| Konu: | Cumhurbaşkanlığının, Türkiye'nin Millî Güvenliğine Yönelik Ayrılıkçı Hareketler, Terör Tehdidi ve Her Türlü Güvenlik Riskine Karşı Uluslararası Hukuk Çerçevesinde Gerekli Her Türlü Tedbiri Almak, Irak ve Suriye'deki Tüm Terör Örgütlerinden Ülkemize Bundan Sonra da Yönelebilecek Saldırıları Bertaraf Etmek ve Kitlesel Göç Gibi Diğer Muhtemel Risklere Karşı Millî Güvenliğimizin İdame Ettirilmesini Sağlamak, Türkiye'nin Güney Kara Sınırlarına Mücavir Bölgelerde Yaşanan ve Hiçbir Meşruiyeti Olmayan Tek Taraflı Bölücü Girişimler ve Bunlarla İlgili Olabilecek Gelişmeler İstikametinde Türkiye'nin Menfaatlerini Etkili Bir Şekilde Korumak ve Kollamak, Gelişmelerin Seyrine Göre İleride Telafisi Güç Bir Durumla Karşılaşmamak İçin Süratli ve Dinamik Bir Politika İzlenmesine Yardımcı Olmak Üzere Hudut, Şümul, Miktar ve Zamanı Hükûmetçe Takdir ve Tayin Olunacak Şekilde, Türk Silahlı Kuvvetlerinin Gerektiği Takdirde Sınır Ötesi Harekat ve Müdahalede Bulunmak Üzere Yabancı Ülkelere Gönderilmesi ve Ayn |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 3 |
| Tarih: | 03.10.2018 |
İYİ PARTİ GRUBU ADINA AHMET KAMİL EROZAN (Bursa) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; önümüze gelen tezkerenin içeriğine girmeden, öncelikle vatani görevlerini yurt içinde ve sınırlarımızın ötesinde yerine getirirken şehit düşen evlatlarımıza Allah'tan rahmet, ailelerine sabır, gazilerimize de sağlıklı ve huzurlu bir yaşam dilerim.
Uluslararası ilişkilerde silahlı kuvvetlerin öncelikli hikmeti caydırıcılığı sağlamaktır. Güç kullanma tehdidi bunu sağlayamadığı zaman silaha başvurmak da gerekebilir ancak bunun siyasi olduğu kadar can ve mal olarak da ifade edilmesi gereken maliyetleri vardır. Neticede iktidarın hatalarını temizlemek için yapılan askerî harekâtlarda kaybettiklerimizin vebali de iktidarın sırtındadır. Her yıl önümüze gelen tezkereler ise bir anlamda Türk Silahlı Kuvvetlerinin mücavir bölgelerdeki tehditler açısından artık caydırıcı olma vasfını yitirdiğini, konuya komşuya söz geçirilemediğini veya gözdağı verilemediğini; bunun için de âdeta sopayı ele almak mecburiyetinin doğduğunu göstermektedir.
Diğer bir ifadeyle "Bir gece ansızın gelebilirim." deyip gitmenize gerek kalmadan hedefinize ulaşabiliyorsanız başarı gerçek demektir. Günümüzdeki durum ise maalesef Türkiye Cumhuriyeti'nin gücünü değil, göreceli zafiyetlerini ortaya koymaktadır.
Devletler arası ilişkiler bağlamında 14'üncü yüzyılda yaşamış olan İbni Haldun'a atıfla "Coğrafya kaderdir." ifadeleri pek sık kullanılmaktadır. Komşuluklar açısından anlamlı olabilecek bu tanımlama 21'inci yüzyılın uluslara sağladığı askerî ve iletişimsel yetenekler dikkate alındığında artık pek anlamlı değildir. Fertlerin kaderciliğine kişisel tercihleri temelinde saygı duyulabilirse de "Coğrafya kaderdir." ifadesine sığınarak çevremizi sardıkları ifade olunan şer cephelerini kabullenerek kabahati yabancı odaklara atfetmek günümüz Türkiyesinin milliyetinin ferasetiyle alay etmektir.
Etrafımızdaki hainlere bakmadan önce bizi içinde bulunduğumuz stratejik kara deliğe düşüren politikalarda hiç mi hata yoktur diye bir düşünelim. Dinî ve mezhepsel yaklaşımların iç politikamızda açtığı yaralar malumunuzdur. Bu yetmiyormuş gibi aynı anlayış dış politikamıza da yansımış, başka ülkelerin iç işlerine karışılmış "Sırça köşkte oturan komşusuna taş atmamalı." gibi değerli atasözlerimiz bir kenara itilmiş, günümüzde "Kendim ettim kendim buldum." şeklindeki diğer bir atasözü yurt içindeki ve yurt dışındaki durumumuzu en iyi şekilde tasvir eden sözcükler hâline gelmiştir. Keşke kendinize etseydiniz, oysa olan, vatana ve millete oluyor maalesef.
Konuya atasözleriyle devam edecek olursak "Binmişiz bir alamete gidiyoruz bir felakete" veya "Rehberi karga olanın..." türünden atasözlerini de sıralamak mümkündür ama bunları izninizle başka bir konuşmama bırakayım.
Sadece ülkemiz içindeki uygulamalara değil, dış politikamıza da Müslümanların İslamlaştırılması olarak tanımlanabilecek bir yaklaşım hâkim olmuş, din bir inanç olmaktan çıkarılarak bir siyasi ideolojiye dönüştürülmüş. Bu çerçevede bugün terörist olarak tanımlamak durumunda kaldığımız Tahrir el-Şam ve benzeri öfkeli çocuklarla dirsek temasının ötesine geçen ilişkiler geliştirilmiştir. Müslümanların İslamlaştırılması konusuna birazdan yeniden değineceğim.
Diplomatik müzakerelerde Türkiye etkisiz eleman durumuna düşürülmüş, umut edilen elde edilemeyince de âdeta akranlarıyla baş edemeyen bir çocuk gibi yakınarak her defasında başka bir ağabeyin himayesine sığınılmıştır. Kısacası, merhum İsmet İnönü'nün "Büyük devletlerle ilişki kurmak ayıyla yatağa girmeye benzer." söylemiyle yola çıkılmış, bugün ayılardan ayı beğen noktasına gelinmiştir. Ayrıca, paydaş sayısını artırmanın ülkemizin çıkar payını azalttığı nasıl öngörülememiştir anlamak mümkün değil. Diğer ifadeyle, Şam yönetimiyle, Suriye'nin birliği ve bütünlüğü temelinde bir mutabakata gidilememiş olmasından ötürü baş edilmesi daha zor oyuncularla masaya oturmak durumuna gelinmiştir. Masaların, Sayın Cumhurbaşkanının tabiriyle "small" yani küçük veya "smaller" daha küçük olduğu dikkate alınırsa bu masaların etrafında dönen sandalye kapmaca oyununda ayakta kalma riskiyle karşı karşıya kalınılmıştır. Üstelik o masalarda oynanan oyun üç boyutlu satrançken çökmüş ekonomisi ve dolayısıyla çökmüş dış politikasıyla Türkiye dama taşı oynamak becerisiyle marjinalize edilmiştir.
Yeri gelmişken dünkü tartışmalara da değinmek isterim. Ülkemizce son yıllarda sergilenen politikaları ne ılımlı İslam ne de Neoottomanizm olarak tanımlamak mümkündür. Gözlemlediğimiz gelişmeler temelinde yaşadıklarımızın gerisinde coğrafyamızı da aşan ve Müslümanların İslamlaştırılması olarak tanımlanabilecek dini bir siyasi ideolojiye çevirmeyi hedefleyen, günahı da sadece AK PARTİ'ye atfedilmeyecek bir felsefe bulunmaktadır. Bu felsefenin 21'inci yüzyıldaki aracı ise Müslüman Kardeşler hareketi olmuş; bu felsefe İslam coğrafyasında bildiğimiz adaleti değil, uhrevi adaleti öne çıkaran siyasi oluşumların hayata geçirilmesine imkân vermiştir. Fas'ta bugün iktidarda olan koalisyonun liderliğini hangi parti yapmaktadır biliyor musunuz? Adalet ve Kalkınma Partisi; aynen tercüme ediyorum. Sembolü nedir bu partinin? Elektrik ampulü değil, gaz lambası. Mısır'daki siyasi oluşumun adı ise Adalet ve Hürriyet Partisi olmuştur. Yine "adalet" kelimesi var içinde. Biraz daha uzağa gittiğimizde, Endonezya'daki Adalet ve Refah Partisine rastlarız. Bu, âdeta bir saadet zinciri görüntüsü vermekle birlikte pek çok saadet zinciri gibi günümüzde bu halkalar siyasi açıdan bir hüsran zincirine dönüşmüştür.
İSMET YILMAZ (Sivas) - Adalet Partisi de var.
AHMET KAMİL EROZAN (Devamla) - Nasıl?
İSMET YILMAZ (Sivas) - Demirel'in Partisi de var, Adalet Partisi. Yani o da devamıdır.
AHMET KAMİL EROZAN (Devamla) - Ben günümüzden bahsediyorum.
Türkiye'nin bir dönem bu zincirin halkalarına hamilik yaptığı da bizzat Sayın Erdoğan tarafından balkon konuşmalarından birinde ifade edilmiştir. Nitekim, Sayın Erdoğan çok kısa sürede çok işler başarmış olmalarından esinlenen ve destek bekleyen kardeş siyasi partilerin eğitilmesine de katkıda bulunduklarını açıklamıştır.
"Neo" meselesine gelince, bu Neoottomanizm'in başındaki "neo" meselesine. Biraz evvel ifade ettiğim gibi "Neoottomanizm" diye bir sözcük yoksa da Sosyalist Enternasyonalvari bir AKP enternasyonal vardır ve asıl burası önemli, Dışişleri Bakanlığındaki kadrolaşma hareketiyle birlikte bu akımın sayıları şimdi de 14'ü bulmuş neomonşerleri vardır.
İzninizle tezkerenin özüne de değinmek isterim. Yukarıda andığım sebeplerle biz bu tezkereyi bir çaresizliğin ve çözümsüzlüğün özeti olarak görmekteyiz. Ancak yine de ulusal sorumluluklarımızın bilincinde olarak ve iktidarın da günümüz koşullarında daha iyi politikalar üretemeyecek durumda olmasından ötürü tezkereye olumlu oy vereceğimizi belirtmek isterim. Ancak, ancak diyorum, zira iktidarın ve geçmişteki Hükûmetin evvelce verilmiş bu yetkiyi aşan, suiistimal eden davranış ve uygulamaları olduğuna da üzülerek değinmek durumundayım. İzninizle bu gözlemimi somutlaştırmak isterim.
Türkiye Büyük Millet Meclisinin 23 Eylül 2017 tarihli 121'inci Birleşiminde kabul edilen ve 24 Eylül 2017 tarihli Resmî Gazete'de yayınlanan tezkereyle, Türk Silahlı Kuvvetlerinin gerektiği takdirde sınır ötesi harekât ve müdahalede bulunmak üzere yabancı ülkelere gönderilmesi yetkisi bir yıl süreyle Hükûmetimize verilmiştir, aynen önümüzdeki tezkerede olduğu gibi. Nitekim dönemin Hükûmeti, bu yetki tahtında Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı Operasyonlarını gerçekleştirmiştir. Ayrıca Afrin'e yönelik operasyon çerçevesinde İçişleri Bakanlığına bağlı Polis Harekât Ve Jandarma Özel Harekât birliklerinin de operasyona katıldığı anlaşılmıştır.
Konuyla ilgili olarak eğer İçişleri Bakanı Süleyman Soylu aramızda bulunuyor olsaydı ben kendisine şu soruları sormak isterim. Dün orada tribündeydi, bugün buralarda yok. Ama bu yeni oyunun kuralı bu.
Sorular şunlar: Yukarıda anılan operasyonlar tahtında Suriye'de şehit düşmüş olabilecek Polis Harekât ve Jandarma Özel Harekât mensuplarının sayısı nedir?
Yukarıda anılan operasyonlar tahtında yaralanmış ve gazi olmuş Polis Özel Harekât ve Jandarma Özel Harekât birliklerinin sayısı nedir?
Yukarıda anılan tezkere çerçevesinde yabancı ülkelerde görevlendirilebilecek, Türk Silahlı Kuvvetlerinin bünyesinde yer almayan -bu kısmın altını üç defa çiziyorum- ve İçişleri Bakanlığına bağlı olan Polis Özel Harekât ve Jandarma Özel Harekât birlikleri Cumhurbaşkanının mı, Başbakanın mı, Hükûmetin mi yoksa İçişleri Bakanı Sayın Süleyman Soylu'nun aldığı bir kararla mı Suriye'de görevlendirilmişlerdir? Bunun altını üç defa çiziyorum. Yetkisiz bir görevlendirme yapıldı. Bu Meclisin vermediği bir yetki kullanıldı. Bunun hiçbir yerde izine rastlayamazsınız.
Yukarıdaki soruya verilecek cevaba mümasil olarak tezkere kapsamında olmayan ve hukuki temelden yoksun olarak yapılan bu görevlendirmelerde şehit düşenlerin mirasçıları ve gazilerin lehine doğan maddi ve manevi sorumluluklar Cumhurbaşkanı mı, Başbakan mı, Hükûmet mi yoksa İçişleri Bakanı tarafından mı üstlenilecektir?
Yetkisiz yapılan bu görevlendirilmelerden ötürü sorumlular aleyhine açılmış kişisel maddi ve manevi tazminat davaları var mıdır? Yetkisiz olduğu hâlde görevlendirmeyi yapan İçişleri Bakanı ise kendisi maddi ve manevi sorumlulukları kişisel olarak karşılamaya hazır mıdır?
Sormak isterdim dedim ama maalesef yüce Mecliste artık ne bizi dinleyen ne de duyan bir iktidar veya bakanlar bulunmaktadır. Ekonomide olduğu gibi bu tür konularda da inat, inkâr ve kibir, içine düştüğümüz açmazların ana sebepleri hâline gelmiştir. Bu nedenle bu soruları bugün anıyor olmakla kalmayacağımızın da bilinmesini isterim.
Bu sorular yüce Meclisin tutanaklarında kalmayacak kadar önemli olup verilecek cevaplar da bu görevlendirmeler neticesinde bir Anayasa ihlali olup olmadığının da araştırılmasına ışık tutacaktır.
Bu anlayışla, bu soruları, 14 Eylül 2018 tarihinde İçişleri Bakanı Süleyman Soylu tarafından yazılı olarak cevaplanmaları talebiyle Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına da iletmiş bulunmaktayım. Bakalım kaç günde cevaplandırmaları mümkün olacak.
Sayın Başkan, yeri gelmişken, mevcut koşullarda milletvekillerinin uhdesinde kalan sınırlı sayıdaki denetim mekanizmalarından biri olan yazılı soruların "adli tatil" anlayışıyla TBMM'nin tatilde olduğu dönemde işlem görmemesinin, ilgili bakanlara sevk edilmek için 1 Ekim yani TBMM'nin açılış tarihinin beklenmesinin de anlaşılacak bir durum olmadığını belirtmek isterim. Nitekim dünden itibaren binlerce, evet, binlerce yazılı soru ilgili bakanlıklara sevk edilmeye başlanmıştır.
Sizden istirhamımız, on beş gün içinde yanıtlanmamaları hâlinde yazılı sorular için ilgili bakanlara dikkat çekme yazılarının geciktirilmeksizin gönderilmesidir.
Kabullenilmesi mümkün olmayan bu duruma, TBMM İçtüzüğü üzerinde yapılacak çalışmalar çerçevesinde yeniden döneceğimizi de İYİ PARTİ olarak ayrıca belirtmek isteriz.
Son olarak iki konuya daha değinmek istiyorum. Bazen yapılan açıklamalar faydadan çok zarar getirmektedir. Savunma Bakanı Sayın Akar dün yaptığı bir açıklamada Menbic'de ortak devriye için eğitim görüldüğünü ifade etmiştir. Oysa bizlere genel seçimler öncesinde ortak devriyenin başlandığı söylenmişti.
İşin daha acı tarafı, Türk Silahlı Kuvvetlerine ABD tarafından devriye dersi verildiği itiraf edilmiştir. "Bu hâllere mi düşecekti Türk Silahlı Kuvvetleri?" diye yüksek sesle sormak istiyorum. Vah vah hâlimize demek durumundayız maalesef.
Menbic demişken Karakozak köyünü bilen var mıdır aranızda? Vardır herhâlde. En azından bir el kalktı; fena değil. Bırakın Irak sınırına kadar Fırat'ın doğusuna geçmeyi veya teröristler için açık hava cezaevi hâline gelmiş olan İdlib'de gardiyanlık yapmayı da bir zahmet bir kayıkçıyla anlaşıp geçiverin Fırat'ın karşı kıyısına. Kayıkçının parasını da ben vereyim.
Bugün imha edilmiş olsalar bile Süleyman Şah Türbesi ve karakolunun bulunduğu o 10 dönümlük alana, o vatan toprağına dikin artık Türk Bayrağı'nı da görelim.
Sözlerime son verirken bugün onaylayacağımız tezkerenin son tezkere olması en samimi temennimizdir. Bu tezkerenin uygulaması tahtında anaların ağlamaması, vatan evlatlarının şehit düşmemesi, Türk Silahlı Kuvvetleri mensuplarının yaralanıp gazi olmamaları temel beklentimizdir. İktidara da çağrımız, tezkerenin tarif ettiği "Türk Silahlı Kuvvetleriyle sınırlı" -altını çiziyorum yeniden Türk Silahlı Kuvvetleriyle sınırlı; bunun içinde, bu tezkerenin içinde İçişleri Bakanlığı kuvvetleri yok, geçen seferkinde de yoktu- çerçevenin her hâlükârda aşılmamasıdır. Önümüzdeki yıl bu dönemde önümüze benzer bir tezkerenin gelmesi ise tarafımızdan olsa olsa iktidarın başarısızlık öyküsünün nişanesi olarak not edilecektir. Bugün demiyorum ama gelecek sene önümüze bir daha Suriye, Irak konusunda tezkere getirirseniz "Bu kaçıncı sonbahar, bu kaçıncı tezkere, Necmettin de gitsin artık askere." diyeceğimden emin olabilirsiniz.
Teşekkür ederim, saygılarımla. (İYİ PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Erozan.