GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Cumhurbaşkanlığının, Birleşmiş Milletlerin Mali ve Orta Afrika Cumhuriyeti'nde icra ettiği harekat ve misyonlar kapsamında hudut, şümul, miktar ve zamanı Hükûmetçe takdir ve tespit edilmek üzere, Türk Silahlı Kuvvetlerinin yurt dışına gönderilmesi ve Hükûmet tarafından verilecek izin ve belirlenecek esaslar çerçevesinde bu kuvvetlerin kullanılması için Türkiye Büyük Millet Meclisinin 2/8/2016 tarihli ve 1119 sayılı Kararı'yla Hükûmete verilen ve 17/7/2017 tarihli ve 1156 sayılı Kararı'yla uzatılan izin süresinin Anayasa'nın 92'nci maddesi uyarınca 31/10/2018 tarihinden itibaren bir yıl uzatılmasına ilişkin tezkeresi (3/36) münasebetiyle
Yasama Yılı:2
Birleşim:2
Tarih:02.10.2018

MHP GRUBU ADINA İSMAİL ÖZDEMİR (Kayseri) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sözlerimin başında Gazi Meclisimizi en derin sevgi ve saygılarımla selamlıyorum. Yeni dönemin ülkemiz ve milletimiz için hayırlara vesile olmasını Cenab-ı Allah'tan niyaz ediyorum.

Afrika Kıtası millî tarihimizde en önemli ve stratejik alanlardan biri olarak kabul edilmiştir. Bu kıtayla olan ilişkimiz sadece Osmanlı zamanında değil, ondan önce bölgede kurulan Tolunoğulları, İhşidîler, Eyyubîler ve Memlûklar gibi Türk devletleriyle de 950'li yıllardan bu yana süregelmiştir. Üstelik Türk milleti bu kıtada kurduğu çok sayıda devletle, Asya ve Avrupa'da olduğu gibi, tarihin yok sayamayacağı büyük ve önemli işler başarmıştır.

Yine, Afrika'da derin izler bıraktığımızı ve bu izleri bugün dahi Afrika'nın pek çok bölgesinde görmemizin mümkün olduğunu ifade etmemiz gerekir. Dolayısıyla Türk cihan hâkimiyeti mefkûresinde Afrika görmezden gelinmemiş, yok sayılmamış, tam tersine adalet, barış, huzur, istikrar ve refahın tesis edildiği, kader birlikteliği yaptığımız bir coğrafya olmuştur. Yavuz Sultan Selim Han'ın Mısır seferiyle birlikte Türk hâkimiyetine girmeye başlayan Afrika, ilerleyen yıllarda bölgede görevlendirilen Özdemir Paşa'nın başarılı faaliyetleri sayesinde önemi giderek artan bir hâle gelmiştir. Afrika Kıtası'nda Türk hâkimiyetinin tesis edilmesiyle Akdeniz ve Hint Okyanusu'nun güvenliği sağlanmış, aynı şekilde kutsal topraklarımız emniyet altına alınmıştır. Küresel ticaret Osmanlı döneminde Afrika Kıtası'ndaki etkinliğimizin sağlanmasıyla büyük ölçüde bizim kontrolümüze geçmiştir. Aynı dönemde bölgenin imar sürecinin hızlı şekilde işlemesi Afrika'nın potansiyelini daha da artırmıştır. Türk milletinin himayesinde Afrika Kıtası da kurulan dünya nizamı ve sulhu içerisinde yaşamış, devletin tebaası olan diğerleri gibi burada yaşayanlar da herhangi bir endişeye sahip olmamıştır. Afrika'daki dört yüz yıla yaklaşan hâkimiyetimiz ve hâlâ buralarda ecdadımızın hayırla anılıyor oluşu bunun en bariz göstergesidir. Bütün bu gelişmeler 19'uncu yüzyıla kadar süregelmiş, ne yazık ki Orta Doğu gibi Afrika'nın da elimizden çıkması bölgedeki sömürgeye dayalı eylemlerin artmasına sebep olmuştur. Başkaları bu güzide kıtaya gelirken ellerinde İncil'i getirmiş ancak insanlarını köleleştirip kaynaklarını sömürerek geri dönmüştür. Bugünün demokrasi ve insan hakları havarileri kesilen, dünyanın en demokratik ülkeleri olarak gösterilen kimi çevreler yine en büyük günahlarını Afrika'da işlemiştir. İnsanlık suçunun her çeşidinden türevi burada Batılı emperyalistler tarafından uygulanmış, Afrika'nın dört bir yanına yayılmıştır. Zenginlikleri sömürülen ve köleleştirilen Afrikalılar olmuş, kaynakları kullanarak zenginleşenler ise sömürü düzeninin vahşi temsilcileri olarak tarihe geçmiştir. Bugün ise gelinen noktada Afrika Kıtası'nın ne derece önemli olduğu bir kez daha anlaşılmaya başlanmıştır.

Dünya genelindeki nüfus artışına bakıldığında Afrika'nın hâlihazırda yaklaşık 1 milyar 260 milyonluk nüfusunun 2030 yılında 1 milyar 700 milyonu aşacağı, 2050 yılında ise bu rakamın 2 milyar 530 milyon civarında olacağı tahmin edilmektedir. Aynı dönemde diğer kıtalardaki nüfus artış oranı Afrika ile kıyaslandığında daha düşük seyredecektir.

Diğer yandan Afrika, hâlâ bakir kaynakları, yer altı zenginlikleri, dünyanın diğer bölgelerine göre yüksek seyredeceği değerlendirilen nüfus artışı ve potansiyeli, önemli küresel ulaşım alanlarına olan yakınlığı sebebiyle de öne çıkmaktadır. Bununla birlikte, güvenlik ve istikrar noktasında hiç şüphe yok ki ciddi sorunlar baş göstermiştir. Afrika'nın genelinde var olan zenginlik terör örgütleri ve iç savaşlar vasıtasıyla yönlendirilmeye çalışılmaktadır. El Kaide, Boko Haram ve IŞİD gibi terör örgütlerinin bu çerçevede sahaya birinci aktör olarak sunulmaları malumdur. Kıtanın pek çok bölgesinde bu terör örgütlerinin eylemleri zaten kırılgan olan devletlerde büyük otorite boşluklarına sebebiyet vermekte, iç savaşları beslemektedir. Aynı terör örgütleriyle yüce dinimiz İslam'ı bir araya getirme haksızlığı ve hadsizliği yapanlar ne hikmetse bir defa da olsa, Afrika'da Hristiyan olduğunu açıkça söyleyen gruplarca düzenlenen terör eylemlerini gündeme getirmemektedir; demek ki terörizmin dininin olmadığı kabulünün her çevre nazarınca yapılmasının gerekliliği burada karşımıza çıkmaktadır. Terörizm konusu gündeme geldiğinde kabul edilen bir başka gerçeklik ise terör faaliyetlerinin artık sadece doğduğu coğrafyayla sınırlı kalmadığıdır; zira terörizm gelişen şartlar sebebiyle bir çırpıda başka bölgelere ve hatta küresel seviyeye yayılabilmektedir. Bu anlamda Afrika'nın istikrar ve güvenliğinin tesis edilmesi yalnızca bu bölgenin bir sorunu değil dünyanın geri kalanının da sorumluluğudur.

Benzer şekilde ekonomik refahın da sadece belirli merkezlerde toplanmasının ne derecede büyük ve olumsuz etki yarattığı son yıllarda gözlemlenen sığınmacı krizleriyle müşahede edilmektedir. Bu iki konu Afrika'nın önemini ortaya koyan diğer büyük meselelerdendir. Şayet önlem alınmaz, tedbir geliştirilmezse Afrika'da var olan insani ve siyasi krizlerden başta yakın coğrafya olmak üzere dünyanın geri kalanı etkilenebilecektir. Günümüzde dahi aklında hâlâ Afrika Kıtası'nı sömürme zihniyeti taşıyan ülkelerin var olduğu bir ortamda Türkiye insani yaklaşımını muhafaza ederek küresel üstünlük mücadelesinde kendi ilke ve değerleri çerçevesinde Afrika'daki etkinliğini artırmalıdır. Bu, bir tercih değil bizim için zorunluluktur. Potansiyelimizi geliştirmek, gücümüzü daha ileri noktaya taşımak ve millî hedeflerimize ulaşmak istiyorsak böylesi bir muhakemede şimdiden bulunmak, irademizi oraya koymak, harekete geçmek gerekir.

Afrika'da giderek büyüyen yatırım olanakları pek çok fırsatı beraberinde bulundururken karşılıklı saygı temelinde yürütülecek iş birlikleri ülkemizin ekonomisine katkı sağlayacaktır. Hâlihazırda Afrika'da yatırım yapan çok sayıdaki Türk şirketin varlığı kıtadaki istikrar ortamının artmasına paralel olarak diğer ülkelerle geliştirilecek iş birlikleri sayesinde yükselecektir. Bugün çok sayıdaki Afrika ülkesi kalkınma hamlesini hayata geçirebilmek isterken Türkiye'nin kıtada bulunan ülkelerle yapacağı iş birliği önümüzdeki yüzyılda erişmeyi arzuladığımız değerlere büyük ivme kazandıracaktır. Somali'de olduğu gibi önemli alanlarda askerî üslerimizin aktif bir şekilde bulunuyor oluşu küresel stratejimiz açısından hiç şüphe yok ki anlamlıdır. Afrika genelinde diplomatik misyon sayımızın giderek artması bu coğrafyayla ilişkilerimizin gelişmesine katkı sağlamaktadır. Türkiye Afrika'ya sırtını dönemez dönmemelidir, uzak görüp eylemsiz kalmamalıdır çünkü 21'inci yüzyıldaki küresel rekabetin yaşanacağı ve hangi coğrafyada bulunursa bulunsun ülkelerin kaderinin şekilleneceği ana alanlardan bir tanesi de Afrika Kıtası'dır. Giderek çok kutuplu hâle geldiği tescil ve tespit edilen dünyada artık gelişen teknoloji ve erişim şartlarının evrimiyle birlikte rekabet alanları da fazlalaşmaktadır. Güvenlik, istikrar ve millî menfaat konuları sadece her ülkenin kendi sınırlarından yahut yakın çevresinden başlayan bir kalıpta değil, çok daha geniş kapsamlı ele alınmaktadır. Sonuç olarak ayağı yere sağlam basan stratejik bir bakış açısıyla Afrika konusunu bütüncül olarak değerlendirmek elzemdir. Başta tarihî ve kültürel bağlarımız olan Kuzey Afrika ülkeleriyle olmak üzere, tüm Afrika ülkeleriyle diplomatik, siyasi, ekonomik, sosyal ve kültürel ilişkiler geliştirilmeli ve derinleştirilmelidir. Bu ilişkiler uzun vadede Türkiye'yi küresel bir güç hâline getirme hedefimizin, tüm kıtalarda güvenilir dostluklar kurma vizyonunun ve çok boyutlu dış politika izleme anlayışının somut göstergesi olacaktır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; günümüzde başta Amerika Birleşik Devletleri, Fransa ve Çin olmak üzere çok sayıdaki ülkenin Afrika'da varlık gösterme girişimleri ve sebepleri akıllardan çıkarılmamalıdır. Hatta Japonya, İspanya ve Almanya dahi benzer arayışlar içindedir. Bu ülkeler başta altyapı yatırımları olmak üzere, Afrika ülkeleriyle siyasi iş birliklerini geliştirirken şimdiden kendilerine yeni pazarlar oluşturmanın arayışındadır. Aynı ülkelerin Afrika'da yine sayıları giderek artan seviyede askerî üs kurma girişimlerinin ne anlama geldiği iyi idrak edilmelidir. Hatta geride bıraktığımız aylarda yapılan ve BRICS adıyla anılan ülkelerin bu yılki toplantısı için Afrika Kıtası'nı seçmeleri, Güney Afrika'da bu toplantıyı gerçekleştirmeleri ve Afrika'yla iş birliğine büyük önem verdiklerini belirtmeleri dikkat çekmiştir. Dünyanın gözü çoktandır Afrika'dadır, ayağı da Afrika'ya basmaya başlamıştır. Özellikle Afrika Kıtası'nın kuzey, doğu ve güney bölgesinde yer alan kıyı şeridinin stratejik değeri Türkiye tarafından doğru değerlendirilmelidir. Bununla birlikte FETÖ terör örgütünün özellikle 15 Temmuz 2016'dan itibaren etki alanını artırmaya çalıştığı yerlerden birisinin de Afrika olduğu malumdur. FETÖ'yle mücadele çerçevesinde sergilenecek uluslararası çabalarda Afrika'nın yok sayılamayacağı gerçeği karşımızda durmaktadır. Türkiye'nin güvenliğinin mevcut şartlar itibarıyla neden Afrika'yı da içerisine aldığının bir başka göstergesi de budur. Dolayısıyla, Ankara merkezli küresel bakış açımız ve hedefimizde Afrika'nın sahip olduğu yerin anlam ve öneminin büyük olduğunun bilinmesi gerekir. Bu çerçevede Afrika'nın barış ve istikrarına katkı sağlayacak çabalarda ülkemizin yer alması küresel hedeflerimiz açısından oldukça değerlidir. İkincisi, bu durum, saygın bir iş birliği tesisiyle birlikte insani dış politika anlayışımızın uygulama noktasında diğer ülkelere vereceği hayata geçirilmiş açık bir cevap anlamını da taşıyacaktır.

Türkiye'nin yine küresel çaptaki etki ve tesir alanının genişlemesi anlamında da aynı çabalarda yer almak fırsat olarak görülmelidir. Birleşmiş Milletlerin Mali ve Orta Afrika Cumhuriyeti'ndeki misyonlarına katılım konusu, Türkiye'nin büyüklüğünü ortaya koyan, bunun diğer taraflarca kabul ve tasdik edildiği bir gerçek olarak değerlendirilmelidir.

Dünya üzerinde ana vatandan uzak bölgelerde bu tarzda misyonlara katılan ülke sayısının azlığına baktığımızda, zannederim Türkiye'nin ne derecede ciddi bir seviyeye taşınacağını, buna katkı sağlayacağını anlamak zor olmamalıdır. Bu durum sadece imaj olarak algılanmamalı; diplomatik kapsamın ve gücün genişlemesi, askerî imkân ve kabiliyetin artması, küresel siyasetteki konum ve potansiyelin daha ileri bir seviyeye taşınması olarak okunmalıdır.

Biz, tarihi şan ve şereflerle dolu Türk milletiyiz; zalimin hasmı, mazlumun ümidiyiz; istikrar arayışının adresi, barışın tesis edilmesinin güçlü bir aktörü ve adaletin temsilcileriyiz. Gittiğimiz her yerde izimiz, adımızın anıldığı her bölgede sözümüz vardır. Tarih bizimle var oldu, gelecek de elbette bizsiz olmayacaktır. Bu değerlere bağlı kalarak, Afrika Kıtası'na geçmişimizden gelen bağ ve anlayışımızı muhafaza etmek suretiyle yaklaşım sergilemek sorumluluklarımız arasındadır.

Yeri gelmişken, bugün Birleşmiş Milletler misyonlarıyla alakalı gündemde olan iki ülkenin durumuna bakmakta da fayda vardır. Bunlardan ilki olan Mali'nin siyasi kırılgan hâli, hâlâ devam etmektedir. Yaklaşık 18 milyon nüfusa sahip olan ve Kuzey Afrika ile Batı Afrika arasında kalan bu ülkede 22 Mart 2012 tarihinde yaşanan askerî darbe sonrasında siyasi kargaşa vuku bulmuştur. Ülkede El Kaide uzantılı kimi terör örgütlerinin varlığı da siyasi istikrarı etkileyen bir başka faktördür. Dahası, bu sorun, bölgedeki diğer ülkelere yayılma ihtimali de taşımaktadır. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, 25 Haziran 2013 tarihinde aldığı 2100 sayılı Karar'la Birleşmiş Milletler Çok Boyutlu Entegre İstikrar Misyonu'nu, kısa adıyla MINUSMA'yı başlatmıştır. 29 Haziran 2015 tarihli 2227 sayılı Karar'la da görevin kapsamı genişletilmiştir. Gelinen noktada, ülkede yapılan son cumhurbaşkanlığı ve milletvekilliği seçimleri sonrasında Mali'nin kurumsal ve anayasa krizini aştığı, olumlu bir siyasi iklime girdiği ifade edilmektedir. Ancak ülkenin kuzeyinde bulunan sorunlar hâlâ devam etmektedir.

Ülkemizin Mali'yle olan ilişkilerininse giderek artan bir ivmeyle ileri düzeyde seyrettiği anlaşılmaktadır. Temennimiz elbette bunun artarak devam etmesidir. TİKA'nın Afrika'nın diğer bölgelerinde olduğu gibi burada da yaptığı faaliyetlerle beraber diğer kuruluşlarımızın da gayretleri ülkemizin diplomasi alanında yumuşak gücünü artıran ve çapını genişleten bir etki doğurmuştur. Dolayısıyla Mali'nin istikrarına katkı sağlayacak BM misyonu olan MINUSMA sürecine destek vermeye devam edilmesi olumludur.

Diğer yandan bahse konu olan Orta Afrika Cumhuriyeti'nde ise Müslümanlara yönelik sergilenen mezalimlerin olduğu ifade edilmektedir. Ülkede bulunan Hristiyan silahlı gruplarca Müslüman nüfusa yönelik eylemler yaşanagelmiş, dinî kutuplaşma artmıştır. 5 milyon 600 binden fazla nüfusa sahip olan Orta Afrika Cumhuriyeti'nde devlet otoritesi ise oldukça kırılgan hâldedir. Bu hâlin devam etmesi Afrika'da var olan diğer terör gruplarının da yine bu ülkeye yoğunlaşmasına sebebiyet verebilir. Sudan'la komşu olması ve Türkiye'nin yine Sudan'da var olan yatırımları dikkate alındığında bir başka önemi daha Orta Afrika Cumhuriyeti'nin ortaya çıkmaktadır. Bu kapsamda, Birleşmiş Milletler misyonunun var olması gerek ismi anılan ülke gerekse bölge açısından önem arz etmektedir. Mali konusunda olduğu gibi Orta Afrika Cumhuriyeti'ndeki Birleşmiş Milletler kapsamındaki Türkiye'nin çabalarına da olumlu baktığımızı ve Milliyetçi Hareket Partisi olarak tezkereye olumlu yönde oy vereceğimizi belirtmek isterim.

Türkiye tamamıyla millî menfaatlerini gözeterek her seviyede saygıyı esas edinen, istikrarı hedefleyen, barışı esas alan ve dünyaya örnek olacak bir anlayışla Afrika konusundaki uluslararası çabalara yaklaşmaya devam etmelidir.

Bu vesileyle, sözlerime son verirken Gazi Meclisimizi bir kez daha selamlıyor, hepinize saygılarımı sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)