| Konu: | Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 1 |
| Birleşim: | 8 |
| Tarih: | 23.07.2018 |
CHP GRUBU ADINA ZEYNEL EMRE (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Teklifi'nin geneli hakkında Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım; bu vesileyle Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar, hepimiz bu dönem göreve yeni başladık. Mevcut Anayasa'ya göre seçimlere girdik, bu Anayasa'ya göre mazbatamızı aldık, geldik burada yemin ettik. Anayasa'dan ayrılmayacağımıza namusumuz ve şerefimiz üzerine sadakat yemini ettik.
Şimdi, ben konuşmamın içeriğinde kimlerin nasıl Anayasa'ya uymadığını size gerekçeleriyle anlatacağım, takdiri Genel Kurul yapsın.
Değerli arkadaşlar, bakın, Anayasa'nın 2'nci maddesinde Türkiye Cumhuriyeti'nin demokratik bir hukuk devleti olduğu yazar. Emin olun arkadaşlar, bunları konuşmak bizim için artık lüks hâline geldi maalesef. Biz kanun devleti miyiz, değil miyiz? Artık bunu tartışır durumdayız. Yani, kanunun açıkça yazdığı hükümlerde o hükümlere uyuyor muyuz, uymuyor muyuz? Tüm hukukçular başta olmak üzere buraya seçilip gelen arkadaşlar bilmelidirler ki bir meselede, bir kanun maddesinde, bir Anayasa hükmünde eğer anlaşılmaz bir durum varsa kanun koyucunun iradesine bakılır. Kanun koyucu ne demiştir, neyi amaçlamıştır?
Burada, geçtiğimiz dönem dokunulmazlıklarla ilgili, Anayasa Komisyonunda görüşmeler esnasında "Bu bir tak-çıkar anayasası; dokunulmazlıklar bir kereye mahsus kalkacak, ondan sonra yeni dönemde devam edecek." denilmişti. Ortada oluşan tereddüde binaen bir soru sorulmuştu, denildi ki: "Peki, bir milletvekili yeniden seçilirse ne olacak?" Şu anda oturumu yöneten Başkan Vekili -o zamanki Komisyon Başkanı- dedi ki: "O hâlde dokunulmazlığı yeniden kazanmış olacak." Yani durma kararı verilmesi gerekecek, yani o dosyayla ilgili milletvekiline yeni bir takibat yapılamayacak.
Şimdi, değerli arkadaşlar, Enis Berberoğlu tekrardan milletvekili adayı oldu, başvurusunu kabul ettiler, seçildi; seçilmesine mani bir hâl yok. Henüz tutuklu, hüküm almadığından seçme ve seçilme yeterliliğini kaybetmiş de değil. Hâl böyleyken, işlediği iddia olunan suç doğrudur yanlıştır, bir kenara bırakın; doğru bile kabul edilse Anayasa 14 kapsamında olmadığı açık, mahkemece karar verilmiş. Peki, bu hâlde Enis Berberoğlu nasıl olur da serbest bırakılmaz? Eğer ki bu Meclisin iradesini tanımayan bir mahkeme varsa gelin biz de o mahkemeyi tanımayalım değerli arkadaşlar. (CHP sıralarından alkışlar) Sizler Anayasa değişikliğinde "Sert kuvvetler ayrılığı olacak." dediniz. Yasamayı tanımayan, yasamanın çıkardığı kanunu, iradeyi yok sayan bir mahkemeyi, bir yargıcı burası da tanımasın. Burası gereğini yapmalıdır artık bu meselede değerli arkadaşlar.
Bakın, gelelim OHAL ve OHAL KHK'leriyle ilgili düzenlemeler ve bugüne geldiğimiz dönemde OHAL'in gerçekten kalkıp kalmadığı meselesine.
Uykusuz dergisinin bir karikatürü var. Kadın kocasına diyor ki: "Ya, niye sigara içiriyorsun? Sen sigarayı bırakmadın mı?" Adam diyor ki: "Bu başka marka."
Şimdi ben size anlatacağım tek tek. OHAL KHK'lerinde ne yapılıyordu, şimdi ne yapılıyor? Gerçekten OHAL kalktı mı, kalkmadı mı? OHAL anayasal bir kurum, Anayasa'nın 120'nci maddesinde var ve devamı maddelerde hangi alanlarda KHK çıkartılacağı belirtilmiş. Çıkan KHK'lerin gerekçesi FETÖ'yle mücadeleydi ya da genişletelim terör örgütleriyle mücadele olsun ama su adamlarıyla ilgili düzenleme de orada yapılıyordu, lazer epilasyon merkezleriyle ilgili düzenleme de orada yapılıyordu, kış lastiğiyle ilgili düzenleme de orada yapılıyordu ve siz bütün bunlara "Anayasa'ya uygun." dediniz, maalesef Anayasa Mahkemesi de "uygun" dedi. Yüzlerce örneği var bunun, çarpıcı olsun diye söyleyebilirim.
Peki, değerli arkadaşlar, şimdi, daha yeni Anayasa değişikliği oldu 16 Nisanda. İçeriğini, YSK'nin yaptığını falan tartışmayacağım artık ama Anayasa 104 açık, der ki: "Bir alanda kanun varsa kanun geçerlidir ve o alanda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi düzenlenemez." Şimdi, 12 tane kararname çıktı, toplam 1.530 madde, satır satır hepsine baktım ve bu 1.530 madde arasında gerçekten kararname niteliğini haiz çok az sayıda madde var, çok az sayıda. Birçoğu yine bu yasama yetkisi içerisinde. Mesela Türkiye'de Atom Enerjisi Kurumu yok mu arkadaşlar? Yetkisi, mevzuatı belli değil mi? Bunun kararnameyle ne ilgisi var? Mesela Devlet Denetleme Kurulu yok mu? Mesela Türkiye'deki diğer kurumlar yok mu? Yüzlerce kurum kuruldu, ataması yapıldı, yetkileri, görevleri, sorumluluk alanları belli ediliyor. Bunlarla ilgili kanun var. Yani bu kararnameler de tıpkı OHAL KHK'leri işlemini görecek mi? Görecek.
Şimdi gelelim bu hâl düzenlemesine yani OHAL kalkıyor mu kalkmıyor mu? Peki, değerli arkadaşlar, OHAL'de yapılan temel şey neydi bu KHK'ler dışında? Temel olarak ekli listelerle ihraçlar yapılıyordu. Şimdi ne yapılıyor? Şimdi de ekli listelerle ihraçları ilgili bakanlıklar yapabilecek hem de üç yıl süreyle, tam üç yıl süreyle yapacak, değil mi? Bu hâliyle baktığımızda ortada gerçek anlamda OHAL'in kalktığını söyleyebilir miyiz?
Peki, değerli arkadaşlar, buradan devam edelim. Anayasa'nın 40'ıncı maddesi açıktır: Devletin her türlü işlem ve eyleminden ötürü bir vatandaş zarara uğramışsa bununla ilgili tazminat davası açma hakkı Anayasa'ya bağlanmıştır, anayasal bir haktır. Burada getirilen düzenlenmede siz birini ihraç edeceksiniz adam bu kızıl kıyametin içerisinde gidecek mahkemeden dönme kararı alacak ya da OHAL İnceleme Komisyonundan dönme kararı alacak ama çıkardığınız kanunla diyeceksiniz ki: "Sana özgü kanun çıkartıyorum, senin tazminat isteme hakkın yok." Allah aşkına, hangi Anayasa'ya bağlılıktan söz ediyorsunuz? Bu kadar açık bir hüküm. Peki, mahkeme kararlarının bağlayıcılığı... Mahkeme kararları bağlayıcı, değil mi? Bakın, burada normal OHAL döneminden tek istisna yargıya başvurabiliyor, olumlu olarak tek sayabileceğim o, gidiyor yargıya başvuruyor ama olumsuz, üç ayda bir burada hiç olmazsa OHAL tartışılıyordu, şimdi kanun hâline gelecek, üç yıl boyunca bunu kimse tartışamayacak, üç yıl boyunca bu böyle devam edecek ve kanun hükmü olarak uygulanacak. Peki, burada, mahkemeye gittiniz, mahkemeden dönme kararı aldınız ama diyor ki kanun: İçişleri, Dışişleri, Millî Savunma Bakanlığı bünyesinde çalışıyorsan ben ayrı bir araştırma merkezi kuracağım, seni o araştırma merkezinde görevlendireceğim ve o araştırma merkezini de Türkiye'nin bir ucuna kurabilirim yani -adam Ankara'da çalışıyorsa- Ağrı'ya, Muğla'ya, Edirne'ye, herhangi bir köşesine kurabilirim. Bu kişiler kanunla, mahkeme kararıyla aklanmış olsalar da başka bir yerde çalıştırılamayacaklar, o araştırma merkezlerine gönderilecekler. Onlara Türkiye'de vebalı muamelesi yapılacak. Adama soracaklar "Nerede çalışıyorsun?" "Millî Savunma Bakanlığı bünyesinde araştırma merkezinde çalışıyorum." Ya, adam onu söylerken ezilir zaten. Yani bu kadar zor bir ortamda göreve iade kararını almasının, mahkemede aklanmasının zor koşullarda olduğu bir dönemde dahi mahkeme kararı yerine getirilmeyecek.
Değerli arkadaşlar, bu dönem gösteriyor ki yani yeni dönemde AK PARTİ iktidarı ve onu bir süreden beri destekleyen MHP tarafından Türkiye Büyük Millet Meclisinde mevcut Anayasa ve İç Tüzük'ün dışında çok aykırı uygulamalar zincirini yaşayacağız çünkü daha ilk meselede Anayasa'nın neredeyse ihlal edilmeyen maddesi yok. Biz Komisyonda bunları dile getirdiğimizde şu dahi espri konusu oldu: Acaba Anayasa kanuna uygun mu? Yani bu kanun tasarısı bütünüyle Anayasa'nın ruhuna aykırı, demokratik devlet ilkesine aykırı, değiştirilemez maddesi ilkelerine aykırı, Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası anlaşmalara aykırı. Türkiye çok ciddi tazminatlarla karşılaşacaktır. Uzun vadede bunların Türkiye'ye dönüşü çok kötü olacaktır ve şöyle de bir şey var: Sizler aslında artık sadece bizlerin söylediklerine itiraz etmiyorsunuz, 2002'yle 2010 döneminde farklı bir AKP iktidarı var, açıkçası 2010-2018 döneminde daha bir farklı, gitgide kötüleşen, son birkaç senedir de âdeta felaket olarak adlandıracağımız bir süreci yaşıyoruz.
Sizin iktidara geldiğiniz ilk dönemde Avrupa Birliği uyum yasaları çerçevesinde çıkarmış olduğunuz bazı kanunlar vardı: Türk Ceza Kanunu, yeni Türk Ceza Kanunu, Ceza İnfaz Kanunu, Ceza Muhakemesi Usul Kanunu. Bunlar Türkiye'de işkencenin, kötü muamelenin önlenmesi ve yasalarımızın Avrupa standardına getirilmesi için yapılan düzenlemelerdi. Mesela orada gelen bazı düzenlemeler vardı, çok önemli, ben çok önemsiyorum. Açıkçası birinin gözaltında yirmi dört saatten uzun tutulamaması, toplu suçlarda en fazla dört gün olması, her an avukatla görüşebiliyor olması, birinin soruşturma evresinde ifadesi alınmışsa ve bir kez daha soruşturma evresinde ifade alma ihtiyacı çıkmışsa, doğmuşsa, onu ancak cumhuriyet savcısının yapabilecek olması, bir soruşturmada hukuk güvenliği ilkesini getiriyordu. Yine otuzar günlük sürelerle burada tutuk incelemesinin yapılması ve son dönemde getirilen düzenlemeyle de bunun hâkim denetiminde ve şüphelinin ve müdafinin bulunduğu bir ortamda, SEGBİS'le, yani cezaevinden bağlanarak da olsa içeride tutuklu olanın otuzar günlük dönemde kendini ifade etme dönemi vardı, şimdi o doksan güne çıkıyor. Ya gözaltı süresi? Şu anda kırk sekiz saat ve dört gün olsun deniliyor ama ikişer kez daha bunlar uzatılabilir. Yani altı günden on iki güne kadar uzatılabilir. Mevcut teknoloji imkânlarında, mevcut koşullarda ve bizim yasalarımıza göre önce deliller toplanır, delilden şüpheliye ulaşırsın; önce şüpheliyi bulup, yaratıp da delilleri toplamaya çalışmazsın. Delilleri toplamış olursun, kuvvetli suç şüphesi varsa gözaltına alırsın ama gözaltında yapacağın işlemeler artık bu teknolojik koşullarda emin olun birkaç saat içerisinde olabilecek şeyler, hadi, deyin yirmi dört saat; bundan ötesi ciddi bir şekilde hukuk güvenliğini zedeler ve insanların altı gün, on iki gün gibi gözaltında kalma süreçleri bir cezaya dönüşür, bir tedbir değildir. İçeride on iki gün boyunca birini tutarsanız siz, orada su, ekmek verip on iki günü geçirtirseniz o koşullarda -o koşulları görenler bilir, inceleyenler bilir- bu ciddi bir cezadır, Türkiye'yi geriye götürür ciddi anlamda.
Değerli arkadaşlar, bakın, meselenin düğümlendiği yer... Türkiye 15 Temmuz 2016 yılında bir FETÖ darbe girişimi yaşadı ve bu darbeyle nasıl mücadele edileceği konusunda sizinle ilk günden itibaren, 20'sinden itibaren ihtilafa düştük çünkü en başta Türk Silahlı Kuvvetleri içerisindeki namuslu subaylar, darbeye direnenler, ikincisi, bu Meclis çatısı altında o gün bulunan 4 siyasi partinin ortak iradesinin oluşması, Meclisin açılıp buradan halka bir mesaj verilmesi, halkımızın büyük bir özveriyle kanları, canları pahasına orada o mücadeleyi göstermeleri sonucunda darbe girişimi önlendi ve biz dedik ki 20'sinde, OHAL görüşmeleri esnasında burada Grup Başkan Vekilimiz Özgür Özel Süleyman Soylu'ya dedi ki: "Gelin, Meclise nankörlük yapmayın, amacınız FETÖ'yle mücadeleyse biz size her türlü yetkiyi vermeye hazırız." O günlerde diyordunuz ki: "Çok kısa süreliğine çıkacak ve bizim amacımız parlamenter demokrasiyi korumak." Bu söylediklerimin hepsi gazetelerde, şu anda telefonla internete girdiğinizde görülebilecek şeyler. Geldiğimiz süreçte Türkiye'nin rejimi değişti, rejimi. "Türkiye artık demokratik bir hukuk devletidir." diyemiyoruz çünkü hiçbir anayasal güvence kalmadı; ne Anayasa'ya ne İç Tüzük'e, hiçbir şeye uyulmuyor arkadaşlar. (CHP sıralarından alkışlar)
Bakın, FETÖ'yle mücadele... Terör örgütleri -bütün terör örgütleri için söyleyeyim- Türkiye'deki ve dünyadaki, büyük istihbarat devletlerinin hasım gördüğü devleti zayıflatmak için taşeron olarak kullandığı enstrümanlardır. Bunlar her ülkede terörü yaratamazlar ancak o ülkedeki herhangi bir huzursuzluk, herhangi bir nedenle toplumun belli bir kesiminin sistemden rahatsızlığı, çeşitli aşırılaşma gibi başlıklar altındaki etmenlerden yararlanırlar, oraları beslerler, büyütürler ve oralardan terör yaratırlar, terör örgütleri yaratırlar. Dolayısıyla terör örgütleriyle mücadelede de devletlerin izlemesi gereken yol nedir diye baktığımızda, terörün en az olduğu ülkeler başta olmak üzere şunları tartışmak lazım: Bakın, biz siyasetçiyiz. Politikacılar bir güvenlik bürokratının bakış açısıyla meselelere bakamaz. Bize ne ihtiyaç var o zaman? Siyaset farklı bir çözüm getirmelidir. Bir generalin bakış açısı ile benimki bir olmaz, bir emniyet müdürünün bakış açısı ile benimki, sizlerinki bir olmamalı. Siyasetçi meseleye başka açıdan bakabilmeli ve meseleyi böyle çözebilmelidir. Dolayısıyla biz eğer Türkiye'de terörün sonlanmasını istiyorsak -ki teknik olarak ya da teorik olarak terörün sonlanamayacağı, sıfıra yakın, aza indirileceği söylenir- bunu istiyorsak önce iç barışı desteklemeliyiz, toplumsal barışı tesis etmeliyiz, kutuplaşmayı kırmalıyız. Kim ki bunların tersine hareket ediyorsa dolaylı olarak da işte o kişiler teröre destek veriyor anlamı çıkacaktır. Bizim yapmamız gereken, terör meselesinde ortaklaşabilmektir. FETÖ'nün yönetim katmanı, kurucuları, hepsi yurt dışında, istisnasız. O yönetim katmanının verdiği kararları uygulayan icracıların da önemli bir ismi yurt dışında. Hem de bazıları "Gelin, beni davul zurnayla alın." diye beyanda bulundu ve o şekilde gitti yani elini kolunu sallaya sallaya gitti. Onun altındaki tabakalar, onun altındaki tabakalar... Ortaya şöyle bir şey çıkıyor değerli arkadaşlar: Bu işte suça bulaşanların, suç ortaklığı yapanların, her türlü kumpası kuranların, ülkeye ciddi zararlar verenlerin büyük bir kısmının -bir kısmına evet işlem yapılıyor ama- yaptığı yanına kâr kaldı. Peki, ne oldu? Devleti yönetenler tarafından sürekli alkışlanan, pohpohlanan, âdeta göklere çıkarılan bir mekanizmadan söz ediyoruz; geniş bir halk kitlesi, sempatizan grubu oluştu ve işte büyük bir mücadele de bu sempatizan grubuna yöneldi. "Bunlarla mücadele edilmesin." denmiyor.
Ancak değerli arkadaşlar, bakın, İkinci Dünya Savaşı sonrasında Hitler'den sonra Nazilerle nasıl mücadele edileceği yönünde Almanların bir çalışması var. Orada, beş yıllık, on yıllık, on beş yıllık topluma yeniden kazandırma programları uygulamışlar. Yani izledikleri program karşısında kimisini, bazılarını ülkenin istihbaratı BND yirmi yıl izlemiş topluma zarar teşkil ediyor mu, etmiyor mu diye.
Burada ölçüyü şöyle kurmak lazım: Birincisi, bu meselede ortaklaştırmak lazım; ikincisi, bu meselenin bütün yönleriyle ortaya çıkması için çaba göstermek lazım. "Aman bu artık bir süre sonra benden oldu, ben buna karışmayayım." anlayışı olursa toplumda adalet duygusu tesis edilmemiş olur. Biz hep burada dedik ki -Türkiye Büyük Millet Meclisinde kurulan bir FETÖ Darbe Araştırma Komisyonu var, ben o komisyon üyesi olarak görev yaptığımda orada da arkadaşlarımızla ifade ettik- bu kadrolaşmayı nasıl sağladığının ortaya çıkması lazım. Bir ülkeye bu zararı verecek güce nasıl erişti? Bunun tespiti için dinlenmesi gereken isimleri muhakkak dinlemeliyiz. Millî Savunma bakanlarını, Adalet bakanlarını, Millî Eğitim bakanlarını, hayatta olan, hangi partiden olursa olsun, bunları dinlemeden nasıl bu işi sonlandıracağız? Ve o hâliyle çıktı ve bizim oradaki yazdığımız muhalefet şerhi dâhil, tüm partilerin görüşleri dâhil -ya üstünden bir yıl geçti, iki yıla geçiyoruz- hâlâ dağıtılan bir rapor yok. Eğer 15 Temmuz darbe girişiminde hayatını ortaya koyan, şehit olan, gazi olan insanlara azıcık da olsa saygımız, hürmetimiz, bağlılığımız varsa, ilk önce bu meselenin bütün yönleriyle araştırılmasını sağlarız, şeffaflaştırırız ve ucu kime dayanırsa dayansın kanun önüne çıkması için elimizden geleni yaparız. Kanunda, hiçbir kanunda "Belli bir döneme kadar suç, belli bir dönemden sonra suç değil." diye bir hüküm yoktur. Dolayısıyla, Türkiye'de FETÖ ve benzeri yapılanmaların devlete zarar vermemesi, bir daha benzeri zararların yaşanmaması için yapılması gerekenler neyse burada yapılabilmelidir, Türkiye Büyük Millet Meclisi bunu yapmalıdır.
Maddelere geçildiğinde, bu teklife ilişkin yine görüşlerimizi ifade edeceğiz. Ancak valilere geniş yetkiler verilmesi, muğlak ifadelerle, arama kararları verebiliyor olması gibi, bundan böyle kolluk kuvvetlerinin arasında ikilik yaratıp polislerin, askerî mahalleri savcı olmadan, kimse olmadan basabileceği -halk dilinde anlatıyorum- gidip de arama yapabileceği şekilde yasalar çıkartmakla bir şeyle mücadele edilmez. Burada "Güvenliği ön planda tutalım." dediğiniz zaman aslında ortada daha güvensiz bir durum ortaya çıkmış olur. Sizin amacınız Türkiye Cumhuriyeti'nin güvenliğiyse bu, ortak akılla olur. Şahsi güvenliğiniz, ilerideki sizin kendi kişisel bekanız söz konusuysa ancak bu yasalar bir müddet işinize yarar, uzun vadede asla işinize yaramaz.
Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)