilim dallarının ana bilim dalı başkanlıkları var. Fakat AKP ve daha önce de aslında YÖK'te yaşanan sorunlar hep merkezci, piyasacı ve kadrolaşma esasına dayalı olduğu için, maalesef, tüm yetkiyi bir kişiye ya da bir kuruma vermeye dayalı bir sistem oturtmuşuz.

AKP Hükûmeti "Vesayet kurumlarıyla hesaplaşacağım." diye geldi, YÖK'ü ele geçirdikten sonra, buranın gerçekten aslında kadrolaşmak için ya da topluma hükmetmek için, kendi ideolojisini üretmek için çok güzel bir arkabahçe olduğunun farkına vardı ve daha da merkezîleşerek, biz YÖK'ten rahatsızken, YÖK'ün kaldırılması gerektiğini söylerken AKP, her üniversite rektörlüğünü de birer YÖK'e dönüştürdü ve üniversitedeki tüm akademik mekanizmaları, katılımcılığı felç etti.

Bakın, bir bölüme ya da bir ana bilim dalına bir akademisyen alınıp alınmayacağı meselesi, rektörlüğün meselesi değil değerli arkadaşlar; 2547 sayılı Yasa'da bile bu böyle. Kim alır, kim buna ihtiyaç duyar? Ana bilim dalı ihtiyaç duyar. Ana bilim dalı der ki: "Benim şöyle bir ihtiyacım var." Ve bunu bölüm başkanı da onayladıktan sonra rektöre veya dekana bunu yerine getirmek kalır. Ama ne oldu? Ana bilim dalı başkanlarının, şu anda formaliteden ana bilim dalı olmasının dışında hiçbir etkisi, yetkisi kalmadı, doğrudan artık kadroları tamamen rektörler kullanıyor. Hatta o kadar kullanıyor ki ana bilim dalına kimin, nasıl bir kişinin alınacağını, neye ihtiyaç olduğunu sormadan alıyor değerli arkadaşlar. Yani rektör, ana bilim dalına danışmadan, ana bilim dalının ihtiyacını belirliyor. Eğer böyle olursa değerli arkadaşlar, rektörün bu kadar hâkim olması durumunda her fakülteyi bir üniversiteye dönüştürmemiz lazım. Böyle bir şey söz konusu değil.

Bakın, öğrenci sayısının çok olmasından bahsediliyor. Amerika New York State Üniversitesinin 300 bin öğrencisi var değerli arkadaşlar, 300 bin. Buna benze -tek bir sayıda üniversite değil- onlarca üniversite var. Öğrenci sayısı 100 bine, 200 bine, 300 bine yaklaşan üniversiteler var. Ama nedir? Akademik kurullar, akademik özgürlük olduğu için, akademik kurullar çalıştığı için rektöre zaten fazla iş düşmez.

Bakın, ben yurt dışında doktora yaptığımda, yurt dışında doktora yaptığım üniversitenin rektörünü hiç tanımadım, görmedim. Bir yıl oradaydım, bir yıl boyunca rektörü kimdir görmedim. Böyle bir şey söz konusu değil. Ama şu anda biz ne yapmışız? Her bir rektörü neredeyse -özür dileyerek söylüyorum- bir derebeyine dönüştürmüşüz, bir derebeyi üniversiteyi yönetir hâle gelmiş. Böyle olmaz. Ve kaldı ki rektörler daha önce en azından iyi kötü kendi mekanizmaları içerisinden seçiliyordu ama AKP döneminde ne yapıldı KHK'yle? Rektörlükler tamamen AKP'nin oradaki birer siyasal temsilcisi olarak konumlandırıldı. Şimdi, dolayısıyla üniversitesine karşı bir sorumluluğu yok, kime sorumluluğu var? Onu siyasi atayana karşı sorumluluğu var. Bakın, somut en son örneği, Ege Üniversitesine AKP Genel Başkanı gittiğinde rektör 380 küsur akademisyeni sıraya diziyor, "Üniversitemize hoş geldiniz." diyebiliyor. Eğer böyle olursa değerli arkadaşlar, üniversiteler asla yönetilemez.

Şimdi, gelelim üniversitelerin bölünme meselesine. Bakın, biraz önce AKP grup başkan vekili şunu sordu... Biz tüm taraflarla konuşmuşuz; ben bugüne kadar AKP'nin herhangi bir konuda kimseye danıştığını duymadım. YÖK'ün dışında, YÖK bürokratlarıyla ne çevirdilerse bilemiyorum ama hiçbir üniversiteyle görüşmediklerini biliyorum, hiçbir sendikayla görüşmediklerini biliyorum, akademisyenlerle görüşülmediğini biliyorum, e kiminle bu işleri kotarıyorsunuz? Sendikaların görüşleri yansıyor mu? Hayır. Öğretim üyelerinin görüşleri yansıyor mu? Hayır. Ama itiraz eden kim olursa olsun eğer AKP'nin getirdiklerini doğru bulmuyorsa hemen bu yaklaşıma bir yafta yapıştırılıyor. O da nedir? "Efendim, bunlar ideolojik davranıyor." Bakın, tam tersi, ideolojik davranan AKP iktidarının bizatihi kendisidir. Eğer böyle olmuş olsaydı üniversitelerin farklı farklı bileşenlerinden, öğretim üyelerinden, rektörlerinden, dekanlarından, öğrencilerinden, hatta farklı kimliklerle bilinen üniversitelerinden aynı itiraz yükselmezdi değerli arkadaşlar. Bakın, sağ kimliğiyle bilinen Gazi Üniversitesinde de tepki yükseliyor, sol kimliğiyle bilinen İstanbul Üniversitesinde de tepki yükseliyor.

Şimdi, baktığımızda, bölünen üniversiteler peki hangi üniversiteler? Ülkenin en güzide üniversiteleri. Ne yapılmak isteniyor? Sanırım AKP şunu hesaplıyor, diyor ki: "Bizde iyi üniversite olmaz, iyi üniversite tepki çeker, herkes oraya gitmek istiyor, o zaman hepsini aynı düzeye indirelim ki öğrenciler gelişigüzel tüm bölümlere gidebilsinler." Herhâlde bu mantıkla düşünüyorlar. Bunun dışında asla hiçbir gerekçelerinin olmadığını düşünüyorum.

Değerli arkadaşlar, üniversitelerin tonlarca sorunu var. Akademisyenlik artık neredeyse bir öğretmenlik mesleği gibi, hatta öğretmenlik mesleği de bir teknik meslekmiş gibi düşünülmeye başlandı. Üniversite öğretim üyesinin görevi sadece ders vermek değil ki, aynı zamanda araştırma yapmak, aynı zamanda bilgi üretmek ve bu ürettiği bilgiyi toplumla paylaşmak gibi bir sorumluluğu var ve gelişmiş üniversiteler bu gelişmişlikleri sayesinde yurt dışı uluslararası kurumlarda akredite oluyorlar.

Bakın, tüm bu bölünmeye tek bir örnek veriyorlar, Sorbonne Üniversitesi. Kaldı ki Sorbonne Üniversitesi bölünmedi, Sorbonne 1, 2, 3, 4 diye ayrıldı ama "Sorbonne" ismi değiştirilmedi. Buna rağmen Sorbonne Üniversitesinin geçmiş kimliği ile şimdiki kimliği arasında dağlar kadar fark var. Bu bölünmenin üniversiteleri ileriye götürmediği, tam tersi geriye götürdüğüne dair onlarca örnek var.

Şimdi hâl bu iken bizim kalkıp gelişmiş üniversiteleri bölmemiz ve öğrencisine sormadan, ailesine sormadan, hocasına sormadan, iline sormadan "Ben yaptım, karşı çıkanlar da ideolojiktir, düşmandır." deyip yaftalıyoruz. Bu, asla kabul edilebilir bir şey değil değerli arkadaşlar.

Akademik özgürlüğün olmadığı bir yerde siz başarıyı sağlayamazsınız. Akademik özgürlük de -dediğim gibi- üniversite bileşenlerini yönetime katmanızla olur. Ana bilim dalı başkanlıklarından tutun ta dekanlıklara, rektörlüğe kadar görevin paylaşılmasıyla ancak üniversite özerkliğine kavuşabilir.

Şimdi, rektörlüklerin nasıl atama yaptığını hiçbir şekilde sorgulamıyoruz. Bakın, daha önceki birçok konuşmamızda örnekler verdik, aynı rektör eşini dostunu, ailesini üniversitede istihdam edebiliyor ve bu konuda, maalesef, hiçbir tepkiyle de karşılaşmıyor. En son Bilecik Üniversitesinde Bilecik Belediye Başkanının kızı sıralamada en sonda, adayların girişi engelleniyor, en sondaki aday akademik kadroya alınıyor. Daha önce Ankara Üniversitesi Rektörü Erkan İbiş'in bir marifeti vardı.

ALİ ŞEKER (İstanbul) - FETÖ'den öğrenmiştir.

MAHMUT TOĞRUL (Devamla) - Yatay geçişte öğrenci sayısını 4'ten 8'e çıkarıyor, oğlu 8'inci sırada, 8'inci sıradaki oğlunu yatay geçiş kontenjanıyla Ankara Üniversitesine taşıyor. Şimdi, bu kadar keyfîlik, bu kadar rahatlık ancak AKP'nin iktidarında mevcuttur, mümkündür; aksi takdirde böyle bir şey olmaz.

Değerli arkadaşlar, üniversitelerin kurulması, üniversitelerin açılması... Biz yeni üniversitelerin açılmasına karşı değiliz ama yeni üniversitelerin açılmasının koşulları vardır. "Yeni üniversite açtım..." Değerli arkadaşlar, üniversite, lise değildir; bunun altyapısının -öğretim üyesi yetiştirmesi, öğretim üyesinin hazırlanması- temel yapının, binasının, kütüphanesinin, uluslararası yayınlara erişim olanaklarının yaratılması gerekir. İyi, güzel de şu ana kadar AKP en çok neyle övünüyor? "Biz birçok yeni üniversite açtık." Hepsi tabela üniversitesinden ibaret değerli arkadaşlar. Şu anda, yeni açılan üniversitelerde 300 bin kadro boş, 300 bin kadroya öğrenci tercih yapmıyor. Bu üniversitelerden mezun olanların bir o kadarı işsiz, iş bulamıyor. E şimdi, biz, YÖK'ün koordinasyon kurulu olması gerektiğini, bu işleri planlaması gerektiğini düşünüyoruz, söylüyoruz ama ne oluyor? Her üniversitede, bakıyorsunuz, gelişigüzel, benzer sayıda fakülteler açılıyor.

Bakın, üniversite rektörlerinin arasında geçmişte bir yarış vardı -bunu yaparken eğer o zaman, gerçekten samimi olsaydınız bunu yapmazdınız- "Öğrenci sayısını çoğaltmamız lazım." diyorlardı üniversite rektörleri. Efendim, hatta rektörlükleri şöyle suçluyorlardı: "Sen falanca tarihte kuruldun, hâlâ öğrenci sayın şu, falanca üniversitenin öğrenci sayısı şu kadar arttı." diyorlardı. Başarı, öğrenci sayısını artırmakla ölçülür hâle gelmişti ama şimdi döndük, bir kimlik kazananları tekrar o sayıya indirmeye kalkıyoruz. Değerli arkadaşlar, gerçekten bunlar akademisyenlikte, akademi camiasında ve ülkenin geleceğini şekillendirecek olan bilimin üretilmesinde en büyük sorunlardır.

Şimdi gelelim, "Akademisyenler yetiştiriyoruz." diyoruz, yetiştirdiklerimizi ne hâle getirdiğimizin farkında mıyız? Türkiye'nin en önemli sorunlarından biri, akademik camianın en önemli sorunlarından biri akademisyen yetiştirme meselesi. Ne yapıldı? Güvencesiz çalıştırılmaya zorlandı. Önce 2 araştırma görevlisi kadrosu vardı: 33/a ve 50/d. 50/d, yüksek lisans, doktora yaptıktan sonra üniversiteyle ilişiği tamamen rektörün iki dudağı arasına bağlı yani güvencesiz; 33/a ise kısmen daha güvenceliydi. Üniversitelerde çok ciddi karşı çıkışlar oldu "50/d kadrosunu 33/a'ya geçirin." diye. AKP ne yaptı değerli arkadaşlar? 33/a'daki tüm araştırma görevlilerini bir KHK'yle 50/d'ye geçirdi. Yani güç bende olsun, istediğimi yapmazsa, işte o Ege Üniversitesinde sıraya dizilmezse kaderi benim elimde olsun istendi.

Şimdi, bunun yanında, YÖK belki ilk kez doğru bir şey yaptı "Öğretim Üyesi Yetiştirme Programı" diye bir program başlattı; öğretim üyelerini gönderdi gelişmiş üniversitelere, eleman aldı "Yetişsinler bunlar, üniversitelerine dönsünler; taşradaki üniversitelerimiz akademik anlamda biraz daha bu sorunlarını azaltsınlar." dedi. Peki, ne oldu? Değerli arkadaşlar, çok yüksek ücretler karşılığında sözleşmeler imzalattırılmıştı. Şu anda ÖYP'de doktorasını bitirmiş olanlar, 13.500 civarında akademisyen, çok ciddi sorunludur, sorun yaşıyor. Niye? Çünkü tamamen rektöre yakınlık ve rektör "evet" derse kadro veriliyor, "evet" demezse, bu kadar büyük paralar harcanarak Öğretim Üyesi Yetiştirme Programı'na gitmiş insan bir anda sudan çıkmış balığa dönüyor.

Değerli arkadaşlar, gerçekten samimiyseniz, gelin, bu insanların sorunlarına derman olalım, o araştırma görevlilerinin sorunlarına derman olalım. Bu insanlar gelecek kaygısı, "İşten çıkarılabilir miyim?" kaygısı yaşamasın.

Bir diğer önemli sorunumuz, değerli arkadaşlar, 15 Temmuzdan sonra başlatılan OHAL ve KHK rejimiyle istediğimiz öğretim üyesini atabiliyoruz. Nasıl atıyoruz? Çok basit bir yafta yapıştırarak. Bakın, bugüne kadar 5 binin üzerinde öğretim üyesi ihraç edilmiş; haklarında idari bir soruşturma yok, adli bir soruşturma yok, 400'ün üzerinde akademisyen sadece bir bildiriye imza attılar diye... Şimdi, böyle olabilir mi? Ki bu hocalar aslında bulundukları üniversiteye kimlik kazandıran hocalardı. Bir anda kapının önüne kondu. Araştırma görevlisi böyle sorun yaşıyor, öğretim üyesi böyle sorun yaşıyor ama üniversite sayısını artırmakla övüneceğiz.

Değerli arkadaşlar, üniversite kurmanın şartları dünyada benzerdir. Biz yeni bir dağ keşfetmeyeceğiz. Şimdi, dolayısıyla, dediğim gibi, yeniden söylüyorum, biz üniversite kurulmasına karşı değiliz ama üniversite kurmanın koşullarının yaratılması lazım. Ki kurulan üniversitelerden bir tanesi de benim vekili olduğum Gaziantep'e kuruluyor, kurulmalıdır da. Ama dediğim gibi, bir binanın üzerine bir etiket yapıştırarak orası üniversite olmuyor. Bakın, bugün tabela üniversitesi mezarlığına dönüşmüş ülkedeki üniversiteler, tabela üniversitesi; öğrenci gitmiyor, mezun olanı iş bulmuyor ve emin olun, orada araştırma vesaire falan da yapılmıyor; eğitim öğretim adı altında, öğrenciyi orada sadece bir süre oyalayan bir sistemden bahsediyoruz.

Şimdi, durum buyken bu getirilen tasarı, gerçekten, üniversitenin son kalıntısına kibrit suyu dökmektir değerli arkadaşlar. Bir defa, üniversitelerin bölünmesi kesinlikle doğru değildir. Üniversiteler zaman içerisinde bir kimlik kazanırlar, hatta, bir insan konuştuğunda konuşma biçiminden, davranış biçiminden onun nereden mezun olduğunu o kimliğinden tahmin bile edebilirsiniz. Ama ne yapıyorsunuz şimdi? Oluşmuş o kimlikleri tamamen yok ediyorsunuz.

Şimdi, öğretim üyelerinin en önemli sorunları keyfiyetçiliktir ve piyasacılıktır. Şimdi, tematik üniversite kurulamaz mı? Kurulabilir ama değerli arkadaşlar, tematik üniversitenin kurulma amacı sadece piyasa ihtiyaçlarını karşılamak üzere olmaz, bunun birçok etkeni vardır, bu etkenlerin göz önünde bulundurulması gerekir. Onun için, amaç piyasanın ihtiyaçlarını karşıla, amaç merkezleştir, amaç kadrolaş.

Şimdi AKP'nin bu dar zamanda seçim kararı alınmışken böyle bir tasarıyı getirmesinin tek bir reklamatik tarafı var, "Senin iline de bir üniversite açtım ve -büyük ailelere, belki o yerellerdeki büyük ailelere- senin çocuğunu asistan alacağım, senin çocuğunu şöyle yapacağım." gibi vaatler için yapılan bir şey. Şimdi, bu, bu kadar alelacele buraya getirilmesi gereken bir tasarı değil ki. Çok mu acelemiz var? Değil. Bunun, bakın, uzun uzun tartışılması lazım, yaratacağı psikolojik, sosyal etkilerinin de incelenmesi lazım. Bilimsel akreditasyona etkisinin de göz önünde bulundurulması lazım.

İstanbul Üniversitesi bir kimliktir ama böldüğünüz zaman o uluslararası akademi kuruluşlarında o kimliğini artık aşındırmış olacaksınız, o kimliğini yok etmiş olacaksınız.

Üniversite öğretim üyelerinin özlük hakları, değerli arkadaşlar, üniversite öğretim üyesine bakış açımızla ilgilidir. Dediğim gibi, nasıl ki öğretmenlere, hatırlayın, dönemin Millî Eğitim Bakanı "Yem bekleyen kuşlar." gibi bir değerlendirme yapmıştı, akademisyene de böyle bir değerlendirme yaparsanız... "Efendim, haftada on saat ders veriyor ya da yirmi saat ders veriyor." Öğretim üyesinin tek çalışma biçimi gidip derse girdiği saatler değil ki; kütüphanede geçirdiği zaman, makale yazdığı zaman, araştırma yaptığı zaman; bunların hepsinin göz önüne alınması lazım ve üniversitelerdeki özlük haklarının iyileştirilmesi lazım.

Kadro bekleyenler var değerli arkadaşlar, on yıldır araştırma görevlisi kadrosunda doktorasını bitirmiş, yardımcı doçentliğe atanamayan insanlar var bu ülkede. Aynı şekilde yardımcı doçentlikten doçentliğe geçiş için tüm koşullarını yerine getirmiş, doçentliğe atanmayan insanlar var. Bunu bire bir ben yaşadım değerli arkadaşlar, on yıl doçent olarak kaldım. Niye? Yönetimdeki rektörün aynı paralelinde düşünmüyorum diye. Herkes aynı paralelde düşünmek zorunda mıdır, böyle bir şeye olanak var mıdır? Her insan bir görüştür, böyle bakılmalıdır. Dolayısıyla bunların hepsinin, bu tasarının şimdiden gerçekten üniversitelerimize katacağı bir şey yok.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MAHMUT TOĞRUL (Devamla) - Sayın Başkan, son bir dakikada bitiriyorum.

BAŞKAN - Buyurun.

Bir dakika ek süre veriyorum.

MAHMUT TOĞRUL (Devamla) - Bu tasarının üniversitemize getireceği bir şey yok, bu tasarının çok ayrıntılı bir şekilde yeniden üniversitelerden görüş alınarak tartışılması gerekiyor ve neticesinde tavır almak gerekiyor. Asla ve asla İstanbul Üniversitesi, Gazi Üniversitesi, Erciyes Üniversitesi, İnönü Üniversitesi gibi köklü üniversitelerimizin yaratmış oldukları kısmi kimlikleri de yok edecek bu tasarıya evet denmemesi gerektiğini düşünüyorum. Üniversitelerimizin çok ciddi sorunları var, eğer getirecekseniz bunları burada tartışabiliriz. Bu ülkenin onlarca sorunu var, bunları tartışmıyoruz ama ne acelesi varsa bilmiyorum, biri gelsin, bunu anlatsın, "Bunu bu hafta geçirmezsek, bugün geçirmezsek şöyle bir eksikliğimiz olacak." desin, biz de inanalım.

Teşekkür ediyorum.

Saygılar sunuyorum. (HDP sıralarından alkışlar)