GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Cumhurbaşkanlığının, Türkiye'nin Millî Güvenliğine Yönelik Ayrılıkçı Hareketler, Terör Tehdidi ve Her Türlü Güvenlik Riskine Karşı Uluslararası Hukuk Çerçevesinde Gerekli Her Türlü Tedbiri Almak, Irak ve Suriye'deki Tüm Terör Örgütlerinden Ülkemize Bundan Sonra da Yönelebilecek Saldırıları Bertaraf Etmek ve Kitlesel Göç Gibi Diğer Muhtemel Risklere Karşı Millî Güvenliğimizin İdame Ettirilmesini Sağlamak, Türkiye'nin Güney Kara Sınırlarına Mücavir Bölgelerde Yaşanan ve Hiçbir Meşruiyeti Olmayan Tek Taraflı Bölücü Girişimler ve Bunlarla İlgili Olabilecek Gelişmeler İstikametinde Türkiye'nin Menfaatlerini Etkili Bir Şekilde Korumak ve Kollamak, Gelişmelerin Seyrine Göre İleride Telafisi Güç Bir Durumla Karşılaşmamak İçin Süratli ve Dinamik Bir Politika İzlenmesine Yardımcı Olmak Üzere Hudut, Şümul, Miktar ve Zamanı Hükûmetçe Takdir ve Tayin Olunacak Şekilde, Türk Silahlı Kuvvetlerinin Gerektiği Takdirde Sınır Ötesi Harekat ve Müdahalede Bulunmak Üzere Yabancı Ülkelere Gönderilmesi ve Ayn
Yasama Yılı:2
Birleşim:3
Tarih:03.10.2018

MHP GRUBU ADINA MUSTAFA HİDAYET VAHAPOĞLU (Bursa) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Cumhurbaşkanlığının 23 Eylül 2017 tarih ve 1162 sayılı Türkiye Büyük Millet Meclisi Kararı'yla 30/10/2018 tarihine kadar uzatılan Irak ve Suriye'ye yönelik tezkerenin izin süresinin 30/10/2018 tarihinden itibaren bir yıl uzatılması talebi hakkında Milliyetçi Hareket Partisinin görüşlerini Genel Kurula arz etmek üzere huzurlarınızdayım.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Cumhurbaşkanlığı bahse konu yazısında, tezkere talebini, Türkiye'nin güney kara sınırlarına mücavir bölgelerde yaşanan gelişmeler ve süregiden çatışmalar; komşumuz Irak'ın toprak bütünlüğünün, millî birliğinin ve istikrarının bozulma tehlikesi; Irak'taki PKK ve DEAŞ unsurlarının etnik temelli ayrılıkçılığa yönelik girişimleri ve bu durumun bölgesel barışa, istikrara ve ülkemizin güvenliğine oluşturduğu tehdit; PKK/PYD-YPG ve DEAŞ'ın Suriye'den ülkemize yönelik devam edegelen eylemleri; ülkemizin Astana süreci kapsamında yürüttüğü faaliyetlerden sonuç alınması için gayretleri ve Suriye topraklarında tesis edilmesi kararlaştırılan gerginliği azaltma bölgelerinde terör faaliyetlerinin sonlandırılması ve bunun doğal sonucu olarak huzur, barış ve güvenliğin sağlanması bağlamında üstlendiği yükümlülükler; terör örgütleri marifetiyle Irak ve Suriye'nin toprak bütünlüğünü bozmaya ve sahada gayrimeşru oldubittiler oluşturmaya yönelik gayretler; millî güvenliğimize tehlike oluşturabilecek her türlü risk, tehdit ve eylemlere karşı uluslararası hukuktan doğan haklarımız doğrultusunda gerekli önlemlerin alınması konularına dayandırmış ve bunları gerekçe olarak sunmuştur.

Ayrıca Cumhurbaşkanlığınca sunulan gerekçede, alınacak tedbirlere uluslararası meşruiyet kazandıran Birlemiş Milletler Güvenlik Konseyinin muhtelif kararlarına da atıflarda bulunulmuştur.

Bunların, tüm bu gerekçe ve kararların yanında bilinmesini ve kayda geçilmesini istediğimiz şu hususları önemle ve kuvvetle vurgulamak isteriz: Türkiye Cumhuriyeti'nin karşı karşıya bulunduğu tehdit basit bir terör olarak adlandırılamaz; küresel ölçeklidir, ülkemizin bulunduğu jeopolitik ve jeostratejik konumla doğrudan ilişkilidir ve bölgemiz üzerinde hesap yapanların planlarına uygun olarak gelişme göstermekte, şekil ve mahiyet değiştirmektedir. Küresel plan yapan ve bunu uygulamaya koyan ülkeler, Birinci ve İkinci Dünya Savaşları döneminde tam kontrollerinin altına alamadıkları ancak önemi her geçen gün artan İslam ve Türk coğrafyasını kontrol etmek istemektedirler çünkü küresel hâkimiyet kurabilmeleri için bu bölgeleri mutlak suretle kontrol altına almaları gerektiğine inanmaktadırlar. Türkiye ise bu coğrafya içinde özel bir önem ve anlamlı bir yer işgal etmektedir. Türkiye'nin jeopolitik ve jeostratejik konumu, Türk ve İslam dünyası üzerindeki tarihe dayalı doğal etki alanı ile Lozan Antlaşması sonucundaki gelişmeler bu ilgiyi daha da artırmaktadır. Son üç yüz yıldır ülkeler hedef aldıkları bir ülkeye becerebiliyorlarsa önce iç huzursuzluk ihraç etmekte ve bunun devamında o ülkedeki bir ya da birkaç unsuru kullanarak hesaplaşmaktadırlar. Yıkıcı, bölücü, bozguncu mahiyetteki "subversif" uygulamalar olarak isimlendirilen bu faaliyetlere ülkemiz uzun yıllardır muhataptır. Ülkemize karşı, üçgen metodu veya levye metodu denilen yöntemler kullanılarak saldırılar gerçekleştirilmektedir. Bu metotlarda, hasım olarak görülen ülkeye bir ülkenin doğrudan kendisinin saldırmayıp silahlı bir grubu saldırtması söz konusudur. Bunun tipik örnekleri, Lozan sonrası çıkartılan isyanlarla ülkemizi doğrudan hedef almayı kendi hesaplarına uygun görmeyen ülkeler adına Türkiye'ye yöneltilen ASALA ve PKK'dır.

Değerli milletvekilleri, bir ülkenin iç huzuru, toprak bütünlüğü, sahip olduğu demokratik, ekonomik, sosyal, siyasal gelişmişlik düzeyi o ülkeye komşu olan ülkeleri doğrudan etkiler. O nedenle Türkiye Cumhuriyeti kurulduğu tarihten bu yana komşularının iç huzuru ve toprak bütünlüğünün devamlılığından yana olmuştur. Ancak 1990-1991 yıllarında yaşanan ve ABD öncülüğünde 28 devletin askerî koalisyonu ile Irak devleti arasında yapılan savaş sonucunda bu düzen bozulmuş ve 2001 yılındaki New York Dünya Ticaret Merkezi'ne yönelik yapılan saldırılar sonucunda Kuzey Afrika'dan Afganistan'a kadar uzanan çoğunluğu Müslüman halkların yaşadığı bölge kan gölüne dönmüştür. Bu tarihlerden itibaren bölgede huzurun yerini kargaşa, mutluluğun yerini kan ve gözyaşı almıştır. Aileler parçalanmış, en az iki nesil yok olmuştur. Aynı zamanda, bu ülkelerde telafisi belki yüz yıl alacak kinin, nifakın, düşmanlıkların ve kavganın tohumları atılmıştır.

Bilindiği üzere Irak ve Suriye, 1970'li yıllardan bu yana ülkemizin toprak bütünlüğü ya da rejimini hedef alan terör gruplarının barındırıldığı, eğitim gördüğü, diplomatik ve lojistik destek aldığı ülkeler durumundadır. Her iki ülke de Türkiye'ye yönelik bu grupları kendi menfaatleri doğrultusunda desteklemiş, bu terör gruplarını Türkiye'yle mücadelelerinin birer vasıtası olarak kullanma yolunu seçmişlerdir. Ülkemiz yıllardır terör belasıyla uğraşır hâlde tutulmuş, ekonomik kalkınması ve halkın refah seviyesinin artırılması gayretleri baltalanmak ve halkımız birbirini gırtlaklar hâle getirilmek istenmiştir. Allah'a binlerce şükürler olsun ki bin yılı aşkın süredir bir arada yaşayan halkımızın birliğini, beraberliğini ve kardeşliğini bozamamışlardır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; günümüzün şartları, soğuk savaş öncesi askerî güç odaklı bakış açısının terk edilerek bütünlükçü ve entegre bir güvenlik anlayışının hayata geçirilmesini zorunlu kılmaktadır. Askerî ve terörist faaliyetlere ilave olarak komşu ülkelerden ülkemize yönelik kontrolsüz kitlesel göçler, ülkelerin ekonomileri üzerinde oynanan oyunlar, enerji kaynaklarının ve ticaretinin art niyetli olarak kullanılması, nükleer, biyolojik ve kimyasal silahların kontrolsüz grupların ya da devletlerin eline geçmesi, hatta bu silahlara komşu ülkelerin sahipliği ve bundan dolayı kazandıkları avantajlar, organize suçlar, organize ya da sınıraşan suçların arkasında başka devletlerin olması ve bunları hasım gördükleri ülkelere karşı kullanma eğilimleri, salgın hastalıklar, yoksulluk, doğal afetler, siber terörizm, deniz haydutluğu, korsanlık gibi çok boyutlu ve asimetrik tehditler değerlendirilmesi gereken konulardır. Bu nedenle Türkiye'nin bugüne kadar uyguladığı güvenlik anlayışını terk etmesi, küresel aktörlerin seçtiği ve tehdidi kendi sınırlarının ötesine bertaraf etme yöntemini tercih etmesi gerekmektedir. Türkiye, terör ve kan deryası hâline dönen bölgemizde huzur, refah ve güvenliğini sağlamak, bekasını güven altına almak zorundadır. Bunun için, güvenlik başta olmak üzere, her alanda reaktif değil proaktif olmak, günümüzün asimetrik savaş türleriyle mücadele edebilecek imkân ve kabiliyetlere kavuşturulmak zorundadır.

Irak'la 331 kilometre, Suriye'yle 911 kilometre sınırımız bulunmaktadır. Biz, bu bölgede 1970'li yıllardan bu yana, büyük bölümü bu iki ülkede konuşlanan terör gruplarıyla mücadele yürütmekteyiz. Türkiye'ye silah doğrultan terör gruplarının tamamının bir şekilde başta bu iki ülkeyle irtibatlı olduklarını görürüz. Bugün gelinen noktada Irak'ın kuzeyinde bir oluşum, Suriye'nin kuzeyinde bir başka oluşum gerçekleştirilmek üzeredir. Bu gayretlerin arkasında müttefikimiz gözüken küresel güçlerin bulunduğu artık herkesçe bilenen gerçeklerdir. Her iki oluşum nihai hedefleri itibarıyla hem millî hak ve menfaatlerimize hem de bölgenin gelecekteki huzur ve güvenliği için tehdit oluşturmaktadır. Güney sınırlarımızın ötesinde cereyan eden vekâlet savaşları, bu bölgelerde varlığını giderek artıran özel askerî şirketler, bu şirketlerin personel temininde ülkemizi ve dolayısıyla insanlarımızı kullanıyor olmaları gibi konular da üzerinde ciddiyetle durulması gereken önemi haizdir. Müttefikimiz sandığımız ve aynı uluslararası organizasyonlarda yer aldığımız bazı ülkeler, PKK ve uzantılarını Birleşmiş Milletler ve NATO ana sözleşmelerinin ruhuna aykırı şekilde "askerî kara gücü" olarak ilan etmekte, silahlandırmakta ve eğitmektedirler. Bu çalışmalar hem Irak'ta hem de Suriye'de sürdürülmektedir.

Dile getirmeye çalıştığım bu gerçeklerin yanında ele alınması gereken diğer önemli konu ise Irak ve Suriye'nin devlet olma vasıflarını koruyup korumadıkları konusunda komşusu olan ülkelere tehdit oluşturma durumlarıdır. Günümüzde Irak fiilî olmasa bile Kürt, Sünni ve Şii olarak bölünmüş görünümdedir. Devlet otoritesi minimum düzeydedir, özellikle Kuzey Irak'taki Bölgesel Kürt Yönetimi üzerinde söz sahibi değildir. Kendi halkının güvenliğini sağlayamayan yönetimin kendi topraklarından komşularına yönelik tehditleri önleme imkân ve kabiliyetine sahip olduğu da düşünülemez.

Suriye de aynı durumdadır. İç savaşın başladığı döneme kadar PKK'ya hamilik yaparken kendi vatandaşı olan Kürt gruplara vatandaşlık belgesi dahi vermekten imtina eden Suriye, bu tarihten itibaren onları kullanabilmek için özerklik ve benzeri vaatlerde bulunarak kendisine karşı savaşmalarını engelleyecek yakınlık tesis etmiş, 3 kantonun kurulmasına sesini çıkarmamıştır.

Bunun yanında, Reyhanlı'da 11 Mayıs 2013'te 52 vatandaşımızın yaşamını yitirdiği ve 150'ye yakın vatandaşımızın ise yaralandığı, 20 Ağustos 2016 tarihinde ise Gaziantep'te 59 vatandaşımızın hayatını kaybettiği ve 90 kişinin yaralandığı olayların Suriye kaynaklı terör örgütleri tarafından yapılması bu ülkenin kimlere yaltaklık yaptığını ya da bu devletin nelere tevessül edebileceğini göstermesi bakımından önemlidir. Tüm bunlara rağmen Türkiye, Irak ve Suriye'nin toprak bütünlüğüne saygılıdır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Suriye'de hâlen etkin olan ülkelerin bölgesel hesaplarını da bu tezkereyle ilgili karar verirken dikkate almak zorundayız. ABD'nin bölgede bulunmasının ana hedefleri, Rusya ve İran ile bunların desteğiyle bölgeye girmesi muhtemel Çin'in bölgede oluşturmaya çalıştığı nüfuz alanını engellemek, bunun sağlanamaması hâlinde onları dengeleyecek ya da etkisini zayıflatacak şekilde bölgeye yerleşmek, İsrail'in güvenliğini kalıcı olarak sağlamak, bağımsız Suriye kürdistanının kurulmasını hızlandırmak, burayı Irak Kürdistanıyla birleştirmek ve Irak petrollerinin Akdeniz'e kendi kontrolünde akışını sağlamak, milyar metreküp ve trilyon dolarlarla ifade edilen, Akdeniz'deki petrol ve doğal gaz rezervine sahip olduğu tahmin edilen bölgeyi kendi kontrolü altında tutmak vesaire vesaire.

Rusya'nın Suriye'de bulunmasının ana hedefleri ise eski ilgi alanı olan coğrafyalar üzerinde yeniden nüfuz temin etmek, Suriye'yi bölgesel planlar için bir atlama taşı, küresel rekabet için ise bir basamak olarak kullanmak, 2011 yılına kadar sahip olduğu 1 üssü bugün 3'e çıkarmış durumdadır, bunun devamını sağlamak, ABD'nin Akdeniz'in yegâne sahibi olmasını önlemek, Suriye'nin ve Irak'ın kuzeyinde oluşabilecek muhtemel Kürt yapılanmalarında söz sahibi olmak ve yeniden oluşacak bir Suriye'de baba Esad dönemindeki gibi etkin olmak istemektedir.

İran'ın da buna benzer, bölgedeki nüfuz alanını genişletmeye yönelik gayretleri bulunmaktadır, özellikle Lübnan'da Hizbullah'la sağlamış olduğu etkiyi Suriye'de de sağlamak, kazanmak istemektedir.

Türkiye'nin Akdeniz'deki sınırı 1.600 kilometre civarındayken Suriye'ye müdahale eden ABD'nin, Rusya'nın ve İran'ın Akdeniz'e sınırı yoktur. 3 ülkenin de Suriye'yle sınır komşuluğu ve tarihî bir bağı bulunmamaktadır. Dikkat edilirse bu 3 ülkenin hedefleri kısa vadeli çıkar sağlamaya yönelik değildir, bu 3 ülke de uzun vadeli hedeflerini kalıcı menfaatlerine dönüştürmek istemektedir. Bizim ise gayretimiz tamamen Türkiye'nin güvenliğidir. Irak ve Suriye bölgeye güvensizlik ihraç eden bir ülke durumuna gelmiş, en çok zararı Türkiye görmüştür. Aynı tehdidin daha güçlü şekilde sürmesi beklenmelidir. ABD'nin 2018 Ulusal Güvenlik Strateji'sine göre Rusya ve Çin hasım ülkeler olarak ifade edilmiştir. Bölgemiz Rusya ve Çin'in ilgi alanı olduğundan soğuk ve/veya sıcak çatışmalardan doğrudan etkilenecektir. ABD'nin yaklaşımının muhtemel sıcak savaşlara kadar ulaşabilecek özellikler taşıdığı malumlarınızdır. PKK/PYD'nin Suriye'nin kuzeyinde oluşturduğu hâkimiyet alanlarının etkisizleştirilmesi, daraltılması ve yeni hâkimiyet alanlarının oluşturulmasını önlemeye yönelik Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı Operasyonlarının yanında münferit sınır ötesi askerî harekâtlar dışında İdlib'e yönelik olarak ateş ihlallerine ve gözetleme ve raporlaştırma görevi verilen 12 gözetleme birimimiz bulunmaktadır. Her ne kadar bu gözetleme birimleri, tank, çok namlulu roketatar, uzun menzilli obüs, yüksek tahrip gücü olan silahlar ile zırhlı personel taşıyıcı gibi araçlarla destekleniyor olsalar bile dışarıdan bunlara yönelik yapılabilecek sabotaj, tahrik maksatlı saldırılara tamamen açık durumdadır. Böyle bir durumda karşılık verilmesi kaçınılmaz olacak dolayısıyla sıcak savaşa girilecektir.

Türkiye, Suriye konusunda Astana üçlüsü olarak bilinen Türkiye-Rusya-İran üçlüsünün oluşturduğu bir diyalog zemininden istifadeyle konulara diplomatik müdahalelerde bulunma zemini elde etmiştir. İdlib'te Türkiye'nin dışlanarak başlatılacak bir askerî müdahalenin Astana platformunu ciddi şekilde zedeleyeceği Türkiye'nin elindeki tek imkânın ortadan kalkacağını söylemek mümkündür. PKK/PYD'nin ABD ve aynı zamanda Suriye'yle ilişkisi ve PKK/PYD'nin Türkiye'ye karşı kullanılma ihtimali dahi sözde müttefikimiz olan ülkelere anlatılamamış ve önlenememiştir. Bu kapsamda Esad'ın himayesindeki PKK/PYD'nin Suriye federasyonunun bir parçası olma ya da ABD himayesindeki PKK/PYD'nin Suriye'nin kuzeyinde bir kukla Suriye kürdistanı kurma ihtimali göz ardı edilmemelidir. ABD'nin Irak'ta uyguladığı şekilde hava sahasını belli enlemler, koordinatlar esas alarak uçuşa yasak bölge ilan etmesi hâlinde oluşabilecek durumu şimdiden Türkiye hesaplamak zorundadır. Suriye'deki vekâlet savaşlarından doğrudan etkilenecek 4 ülke bulunmaktadır, bunlar Türkiye, Irak, Ürdün ve Lübnan'dır. Suriye bölge için terör ve güvensizlik ihraç eden bir ülke durumuna gelmiştir. İdlib'ten Türkiye'ye sığınması muhtemel en az 800 bin, en çok 2,5 milyon nüfusla birlikte Türkiye'deki Suriyeli nüfusu 4,8 veya 6,5 milyona ulaşacaktır. Bunun doğuracağı güvenlik sorunlarını ve ekonomik sorunları düşünmek zorundayız. Bugüne kadar izlenen DEAŞ'la mücadelede uluslararası birlikteliğe etkin destek sağlanması ve bu konuda söz sahibi olunması, PKK/PYD örgütlerinin Suriye'de etkisiz kılınması, Suriye'nin toprak bütünlüğünü sağlayacak şekilde Özgür Suriye Ordusunun etkin kılınması, Türkiye'ye sığınmış olanların ülkelerine dönüşlerinin sağlanması, komşu ülkelerden ülkemize yönelik yapılan terör saldırılarının engellenmesi, sınırlarımızda terör saldırılarının ve kontrolsüz göçün önlenmesi gibi tedbirlerde tam netice alınamamıştır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye Cumhuriyeti bekasını koruyacaksa, bulunduğu bölgede sulhun, huzurun, refahın sahibi olarak örnek alınan ülke olmaya devam edecekse, sözü dinlenecekse, dost ve kardeşlerine güven, düşmanlarına da caydırıcı olacaksa gerektiğinde diplomasi masasında, gerektiğinde savaş meydanlarında olma azim, irade ve kararlılığını göstermek zorundadır. Bugüne kadar Gazi Meclisimizden çıkarılan kararlarla Irak'a yönelik askerî operasyonlarda şer odaklarına hak ettikleri ders verilmiştir. 2016'da verilen yetkiye istinaden Fırat Kalkanı Harekâtı ve 2017'de verilen yetkiyle Zeytin Dalı Harekâtı gerçekleştirilmiştir. Bu harekâtlar sayesinde ulaşılan neticeleri hepimiz biliyoruz. Türkiye, Irak ve Suriye'den kendisine yönelik tehdidi bertaraf edecekse tehdidi kaynağında karşılayacak ve kaynağında yok edecektir. Bunun yolu gerektiğinde Türk askerinin sınır ötesinde bulunmasıdır. Yine, eğer bu bölgedeki gelişmelerde diplomatik yollarla da etkili olunmak isteniyorsa yine askerî gücünü göstermek zorundadır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MUSTAFA HİDAYET VAHAPOĞLU (Devamla) - Bu kapsamda, Cumhurbaşkanlığı tarafından Gazi Meclisimize gönderilen tezkereye Milliyetçi Hareket Partisi olarak olumlu oy vereceğimizi belirtir, saygılar sunarım. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Vahapoğlu.