GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Türkiye Kalkınma Bankası Anonim Şirketi Hakkında Kanun Teklifi münasebetiyle
Yasama Yılı:2
Birleşim:6
Tarih:10.10.2018

HDP GRUBU ADINA EROL KATIRCIOĞLU (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli üyeler; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Sayın Özgür Özel, demin Meclisle ilgili olarak bir kelime kullandı, yeteri kadar özenli olmadığımıza dair. Doğrusunu isterseniz özensizlik o kadar diz boyu ki bu Mecliste -ben yeni gelmiş bir arkadaşınız olarak söyleyebilirim- bakın, bugün konuştuğumuz yasa teklifinin önerisini yapan iki arkadaşımız hâlâ burada yoklar ve hâlâ baktığınızda sandalyelerin hemen hemen tümü boş.

Bunun bir tek anlamı var -özellikle AK PARTİ'li arkadaşlara söylüyorum- bunu böyle düşünmeseniz de arkadaşlar, bu şu demek: "Biz çoğunluğuz, gerektiğinde geliriz, belirleriz buradaki oylamayı ve çeker gideriz." Böyle düşünmeseniz de yaptığınızın bu olduğunu lütfen bir kere daha düşünün derim ben.

Şimdi, arkadaşlar, tabii, Kalkınma Bankasıyla ilgili olarak söz aldım. Bu çok hızla elimize gelmiş olan bir yasa teklifiydi ve yine hızla bir değerlendirmeden sonra buraya gelmiş oldu fakat konuşulacak o kadar çok konu vardı ki bunu Plan ve Bütçe Komisyonundaki toplantılar sağlamadı, doğrusunu isterseniz. Şimdi, ben, mesela birtakım sorular ortaya atacağım ve cevap bekliyorum tabii ama cevabı verecek olan insanlar burada olmadığı için... Yani, aslında, belki, hani ola ki burada bazı arkadaşlarımız, Adalet ve Kalkınma Partisine mensup arkadaşlar, yasalar nasıl saraydan buraya geliyorsa, belki buradan da bazı düşünceler saraya gider umuduyla birkaç cümle söyleyeceğim.

Kalkınma Bankasına geçmeden önce, Sayın Bakan Albayrak geçenlerde enflasyonla mücadeleyle ilgili olarak ortaya attı ve ilginçtir bütün yandaş medya tarafından da alkışlarla karşılandı fakat içi o kadar boş, altı o kadar boş bir öneriyle gelindi ki insan şunu sormadan edemiyor: Ya, bu arkadaşlar iktisat bilmiyorlar mı hakikaten? Olabilir mi bu? Ben olamayacağını düşünüyorum çünkü Adalet ve Kalkınma Partisi mensupları arasında iyi iktisatçıların olduğunu da biliyorum ben. Gelen öneri, aşağı yukarı şöyle bir öneri, diyor ki: "Yılbaşına kadar şirketlerle anlaştık, yüzde 10 indirim yapacağız." Fiyatları indirecekler yüzde 10.

Peki, arkadaşlar, ya indirmezlerse ne yapacaksınız? Öyle ya, ne yapacaksınız? Ceza mı vereceksiniz? Ceza veremezsiniz çünkü ortada bir kanun yok. İnsanları dayanışmaya davet edebilirsiniz ama -kusura bakmayın- ülkeyi öylesine böldünüz ki böyle bir dayanışmayı üretme şansınız da yok.

Dolayısıyla da, arkadaşlar, bakın, kolektif aksiyon iki araçla gerçekleşir. Biri kanun ve cezayla, bir diğeri de dayanışma, eğer bir ulussa, ulusun ortak biz duygusuyla, paylaşmasıyla ilgili olabilir. Bakıyorum, önerinin hiçbirinde bunlar yok. Dolayısıyla bizim yüzde 10 indirim yapmak durumunda bunu destekleyen şirketlerin yapmadıkları takdirde ne yapacaklarıyla ilgili hiçbir bilgimiz yok. Yani sonuç olarak ne kanun var ne bir dayanışma önerisi var, sadece ve sadece TOBB'un, işte, TÜSİAD'ın vesaire, birtakım iş örgütlerinin temsilcileriyle yapılan görüşmeler sonucunda bir anlaşmaya varılmış olduğu bilgisi var.

Tabii, bizim ülkemizi hepiniz biliyorsunuz. Hemen arkasından büyük sermaye grupları destek beyanlarında bulundular. Bu da güzel bir şey sonuç olarak. Gerçekten yüzde 10 fiyatlarını indirecek olurlarsa bu, Türkiye açısından iyi bir şey olur ama yapmayacaklar arkadaşlar. Bu, iktisadi kurallara aykırı bir şey.

Yine iktisattan bahsedelim. Bu, ancak şöyle olabilirdi: İktisat teorisinde "gelirler politikası" diye bir politika vardır. Bu politika, enflasyonla mücadelede kullanılan bir politikadır ve biz de esasında Türkiye olarak geçmişte kullandık bu politikayı ve bu politika, esas itibarıyla bir uzlaşmaya dayanır. Yani üretim faktörlerinin temsilcileriyle bir uzlaşma üretmeye dayanır. Yani işçilerle anlaşacaksınız, işverenlerle anlaşacaksınız, devletle anlaşacaksınız ve dolayısıyla da bir anlaşmayla "Biz fiyat artırımlarını durdurduk ya da şu kadar indirdik ya da şundan fazla artırmayacağız." diyebilirsiniz ve bunu her ay "check" ederek gerçekten buna uyulup uyulmadığını denetleyebilirsiniz ve böylelikle de enflasyonla mücadelede bir başarı elde edebilirsiniz ama arkadaşlar, dikkat edin, burada da önemli şart, uzlaşma. Yani toplumdaki farklı kesimlerin, ekonomide faktör temsilcileri arasında bir uzlaşma gerekiyor. Doğrusunu isterseniz, bu uzlaşmaya tabii ki... Ben Sayın Albayrak'ın ekibi içinde gelirler politikasını bilmeyen kimsenin olduğunu sanmıyorum. Bu, öyle bilinmeyecek ayrıntı bir bilgi değil. Bunu herkes biliyor. Ama arkadaşlar, mesele bu değil bence. Benim anladığım, benim okumam, meselenin bu olmadığı yönünde. Mesele ne diye baktığımızda, benim gördüğüm kadarıyla bu şöyle bir şey...

Ha, pardon, bir şey daha söyleyeceğim. Bu yüzde 10 indirimle ilgili olarak önemli olan... Ki birazdan Kalkınma Bankasıyla ilgili olarak konuşurken de bağlantı kuracağım. Fiyatlarını yüzde 10 indireceğini söyleyen şirketler dünyasında rekabet bozulur. Çünkü yüzde 10 indirebilecek olan vardır kâr marjından, yüzde 10 indiremeyecek olan vardır. Dolayısıyla da yüzde 10 indiremeyecek olan, iflas eder. Dolayısıyla da onun pazarını diğer rakibi alır. Dolayısıyla rekabet ilişkisi ve düzeni bozulur.

Sayın Cumhurbaşkanı buraya geldi açılışta, biliyorsunuz, serbest piyasayı öven bir konuşma yaptı ama bu, serbest piyasa değil. Kimse kusura bakmasın, böyle serbest piyasa olur mu? Ama illa serbest piyasa olması gerektiğini de söylemek istemiyorum ben. Yani ekonomide iradi kararlar da pekâlâ olabilir ama o iradi kararların gerçekten danışılarak üretilmiş olması lazım ya da arkasında toplumsal bir meşruiyet olarak yapılabilmesi lazım. Ben bunu görmüyorum ve görmediğimden dolayı da bu adımın başarılı bir adım olma ihtimalini çok fazla görmüyorum.

Dolayısıyla da sonuç olarak bu başarılı olma şansı olmayan öneri niçin ortaya atıldı diye baktığınızda, ben şöyle düşünüyorum: Biliyorsunuz, mart ayında yerel seçimler var ve şu cümleyi söyleyebilmek istiyor Hükûmet yıl sonunda... Çünkü, hatırlayacaksınız, bu yüzde 10 fiyat indirimleri yılbaşına kadar olacak, gönüllü olacak vesaire vesaire... Bu, şu demek: Eğer enflasyon, yıl sonu itibarıyla, şu anda beklenenden daha düşük bir seviyedeyse o zaman şunu söyleme şansı olacak iktidarın: "Görüyorsunuz, ekonomiyi kontrol altına aldık. Bakın, dövizi nasıl aldık. Döviz 6'lar civarında dolaşıyor ama sonuç olarak büyük dalgalanmalar yok." Dolayısıyla her şey yolunda izlenimini uyandırmak istiyor bu Hükûmet çünkü, benim anladığım kadarıyla, yerel seçimler onlar için de hayati. Bizim için de hayati, doğrusunu isterseniz. Çünkü bu sistemle gitmek konusunda kararlısınız ve anlıyorum ki inanıyorsunuz da bunlara. Demin Durmuş Yılmaz'ın söylediklerine tümüyle katılıyorum. Buna inanıyorsunuz da ama bu yol, yol değil. Nasıl anlatmak lazım bilmiyorum.

Yani ben şunu çok isterdim doğrusu, bu programı ya da bu enflasyonla mücadele programını önümüze getiren kadroyla bire bir konuşabilmeyi çok isterdim. Gerçekten neyi nasıl düşündüklerini anlamak isterdim ve şu soruların cevabını vermelerini isterdim: Ya yüzde 10'a uymazlarsa ne yapacaksınız? Kaldı ki -bir başka soru daha soracağım- "Yılbaşına kadar." deniyor. Ne olacak yılbaşından sonra? Yani yılbaşına kadar yapacağız bunları, sonra program bitecek. Peki, enflasyon kontrol altına alınmış mı olacak? Bilmiyoruz, onu yaşayarak göreceğiz.

Dolayısıyla arkadaşlar, özetle, iktisadi perspektif olarak mevcut Hükûmet, tümüyle kendini yerel seçimler bağlamında bir yere oturtmaya çalışıyor, ekonomideki çılgın gidişi bir ölçüde de olsa kontrol altına aldığını söyleyebileceği bir yere doğru ekonominin götürülebilmesini istiyor. Bu da yılbaşına kadar olacak olan bir süre gibi gözüküyor. Dolayısıyla da "Neden yüzde 10 indirimler yılbaşına kadar olacak?" sorusunun cevabını da böylelikle bulabiliriz. Yanılıyor olabilirim, bunu yaşayarak göreceğiz. Ben de buradayım, sizler de buradasınız; bunları tekrar konuşacağız.

Şimdi, Kalkınma Bankası meselesine gelecek olursak, tabii, Kalkınma Bankasıyla ilgili teklifi okuduğumda ben şöyle düşündüm -bir süre önce yine burada yaptığım bir konuşmada bunun altını çizmiştim- ve kendi kendime şunu söyledim: Hah, nihayet Hükûmet, imalat sanayisinin önemini kavramış bir yerden bir teklif getirmiş. Çünkü on altı yıl boyunca imalat sanayisinin gayrisafi millî hasıla içindeki payları giderek düşüyor arkadaşlar, ki imalat sanayisi döviz yaratan bir sanayidir. Tarım da aynı şekilde, tarımın da gayrisafi millî hasıla içindeki payı düşüyor, inşaatın aleyhine olmak üzere. Dolayısıyla da şöyle düşündüm: Bu Kalkınma Bankası, evet, güzel, KOBİ'leri destekleyecek, şunlar bunlar... İyi bir şey olacak diye düşünmeyi çok istedim ama teklifin tümünü okuduğumda, tümünü okuduğunuzda ve yaptığımız tartışmalardan, meselenin sadece ve sadece bir kalkınma bankası ihtiyacını karşılamak üzere önerilmiş bir teklif olmadığını anladım ya da anlıyorum, öyle okuyorum.

Şimdi, kalkınma konusuyla ilgili birkaç cümle daha edeyim, sekiz dakika vaktim var.

Evet, Türkiye, doğrusu, şunu yeteri kadar tartışmış bir ülke değildir. Yani 1980'lerde serbest piyasa ekonomisini kabul ettik dedik ama serbest piyasa ekonomisinin nasıl bir ekonomi olduğuyla ilgili olarak çok da fazla bir fikrimiz yoktu ama işte öyle veya böyle bunca zaman geçti ve bir şeyler öğrendik sonuç olarak. Ama yine de geldiğimiz yer itibarıyla baktığımızda, hâlâ gelişmiş ülkeler sınıfında değiliz. Bu, hepimizi ilgilendiren, hepimizi "Nasıl yaparız da bunu aşarız?" sorusunun cevabını vermeye iten bir durum.

Benim geçmişte yaptığım bir hesaba göre, bizim Avrupa Birliği ülkeleriyle aynı gelir düzeylerine ulaşabilmemiz için yıl itibarıyla yüzde 7 büyümemiz lazım ve bu, bizim otuz yıl daha beklememizi gerektiriyor. Dolayısıyla da müthiş bir açık var ve dolayısıyla da "kalkınma" diye bir meselemiz var gerçekten. Bunun da doğrudan doğruya piyasa ekonomisiyle olmadığını da biliyoruz, olmayacağını da biliyoruz. En azından 2008 krizi bilmeyenlere de anlattı bunu ki bu piyasa ekonomisiyle bu işler kendi başına olmaz. Dolayısıyla da iradi kararlara ihtiyaç var, tabii ki var, tabii ki Kalkınma Bankası gibi bankaya da ihtiyaç var. Ama arkadaşlar, dediğim gibi, biraz baktığımızda bunun birazdan arkadaşlarım da maddeler üzerinde konuşurken daha ayrıntısına girecekler ama ben çok kabaca söyleyeyim size, benim altının çizilmesi gerektiğini düşündüğüm şey, kaynağının nereden geldiği belli olmayan bu bankanın ki muhtemelen ya da büyük bir ihtimalle bütçeden gelecek olan bir kaynağı olacak, dolayısıyla da vergilerle sermayesi desteklenmiş bir kurum olacak, bu kurum. Ve bu kurum -öyle yazıyor- kâr maksimizasyonunu dikkate almadan kendi kaynaklarını transfer edecek, ihtiyacı olanlara. Ben bunu tartışırken Plan ve Bütçede sordum, bir cevabını alamadım doğru dürüst.

Kâr maksimizasyonu, bildiğiniz gibi, verimliliğin gerçekleşebilmesi için işletmelerin uyması gereken bir kural, bir ilke. Ha, buna uymayabilirsiniz, dersiniz ki satış maksimizasyonu yapmak istiyorum, fayda maksimizasyonu yapmak istiyorum dersiniz ama bir şeyi maksimize etmeye çalıştığınız için. Niçin? Çünkü kaynaklarınızı verimli kullanmanın bir yolunu bulmanız lazım. Fakat anlaşılıyor ki burada böyle bir ihtiyaç yok. Ve bu ihtiyaç olmadığı için de benim anladığım kadarıyla -yine şurada notlarımda olacak- birçok muafiyetle birlikte kurulmuş bir bankayla karşı karşıyayız. Birkaç tanesini okuyayım, mesela SPK'ye ödenecek kurul ücretleri ödenmeyecek, damga vergisinden muaf olacak, her türlü harçtan muaf olacak, banka ve sigorta muameleleri vergisinden muaf olacak, gelir vergisinden, kurumlar vergisinden istisna olacak, Bankacılık Kanunu'ndan da istisna olacak! Ne kuruyoruz arkadaşlar? Böyle bir şey olur mu? Nasıl bir şey bu?

Amaç olarak da yazılan, altyapı yapacak, çevreye yatırım yapacak, enerji, konut... Niçinse konut? Yani konut, bu bankaya mı kaldı? Her neyse... AR-GE, verimlilik artışı, KOBİ'ler en son, bölgesel gelişmişlik farkları ve döviz kazandırıcı faaliyetler.

Şimdi, arkadaşlar, benim anladığım, bu şöyle bir banka olacak: Tamamen Cumhurbaşkanının elinin altında, adı Kalkınma Bankası olmakla birlikte finans piyasalarını kontrol eden ve finans piyasalarında karşılaştıkları bankacılığın zorluklarını aşmanın yolu olarak tümüyle Cumhurbaşkanı tarafından kullanılacak olan bir araç olarak düşünülmüş bu. Yani biliyorsunuz, arkadaşlar, zaman zaman Sayın Cumhurbaşkanı, bankacılık sektörüyle ilgili olarak sıkıntılar dile getirir. Mesela, benim hatırladığım bir tanesi, kredi çağırmalarıyla ilgili olarak galiba İhracatçılar Meclisinde yaptığı bir konuşmada "Bu, gayriahlaki, gayrimillî bir davranıştır; kredileri geri çağıramazsınız." diyerek tavır aldı. Fakat açıktır ki arkadaşlar, Türkiye'nin mevcut sanayi yapısı öyle bir yapı ki burada bankacılığı özel olarak ele alıp konuşmamız lazım.

Bakın, 2017 yılında Rekabet Kurumu, 12 bankaya aralarında anlaşıp faizleri belirlediklerine dair bir dava açtı ve bu dava sonucunda 1,1 milyar Türk lirası ceza kesti. Yani heyula gibi bir bankacılık sistemi var, özellikle KOBİ'ler bundan yararlanamıyorlar çünkü risk değerlendirmesi vesaire türünden zorluklarla karşılaşıyorlar ve dolayısıyla da gerçekten de yatırım fonlarından bir pay almaya çalışan KOBİ'lerin ciddi bir sıkıntısı var; geçmişte daha da fazlaydı, şimdi de devam ettiği kanaatindeyim.

Dolayısıyla da bir yanıyla baktığımızda, onlara çare olabilecek olan bir şey gibi gözüküyor ama esasında, bu, ancak ve ancak şöyle olabilirdi: Gerçekten özerk, belli bir yönetimi olan, belli bir programa bağlanmış -ki benim anladığım kadarıyla yine zamanımız yetmeyeceği için üstünde daha fazla konuşamayacağım- ama Kore'deki örnekler dikkate alınarak kurgulanmış olan bir şey bu, ki görünüş itibarıyla bazı benzerlikler taşısa da Kore'deki bankacılıkta şu gördüğümüz örneğin bir ilgisi yok.

Dolayısıyla da ben özetle, bu bankanın kuruluşuyla ilgili olarak önce gayet olumlu bir bakış açısıyla konuya yaklaştığımda ve teklifi okudukça geldiğim yerde, özellikle, fon meselesi var, fonun kullanımı meselesi var ve arkadaşlar, bütün bunlar doğrudan doğruya piyasadaki rekabet konularına değen konular. Yani siz aynı iş kolundaki bir şirkete bir kredi vereceksiniz, aynı sektörde çalışan diğer firmaya vermeyeceksiniz; bu, o sektördeki rekabet düzeyini bozar. Biz bu çalışma sırasında sorduk Sayın Muş'a, Rekabet Kurumuyla hiç görüştünüz mü diye, "Hayır." dedi. Arkadaşlar, devlet yardımları ve devlet destekleri, özellikle, Avrupa Birliğiyle ilgili olarak baktığımızda bizim çok belalı bir konumuzdur. Çünkü bizim Türkiye olarak kulak arkası yaptığımız konulardan bir tanesidir bu, tıpkı İhale Kanunu gibi bir şey bu.

Dolayısıyla da arkadaşlar, evet, anlıyorum ki Hükûmet ciddi bir sıkıntı içinde ama bunu da itiraf etmiyor çünkü itiraf ederse biliyor ki önümüzdeki seçimlerde tepetaklak gidecek. Onun için, durumu idare etmek istiyor ve durumu idare etmenin araçlarından birinin de -anladığım kadarıyla- Kalkınma Bankası ve Kalkınma Bankası aracılığıyla iş dünyasını manipüle etmek, iş dünyasında istediği, uygun bulduğu kişi ve kurumları desteklemek, bulmadıklarını da desteklememek biçiminde tabii... Sonuç olarak, iyi kötü işleyen serbest piyasa ekonomimizin de sonu olacak, en azından olabilecek, böyle bir etki üretebilecek olan bir bankayla, bir banka girişimiyle karşı karşıyayız.

Yani yine, olan olacak tabii ki. Sizler şimdi, birazdan geleceksiniz, bir ıslık ötecek, herkes gelecek ve buradan bu yasayı geçireceksiniz ama emin olun, bu bizi bir yere götürmez. Ben ilk konuşmamda da buraya geldiğimde... Yıllar içinde öğretim üyeliği yapmış bir insan olarak, Meclisi merak eden bir insan olarak geçmişte gelmişliğim de vardır. Ama gördüğüm şey, gördüğüm tablo, hepimizin düşünmesi gereken bir tablo. Demin bir hadise yaşadık arkadaşlar, Cumhuriyet Halk Partisinin bir önerisi vardı...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurun, sürenizi bir dakika uzatıyorum.

EROL KATIRCIOĞLU (Devamla) - ...sağlık çalışanlarına yapılanlarla ilgili olarak, Adalet ve Kalkınma Partisinden bir arkadaş geldi buraya, bir konuşma yaptı. Ben yanımdaki arkadaşıma dedim ki: "Ya, galiba, AK PARTİ de herhâlde bizi destekleyecek, bu öneriyi destekleyecek." Ama gördüğüm şey: Oylamaya geçince hepiniz "hayır" dediniz. Bu, sizin anlayışınıza tuhaf gelmiyor mu? Bana tuhaf geliyor. Yani bu, bizim parti aidiyetlerimizin, fikirlerimizin çok önünde olduğunu söylüyor. Bu, iyi bir şey değil arkadaşlar çünkü burası, ortak fikri bulmaya çalışan insanların topluluğu olması lazım, mekânı olması lazım. Ama yani burada herkes kendi partisine göre, kendi partisinin talepleri doğrultusunda davranırsa ortak aklı bulamayız.

Sayın milletvekilleri, dolayısıyla da gerçekten aranızda bulunduğum süre içinde bu durumu görmekten dolayı çok rahatsızım, eğer sizler de rahatsızsanız oturup konuşalım.

Teşekkür ederim.

Sayın Başkan, teşekkür ederim. (HDP sıralarından alkışlar)