GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Cumhurbaşkanlığının, Türkiye'nin Millî Güvenliğine Yönelik Ayrılıkçı Hareketler, Terör Tehdidi ve Her Türlü Güvenlik Riskine Karşı Uluslararası Hukuk Çerçevesinde Gerekli Her Türlü Tedbiri Almak, Irak ve Suriye'deki Tüm Terör Örgütlerinden Ülkemize Bundan Sonra da Yönelebilecek Saldırıları Bertaraf Etmek ve Kitlesel Göç Gibi Diğer Muhtemel Risklere Karşı Millî Güvenliğimizin İdame Ettirilmesini Sağlamak, Türkiye'nin Güney Kara Sınırlarına Mücavir Bölgelerde Yaşanan ve Hiçbir Meşruiyeti Olmayan Tek Taraflı Bölücü Girişimler ve Bunlarla İlgili Olabilecek Gelişmeler İstikametinde Türkiye'nin Menfaatlerini Etkili Bir Şekilde Korumak ve Kollamak, Gelişmelerin Seyrine Göre İleride Telafisi Güç Bir Durumla Karşılaşmamak İçin Süratli ve Dinamik Bir Politika İzlenmesine Yardımcı Olmak Üzere Hudut, Şümul, Miktar ve Zamanı Hükûmetçe Takdir ve Tayin Olunacak Şekilde, Türk Silahlı Kuvvetlerinin Gerektiği Takdirde Sınır Ötesi Harekat ve Müdahalede Bulunmak Üzere Yabancı Ülkelere Gönderilmesi ve Ayn
Yasama Yılı:2
Birleşim:3
Tarih:03.10.2018

HDP GRUBU ADINA HİŞYAR ÖZSOY (Diyarbakır) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Değerli milletvekilleri, Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

Irak ve Suriye'ye yönelik olan bu tezkerelere başlamadan, konu hakkında konuşmadan önce buradan kıymetli Eş Başkanımız sevgili Selahattin Demirtaş'a selam, sevgilerimizi yollamak istiyoruz. Şu an Sincan Cezaevi kampüsündeki duruşmada tamamen tarafgir bir durumda olan yargı sistemini yargılamaktadır. Onun şahsında yine rehin tutulan diğer milletvekili arkadaşlarımızı Leyla Güven'i, Selma Irmak'ı, Figen Yüksekdağ'ı ve diğer arkadaşlarımızı da buradan selamlıyorum.

İkinci bir durum olarak, Sayın İbrahim Ayhan'ı da burada tekrar anmak istiyoruz. Biliyorsunuz, üç dönem Urfa Milletvekilliği yapan İbrahim arkadaşımız bir öğretmendi, sendikacıydı, felsefeciydi; üç dönem milletvekilliği yaptı, üç yıl mapusta kaldı; kaçak duruma düştü ve sınır ötesinde bir kalp krizi geçirerek öldü. Kendisini öldüren kalp krizi değildi yani o bir sebep fakat bir milletvekilinin sınır ötesinde bir kalp krizi geçirerek ölmesinin müsebbibi daha önceki dönemde bu Mecliste o dokunulmazlıkları kaldırmak suretiyle işte, milletvekillerini acımasız bir yargının pençesine bırakan bütün insanlardır. Dolayısıyla, o dokunulmazlıkların kaldırılması konusunda rolü olan herkesin mahcup olması gerektiğini Meclis kayıtlarına not düşmek babında burada belirtmek istedim.

Kıymetli arkadaşlar, Meclisin ilk haftasında konuştuğumuz şeye bakın, savaş tezkereleri. Bizim şu an savaş tezkerelerini değil, şu ekonomik krizi görüşüyor olmamız lazımdı. Konkordato ilan eden şirketler... Bu arada fantastik bir kelime, "iflas"a "konkordato" deyince biraz daha yumuşak oluyor herhâlde, buna "yufimizm" diyorlar. Ama iflas eden şirketler, zamlar, intihar eden insanlar, dağılan aileler; bütün bunları konuşmamız gerekirken güvenlikçi savaş politikaları üzerine yani ekonomiyi, bütçeyi tüketen politikalar üzerine, tezkereler üzerine konuşuyoruz. Hiç iyiye işaret değil bu durum.

Bunu söyledikten sonra kıymetli arkadaşlar, konuya geçeyim. Şimdi, bu sınır ötesi operasyon tezkerelerinin uluslararası hukuk boyutunu konuşacak değilim. Birçok noktada zaten uluslararası hukukçular bunları mahkûm ederler, bu ayrı bir mesele ki Irak ve Suriye, biliyorsunuz ikisi de Birleşmiş Milletler nezdinde girişimlerde bulunuyorlar ama uluslararası hukuku konuşup komik duruma düşmem çünkü öyle bir hükûmet aklı var ki kendi Anayasa'sına ve yasasına uymuyor, uluslararası hukuka mı uyacak? O konuya hiç girmeyeceğim.

Kıymetli arkadaşlar, benim yaşım 43; 42'yi bitirdim 43 yaşımdayım. Bu sınır ötesi operasyon meselesini çocukluğumdan beri biliyorum. Hepimiz biliyoruz yani yaşı daha küçük olan arkadaşlar belki hatırlamazlar ama ben 7 yaşındayken, 1983'ün Mayısında ilk sınır ötesi operasyon yapılmış, o zaman Saddam Hüseyin'le anlaşarak bazı kamplara saldırılar olmuş.

OYA ERONAT (Diyarbakır) - PKK kamplarına!

HİŞYAR ÖZSOY (Devamla) - Evet, KDP kamplarına da yapmışlar.

OYA ERONAT (Diyarbakır) - PKK kamplarına!

HİŞYAR ÖZSOY (Devamla) - Gelir konuşursunuz, bitireyim lütfen.

OYA ERONAT (Diyarbakır) - Düzeltmek lazım!

HİŞYAR ÖZSOY (Devamla) - Saygı bu kadar!

1986, 1987 yıllarında bu defa hava harekâtları yapılmış. Tabii, o zaman, biz, bu süreçleri -Güntaç Aktan'dı değil mi- "Anadolu'dan Görünüm" programlarında izliyorduk. Küçük çocuklarız, ilkokulda öğretmenlerimiz bize "Günlük olayları yazın." derlerdi, biz en fazla sınır ötesi operasyon olduğu zaman heyecanlanırdık çünkü ertesi gün rapor edeceğimiz güçlü bir haberimiz olurdu, gider sınıflarda bunları okurduk. Böyle bir atmosfer içerisinde sosyalize olduk. 1990'larda "Çekiç", "Çelik", "Şafak", "Güneş" vesaire sınır ötesi operasyon olmayan yıl yok 1999 yılına kadar, sonra 2007 yılına kadar bir ara verilmiş, 2007 yılından sonra da tekrar operasyonlar başlamış.

Kıymetli arkadaşlar, niye yani neyi tartışıyoruz? Biz sınır ötesi operasyonları tartışmıyoruz. İYİ PARTİ'nin hatibi bir şey ifade etti, bir çaresizlik ve çözümsüzlük durumunu konuşuyoruz. Yani odadaki fil Kürt meselesi, Kürt sorunu; yüz yıldır devam eden, son kırk yılda çok fazla can kaybına sebebiyet veren Kürt meselesini çözemediğimiz için biz sınır ötesi operasyonları, tezkereleri konuşuyoruz.

METİN NURULLAH SAZAK (Eskişehir) - Sorun yok!

HİŞYAR ÖZSOY (Devamla) - Bakın, kıymetli arkadaşlar, başta HDP olarak söylüyorum, grubum adına söylüyorum, partim adına söylüyorum: Bizim, şu an, bu Mecliste, bu kırk yıldır 50 binden fazla insanın hayatına mal olan bu sorunu çözememenin verdiği mahcubiyetle her birimizin, her bir grubun yüzünün kızarması gerekiyor. 20 yaşındaki gençler tabutlara sarılıp ülkenin her bir tarafına, Afyon'a, Kütahya'ya, Edirne'ye, Hakkâri'ye, Diyarbakır'a gittiği zaman, bizim, bu kadar büyük kelimelerle, böyle, ulusal güvenlikmiş, şunları bunları konuşurken -başta kendim için söylüyorum- biraz kızarmamız, biraz mahcubiyet duymamız lazım çünkü biz Türkiye'de Kürt meselesinin kansız bir şekilde, insani ölçülerle, diyalogla çözülebilmesinin siyasal zeminini oluşturabilmiş değiliz. Bunun mahcubiyetini herkesin yaşaması lazım.

OYA ERONAT (Diyarbakır) - Sur çukurlarını unutmayalım.

HİŞYAR ÖZSOY (Devamla) - Kıymetli arkadaşlar, burada, tabii, herkesin doğru düzgün bir öz eleştiri vermesi gerektiğine inanıyorum. Kendimiz için de söylüyoruz, HDP için de söylüyoruz kıymetli arkadaşlar. Buradan şu konuya geçmeye çalışıyorum.

İBRAHİM HALİL ORAL (Ankara) - Dinime küfreden bari Müslüman olsa!

HİŞYAR ÖZSOY (Devamla) - Ya arkadaşlar, bir saniye ya, bir saniye...

Şimdi, bakın, otuz küsur sınır ötesi operasyon, kırk yıllık çatışma, kavga, gürültüden sonra 2010 yılında Sayın eski Başbakan -şu an Parlamento Başkanımız- Binali Yıldırım'ın ifadesiyle bu savaş, çatışma durumunun Türkiye'ye maliyeti 1 trilyon dolar. 2015 yılında eski Maliye Bakanı Sayın Mehmet Şimşek "Türkiye'de Kürt sorunu vardır." dediği bir konuşmasında -yurt dışında yaptığı bir konuşmasında- bu savaşın Türkiye'ye 350 milyar dolar, dolaylı masraflarla birlikte 500 milyar dolara mal olduğunu söylüyor. Şu an Türkiye'nin 450 milyar dolar borcu var.

Şimdi, kıymetli arkadaşlar, bu temel meseleleri biz konuşmadan... Tabii, insani kayıpların karşılığı yok, paha biçilemez yani; onca insan ölmüş, geri getiremiyoruz. Yani o konuda sükût edip biraz susmak lazım. Onları geri getiremiyoruz ama ekonomik anlamdaki kayıplara siz baktığınız zaman Türkiye son kırk yılda tam anlamıyla bir savaş ekonomisi uygulamış ve bu savaş ekonomisi de şu an yaşadığımız sıkıntıların temelinde, merkezinde bir yerde duruyor.

Kıymetli arkadaşlar, buradan Suriye savaşına geçmek istiyorum. Suriye savaşında Türkiye'nin başından beri iki tutumu vardı, bizce ikisi de sakattı. Birinci tutum, başka bir ülkenin, komşu ülkenin rejimini değiştireceğiz. Veciz bir şekilde "Emevi camisinde namaz kılmak" olarak ifade edilmişti ve orada daha rahat çalışabileceğimiz, işte Sünni Araplarla, işte Müslüman Kardeşler'le biz başka bir rejim kuracağız, Arap Baharı'nın rüzgârına kapılınmıştı. O zaman, biliyorsunuz, Orta Doğu'daki Baasçı rejimler işte Mısır'da, işte Libya'da bir bir devriliyordu. Herhâlde biz de Suriye'de böyle bir pozisyon elde edebiliriz gibi düşünüldü.

İkinci istedikleri, Suriye'de her ne olursa olsun -bizim "Rojava" dediğimiz bölgede, sizin "Kuzey Suriye" dediğiniz bölgede- Kürtlerin bir siyasal statü elde etmesini engellemek. İki temel argüman vardı. Birinci argümandan çok uzun zaman önce vazgeçildi. 2015 yılından bu yana kademeli olarak Türkiye Esad'la dolaylı, kimi aracılar üzerinden görüşmeler yapıyor ve Suriye'de bir siyasal süreç sonucunda yeni bir statükonun oluşması için zaten Türkiye orada kararını netleştirmiş durumda. Geriye kaldı ikinci amaç. İkinci amaç, her ne pahasına olursa olsun Kürtlerin orada bir siyasal statü elde etmesi... Konuştuğumuz da 2 milyon Kürt ha topu topu, Türkiye'de 20 milyon var.

OYA ERONAT (Diyarbakır) - O Kürtleri kovdunuz, Türkiye'ye kovdu PKK, Türkiye'ye kovdu. Doğru düzgün konuşun.

HİŞYAR ÖZSOY (Devamla) - Şimdi, kıymetli arkadaşlar, mesele biraz şöyle: İlk düğmeyi, ilk iliği yanlış düğmelediğiniz zaman ondan sonrakileri düzgün bir şekilde düğmeleme imkânı olmuyor.

Ben polemiğe girmeden şöyle bir noktaya geçeyim arkadaşlar: Kobani'ye DAİŞ saldırdığı zaman 2014 Eylülünün sonlarında... 28 Eylül gününü hatırlıyorum çünkü bir konferans vardı Amerika'da, Washington'da. O zaman akademisyendim. Sayın Selahattin Demirtaş o konferansta konuşmak üzere katılımcıydı orada. E, tabii, böyle, Kobani'deki duruma dair haberler gelince apar topar Türkiye'ye gelmişti. Durum bayağı kötüydü çünkü DAİŞ saldırıyordu. Daha önce saldırdığı yerlerde uyguladıkları vahşeti herkes biliyordu. Korkuyorlardı, işin doğrusu, Şengal'den sonra Kobani'de de öyle korkunç bir vahşet olur mu diye. Kürtler, dünyanın dört bir tarafından vicdan sahibi ne kadar insan varsa herkes kaygıyla izliyordu. Ben de bir Kürt akademisyen olarak geceden sabaha kadar sürekli haberleri takip ediyordum ne oldu ne bitti diye. Yani bütün Kürtlerin gözünün Kobani'de olduğu, dünyanın gözünün Kobani'de olduğu bir dönemde, hani hep "Türkiye büyük güç, Orta Doğu'da bizsiz yaprak kımıldamaz, biz bölgesel bir gücüz." diyorlar ya, ben şimdi soruyorum bu Meclise -o zaman burada görev alan insanlar da vardı- neden o zaman DAİŞ'e karşı bir sınır ötesi operasyon için bu Meclis tezkere görüşmedi? DAİŞ orada Kobani'ye saldırırken, insanları öldürürken, 20 yaşındaki gençler, kız çocukları, erkek çocukları hafif silahlarla DAİŞ zulmüne karşı savaşırken bu Meclis niye bunu bir gündem yapmadı? Ne oldu? Seyredildi. "Düştü-düşecek" polemiğine girmek istemiyorum. 7-8 Ekim olayları oldu, çok insan öldü. Sonra, Amerika'nın baskısıyla, Obama'nın şahsi baskısıyla Türkiye üzerinden silahlar geçirildi.

Sonra ne oldu? Sonra Kobani'de DAİŞ devrildi...

OYA ERONAT (Diyarbakır) - Sokağa çağıranlar utansın 6-7 Ekimde.

TUMA ÇELİK (Mardin) - Böyle bir şey yok ki.

HİŞYAR ÖZSOY (Devamla) - Ya Başkanım, lütfen uyarır mısınız? (AK PARTİ sıralarından "Sen rahat ol!" sesleri)

BAŞKAN - Devam edin.

HİŞYAR ÖZSOY (Devamla) - Ben rahatım, ben gayet rahatım.

Sonra ne oldu? Sonra DAİŞ'in Orta Doğu'da gerileme süreci başladı, Kobani yenilgisinden sonra artık böyle devam etti.

Ben çok fazla hani... Gerçi akademisyenim ama ben çok fazla, mümkün mertebe akademik jargon kullanmamaya çalışıyorum, siyasete girdikten sonra biraz da zor oluyor. İbrahim Ayhan arkadaşımızı tekrar anarak, onun çoğu zaman yaptığı bir şeyi yapmak istiyorum. Bilirsiniz, o, hep, konuşmalarının sonlarına doğru, bir felsefeciden böyle bir kesit alırdı, onunla konuşmasını kapatırdı.

Kıymetli arkadaşlar, Walter Benjamin diye meşhur bir tarihçi var. Onun meşhur tarih tezleri vardır, bir de "Pasajlar" diye çok büyük, çok önemli, bitmemiş bir kitabı vardır. Tarih meselesine bakarken Benjamin şöyle bir şey söylüyor, kısa tutacağım, burayı bir "lecture"a, bir derse çevirmeyeceğim tabii ki: "Geçmişe bakarken, tarihe bakarken kaçırılmış fırsatlara -yani missed opportunities- yerine getirilmemiş sözlere -yani unfulfilled promises- bakmak lazım." Bana sorarsanız Kobani çok önemli bir fırsattı, Türkiye ile Kürtler arasındaki ilişkileri toparlamak açısından Orta Doğu'da bambaşka bir siyasal iklimi ortaya çıkarma konusunda gerçekten önemli bir fırsattı ve binbir türlü hatayla -burada şunu bunu suçlayarak söylemiyorum- bu fırsat heba edildi ve Türkiye Suriye'de sadece politikalarında değil partner seçiminde de çok büyük hatalar yaptı.

Kıymetli arkadaşlar, zamanımız az kaldı, biraz Astana, İdlib sürecine girip oradan kapatmaya çalışayım. Mevlüt Bey'e, Mevlüt Çavuşoğlu'na, Sayın Çavuşoğlu'na bakarsanız Astana ve İdlib yani buradaki anlaşmalar büyük bir başarı hikâyesi. Biz o meseleye biraz şu çerçeveden bakıyoruz: Aslında ilk günden beri Astana süreci Esad karşıtı güçleri zaman içerisinde sistemli bir tasfiye operasyonuydu ve adım adım o noktaya geldik, en son İdlib kaldı.

Arkadaşlar, şimdi, burada, biliyorsunuz, Türkiye'nin Rusya'nın tezlerine bir anlamda mecbur kalmasının bir tarihi var; Rus uçağının düşürülmesi, büyükelçinin burada öldürülmesi. İşin doğrusu, Türkiye Rusya'nın sınırlarını çizdiği çerçevede hareket etmekten başka çok fazla bir şey yapamıyor; bunu daha önce bu Meclis kürsüsünde de söyledik. Ne oldu? Dera'da, Guta'da, başka yerlerdeki Esad karşıtı gruplar Türkiye'nin de yardımıyla tasfiye edildi. Şimdi "çatışmasızlık bölgeleri" deniliyor ya...

Arkadaşlar, Esad karşıtı bütün güçler tasfiye edilecek; bu, karara alınmış. Çünkü Astana sürecinde üç güç var; Türkiye bu tarafta, İran ve Rusya da Esad'ın tarafında, onlar adına müzakere yürütüyorlar ve Esad bütün bu muharebe alanlarında tek tek kazanıyor, en son nokta İdlib. Bakın, İdlib'deki grupların da tasfiyesini Rusya yapacaktı ama Lavrov dedi: "Sonsuza kadar bekleyecek değiliz. Size bir görev verdik, İdlib'de beslediğiniz bu grupları, desteklediğiniz bu grupları tasfiye edeceksiniz." Türkiye bir anda daha önce "Nazi" dediği Avrupa'ya, Amerika'ya giderek, özellikle de mülteci kozunu kullanarak bir aylık bir zaman kazandı; on beş günü geçti, kaldı on beş gün. Yani koca bir devletin, küresel devletin Orta Doğu'da Kürt karşıtlığı üzerinden kurguladığı Suriye politikasında gelip sıkıştığı nokta İdlib, bir zaman kazanmış, bundan sonrası da çok hayra alamet değil, İdlib de tasfiye edilecek. Ondan sonra ne kalacak arkadaşlar geriye? Suriye'de, siyasasında ne kalacak size söyleyeyim: Türkiye'nin "terörist" dediği Esad ve ittifakları ve yine bu Hükûmetin "terörist" dediği Kürtler kalacak çünkü diğer bütün gruplar tasfiye oldu, yapısal olarak, DAİŞ gitti, Nusra gidecek, ÖSO gidecek, masada Kürtler ve Esad kalacak ve Kürtlerin ittifak kurduğu kimi Arap çevreler.

Biz şunu söylüyoruz arkadaşlar: Hamaset, milliyetçi nutuklarla ne Suriye meselesinden ne Türkiye'deki bu siyasal gerilimden çıkış bulmak mümkün değil. Hatalar çok yapıldı, bir tane değil on tane hata yapıldı ve biz bu tezkereyi de bu hatanın bir sonucu olarak görüyoruz, bir çaresizliğin ve çözümsüzlüğün nişanesi olarak görüyoruz. İYİ PARTİ'li hatip "Gelecek sene biz bunu çözümsüzlüğün nişanesi olarak göreceğiz." dedi, biz bu sene de öyle bir çözümsüzlüğün nişanesi olarak görüp zaten buna karşı oy kullanacağımızı ifade ediyoruz.

Kıymetli arkadaşlar, bir de Suriye'de şöyle bir durum var: Yani tabii, bu İdlib'de ihale Rusya'da da biraz tasfiyenin taşeronluğunu yani "Siz yapın, biz karışmıyoruz." diye Türkiye'ye verdiler, böyle bir durum. 30-35 milyar doları, şu ana kadar kimin parasını kime vermişler, bunları da çok fazla bilmiyoruz, Hükûmeti çok denetleyebilmek mümkün değil. Yalnız geçen gün trajikomik bir mesele okudum, Al-Monitor'de bir tane makale okudum. Türkiye'den maaş alan, şu an, işte Zeytin Dalı falan, bu operasyonlar çerçevesinde Suriye'de bulunan militanlar şikâyette bulunuyorlardı, belki bazılarınız okumuşsunuzdur. "Ya, bizim maaşımızı Türk lirasıyla vermeyin, Suriye dinarıyla verin çünkü iki hafta içerisinde maaşlarımız tükeniyor." gibi böyle ciddi ciddi yazmışlar, isimle yazmışlar falan. Yani düşünebiliyor musunuz, yani bütün bu savaş, rant, bütün bu politikaların sonucunda bu ekonominin çöküşü ve Türk lirasının Suriye dinarı karşısındaki durumunu işte en iyi ve en veciz şekilde ifade eden, işte Türkiye'nin maaşını ödediği bir militanın Al-Monitor'e anlattıkları.

Kıymetli arkadaşlar, son olarak, yeni bir Orta Doğu kuruluyor. Bu yeni Orta Doğu'da yüz yıl önceki Orta Doğu'da yer bulamayan Kürtlerin belli bir statüsü olacak. Nasıl? Çok bilmiyoruz ama Irak'ta görüyorsunuz, Suriye'de... Yani mazlum bir halk olarak Orta Doğu'da görmediği zulüm ve vahşet kalmamış Kürtler, bu yeni Orta Doğu'da bir yer bulmak istiyorlar.

Bize sorarsanız, Türkiye Cumhuriyeti devletine hükûmet eden aklın mantığı, yaşadığı en büyük kriz şudur: Bu Kürtlerle ne yapacağını gerçekten bilmiyor çünkü Irak dağılıyor, Kürtler bir güç olarak orada ortaya çıkıyor; Suriye sallanıyor, Kürtler bir güç olarak orada çıkıyor. Şimdi ne yapacaksınız? Siz Orta Doğu'daki bu Kürtlerle bu ilişkilerinizi nasıl düzenleyeceksiniz? Ortada böyle kocaman bir soru var. Tabii, elinize çekiç aldığınız zaman her tarafı çakılacak çivi gibi görürsünüz de Kürt meselesi siyasal bir meseledir, Orta Doğu'nun, Türkiye'nin, Orta Doğu'da 4 devletin yapısal büyük bir sorunudur ve siyasal bir sorun olduğu için siyaseten çözülmesi gereken bir durumdur diyoruz. Aksi hâlde ne olur? Aksi hâlde, bizim görebildiğimiz, Türkiye Cumhuriyeti devletini yönetenler şu an eski güvenlikçi, askerî klişelere geri dönmüş ve resmî ideolojinin kalıplarına, klişelerine maalesef tekrar müracaat etmişlerdir. Bunun bir an önce durması lazım, bu hayra alamet bir durum değildir.

Şu ana kadar Suriye Rojava politikalarında yanlış yapan Türkiye'nin bir an önce hem politikalarını hem partnerini değiştirmesi gerektiğini düşünüyoruz.

Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)