| Konu: | Türk Silahlı Kuvvetlerini Güçlendirme Vakfı Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 10 |
| Tarih: | 24.10.2018 |
MHP GRUBU ADINA SAFFET SANCAKLI (Kocaeli) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 3388 sayılı ve 7 Haziran 1987 tarihli Türk Silahlı Kuvvetlerini Güçlendirme Vakfı Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi üzerine Milliyetçi Hareket Partisinin görüşlerini sunmak üzere huzurunuzdayım. Hepinizi ve bizi izleyen büyük Türk milletini saygıyla selamlıyorum.
Sürem yirmi dakika. Bu yirmi dakikanın on dakikasını bu konuya ayırdım, geri kalan on dakikada da Millî Savunma Komisyonundan Millî Takıma ve Türk sporuna geçeceğim. Bazı sorunlar var, bazı önerilerimiz var, onları konuşacağız.
Sayın Başkanım, size de yeni görevinizde başarılar diliyorum. Çok mutluyuz, çok sevinçliyiz.
Teşekkür ederim.
Hafızalarınızı yenileyerek konuya giriş yapmak istiyorum. Yıl 1963, yer Kıbrıs. O yıllarda Kıbrıslı Rumlar 20 bine yakın EOKA militanını adaya yerleştirmiş ve Akritas Planı'nı devreye sokmuştu. Plana göre Lefkoşe sekiz saat içinde ele geçirilecek ve Türk köyleri imha edilecek, Türkler ise adadan atılacaktı. 21 Aralık 1963 tarihinde başlayan olaylarda Kıbrıs Rumları, Türklerin meskûn bulunduğu köylere saldırdılar, 137 köy boşalttılar; evleri, hayvanları, ahırları yaktılar, yıktılar, tarım araçlarını yağmaladılar. 18.667 Türk, evinden ocağından sürüldü, 364 Türk şehit edildi. Bu olaylar 1964 yılı boyunca da şiddeti zaman zaman artırılarak planlı bir şekilde sürdürüldü. İnsanlık dışı zulmün ve katliamın yaşandığı bu olaylar tarihe "Kanlı Noel" diye geçti.
Kıbrıs'taki Türk alayının kısmi müdahaleleri olur, birkaç uçak Kıbrıs semalarında görünür, olaylar karşısında Türkiye Cumhuriyeti Kıbrıs'a çıkarma yapmayı düşünür. Ancak askerî silahları, mühimmatı ve askerî araçları adaya ulaştıracak, çıkaracak gemi bulunamamaktadır. O günkü hükûmet çok şey yapmak ister mutlaka ancak o günün imkânsızlıkları ve çaresizliği içindedir. Benzer olaylar 1974 yılında tekrar edilir. 1963, 1964, 1967 yıllarında yaşanan olaylardan ders çıkaran Türkiye bir şeyler yapmaya çalışmıştır ancak yetersizdir. 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı'ndan başarıyla çıkan Türk Silahlı Kuvvetlerine elektronik harp uygulanarak kendi uçaklarının kendi gemisini vurmasına sebep olmuşlardır. Elektronik harp, aynı ittifak içinde bulunduğumuz sözüm ona dost ülkelerce bize karşı uygulanmıştır.
Garantör ülke, bir ülkede yaşayan vatandaşlarının can ve mal emniyetlerini, namuslarını korumak üzere... Adaya bu kez çıkarma yapan Türkiye Cumhuriyeti'ne NATO'dan müttefikimiz olan ülkelerce askerî ve ekonomik ambargo, diplomatik alanda ise yalnızlığa itilmek üzere ağır tedbirler uygulanmıştır. Türkiye, uçak parçası, uçak lastiği, ağır silahlarda kullanması gereken mühimmatı, hatta uçak yakıtını teminde güçlük çeker hâle getirilmiştir. Sağlanan tüm başarılarda, sahip olunan teknolojik silahlar, mühimmat, araç gereç değil, asil Türk askerinin kahramanlığı asıl rolü oynamıştır.
Günümüzün şartlarında da durum farklı mıdır? Tabii ki hayır. Bugün de ne yazık ki durum aynıdır. Biz şanlı Türk tarihini, vatanımızı, sahip olduğumuz millî güç unsurlarımızı ve bizi, ülkemizi tehdit gören ülkeleri ya da grupları değiştiremeyeceğimize göre oyun aynen devam edecektir. Aynı ittifak içinde yer aldığımız ve müttefikimiz diye bildiğimiz ülkelerin Suriye'de yaptıklarını hep birlikte yaşıyoruz. Oyun aynen devam ediyor; dışa bağımlı olunduğu, millî sanayimizi şahlandıramadığımız sürece ve savunma alanında yabancı ülkelere muhtaç olma durumumuz devam ettiği sürece bu böyle devam edecektir. Hepimizin bildiği üzere, bugün dost bildiğimiz ülkeler Türkiye'ye karşı terör örgütlerini silahlandırıyor; NATO ülkesi olmamıza rağmen bize vermediği silah ve mühimmatı, elektronik donanımı terör örgütlerine veriyor.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bunları sizlere hafızanızı yenilemek, konuyu somutlaştırarak önemini vurgulamak üzere anlattım.
Günümüz devletleri, küresel ve bölgesel planlama yapan ülkelerden kaynaklanan tehditlerle karşı karşıyadır. Bu tehdit odaklarının bizden farklı olan ortak özellikleri, bilim ve teknolojide katettikleri mesafe ile savunma sanayisinde ulaştıkları aşamalardır. Günümüzde çok sayıda teknolojinin, araç ve gerecin askerî ya da istihbari ihtiyaçları karşılamak için geliştirildiği ya da askerî alana adapte edildiği bilinen gerçektir. Günümüzde devletlerin gücünü somutlaştıran öğelerin başında o ülkenin sahip olduğu savunma sanayisinin gücü yer alır hâle gelmiştir. Savunma sanayisinin gücü ve bu gücün dayandığı teknoloji ve silahlara sahiplik durumu ülkelerin planlarını gerçekleştirmede, dolayısıyla hedeflerine ulaşmalarında ve caydırıcı olmalarında belirleyici unsurdur. Ne yazık ki Türkiye bu konuda arzulanan seviyeye henüz ulaşamamıştır. Bu ihtiyacı karşılamak üzere, Türk Silahlı Kuvvetlerinin, 1974 ambargosundan gerekli dersi çıkararak girişimlerde bulunmaya başladıklarına şahit olmaktayız. Kara, Deniz, Hava Kuvvetleri Komutanlıklarının dışa bağımlılıktan, dolayısıyla zor zamanda tahakkümden kurtulmak üzere vakıflar kurmaya başladıkları görülmektedir. Bu bizim insanımızın cesaretidir, müteşebbis ruhun yansımasıdır. Türk Medeni Kanunu ve Vakıflar Kanunu ile diğer ilgili mevzuatın sağladığı hukuki imkânlarla kurulan bu vakıflar milletin desteğiyle ilk adımlarını atmış ve hemen tamamına yakını da başarıya ulaşmıştır; 1987'de Türk Silahlı Kuvvetlerini Güçlendirme Vakfının çatısı altında bütünleştirilmiştir. Türk Silahlı Kuvvetlerini Güçlendirme Vakfı günümüzde ASELSAN, TUSAŞ, ROKETSAN, HAVELSAN, İŞBİR, ASPİLSAN, TEI, DİTAŞ, NETAŞ gibi 44 şirket ve 16 binin üzerinde personel çalıştıran bir güce ulaşmış bulunmaktadır. Bu şirketler, bünyelerinde yetiştirdikleri elemanların ayrılarak yeni şirketler kurması sonucunda savunma sanayisinde okul görevi görmüşler, ayrıca fason olarak yaptırdıkları iş nedeniyle de yan sanayisinin gelişmesine öncülük yapmışlardır.
Vakıf senedinde vakfın ana amacı "Millî Harp sanayimizin geliştirilmesi, yeni harp sanayi dallarının kurulması, harp silah araç ve gereçlerinin alınması suretiyle Türk Silahlı Kuvvetlerinin savaş gücünün artırılmasına katkıda bulunmak üzere milletimizin maddi ve manevi desteğini sağlamaktır." şeklinde belirtilmiştir. Vakfın senedinde yer alan amaca uygun faaliyet yürüttüğü, bünyesindeki kuruluşların halk tarafından saygın kuruluşlar olarak kabullenilebildiği, haklı ve temiz bir imaja ulaştığı toplumun ortak kanaatidir. Vakıf senedinin 6'ncı maddesinin son cümlesinde "Brüt gelirinin yüzde 20'sini yönetim ve idame masrafları ile ihtiyatlara ve mal varlığını artıracak yatırımlara, kalan yüzde 80'ini ise, Vakıf amaçlarına sarf ve tahsise zorunludur." hükmü yer almaktadır. Bu hüküm, vakfın daha önce ifade edilen amaçlarına odaklanarak çalışmasına dayanak teşkil etmiştir.
Özellikle savunma sanayisi gibi Türkiye'nin ciddi açıklarının bulunduğu bir alanda AR-GE çalışmalarına duyulan ihtiyacın farkında olunarak hareket edildiği düşünülmekte ve memnuniyetle karşılanmaktadır. Ancak kayıtlara geçmesi bakımından zorunlu gördüğümüz birkaç hususun altını özellikle ve önemle çizmek isteriz. Vakıf kanununda 20 Kasım 2017 tarih ve 696 sayılı Kanun Hükmünde Kararname'nin 64'üncü maddesine istinaden 1 Şubat 2018 tarih 7079/60 sayılı Kanun'la yapılan değişikliğe dikkatinizi çekmek isterim: Bu değişiklikte "Vakfa başlangıçta özgülenen mal ve haklar ile Vakfın sonradan iktisap ettiği mal ve haklar, Vakıf yetkili organının kararı ile daha yararlı olanlarla değiştirilebilir veya paraya çevrilebilir." denilmektedir. Her ne kadar şubat ayında yüce Meclisimizden geçmiş olsa da bu hususun yüce Meclisimizin yakın denetiminde olmasına ve özellikle AR-GE çalışmalarına dayalı kazanılmış fikrî ve sınai mülkiyet haklarının devredilmemesi konusunun dikkatle izlenmesine ihtiyaç bulunduğunu düşünmekteyiz Sayın Başkan.
Kanun teklifinde, Cumhurbaşkanlığı hükûmet sisteminde Cumhurbaşkanlığı Yardımcılığı makamının ihdas edildiği, müsteşar ve müsteşar yardımcısı kadrolarının kaldırıldığından bahisle bu değişikliklere uyum sağlanması amacıyla 3388 sayılı Türk Silahlı Kuvvetlerini Güçlendirme Vakfı Kanunu'nda değişikliklerin yapılmasına ihtiyaç olduğu dile getirilmiştir. Bu kapsamda "Vakıf Mütevelli Heyeti, Cumhurbaşkanı başkanlığında, Cumhurbaşkanının görevlendireceği Cumhurbaşkanı yardımcısı, Milli Savunma Bakanı, Genelkurmay Başkanı ve Savunma Sanayii Başkanından oluşur." şeklinde değerlendirilmesi teklif edilmiştir.
Vakfın senedi incelendiğinde görüleceği üzere, mütevelli heyetinin görevleri doğrudan icrai özellikler taşımakta ve yetki devretmediği takdirde genel müdüre ihtiyaç kalmamaktadır. Ayrıca vakıf senedinin 13'üncü maddesine göre mütevelli heyetinin vakıf başkanının başkanlığında yani Sayın Cumhurbaşkanının başkanlığında en az iki ayda bir defa toplanması gerekmektedir.
Personel alımından mal vasiyeti ve teberru olarak kabul etmeye kadar uzanan geniş bir alanda uğraşacak mütevelli heyetine Sayın Cumhurbaşkanının başkanlık yapmasını düşünmenin ayaküstü verilmiş bir karar ve alelacele hazırlanmış bir teklif olduğunu, pratikte uygulama şansının olmadığını düşünmekteyiz. Bunun yanında "en az" ibaresinin eklenerek muğlak bırakılan vakıf yönetim kurulu üyelerinin netleştirilmesi de gerekmektedir.
Türk Medeni Kanunu, Vakıflar Kanunu ve Türk Ticaret Kanunu'na tabi Vakıflar Genel Müdürlüğünce denetlenen, hukuken özel hukuk tüzel kişisi olan vakfa mütevelli heyet olarak Sayın Cumhurbaşkanından Savunma Sanayii Başkanına kadar geniş bir yelpazede görevlendirme yaparak kamu görüntüsü vermenin ne kadar doğru olduğunu sizlerin takdirine bırakıyorum. Dileğimiz, Vakıf Genel Müdürü ve vakfa bağlı şirket yönetimlerinin kamu dışından olması, muhtemel eleştirileri önlemesidir.
Savunma sanayimizin gelişmesi, karşılayacağı ihtiyaçlarımız yanında üreteceği katma değer ile sağlayacağı bilgi birikimi ve teknolojik gelişim açısından fevkalade önemlidir, ülkemizin buna ihtiyacı vardır. Türk Silahlı Kuvvetlerini Güçlendirme Vakfı, kurulduğu tarihten bugüne kadar üstlendiği görevi sahip olduğu kısıtlı imkânlarla elemanlarının şaibeli ölümlerine kadar uzanan kirli kumpaslara ve bazı güçleri arkasına almış özel sektörün engelleme ve karalama kampanyalarına rağmen ayakta kalmış, uluslararası alanda rakibi olan dev firmaların saldırılarını göğüslemiş bir vakfımızdır. Bünyesindeki kuruluşlara çatı görevi vererek onların bugünkü hâle gelmesini sağlamıştır. Bu vakfın yaşatılması ve desteklenmesi gerekmektedir. Bu anlayış içinde yeni mütevelli heyeti oluşumunun Türk Silahlı Kuvvetlerini Güçlendirme Vakfına güç katması temennisiyle yasa teklifini Milliyetçi Hareket Partisi olarak destekleyeceğimizi yüce heyetinize saygıyla bildiriyorum.
Evet, bu konuyla ilgili konuşmam burada sona ermiştir. Şimdi millî savunmadan Millî Takıma ve Türk sporuna biraz geçelim, vaktimiz var çünkü. (MHP sıralarından alkışlar) Millî olunca doğal olarak... Alpay, sen alkışlamadın, görmedim.
FEHMİ ALPAY ÖZALAN (İzmir) - Ayağa kalkıp alkışlıyorum.
SAFFET SANCAKLI (Devamla) - Öyle mi? Alkışladın, peki, teşekkür ederim.
Evet arkadaşlar, üç buçuk yıldır milletvekiliyim burada, 3 Spor Bakanımız değişti. Şimdi Alpay kardeşim de geldi ama bir önceki iki dönemde 550 milletvekilinin içinde...
ÇETİN ARIK (Kayseri) - Hakan Şükür de vardı.
SAFFET SANCAKLI (Devamla) - Benim geldiğim dönemden bahsediyorum.
...bir tek milletvekili bendim millî futbolcu olarak ve doğaldır ki bu millî konuları, sporla ilgili, Millî Takım'la ilgili, futbolla ilgili konuları benim konuşmam, gündeme getirmem çok normaldi. Burada da çok konuştuk, çok anlattık ama her konuşmadan sonra ne güzel konuştuğumu söylüyorsunuz "Çok güzel." diyorsunuz ama iş icraata gelince maalesef bu Meclisin yeterince icraatı yok.
FEHMİ ALPAY ÖZALAN (İzmir) - Arkanda ben varım artık, rahat ol.
SAFFET SANCAKLI (Devamla) - Şimdi şöyle: Türk sporuna bugün baktığınız zaman, 80 milyonluk bir ülkede 60 milyon kişinin ilgilendiği başka bir şey var mıdır futboldan başka? Başka ikinci bir şey söyleyin. En az 60 milyon ilgileniyor. Bugün 20 milyonla tek başına iktidar olunan bir ülkede Galatasaray'ın, Fenerbahçe'nin ve Beşiktaş'ın 20'şer milyon taraftarı var tek başına. Demek ki bu ne kadar önemli bir konu ki tek bir futbol takımının en çok oy alan partinin oyu kadar seyircisi var. O zaman, bu Türk futbolu bu hâle gelirken neden müdahale etmiyoruz biz? 3 bakan değiştirdik, şimdi 3'üncü bakanımız benim dönemimde; kendisini tanımıyorum, kendisini de eleştirmeyeceğim çünkü bekleyeceğiz, bakalım ne yapıyor, ne ediyor. Ama bir cesaret eksikliği var arkadaşlar. Neden çekiniyoruz, neden korkuyoruz biz? Türk sporu Türkiye tarihinin en kötü dönemini yaşıyor. Hem de ne zaman yaşıyor biliyor musunuz? En çok tesislerin yapıldığı, en çok sahaların yapıldığı, en çok stadyumların yapıldığı, kapalı spor salonların, yüzme havuzların yapıldığı dönemde, imkânların en üst düzeyde olduğu dönemde, başarılara baktığınızda, Türkiye tarihinin en kötü dönemini yaşıyoruz. Şöyle ki: Biliyorsunuz, dört yılda bir olimpiyat yapılıyor. Olimpiyatlarda bütün spor branşlarından herkes geldiği için ülkenin sporunun neticesi olimpiyatta belli olur. Arkadaşlar, son üç olimpiyattır Türkiye tarihinin en kötü olimpiyatları, en kötü derecelerini alıyoruz. Bir de bu devşirme sporcular var, madalyaların büyük bir bölümünü bunlar alıyor. Kimse bundan memnun değil. Tabii ki biz siyasi partileriz, herkesin kendine göre bir tarzı var, bir politikası var ama -bu benim anlattığım şeyden kimse memnun değil- bugün 80 milyonluk bir ülkede eğer biz Türk sporcularını Türk çocuklarından yetiştiremiyorsak, Türk futbolcularını ve diğer bütün branşlarını yetiştiremiyorsak yazıklar olsun hepimize.
Şimdi, tabii, biraz futboldan bahsedeyim: Bir futbol federasyonumuz var. Ben daha önce de eleştirdim, gitmesi gerektiğini anlattım. Herkes bana şeyi soruyor: "Tamam, sen söyle o zaman kimi istiyorsun Futbol Federasyonu Başkanı olarak?" Ben hiç kimseyi istemiyorum. Şahıslarla da bir işim yok. Benim istediğim şu... Şimdi bugün 4 tane büyük kulüpten örnek vereyim: 4 büyük kulübün toplam borcu şu andaki parayla 10 milyar lira. Geçenlerde Fenerbahçe Kulübü Başkanı Sayın Ali Koç -seçilmesinden sonra- dedi ki: "625 milyon euro kulübün borcu var." 625 milyonu da 7'yle çarparsak aşağı yukarı, ortalama -ha bire bu kur değişiyor ama- 4,5 milyar lira gibi Fenerbahçe'nin borcu var. Bugünkü faizden yıllık faizi yıllık yüzde 30'dan hesaplarsanız Fenerbahçe'nin yıllık ödeyeceği faiz 1,5 milyar lira. E, Fenerbahçe'nin böyle bir geliri yok, nasıl kurtulacak peki? Hem de Fenerbahçe'nin Başkanı kim? Türkiye'nin en zengin ailesinin yönetim kurulu başkanı. Düşünün ki futbolun geldiği hâli, Türkiye'nin en zengin ailesi bir tane kulübe müdahale edemiyor. Neden edemiyor, onu da söyleyeyim size: Millet diyor ki: "Ali Koç niye cebinden şunu vermiyor, bunu vermiyor?" Kulübün borcu var, üç dört yıldır, dikkat ediyorsanız, UEFA -Avrupa'dan- diyor ki: "Siz yönetemiyorsunuz bu kulüpleri, batırdınız. Sen 35 milyon euro harcayacaksın, sen 33, sen 32." Hepsine bir limit koydu. Şu anda sen istediğin kadar... Diyelim ki Sayın Ali Koç cebinden para koymak istiyor, UEFA diyor ki: "Olmaz, senin limitin 35 milyon euro, ödeyin bu borcu, sonra..." Bütün kulüpler o durumda arkadaşlar ve ben size burada birkaç ay önce bir şey söyledim, dedim ki: Çok yakında maçlar oynanamayabilir ve 4 büyük kulübün de normalde FIFA mali fair play kurallarında küme düşmesi lazım. Niye düşürmüyorlar biliyor musunuz? Türkiye Ligi... Şöyle bir şey düşünün: Bir ailede 5-6 çocuk var, biri çok yaramaz; her şeyi yapıyor ama atamıyorsun, kendi çocuğun. Şimdi, Türkiye Avrupa'da 6'ncı, Avrupa futbolunda lig olarak 6'ncı; para olarak, oyuncu kalitesi olarak, kapasitesi olarak 6'ncı. 300 de yabancı oynuyor sadece Süper Lig'de. Eğer küme düşürürse 4 büyüklerden 1-2 tanesini... Ki yakında göreceksiniz yani eğer bir şekilde müdahale etmezsek bu buraya gidiyor. Önce puan silme, para cezası, şu anda kısıtlama, artık iş -Avrupa kupalarından meni zaten veriyorlar, oynatmıyorlar birkaç senedir, hepimiz takip ediyoruz- bundan sonra küme düşmeye gelecek. Peki, küme düşerse ne olur? Avrupa'da 6'ncı lig olmaz çünkü değeri düşecek. 300 yabancı oyuncu var. Avrupa'da futbol dengeleri bozulacak. Avrupa mecburiyetten bizi bu pozisyonda tutuyor ama bir gün gelecek tutamayacak, göreceksiniz. Bir futbol federasyonu düşünün, başkanı hiçbir stada gidemiyor, kulüp başkanları hiçbir deplasmana gidemiyor. Süper Lig'de ve bir alt liginde, bir de federasyonda bin kişi yönetiyor Türk futbolunu, biri millî futbolcu değil. Nasıl olacak bu arkadaşlar?
Şimdi, bu kulüp başkanları, dikkat ediyorsunuz değil mi, ceza alıyor kırk beş gün, altmış gün, doksan gün. Bunlara ne cezası veriliyor? Stada girememe cezası.
MAHMUT TANAL (İstanbul) - Bir de para cezası var.
SAFFET SANCAKLI (Devamla) - Para cezası veriliyor. Allah'tan hapis cezası değil, çoğu cezaevinden çıkamazdı, tamam mı?
MAHMUT TANAL (İstanbul) - Ama ödeyemezse ona dönüşüyor zaten.
SAFFET SANCAKLI (Devamla) - Ya ödüyorlar, başkanların parası var, ödüyor da şimdi şunu anlatmaya çalışıyorum: Biz bir hata yapmışız hep beraber diyelim ona, ben sadece iktidar partisini kastetmiyorum, hepimiz hata yaptık, tamam; arkadaşlar, kabul edelim, müdahale edelim.
Ben burada bir tane teklif verdim geçen sene: Federasyonlar seçiminde o federasyonun başkanı kim aday olacaksa o branşta millî olacak ve o yönetim kurulu seçilirken yüzde 25'i de millî sporculardan olacak o branşta. Buraya bile gelmedi ya, buraya bile gelmedi yani.
MAHMUT TANAL (İstanbul) - Kusur kimin?
SAFFET SANCAKLI (Devamla) - Ya kusur aramıyorum Mahmut Bey, anlatmak istediğim şu: Bu Türkiye'de bazı sorunlar var. Yolda gülen adam görüyor musunuz hiç, mutlu insan görüyor musunuz? Ben görmüyorum. (İYİ PARTİ sıralarından alkışlar) Peki, biz bu insanları futbolla mutlu edebilir miyiz, sporla edebilir miyiz, sanatla edebilir miyiz? Tabii ki edebiliriz, en azından kısmen edebiliriz. Geçen sene Ampute Millî Takımı Avrupa Şampiyonu oldu, bütün Türkiye havalara uçtu ya, ne kadar özlemişiz başarıyı. Bugün düşünebiliyor musunuz, bizim Millî Takım'ımız Dünya Kupası'na katılmış, orada bir derece almış, Avrupa kupalarına katılmış, Şampiyonlar Ligi'ne katılmış, dereceler almış, hepimiz sokaklara çıkıp burada şey yapıyoruz. Hangi derbi maçında kendi randevularınızı ona göre ayarlamıyorsunuz? Herkes ona göre ayarlıyor. Buna genel başkanlarımız dâhil, Cumhurbaşkanından aşağıya kadar herkes dâhil. O zaman, hadi buna müdahale edelim, boş verin yandaşı, onu bunu. Bu federasyon seçimlerine bir baksanıza, başkanları ve yöneticileri kim? Onun amcasının oğlu, bunun dayısının oğlu, onun kardeşi, onun yeğeni. Hadi tamam, yaptık hatalar, hadi buyurun... Ben bunları eski millî sporcu olarak konuşmak zorundayım arkadaşlar. Ben anlatıyorum ki buna da bir çözüm bulalım. Her bakana kendim gittim. Sayın Devlet Bahçeli'nin talimatı var: "Saffet Bey, siz millî sporcusunuz, bu işin içinden geliyorsunuz, her köşesinde bulundunuz, parti ayrımı yapmadan ne biliyorsanız, elinizde ne proje varsa gidip sayın bakanla paylaşacaksınız ve yanında olacaksınız Türk gençliği ve Türk sporu için." Daha öne Çağatay Bey vardı, ondan önce Osman Bey vardı, ikisine de gittim. "Buradayım arkadaşlar, haberiniz olsun." dedim.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
TAHSİN TARHAN (Kocaeli) - Hiçbir iş yapmadı ki onlar.
AYHAN ALTINTAŞ (Ankara) - Araştırma önergesi verin, destekleyelim.
BAŞKAN - Toparlayın Sayın Milletvekili.
SAFFET SANCAKLI (Devamla) - Celal ağabey, son yirmi beş dakika, rahat ol.
BAŞKAN - Canın sağ olsun. Millî Takım'dan bahsediyorsun, onun için...
SAFFET SANCAKLI (Devamla) - Millî Takım'dan bahsedince iki üç dakika daha lazım.
Şimdi, sayın bakanlara söylüyorum. Yeni Bakanımıza da gideceğim, aynı şeyi söyleyeceğim, diyeceğim ki: "Ben buradayım. Ne yardıma ihtiyaç varsa buyurun, yapalım." Ama bu Spor Bakanlığını -yemin ediyorum size- Kredi ve Yurtlar Kurumunda öğrenci yerleştirme yerine çevirmişler. Ya, tabii ki onu da yapacaksınız ama arkadaşlar biz 80 milyonluk bir ülkeyiz ya. Biz bir yere gittiğimiz zaman Türk geliyor ya. Güreşten tut... Ya, 2002'de dünya 3'üncüsü olmadık mı? 2000'de, 2001'de Galatasaray UEFA Kupası'nı, Süper Kupa'yı almadı mı? E, nasıl oluyor, 2002'de aldığımız 3'üncülüktü, şu anda 33'üncüyüz, 35'inciyiz? Ya, bunun hesabını sormayacak mıyız biz kimseye?
TAHSİN TARHAN (Kocaeli) - AK PARTİ'ye söyleyeceksin onu.
SAFFET SANCAKLI (Devamla) - Ya, parti meselesi değil ya.
CAHİT ÖZKAN (Denizli) - Onu da mı oraya bağlıyorsun?
SAFFET SANCAKLI (Devamla) - Kim bu görevdeyse alalım bunların hepsini.
MAHMUT TANAL (İstanbul) - AK PARTİ yapıyor.
SAFFET SANCAKLI (Devamla) - Hadi oturalım beraber bir şeyler yapalım. Mutlu musunuz futboldan? 14 tane yabancıdan mutlu musunuz? Lütfen... 14 tane yabancıdan mutlu musunuz? Geçenlerde Beşiktaş-Galatasaray maçına gittim, Teknik Direktör Lucescu yanıma geldi. Dedim ki: "Hayırdır, niye geldin?" 22 oyuncunun 21'i yabancı. Bir tek Gökhan Gönül oynuyor Beşiktaş'ta, o da 32-33 yaşında; iyiyse zaten Millî Takıma çağırıyorsun. Ya, İstiklal Marşı okunurken İstiklal Marşı'nı top toplayıcı çocuklar okuyor. Yabancılar, ne yapsın adamlar?
Peki, kim çıkardı bu kanunları? Bu kanunu çıkaranlara sormayacak mıyız bunun hesabını? Bir Türk çocuğu çıkıp bilmem nerelerde oynamayacak mı? Şu anda aldık; bütün suç Lucescu'nun. Hâlbuki Millî Takım kadrosu şu anda Avrupa'nın çeşitli takımlarında oynuyor gencecik, aslan gibi çocuklar ama Millî Takım ruhu bitmiş arkadaşlar, Millî Takım ruhu bitmiş.
MAHMUT TANAL (İstanbul) - Bizi suçluyorsun da AK PARTİ suçlu bu konuda.
SAFFET SANCAKLI (Devamla) - Onun için, istiyorsanız hadi hep beraber bir şeyler yapalım, istemiyorsanız yapacağımız bir şey yok. Anlatıyoruz, söylüyoruz, buradayız diyoruz...
İSMAİL TATLIOĞLU (Bursa) - EYT'yle beraber istiyoruz, EYT'yle.
SAFFET SANCAKLI (Devamla) - Nasıl?
İSMAİL TATLIOĞLU (Bursa) - Emeklilikte yaşa takılanlarla beraber istiyoruz.
BAŞKAN - Evet, toparlayın Sayın Sancaklı.
SAFFET SANCAKLI (Devamla) - Toparlıyorum, teşekkür ediyorum.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
SAFFET SANCAKLI (Devamla) - Arkadaşlar, anlatacak çok şey var ama anlatmayalım icraat yapalım. Ben buradayım, Milliyetçi Hareket Partisi burada aslan gibi 50 tane arkadaşımızla. Bu ülkeye ne fayda sağlayacaksa herhangi bir konuda biz buradayız ve bu ülkenin emrindeyiz. (MHP sıralarından alkışlar) İşimiz de bu ülkedeki insanların sorunlarını çözmek, onları mutlu etmek. Ama bu spor konusunu çok ciddiye alın, yarın öbür gün bu statlarda başka türlü şeyler olabilir. Ben hepimizi uyarıyorum, bir tarafı uyarmıyorum.
Başkanım, bana da fazla süre verdiğiniz için de teşekkür ediyorum.
Beni dinlediğiniz için hepinize teşekkür ederim.
Saygılar sunarım. (MHP sıralarından alkışlar)